OSMANLI'DA HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ Doç.Dr.Abdullah Demir Zirve Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Osmanlı Devleti'nin idari yapısı o dönemin monarşik krallıklarından çok farklıdır Osmanlı Devleti'nde de her işin padişahın iki dudağı arasında değildir Padişah ve diğer yöneticiler hukuk kurallarına uygun şekilde hareket etmek zorundadır.
Ehl-I örf ve ulema Osmanlı Devleti’nde insan unsuru askeri ve reaya olarak ikiye ayrılır. Askeriler devlet memurlarını, reaya ise sıradan vatandaşı anlatmaktadır Askeri denilen devlet memurları sınıfı ehl-i örf ve ulema sınıfından oluşur. Ehl-i örf yani yönetici sınıfın başında sadrıazam bulunmaktadır Ulema sınıfının başında ise şeyhülislam yer almaktadır. Padişah devlet yönetiminde ehl-i örf ve ulema arasında denge kurmakta ve bunları birbirleri ile denetlemektedir
Ulema Ulema sınıfı her ne kadar askeri denilen devlet memurları grubu içerisinde yer alsa da onlardan daha farklıdır. İlk olarak ulemanın reisi olan şeyhülislam Divan-ı Hümayun üyesi değildir. Halbuki ehl-i örfün reisi olan sadrıazam Divan-ı Hümayun'un hem üyesi hem de başkanıdır. Şeyhülislam dinin temsilcisi olarak padişahı da denetleyici bir makamdadır. Benzer şekilde ulema sınıfı da ehl-i örf sınıfından bağımsız ve onları denetleyici bir statüde bulunmaktadır
Padişahın Yetkileri Yasama Alanında İslam hukuku padişaha sınırlı bir yasama yetkisi vermiştir. Çünkü İslam hukukunda mutlak yasama yetkisi Allah’a ve ikinci derecede Hz. Peygamber’e aittir. Padişah yasama yetkisini üç şekilde kullanabilir. İlk olarak, İslam hukukuna ait hükümleri kanun haline getirebilir. Mesela, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye böyle bir kanundur. İkinci olarak, İslam hukukuna ait farklı görüşlerden birisini tercih edebilir. Mesela, para vakfı ve zamanaşımına ilişkin hükümler Kanuni Sultan Süleyman tarafından tercih edilerek kanunlaştırılmıştır. Üçüncü olarak, İslam hukukunun düzenleme yapmadığı alanlarda, yine İslam hukukunun genel prensiplerine uygun olarak kanun hazırlar.
Yürütme Alanında Padişah yürütmenin başıdır. Fatih dönemine kadar padişah Divan-ı Hümayun’a bizzat başkanlık etmekteydi. Bu dönemde Fatih Kanunnamesi ile veziriazamın Divan-ı Hümayun’a başkanlık etmesi ve alınan kararları telhis ve takrir yoluyla padişaha arz etmesi kanun haline geldi. Yürütmenin başı olan padişah, başkumandan olarak ordunun başında bulunurdu. 1697 yılına kadar padişah ordunun başında kumandan olarak sefere çıkardı. Bu tarihten itibaren vezirlerden birisi ordu kumandanı olarak görev yapmıştır.
Yargı Alanında Yargılama yetkisi esas itibariyle padişaha aittir. Padişah, başkadı olarak bu yetkisini isterse bizzat kullanabilir. Siyaset cezaları olarak adlandırılan ve devlet adamlarının cezalandırıldığı yargılamalar buna örnektir. Ancak uygulamada padişah yargı yetkisini vekil olarak görevlendirdiği kadılar aracılığı ile kullanır. Kadıların vermiş olduğu hükümler, padişah divanı olan Divan-ı Hümayun’da temyiz edilebilir
Şeyhülislamların Denetleme Görevi İslam tarihinde ilk defa Hz. Ömer döneminde başlayan eyaletlere valilerden bağımsız doğrudan merkeze bağlı kadılar tayin etme geleneği Osmanlı Devleti'nde uygulanmıştır. Osmanlı Devleti aynı fonksiyonu başında şeyhülislamın bulunduğu ulema sınıfı aracılığı ile gerçekleştirmiştir. Üstelik bu denetim batılı sistemlerde olduğu gibi sadece hukuk çerçevesinde kalmamakta, daha şümullü olarak dini alanda da yapılmaktadır.
Osmanlı Devleti'nin bu idari sistemi başta İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Batılı devletleri de etkilemiştir. İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri, yönetim sistemlerini yapılandırırken Osmanlı Devleti'nin hukukun üstünlüğüne dayalı idari yapısını örnek almışlardır. Bu sebeple İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'nin idari sistemi Osmanlı idari sistemine çok benzemektedir.
