VASİYET ÖYKÜ: CAN ÖZOĞUZ.

Slides:



Advertisements
Benzer bir sunumlar
ZAMİRLER.
Advertisements

Hazırlayan :İ.Durak Sınıf Öğretmeni
Bu Sunu Aydın BOZAN tarafından hazırlanmıştır.
KELİME TÜRLERİ ZARFLAR.
AT SIRTINDA KÜTÜPHANE.
Aşağıdakilerin hangisinde altı çizili sözcük soyut addır?
KÜÇÜK İTFAİYECİ lütfen sesi açıp Tıklayınız..
KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ.
…Bu sunuda anlatılan olaylar gerçekten yaşanmıştır…
Atatürk’ün 29 Ekim 1933 günü, Cumhuriyet’in 10
Fare Öyküsü.
Sincabi öykücü can özoguz Fon müziği: Ezginin Günlüğü.
Bir süre önce, başka bir kadınla çıkmaya başladım ve bu aslında
GÜNEŞLERİN BATTIĞI YER!
İSTİKLAL MARŞIMIZIN KABULÜNÜN 87. YILI
AYAKKABICI Ayakkabıcı, yeni getirdigi malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi.
SESLİDİR with the hope you to feel the pain before that you have not realized until the teror had reached to you. Terör size ulaşmadan anlayamadığınız.
SESLİ GAZİ ÇİFTLİĞİNDE DOLAŞIP HAVA ALIRKEN OLDUKCA YAŞLI BİR KADINA RASTLADIK. ATATÜRK ATTAN İNEREK BU İHTİYAR K K K KADININ YANINA SOKULDU. MERHABA.
BİR KADINI BEKLEMEK ATAOL BEHRAMOĞLU
Bu olay, Marmara Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü 1993 yılında bitiren Dilek isimli bir kızın başından geçmiş. (Böyle anlatılıyor, soyadı.
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN HAYATI
DUATEPE ANITI Bu anıt ders kapsamında öğrenicilerin Duatepe anıtına gitmediği varsayılarak, Duatepe anıtı öğrencilere nasıl anlatılıra cevap bulabilmek.
ÖZEL MÜZEYYEN ÇELEBİOĞLU İLKÖĞRETİM OKULU.
TIKANDI BABA Seval KEMERTAŞ tarafından düzenlenmiştir.
Panayır Ö y k ü c ü Kış geliyor, havalar iyice soğudu. Maviş kızım çimlere uzanıp sırtındaki benekleri ısıtamıyor artık. Yağmurlar başlayınca Sarı kızım.
1937. Tarsus. Topçu Alayı tatbikat için dağılmıştı. Çadırlar henüz kurulmuştu ki, şiddetli bir yağmur başladı. Her taraf çamur kesildi.
SLAYTI MUTLAKA SESLİ İZLEYİNİZ… İYİ SEYİRLER…
Antika iskemleler.
BİR MİLLETİN KURTULUŞ MÜCADELESİ
ATATÜRK’ÜN HAYATI.
Şiddetle itiraz ettim: "Ama ben seni seviyorum!!!"
VARLIKLARIN ÖZELLİKLERİNİ BİLDİREN KELİMELER (SIFAT-ÖN AD)
SBEP ERGENEKON DESTANI
ŞEHİDİM BAYRAKLARI BAYRAK YAPAN,ÜSTÜNDEKİ KANDIR.
SAKAL ÜZERİNE Atatürk Amasya ziyaretinde
Atatürk'ün Gizemleri.
Mitat Zorlu 1 ALİ YALKIN İLKÖĞRETİM OKULU 2/A SINIFI ÇALIŞMA SAYFASI Adı ve Soyadı: ……….…………………………………..…… No: ……… 15 Ocak 2010 Cuma Annem marketten 2.
ATATÜRK’ÜN HAYATI.
23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI
HOCALAR UÇUK OLUNCA – 1 - HANGİ SANDALYE?
Bu sabah kalktığında...sana dikkatle baktım...bana konuşmanı umdum....
ATATÜRK Burak Doğutaş B.
KÜL KEDiSi-SINDRELLA Hazırlayan: Emine KOÇAK- 7/A
DÜRÜSTLÜK BİR ERDEMDİR
SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETİMİ
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
MERHAMET ŞEVKAT FEDAKARLIK
FEDAKARLIK.
1937. Tarsus. Topçu Alayı tatbikat için dağılmıştı. Çadırlar henüz kurulmuştu ki, şiddetli bir yağmur başladı. Her taraf çamur kesildi.
EDAT GRUBU ve BAĞLAMA GRUBU
ÖZEL MÜZEYYEN ÇELEBİOĞLU
Cem Yurtsev Yazılar: itiraf.com dan BU SUNU SANALDUNYA GRUBU İÇİN HAZIRLANMIŞTIR. GRUP ÜYELİĞİ
DÜZENLİ OLMAK.
EŞ SESLİ (SESTEŞ) KELİMELER.
ATATÜRK'ÜN HAYATI.
MİLLİ MÜCADELE.
AtatürkAtatürk Hazırlayan:Duygu Jan ABACI 3/A Sınıfı Öğrencisi No:140.
GENEL TEKRAR - 6 CÜMLE ÖĞELERİ - VURGU – ARASÖZ FEM DERSHANELERİ
Keloğlan ve Kuyu Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir Keloğlan’la ninesi varmış. Bunlar çok yoksul insanlarmış. Keloğlan’ın.
Bir zamanlar, birbirine bitişik iki çiftlikte yasayan iki erkek kardeş vardı. Günlerden bir gün bu iki kardeş arasında bir anlaşmazlık baş gösterdi. İki.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1881 yılında, Selanik'te Kocakasım Mahallesi, Islahhane Caddesi'ndeki üç katlı pembe.
BAŞKOMUTANLIK MEYDAN SAVAŞI (30 AĞUSTOS 1922)
Atatürk’ün Çocukluk Anıları
KURTULUŞ SAVAŞI’NDA TÜRK KADINI. Dünyada hiç bir milletin kadını "Ben Anadolu Kadınından fazla çalıştım. Milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu.
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE KADIN KAHRAMANLAR. Dünyada hiç bir milletin kadını "Ben Anadolu Kadınından fazla çalıştım. Milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte.
ATATÜRK’ÜN HAYATI.
KURTULUŞ SAVAŞI’NDA TÜRK KADINI. Dünyada hiç bir milletin kadını "Ben Anadolu Kadınından fazla çalıştım. Milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu.
YA İSTİKLAL YA ÖLÜM / DOĞU VE GÜNEY DÜŞMANA DİRENİYOR
NESİLDEN GELEN GÜNAHLAR
Cumhuriyetimizin Kurucusu… Mustafa Kemal ATATÜRK.
Sunum transkripti:

