TÜRKİYE’DE SU POLİTİKALARI Dr. Aslıhan Kerç SUEN (Türkiye Su Enstitüsü) Proje Geliştirme ve Uygulama Koordinatörü
Sunum İçeriği Türkiye’de Su Politikaları ile İlgili Kurumlar 2. Türkiye’de Su Politikalarının Genel İlkeleri Ulusal Çerçeve Uluslararası Su Politikası Su ile İlgili Mevzuat 3. Türkiye’de Suyun Kullanım Alanları ve Su Politikaları Tarımsal Sulama Kentsel Su Kullanımı Enerji Üretimi İçin Su Kullanımı 4. Türkiye’nin Sınıraşan Sular Politikası 3 Aşamalı Plan Uluslararası Anlaşma ve Sözleşmeler
1. TÜRKİYE’DE SU POLİTİKALARI İLE İLGİLİ KURUMLAR ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANLIĞI ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI SYGM Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü SUEN Çevresel Etki Değerlendirmesi İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü DSİ MGM İÇİŞLERİ BAKANLIĞI GIDA TARIM VE HAYVANCILIK BAKANLIĞI Yerel Yönetimler Genel Müdürlüğü DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü (TAGEM) SAĞLIK BAKANLIĞI TURİZM BAKANLIĞI Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) BELEDİYELER Su ve Kanalizasyon İdareleri Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu (TKDK) ÜNİVERSİTELER TÜBİTAK Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü BTYK ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANLIĞI
2. TÜRKİYE’DE SU POLİTİKALARININ GENEL İLKELERİ ULUSAL SU POLİTİKASI Sürdürülebilir yönetim ilkesi Havza bazlı yönetim anlayışı Katılımcı su yönetimi anlayışı Su miktarı ve kalitesinin korunması Kamu yararının gözetilmesi Ekosistemin korunması ULUSLARARASI SU POLİTİKASI Suyun hakça, akılcı ve optimum kullanımı Kıyıdaş ülkeler ile faydanın paylaşımı ilkesi Mansap ülkelere ciddi zarar vermeme ilkesi
Yüzeysel ve Yeraltı Su Kaynaklarını Korumaya Yönelik Mevzuat Su Kanunu Taslağı Kentsel Atıksu Arıtımı Yönetmeliği (R.G. 08.01.2006, Sayı: 26047) İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik (R.G. 29.06.2012, Sayı: 28338) İçme Suyu Elde Edilen veya Elde Edilmesi Planlanan Yüzeysel Suların Kalitesine Dair Yönetmelik (R.G. 29.06.2012, Sayı: 28338) Tehlikeli maddelerin su ve çevresinde neden olduğu kirliliğin kontrolü yönetmeliği (R.G. 26.11.2005, Sayı: 26005) Su Havzalarının Korunması ve Yönetim Planlarının Hazırlanması Hakkında Yönetmelik (R.G. 17.10.2012, Sayı: 28444)
Yüzeysel ve Yeraltı Sularını Korumaya Yönelik Mevzuat Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği (R.G. 31.12.2004, Sayı: 25687) Toprak Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği (R.G. 08.06.2010, Sayı:27605) Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği (R.G. 17.05.2005, Sayı: 25818) Yüzme Suyu Kalitesi Yönetmeliği (R.G. 09.01.2006, Sayı: 26048) Durgun Yerüstü Kara İç Sularının Ötrofikasyona Karşı Korunmasına İlişkin Tebliğ Taslağı Yeraltı Sularının Kirlenmeye ve Bozulmaya Karşı Korunması Hakkında Yönetmelik (R.G. 07.04.2012, Sayı: 28257)
3. TÜRKİYE’DE SUYUN KULLANIM ALANLARI VE SU POLİTİKALARI Sektörlere göre yıllık su kullanım miktarı (milyar m3) Türkiye’de Suyun Sektörel Dağılımı Su-Enerji-Gıda Güvenliği bağıntısı