Şeyhülislam yürütmeyi denetlerken azledilme endişesi yaşamaması gerekmektedir. Bu sebeple ilk dönemlerde şeyhülislamlar ömür boyu görevde kalmışlar ve herkangi bir şekilde azil endişesi yaşamamışlardır. Osmanlı'da ulemanın en seçkinleri şeyhülislamlık makamına getirilmiş ve bu seçkin alimler diğer yöneticiler bir tarafa gerekirse padişahı da eleştirmişlerdir. Bunlardan Molla Fenari, Yıldırım Bayezid'in şahitliğini reddetmiş, Molla Gürani, Fatih'i ciddiyetle eleştirmiş, Zenbilli Ali Efendi, Yavuz Sultan Selim'in hukuka aykırı icraatlarına karşı durmuştur
Ayrıcalıklı Sınıfların Olmaması Osmanlı Devleti'nde adalete ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir yapının olmasının bir sebebi de toplumda ve devlette ayrıcalıklı sınıfların olmamasıdır. Aynı dönemde Avrupa'da bulunan asiller, ruhbanlar ve burjuvalar gibi sınıflar Osmanlı toplumunda yer almamaktadır. Ehl-i örf denilen yönetici sınıf hiç bir zaman Avrupadaki derebeyleri gibi toprağın ve köylülerin sahibi değildir. Ehl-i örf sadece devleti temsil eden yöneticilerdir. Ulema sınıfı da Avrupadaki ruhbanlara benzemez. Ruhban sınıfının Avrupalı vatandaşlar üzerinde çok çok kuvvetli yetkileri vardır. Ulema kendilerine verilen görevleri hukuk çerçevesinde yapan memurlardır
Kanun Kaşısında Herkesin Eşit Olması Osmanlı toplumu kanun karşısında herkesin eşit olduğu insanlardan oluşur. Kanun karşısında bir köylü ile padişah eşittir. Mahkemeler sıradan insanı yargıladığı gibi padişahları da yargılama yetkisine sahiptir. Fatih Sultan Mehmet'in bir gayrimüslim asıllı mimar ile olan davası bunlardan bir tanesidir.
Atamalarda Kanunlara Uygun Davranılması Osmanlı'da hukukun üstünlüğünü gösteren kurallardan birisi de bir göreve atama yapılırken kanunlara uygun davranılması ve bu kanunların padişah da dahil kimse tarafından değiştirilememesidir. Osmanlı Devleti'nde idari, askeri ya da ilmi bir makama gelmek için belirli şartlar ve kurallar vardı. Padişah da ol sa bu kurallara uymayan kimseyi bir makama atayamazdı. Mesela, Yavuz Sultan Selim gibi otoriter bir padişah Çaldıran Savaşı sırasında görüşlerini çok beğendiği Baş Defterdar Piri Mehmet Çelebi'yi sadrıazamlığa getirmek istediği halde bunu yapamamıştır Kanuni, Barbaros Hayreddin Paşa’yı vezirliğe, Turgut Reisi Kaptanı Deryalığa atayamamıştır
Avusturya elçisi Busbek: "Hiç kimse sırf filanın neslinden gelmiş olmak dolayısıyla diğerlerinden mümtaz bir mevkiye çıkamaz... Sultan, herkesin vazife ve memuriyetini verirken ne servete önem verir ve ne de boş ricalarla iddialara kulak asar. Yalnız liyakata bakar, seciye arar, fıtri kabiliyet ve istidadı düşünür. İşte bu şekilde herkes kendi liyakat ve kabiliyetininin karşılığını görür. Her memuriyetin başında o görevi en iyi yapacak bir kişi bulunmaktadır. Türkiye'de herkes makam ve ikbalini kendisi gerçekleştirir. Türklerin her teşebbüslerinde başarılı olarak hakim bir millet haline gelmelerinin ve her gün sınırlarını genişletmelerinin sırrı budur. Bizde liyakat ve iktidara yer ayrılmamıştır. Bizde her şey doğuşa bağlıdır.
Yürütmenin Denetlenmesi: Divan-ı Mezalim İslam devletlerinde hükümdarın bizzat başkanlık ettiği ve halkın şikayetlerini dinleyip hüküm verdiği Darü’l-adl, Divân-ı a’la veya Divân-ı Mezâlim denilen mahkemeler kurulmuştu İlk Osmanlı hükümdarlarından Orhan ve II. Murad sabahları saray kapısı önünde yüksek bir yere çıkarak halkın şikâyetlerini dinler ve hüküm verirlerdi. Osmanlı hükümdarları Divan-ı Hümâyun’da başkanlık vazifesinden çekildikten sonra da, Kasr-ı Adâlet veya Adâlet Köşkü denilen bir yerde, divana açılan pencere arkasından halkın şikayetlerini dinlemeye devam etmişlerdi
Gayrimüslimlerin yani Azınlıkların Korunması Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimler, Müslümanlara tanınan can ve mal güvenliğine tam olarak sahipti. Bir gayrimüslimi kasten öldüren Müslüman, kısas olarak öldürülürdü. Kasten öldürme yoksa diyet cezasına çarptırılırdı. Gayrimüslimlerin mallarına Müslümanlar tarafından zarar verildiği takdirde tazmin ettirilir ve gerekirse ceza verilirdi. Şarap içme dışındaki had ve kısas suçlarını işledikleri takdirde cezalandırılırlardı, ancak kendilerine zina cezası verilmezdi