VASİYET ÖYKÜ: CAN ÖZOĞUZ

1921 sonbaharı Ankara…

Seher vakti Hacı Bayram Mahallesi’ndeki evlerinden çıkmış, çamurlu yollardan bata çıka şehrin öbür ucundaki Taşmektep’e gidiyorlardı. Hava çelik ustura gibi soğuktu. İliklerine işleyen keskin ayaza karşı yürüyerek Taşhan Meydanı’na geldiklerinde, sıra sıra dizili idam sehpalarında, beyaz hayaletler gibi havada asılı duran siluetleri gördüler.

Mehmet o anda olduğu yere çakılıp kaldı Mehmet o anda olduğu yere çakılıp kaldı. Küçücük vücudu baştan ayağa ürperdi. Sallanan idam mahkûmları mıydı, yoksa başı mıydı dönen, onu bilemedi. Korkudan fincan dibi kadar büyümüş, telve karası gözleriyle baktı durdu öylece. Sanki o gözlerin akı gitmiş karası kalakalmıştı. Neden sonra ağabeyine sokulup kulağına fısıldayabildi: “Kim bu adamlar böyle abi?”

“Çoğu casus, bir kısmı da düşmanın işbirlikçisidir bunların; suçları her neyse göğüslerine iliştirilmiş yaftalarda yazılıdır. İstiklal savaşı şartlarında, bu görüntülerin bin beteri yurdun her yanında yaşanıyor Mehmet. Topraklarımız düşman çizmesi altında çiğneniyor. Yapılan katliam ve zulümden Anadolu inim inim inliyor. Fakat sen bakma artık o tarafa, akşamları rüyalarına girer sonra ölüler,” dedi ağabeyi… Ve Mehmet’i elinden tutup hızla uzaklaştırdı oradan.