TARIMSAL SULAMA TÜRKİYE’NİN TOPRAK KAYNAKLARI Tarım alanı 28,05 milyon ha Sulanabilir alan 25,75 Kuru tarım alanı 7,25 Sulanabilir alan hedefi 8,50 Sulanan alan 5,50 TÜRKİYE’NİN SU KAYNAKLARI DSİ Sulamalarında Kullanılan 32 milyar m 3 İçme suyunda Kullanılan 7 milyar m 3 Sanayide Kullanılan 5 Türkiye’nin yüz ölçümü: 78 milyon ha. Bu alanın yaklaşık üçte birini oluşturan 28 milyon hektarı tarım yapılan arazidir. Mevcut su potansiyeli ile teknik ve ekonomik olarak sulanabilecek arazi miktarı 8,5 milyon ha. Bu alan içerisinde 5,5 milyon ha alan sulamaya açılmış, bu alanın 3,21 milyon hektarı DSİ tarafından inşa edilmiş modern sulama şebekesine sahiptir. 1,3 milyon hektarı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü (KHGM) ve İl Özel İdareleri tarafından işletmeye açılmıştır. Ayrıca, yaklaşık 1 milyon hektar alanda halk sulaması yapılmaktadır. Ekonomik olarak sulanabilecek 8,5 milyon hektar tarım alanının yaklaşık %66’sı sulanabilmektedir. (DSİ )
Yüzeysel ve Yeraltı Kaynaklı Sulamalar Sulama alanlarının yaklaşık %83’ü yerüstü, %17’si yeraltı su kaynaklarıyla sulanmaktadır. Türkiye’de işletmede olan baraj sayısı 272 (sulama ve enerji amaçlı) YAS Sulamaları : DSİ, Kamu, Sulama Kooperatifleri (en büyük kısmı). Entegre sulama ve enerji projeleri - GAP GAP kapsamında planlanan enerji projelerinin %75’i, sulama projelerinin %29’u tamamlanmıştır.
Su ve Toprak Kalitesi Tarımsal sulama için ayrılan miktar gıda güvenliği açısından önemlidir. Tarım alanlarından kaynaklanan kirliliğin su kaynaklarına taşınımı sonucunda su kalitesinin etkilenmemesi için tedbirler alınmalıdır. AB Nitrat Direktifi’nin (Tarımsal Kaynaklardan Gelen Nitratların Sularda Sebep Olduğu Nitrat Kirliliğinin Önlenmesi Direktifi, 1991) ulusal mevzuata uyumlaştırılmasının ardından yüzeysel ve yeraltı su kaynaklarında ve toprakta, tarımsal kaynakların neden olduğu bitki ve besin maddesi kirliliğinin azaltılması için çalışmalar sürdürülmektedir. Türkiye’de «Tarımsal Kaynaklı Nitrat Kirliliğine Karşı Suların Korunması Yönetmeliği» 18.02.2004 tarihinde yürürlüğe girdi.
Sulama politikalarının öncelikleri Sulama sistemlerinin modernleştirilmesi, Katılımcı bir sulama yönetimi anlayışının geliştirilmesi Sulama Birlikleri Çiftçi katılımı ve yerinden yönetim, özdenetim, işletme ve bakım giderlerinde azalma (personel giderleri, enerji giderleri, bakım ve onarım giderleri), daha adil su dağıtımı, sorunların yerinde çözümü. Gıda güvenliğinin sağlanması. İklimle uyumlu sürdürülebilir üretim teknikleri, sulama altyapısı, su kalitesi ve sulama kaynaklarının denetimi, havzaların su potansiyeli uygun ürün deseni
KENTSEL SU KULLANIMI Artan nüfus ve kentleşme İçme ve kullanma suyu temini, kentsel atıksu arıtımı problemleri Belediyelere ait toplam 326 atıksu arıtma tesisi bulunmaktadır (39 fiziksel, 199 biyolojik, 53 ileri biyolojik, 35 doğal arıtma sistemi) Belediye kanalizasyon şebekeleri ile nüfusun %73’üne hizmet verilmektedir. Sanayi işletmelerinin ancak % 9’unda arıtma tesisi bulunmaktadır. http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=10752
Suyun Fiyatlandırılması Suyun temini ve fiyatlandırılması kamusal olarak yapılıyor, henüz özelleştirme yok. Nüfusu 100 000’den büyük şehirlere su temini DSİ Nüfusun daha az olduğu yerlerde yerel yönetimler Büyükşehir belediyelerinde abone tipine ve tüketim miktarına göre fiyatlandırma yapılabiliyor. Yatırımlar, ihtiyaç duyulan geliştirme ve rehabilitasyon çalışmaları ancak devlet destekli olarak gerçekleştirilmektedir. Türkiye'deki belediye düzeyinde fiyatlandırma uygulamaları, SÇD'nin gerektirdiği tam maliyeti karşılama ilkesini henüz yerine getirememiştir.
ENERJİ ÜRETİMİ İÇİN SU KULLANIMI Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının verilerine göre Türkiye 2009 senesi itibariyle enerji ihtiyacının %76’sını ithal etmektedir. Önümüzdeki dönemde Türkiye’deki enerji politikasının belirleyici özelliği dışa bağımlılığın azaltılmasıdır. Yerli enerji kaynaklarının başlıcaları hidroenerji ve linyitken; petrol, doğalgaz ve iyi kalitede kömür çok büyük oranda ithal edilmektedir. Türkiye’de üretilen enerjinin %40’ı barajlar ve hidroelektrik santrallerden sağlanmaktadır .
Türkiye’de Su ve Enerji Politikaları Yenilenebilir bir enerji kaynağı olarak görülen su, uzun vadede Türkiye’nin elektrik enerjisi talebini karşılamak için azami ölçüde değerlendirilecektir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının 2023 hedefleri: Elektrik üretimde yenilenebilir kaynakların payını %30’a çıkarmak, Doğalgazın payını %30’a düşürmek, Kalan %30’luk ihtiyacı da kömürden, %10 nükleerden sağlamak
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 2010-2014 Stratejik Amaçlar Yerli kaynaklara öncelik vererek kaynak çeşitliliğini sağlamak. 2023’e kadar yerli kaynakların tamamını, yenilenebilir kaynakları ise azami ölçüde değerlendirmek. Teknik ve ekonomik olarak değerlendirilebilecek tüm hidroelektrik potansiyelin 2023 yılına kadar elektrik enerjisi üretiminde kullanılması hedeflenmektedir. Serbest piyasa koşullarına tam işlerlik kazandırmak ve yatırım ortamının iyileşmesini sağlamak amacıyla özel sektörün enerji üretim ve dağıtımındaki etkinliğini arttırmak.
Hidroelektrik Santrallerin Avantajları Karbon salınımı olmadığı için çevre dostudur, Yerli kaynak olması sayesinde enerjide dışa bağımlılığı azaltır, Rezervuar kapasitesi olan santraller enerji üretiminin yanı sıra nehir akışının düzenlenmesini sağlayarak taşkın riskini önler, kurak dönemlerde su ve enerji ihtiyacını karşılar, Yatırım masraflarının yüksek olmasına rağmen, işletme maliyeti düşük olduğu için ucuz enerji kaynaklarıdır From an environmental point of view, hydropower is a renewable resource and hydroelectricity production does not involve significant emissions of CO2, SO2, NOx and ash. • Exploiting the hydropower potential contributes towards Turkey’s energy security. Further development of the resource will therefore not increase the dependency on energy imports and will not be effected by fluctuations in oil prices. • Hydropower plants further provide flexibility in supply, as electricity from hydropower plants can be fed into the electricity network simultaneously and adaptively, whereas in thermal plants the boilers must be heated prior to any energy production. The adaptation capability of hydroelectric power is very swift and can replace the production almost simultaneously should another energy generation unit break down. In addition, hydroelectric generation regulates frequency and voltage as well as providing a balance at peak energy hours during the day by reducing the energy deficits. • Hydropower dams with reservoirs may have further benefits such as regulating the natural flows of rivers, thus mitigating the impacts of floods and droughts; supplying water for domestic and industrial usage, for irrigation and for recreational sites with sport activities. They also store electric energy in water reservoirs and produce energy at the time of demand. • HEPPs can respond to peak power demand in the cheapest way: in the long term, their production cost per kWh is about 0.92 US cent whereas it is 4,362 and 4,184 US cent for natural gas and lignite plants, respectively. • The initial investments of hydropower plants are comparatively very high, but production and management as well as operation and maintenance costs are relatively low. It repays the initial investment within a short time after going into operation. Furthermore, the economic lives of dams and any elements such as spillways, derivation tunnels etc. are very long from 100 to 200 years; the active life of turbines is almost 40 to 50 years. • Almost 80 percent of the investment costs are for construction and the remaining 20 percent are for the electro-mechanical costs. On the contrary, in thermal power plants 20 percent are for the construction, whereas 80 percent are for the electro-mechanical costs. • The construction of any hydropower plant provides employment for engineers and workers.