. İki kardeş adımlarını sıklaştırıp okula vardıklarında ders henüz başlamamıştı. Mehmet koşup sınıftaki kömür sobasına yanaştı. Harlı yanan ateşe ellerini uzatıp ovuşturdu, sonra arkasını dönüp sırtını ısıttı bir süre. Fakat gün boyu zihnine kazınan ölümün o soğuk yüzünü ısıtamadı bir türlü. İç sıkıntısı yüzüne yansımıştı. Kara gözleriyle bütün gün karatahtaya baktı durdu. Son günlerde top sesleri Polatlı’dan duyulur olmuştu. Savaş tüm şiddetiyle sürerken Türk Ordusu’nun geri çekilmeye başladığı haberi ulaşmıştı şehre. Ankara’da olağan dışı bir telaş ve hareketlenme vardı. Taşmektep’in ikinci katında bir süredir faaliyetini sürdüren Milli Savunma Bakanlığı’ndaki hummalı çalışmayı okuldaki bütün öğrenciler hissediyorlardı. Mehmet’in geçen yıl başladığı ilk mektep Taşmektep’in birinci katında, sultaninin ilk kısmına devam eden ağabeyinin sınıfı ise bahçeye yapılmış derme çatma barakalardan birindeydi.

Anneleri her sabah erkenden çocuklarıyla beraber evden çıkar, Halide Edip’in örgütlediği ordu için yardım toplama ekibinin çalışmalarına katılırdı. Yardım toplama gönüllüleri birkaç kişilik gruplar halinde ev ev dolaşıp para, kışlık çorap, çarık, kundura, iç çamaşırı topluyorlardı. Keskin soğukların başladığı o sabah, anneleri onları sıkıca giydirip uğurlamış ama kendisi evde kalmıştı. Mehmet’le ağabeyi akşamüzeri eve döndüklerinde bunun nedenini anladılar. Evdeki eşyalar toplanmış, denkler yapılmış, yola çıkılmak üzere hazırlıklar tamamlanmıştı. Babalarına daha yeni kavuşmuşken yine yol görünmüştü. Demek ki bu kaçınılmazdı. Düşmanın Ankara’ya yaklaşması üzerine meclisin dahi taşınmasının tartışıldığını, sonunda Ankara’da kalmasının kararlaştırıldığını evdeki konuşmalardan duymuşlardı. Yine de birçok mebus gibi babaları Esat Bey de eşi ve çocuklarını daha güvenli olan Kayseri’ye yollamaya karar vermişti. Ertesi sabah erkenden yaylı arabalara yataklar serildi, kağnılara eşyalar yüklendi, denkler yerleştirildi ve üç aileden oluşan göç kafilesi yola koyuldu.

Yanlarına gözü pek Laz askerlerinden ikisi eşlik için verilmişti Yanlarına gözü pek Laz askerlerinden ikisi eşlik için verilmişti. Arhavili Ali Çavuşla, Hopalı Turgut Onbaşı; attığını vuran, kartal bakışlı, iri eğri burunlu, pala bıyıklı, başları kalpaklı, belleri kamalı, çapraz fişekli omuzları mavzerli, siyah çizmeli, siyah giysili, yağız atlara binmiş, iki babayiğittiler. İki yaylı araba ve on iki kağnıyla Kayseri istikametine doğru yola koyulan kafilenin hareket etmesine az kala, parke taşlarına çarpan toynaklarından kıvılcımlar saçan atlarıyla rüzgâr gibi gelerek onları korumaları altına aldılar. Altı çocuk, üç kadın ve arabacılardan oluşan kafile, meşin kamçıların şaklamasıyla ağır ağır ilerlemeye başladı. Yolları uzundu. Gün boyu yol alıyor, geceleri bulundukları yerde konaklıyor, sabahları daha gün ağarırken tekrar yola koyuluyorlardı.