HES Karşıtı Toplumsal Tepkilerde Öne Çıkan Hususlar «Su Kullanım Hakkı Sözleşmeleri» ile suların 49 yıllığına özel şirketlere tahsis edilmesi, Santral inşası sırasında ve sonrasında doğaya verilen tahribat nedeniyle ekolojik dengenin bozulması tehlikesi (Nehre çok az su bırakılması, kimi örneklerde suyun kendi yatağından alınarak borularla uzağa taşınarak başka bir nehir yatağına bırakılması; aynı nehir kolu üzerine kısa aralıklarla birden çok santral yapılması, biyoçeşitliliğin etkilenmesi) Projeler hazırlanırken teknik ve ekonomik faydanın yanında çevresel, sosyal farklılıkların ve ekosistem servislerinin yeterince göz önüne alınmaması, ÇED raporlarının yetersizliği, Yerel halkın sürece dahil edilmemesi, suyla doğrudan bağlantılı ekonomik, sosyal ve kültürel hayatın süreç içinde yok olması korkusu ve zorunlu göç
4. TÜRKİYE’NİN SINIRAŞAN SULAR POLİTİKASI Temel İlkeler: Su bir çatışma kaynağı yerine, bir işbirliği unsuru olmalıdır. “Uluslararası” (international) ya da “paylaşılan” (shared) ifadeleri yerine, “sınıraşan sular” terimi benimsenmiştir. Türkiye, suların kullanımı konusuna kıyıdaş ülkeler arasında çözüm aranmasını destekler; sınıraşan sulardan doğan anlaşmazlıkların çözümü için üçüncü tarafların müdahalesini desteklemez. Sınıraşan sular hakça (equitable), akılcı (reasonable) ve etkin (optimum) bir şekilde kullanılmalıdır. Türkiye, suyu bir çatışma kaynağı yerine, bir işbirliği unsuru olarak görür. Eski Dışişleri Bakanımız Yaşar Yakış’ın da dediği gibi «Su mükemmel bir savaş bahanesi olarak kullanılabilir. Ancak bir ülke diğer kıyıdaş ülke ile işbirliği yapmak istiyorsa daha mükemmel bir işbirliği vesilesi de olabilir». “Uluslararası” (international) ya da “paylaşılan” (shared) ifadeleri yerine, “sınıraşan sular” terimini benimsemiştir. Suların kullanımı konusuna kıyıdaş ülkeler arasında çözüm aranmasını destekler. Sınıraşan sulardan doğan anlaşmazlıkların çözümü için üçüncü tarafların müdahalesini desteklemez. Sınıraşan sular hakça (equitable), akılcı (reasonable) ve etkin (optimum) bir şekilde kullanılmalıdır.
Türkiye’nin Sınıraşan Sular Politikası Temel İlkeler: Hakça (equitable) kullanım, sınıraşan nehir sularının kıyıdaş ülkeler arasında eşit dağılımı anlamına gelmez. Türkiye, suyun faydalarının paylaşımını destekler. Suların tahsisi ve kullanımında doğal hidrolojik ve meteorolojik şartlar dikkate alınmalıdır. Bir sınıraşan nehir sisteminde her kıyıdaş ülke kendi topraklarındaki sulardan yararlanmak için egemenlik hakkına sahiptir. Türkiye, enerjisi üretimi ve tarımsal sulama için su kaynaklarından faydalanmak zorundadır. Bu faydalanma eylemi sırasında çevreye ve aşağı kıyıdaş ülkelere “önemli zarar vermeme” ilkesini benimsemiştir.
Türkiye’nin yukarı kıyıdaş (memba) olduğu nehir havzaları Fırat-Dicle Havzası Çoruh Havzası Kura-Aras Havzası Türkiye’nin aşağı kıyıdaş (mansap) olduğu nehir havzaları Asi Havzası Meriç Havzası Türkiye Orta Doğu’nun en önemli suyollarından biri olan Fırat ve Dicle’nin yukarı kıyıdaş ülkesidir. Bunun yanında Gürcistan ile Çoruh ve Kura, Ermenistan ile sınır teşkil eden ve onun bir kolu olan Arpaçay, İran
ÇORUH VE KURA-ARAS HAVZALARI FIRAT-DİCLE HAVZASI
MERİÇ HAVZASI ASİ HAVZASI
Fırat-Dicle Havzası 1980’li yıllardan itibaren büyük baraj ve sulama projelerini içeren sosyo-ekonomik unsurları da barındıran GAP ile birlikte “SU” Türk Dış Politikasında sıklıkla gündeme gelmeye başlamıştır. Fırat-Dicle ile ilgili Türk Dış Politikası: İki nehir tek bir havza oluşturur. İki nehrin toplam su potansiyelinin kıyıdaş 3 ülkenin ihtiyaçlarını karşılamaya yeterlidir. Fırat ve Dicle suları hakça, akılcı ve optimal olarak kullanılmalı, «suların paylaşımı» yerine «faydaların paylaşımı» prensibi benimsenmelidir. Nehir sularından faydalanma sırasında diğer kıyıdaş ülkelere «ciddi zarar» verilmemelidir. Türkiye tek bir nehir halinde denize dökülen Fırat ve Dicle Nehirlerinin tek bir havza olduğunu kabul etmektedir. Esasen Irak bu iki nehri kendi topraklarında iki kanalla birleştirmek suretiyle zaten tek bir nehir olarak kabul ettiğini ortaya koymuştur. «İki nehir tek havza» ilkesi Türkiye için vazgeçilmez bir koşuldur. Türkiye Fırat ve Dicle nehirlerinin kullanımını tartışırken her iki nehrin toplam potansiyelini göz önüne almaktadır. Türkiye Fırat ve Dicle nehirlerinin toplam su potansiyelinin, suyun verimli bir şekilde kullanılması ve yeni sulama teknolojileri ile faydanın maksimize edilmesi koşuluyla, üç kıyıdaş ülkenin ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli olduğu görüşündedir. Türkiye suların hakça, akılcı ve optimal olarak kullanımını ve suyun faydalarının paylaşılmasını savunmaktadır. Optimal kullanım kavramı ile suyun en fazla yarar sağlayacak şekilde kullanımı kastedilmektedir. Türkiye, gerek hidroelektrik enerjisi üretimi, gerek sulu tarıma elverişli verimli arazilerini değerlendirmek amacıyla su kaynaklarından faydalanmak zorundadır. Bu faydalanma eylemi sırasında Türkiye gerek çevreye gerek aşağı kıyıdaş ülkelere asgari zarar verme politikası izlemektedir.
Fırat-Dicle Havzası Türkiye, su potansiyelinin üç eşit miktarda taksimi yerine, su ihtiyaçlarının teknik esaslara göre saptanarak taraflar arasında su tahsisi yapılmasını savunmaktadır. Türkiye, kıyıdaş ülkelerle bilgi paylaşımı ve işbirliğine hazır olduğunu her platformda dile getirmektedir. Türkiye, 3. tarafların müdahalesini desteklememektedir. Türkiye havzadaki problemlerin çözümü için “3 aşamalı plan” ın uygulanmasını önermiştir. Türkiye, Fırat ve Dicle’nin su potansiyelinin üç eşit miktarda taksimi yerine, su ihtiyaçlarının teknik esaslara göre saptanarak taraflar arasında su tahsisi yapılmasını savunmaktadır. Türkiye Fırat ve Dicle suları konusunda tüm boyutlarıyla ve bütüncül yaklaşımla görüşmeye hazırdır. Bu çerçevede bir iyi niyet gösterisi olarak talep edilen bilgi ve verileri diğer kıyıdaş ülkelere iletmiş ve bilgi değişiminin havza bazında karşılıklı olması gerektiğini vurgulamıştır. Fırat-Dicle Nehirleri konusunda üçüncü tarafların müdahalesini desteklemez.