Yedinci günün akşamüzeri Kırşehir yakınlarında, kafileyi ormanlık alandan uyarı ateşi açan eşkıya durdurdu. Düşman istilası yetmiyormuş gibi savaş durumunu fırsat bilen eşkıyaların yol kesip soygun yaptığını biliyor ve duruma hazırlıklıydılar. Eşkıyayı kandırmak için hemen beyaz bir bayrak çektiler; çocukları yanlarında kadınlar, arabacılar, Ali Çavuş ve Turgut Onbaşı hepsi silahlarına sarılıp siper aldılar. Arhavili Ali Çavuş siperdekilere seslendi: “Eşkıyanun elebaşuna ilk atuşu ben yapacağum, ondan sonra atuş serbest, yaylum ateşiyle püskürtelum namussuz eşkiyayu.” Kadınlar dahil herkes eller tetikte bekliyordu. Turgut Onbaşı çavuşuna meraklı gözlerle bakıp sordu: “Emrun başum üstüne çavuşum ama ilk atişu yapmak istemenu merak ettum; ha neresundan vuracaksun şu çapulcunun elebaşunu? Bi de cözini seveyum!” “Ha bu namussuzu öyle pir yerundan furacagum ki eşkiyaluğa tövbe etsun da! Şimdi bi bekle de gör bak Turgut Onbaşu,” dedi ve göz- gez- arpacık kesildi Arhavili.

Birazdan derin sessizlikte üç-beş eşkıya ortaya çıkıp kendilerinden emin, ağır adımlarla kafileye yaklaşmaya başladılar. Arhavili kılı kıpırdamadan, sakin; adamların yüz metre yakınlarına kadar gelmelerini bekledi. Sonra bir el mavzer sesi yankılandı alaca karanlıkta. Ardından eşkıya başının acıyla haykırmasını yaylım ateş cayırtısı bastırdı. Saklandığı yerden film kareleri gibi, ilk silah sesini, ardından apış arasını tutan eşkıya başını, sonra yaylım ateş yaygarası altında arkalarına bakmadan kaçan çapulcuları görünce, Mehmet’in yüreğine su serpildi, yüzü güldü. Tek bir atışla eşkıya başını olmadık yerinden vuran Arhavili kıs kıs gülüyordu. Başkaca bir vukuat olmadan ertesi gün akşamüzeri Kırşehir’e vardıklarında yola çıkalı tam sekiz gün olmuştu. Üç gün Kırşehir’de konakladıktan sonra eksiklerini tamamlayıp dördüncü günün sabahı Kayseri’ye doğru uzun ince bir yola tekrar koyuldular…

Yol boyunca Mehmet’in gözünün önünden göçler geçiyordu Yol boyunca Mehmet’in gözünün önünden göçler geçiyordu. İstanbul, Adana, Söğüt, Kütahya, Ankara ve şimdi Kırşehir üzerinden Kayseri… Düşman işgalinin rüzgârında oradan oraya sürükleniyorlardı. Bir şehirden diğerine göç edip kimi zaman babasının kimi zaman amcasının yanına sığınmışlar, bu defa kendi başlarının çaresine bakmak için yola koyulmuşlardı. * * *

1950’li yılların bir ilkbahar sabahı Ankara’sı…

. Dava dilekçesini okumaya başlar başlamaz Asliye Hukuk Hâkimi Mehmet’in yüreğini bir heyecan dalgası sardı. Davayı açan Cumhuriyet Halk Partisi, davalı ise İş Bankasıydı. Dava, bankanın Atatürk’ün vasiyetine aykırı hareket ettiği, onun sahip olduğu nakit ve hisse senetlerinin banka tarafından nemalandırılarak CHP eliyle vasiyette belirtilen kişi ve kurumlara düzenli olarak ödenmesi gerektiği halde bankanın bu edimi yerine getirmediği iddiasıyla açılmıştı. Hâkimi heyecanlandıran ise ne CHP’nin talepleri ne de bankanın edimlerini yerine getirip getirmediği konusuydu. Bu davayı sonuçlandırabilmesi için kutsal bir emaneti incelemesi gerekeceğini hemen anlamıştı. O güne değin vasiyetnamenin kopyasını dahi kimsenin gördüğünü duymamıştı. Sadece içeriği hakkında bazı bilgiler kulaktan kulağa söylenir ve biraz bilinirdi.

. Gözleri daldı. Kurtuluş Savaşının ilk günlerinin heyecan dolu günlerine geri gitti. Ankara’dan kağnılarla göç edişlerini, ilk mektebin ikinci sınıfını okuduğu Kayseri’yi, bir yıl sonra geri dönüşlerini, o ateşten günlerde Mustafa Kemal Paşa’nın erkânıharbiyle birlikte Taşmektep’in ikinci katındaki Milli Savunma Bakanlığı’na gelişini ve onun ateş saçan gözlerine başını kaldırıp bakamayışını hatırladı.