Fırat-Dicle Havzası Üç Aşamalı Plan Fırat-Dicle sularının akılcı, hakça ve optimum kullanımı için üç ülke tarafından yapılması gereken ortak çalışmaları içermektedir. 1984 yılında Türkiye tarafından Suriye ve Irak’a sunulmuştur. Birinci aşama: havzadaki su kaynaklarının envanter çalışması, İkinci aşama: kıyıdaş ülkelerin su ihtiyaçlarının belirlenmesi, Üçüncü aşama: su ve toprak kaynaklarının değerlendirilmesi ve geliştirilmesi. Türkiye bu sayılan kriterler doğrultusunda «Üç Aşamalı Plan» adı verilen bir kavram geliştirmiştir. Türkiye, Fırat ve Dicle sularının hakça, akılcı ve optimum şekilde kullanılması amacıyla üç kıyıdaş ülke tarafından yapılması gereken ortak çalışmaları içeren Üç Aşamalı Plan teklifini 1984 yılında Suriye ve Irak’a sunmuştur. Bu Üç Aşamalı Plan’ın birinci aşaması: havzanın taşıdığı su miktarı, yağış-akış ilişkileri, buharlaşma ve su kayıpları, rusubat taşınımı ve bu gibi her türlü hidrolojik verilerin hazırlanmasını; ikinci aşaması: kıyıdaş ülkelerin sulama suyu ile içme, kullanma ve endüstriyel su ihtiyaçlarının belirlenmesini; üçüncü aşaması ise bu bilgiler ışığında en uygun tekniklerle ortaklaşa biçimde su ve toprak kaynaklarının değerlendirilmesi ve geliştirilmesini içeriyor. Ancak Türkiye’nin plan çerçevesinde üç ülkenin su ve toprak kaynaklarının envanter çalışmasını ortak gerçekleştirme teklifi iki devlet tarafından da reddedildi.
Meriç Nehri Havzası Bulgaristan: yukarı kıyıdaş; Yunanistan: ara kıyıdaş; Türkiye: aşağı kıyıdaş Temel sorun: Taşkın olayları. Havzadaki nehir rejimini etkileyen en önemli faktör Bulgaristan’daki baraj işletmeleri. Kış aylarında Bulgaristan’daki baraj kapaklarının açılması Edirne’de taşkınlara neden oluyor, yaz aylarında su sıkıntısı ve kuraklık yaşanıyor. (1993’te Türkiye Bulgaristan’dan 1 ay süresince metreküpü 12 Cent’ten su satın almıştı) 3 ülke arasında konuyla ilgili üçlü anlaşma mevcut değil. Sorunların çözümü için 3 kıyıdaş ülkenin işbirliği gerekiyor. Bulgaristan üçlü anlaşmalar yerine sadece ikili zeminde anlaşmalar yapmak istiyor. Havzada Bulgaristan yukarı kıyıdaş, Yunanistan ara kıyıdaş, Türkiye ise aşağı kıyıdaş ülke konumunda. Meriç Nehri Havzası’nda su ve toprak kirliliği ile yaz dönemlerinde yerel kuraklıklar görülse de, yaşanan temel sorun taşkın olayları. İklimsel ve coğrafi nedenlerin yanı sıra, havzadaki nehir rejimini etkileyen en önemli faktör yukarı havzadaki baraj işletmeleri. Bulgaristan’ın Meriç Havzası’nda ikisi planlama aşamasında 15 büyük baraj dâhil 722 adet rezervuarı var. Kış aylarında artan yağışlara ek olarak Bulgaristan’daki baraj kapaklarının açılmasıyla nehrin debisi nehir yatağının taşıma kapasitesini aşıyor ve Edirne’de taşkınlara neden oluyor. Bu durumun Türkiye’ye ekonomik ve çevresel zararı büyük. Bunun yanı sıra, yaz dönemlerinde bölgede yağışların azalması, buharlaşmanın artması ve özellikle Bulgaristan’ın Meriç Nehri ve kollarının sularını depolaması ve sulama için kullanması, Yunanistan ve özellikle Türkiye’de su sıkıntısına yol açıyor. Hatta 1993 yılında öyle bir kuraklık yaşanıyor ki, Türkiye Bulgaristan’dan 1 ay süresince metreküpü 12 Cent’ten su satın almak durumunda kalıyor. Bu, Bulgaristan’ın aşağı kıyıdaş ülkelerin sınıraşan sular üzerindeki kullanım hakkını hiçe saydığını gösteriyor. Yine de Türkiye’nin Bulgaristan’ın kullanım hakkına saygı göstermesi ve su için para ödemeye razı olması Fırat-Dicle suları kullanımı konusunda benimsediği memba ülke hakları ile uyumlu. Türkiye, Yunanistan, Meriç Havzası’nın kıyıdaş ülkeleri olan Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan arasında birbirleri ile ayrı ayrı olmak üzere havzadaki suların ortak kullanımı ve taşkınların önlenmesi ile ilgili bazı anlaşmalar mevcut. Ancak bu ülkeler arasında Meriç nehrinin sularından faydalanmaya ya da taşkınlara ilişkin üçlü bir anlaşma mevcut değil. Oysaki sorunların çözümü için üç kıyıdaş ülkenin işbirliği lazım. AB Su Çerçeve Direktifi ve Taşkın Direktifi de Yunanistan ve Bulgaristan’ı AB’ye aday bir ülke olan Türkiye ile işbirliği yapmaya zorluyor. Türkiye ve Yunanistan, Bulgaristan’a uzun süredir taşkınlar konusunda işbirliği teklif ediyorlar ancak bugüne kadar bir sonuç alınabilmiş değil.
AB Su Çerçeve Direktifi’nde (SÇD) Sınıraşan Sular ve Türkiye SÇD, AB’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler çerçevesinde işbirliğine gidilmesini talep ediyor. Bu sözleşmeler şunlar: Sınıraşan Suyolları ve Uluslararası Göllerin Korunması ve Kullanılması Sözleşmesi (Helsinki Sözleşmesi) Sınıraşan Boyutta Çevresel Etki Değerlendirilmesi Sözleşmesi (Espoo Sözleşmesi) Çevresel Konularda Bilgiye Erişim, Karar Alma Sürecine Halkın Katılımı ve Yargıya Başvuru Sözleşmesi (Aarhus Sözleşmesi) Türkiye bu üç sözleşmeye de taraftar değil. AB’ye tam üyelikle birlikte değerlendirecek. AB’nin sınıraşan konuları da içeren su ve çevre mevzuatının temelini, AB Su Çerçeve Direktifi; Sınıraşan Suyolları ve Uluslararası Göllerin Korunması ve Kullanılması Sözleşmesi (Helsinki Sözleşmesi); Sınıraşan Boyutta Çevresel Etki Değerlendirilmesi Sözleşmesi (Espoo Sözleşmesi) ve Çevresel Konularda Bilgiye Erişim, Karar Alma Sürecine Halkın Katılımı ve Yargıya Başvuru Sözleşmesi (Aarhus Sözleşmesi) oluşturmaktadır. Helsinki Sözleşmesi: 1996 yılında yürürlüğe girmiş. Ana amacı sınıraşan suların ekolojik yönden sağlıklı yönetiminin korunması, makul ve hakça kullanımı ile ekosistemlerin restore edilmesi olarak özetlenebilir. ÇED sürecine halkın katılımıyla, faaliyeti yürüten ülkenin, kendi halkına tanıdığı imkân ve hakların aynısının, etkilenecek diğer ülke insanlarına da tanınmasını öngörüyor. En önemlisi, herhangi bir anlaşmazlık durumunda taraf ülkelerin önce aralarında sorunu müzakere etmelerini, müzakerelerden sonuç alınamadığı takdirde, üçüncü bir taraf ülkenin, uluslararası bir kurumun ya da nitelikli bir kişinin arabuluculuk yapmasını kabul ediyor. Türkiye su kaynaklarının geliştirilmesi sürecini tamamlamadığı gerekçesiyle bu sözleşmeyi imzalamamış. Espoo Sözleşmesi: 1997’de