. Dava dosyasını gün boyunca pür dikkat defalarca okumasına rağmen tekrar incelemek üzere akşam evine getirdi. Gece gözüne uyku girmeyeceğini biliyordu. Radyodan akşam ajansını dinledi. Yemeğini yedi. Uykusunu açması için önce bir kahve içti. Sonra taze demli çayını masasının üstünden eksik etmeden dosyayı tekrar okuyup notlar aldı. Yatağına girdiğinde artık neredeyse gün ağarmak üzereydi. Birkaç saatlik uykunun ardından kalkıp itinayla hazırlandı. Yüreğinde büyük bir heyecanla erkenden daireye gitti ve akşamdan taslağını hazırladığı, vasiyetnamenin incelenmek üzere Genel Kurmay Başkanlığı’ndan talep eden resmi yazıyı hazırlayıp özel kurye ile yolladı.

. Resmi yazıyı yollamasının üzerinden asırlar geçmişti sanki fakat gerçekte telefonu yazıyı yollamasından sadece on beş gün sonra çalıyordu. Genel Kurmay’dan bir generaldi arayan. Atatürk’ün mühürlü zarf içinde özel kasada saklanan vasiyetnamesinin birazdan zimmeti üzerine alan üç subay tarafından elden getirileceği, orijinal evrakın görülüp kopyasının çıkarılması işleminin hâkim huzurunda yapılmasını takiben kopyasının dava dosyasına konulabileceği, orijinal evrakın ise getiren askeri ekip tarafından geri götürüleceği bilgisini aldı. Sonradan o günün devamını bir rüya gibi hatırlayacaktı. Vasiyetnameyi getiren ekipten evrakı titreyen elleriyle alıp zarfı açtığında, Kemal Atatürk’ün kendi el yazısıyla ölmeden atmış beş gün önce yazıp imzaladığı belgeyi gözyaşları içinde okudu, okudu, okudu… Tek sayfadan ibaret, Atatürk’ün son emirlerini içeren mütevazı belgede şunlar yazılıydı:

.

. Dolmabahçe: 5-IX-1938 Pazartesi    "Malik olduğum bütün nukut ve hisse senetleri ile Çankaya'daki menkul ve gayrimenkul emvalimi C. H. Partisi'ne atideki şartlarla, terk ve vasiyet ediyorum: 1) Nukut ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır. 2) Her seneki nemadan, bana nispetleri şerefi mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, Makbule'ye ayda bin, Afet'e sekiz yüz, Sabiha Göçken’e altı yüz, Ülkü'ye iki yüz lira ve Rukiye ile Nebile'ye şimdiki yüzer lira verilecektir. 3) S. Göçken’e bir ev de alınabilecek, ayrıca para verilecektir. 4) Makbule'nin yaşadığı müddetçe Çankaya'da oturduğu ev de emrinde kalacaktır. 5) İsmet İnönü'nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır. 6) Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir." K. Atatürk

. Hâkim Mehmet rüyada gibi hatırladığı o günü, evrakın kopyasını alıp dava dosyasına yerleştirişini ve sonra ölene kadar kimseye göstermeden saklamak üzere bir kopya da kendisi için alışını, aradan ancak kırk yıl geçtikten ve vasiyetnamenin kopyaları 10 Kasım’larda gazetelerde yayımlanmaya başladıktan sonra oğluna anlatabildi. Sakladığı kopya, Devlet Malzeme Ofisinin sarı saman kâğıdı üzerine çekilmiş ve kırk yıl beklediği yerde daha da sararmış fakat öneminden, kutsallığından hiçbir şey kaybetmemişti. Hâkim Mehmet, yıllar sonra heyecandan titreyen yaşlı elleriyle o evrakı en değerli mirasını verir gibi oğluna uzatırken buğulu gözleri: “Bu emaneti bundan sonra saklaman ve koruman için sana bırakıyorum oğlum,” diyordu.   Ö y k ü c ü Ocak 2012, İstanbul.

ÖYKÜ: CAN ÖZOĞUZ www.oykucu.net . Müzik: “Çhela” (Megrel Halk şarkısı); Aranjman/icra: Karmate Müzik: Sakarya Marşı Müzik: “Nazende Sevdiğim” (solist: Figen Genç) www.oykucu.net