yürürlüğe girmiş. Sınıraşan faaliyetlerde çevresel etkilerin değerlendirilmesi hakkında. Sınıraşan boyutta önemli çevresel etki yaratacak faaliyetler arasında büyük barajlar, yeraltı sularından su çekimi ve havzalar arası su transferini sayıyor. Herhangi bir proje konusunda faaliyet yürüten ülke, etkilenecek ülkeye bilgi vermekle yükümlü. Etkilenen taraf, kendine tanınan süre içinde çevresel etki değerlendirme çalışmalarına katılıp katılmayacağı hususunda cevap verecek ve sürece katılmak isterse “Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu” ortaklaşa hazırlanacak. Türkiye bu sözleşmeye taraf değil, çünkü Fırat-Dicle üzerinde baraj gibi yapılabilecek herhangi bir faaliyette, Irak ve Suriye ile ortaklaşa bir ÇED raporu hazırlanması mümkün değil. Espoo sözleşmesi reel politikalardan uzak, sadece Avrupa koşullarına göre hazırlanmış. Espoo Sözleşmesi’ne Türkiye taraf olmasa da, Güneydoğu Anadolu Projesi’nin geliştirilmesine ilişkin birtakım yatırımların engellenmesinde bu ve benzeri çeşitli sözleşmeler her fırsatta gündeme getirilebilir. Aarhus Sözleşmesi: 2001’de yürürlüğe girmiş. Bilgiye erişim hakkı ile ilgili. Bilginin vatandaşlık, milliyet, ikamet ayrımı yapmadan herkese açık bulundurulmasını öngörüyor. Yani Türkiye’de ikamet eden ya da etmeyen herhangi bir ülkenin vatandaşı gerçekleştirilecek bir proje hakkında bilgi talep etmekte serbest ve bu gerçekleştirilmediği ya da tatmin edici olmadığı durumlarda dava açma hakkına sahip. Bu da çok kolay istismar edilebilecek bir hak. Projelerin gecikmesine neden olabilir. Türkiye bu nedenle imzalamamış, ancak AB ülkeleri dâhil 39 ülke kabul etmiş. AB, tüm dünya ülkelerini Sözleşme’ye taraf olmaya çağırıyor ve Sözleşme hükümlerini uluslararası alanda yerleşik hukuk kuralları haline getirmeye çalışıyor. ABD ve Kanada da buna destek veriyor. Ülkemiz, Su Çerçeve Direktifi’nin tam uyumlaştırılmasının ve bahsekonu Sözleşmelere taraf olunmasının, AB'ne tam üye olunmasının ardından gerçekleşeceğini, bununla birlikte, Sözleşmeler kapsamındaki Direktiflere tam uyumun AB’ne üyelik tarihinin kesinleşmesinden iki sene önce yapılabileceğini ifade etmektedir.
Türkiye’nin 1997 BM Çerçeve Sözleşmesi’ne İlişkin Tutumu BM Uluslararası Suların Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımına İlişkin Çerçeve Sözleşmesi (1997) Türkiye sözleşmeye red oyu veren 3 ülkeden biri. Yürürlüğe girmesi için 35 ülkenin onayı gerekiyor. 30 ülke onayladı. Türkiye’nin karşı olmasına sebep maddeler: - 16-23. Maddeler: Bildirim yükümlülüğü - 33. Madde: Anlaşmazlıkların çözümü mekanizması Kıyıdaş ülkelere tek taraflı olarak Uluslararası Adalet Divanı’na başvurma hakkı veriyor. Türkiye sözleşmeye red oyu veren 3 ülkeden biri. (Çin-Burundi-Türkiye) Türkiye’nin 97 Sözleşmesi’ne “persistant objector” olmasının sebepleri özellikle 16-23. Maddeler: Bildirim yükümlülüğü ve 33. Madde: Anlaşmazlıkların çözümü mekanizması. 33. Madde kıyıdaş ülkelere tek taraflı olarak Uluslararası Adalet Divanı’na başvurma hakkı tanıyor.