Ali'nin bir hafta önce işe başlaması, işine gitmesi için annesi tarafından uyandırılması. Ali'nin annesi ile birlikte öz değerleri yaşaması. Fabrika ve nesnelerin kuşatması sonucunda makineleşen, ötekileşenAli'nin hayat karşısındaki benlik kazanma mücadelesi. Ali'nin annesinin ölmesi Ölen anne ve onu hatırlatan semaverin ortadan kaldırılması
Ali: Hikayenin başkahramanı, yeni iş bulmuştur, annesiyle birlikte mutlu bir yaşamı vardır, semaver Ali için sevgi ve sıcaklığı çağrıştıran dış dünyanın ve sunileşen yaşamın karşısında bir sembol gibidir. Anne: Ali'nin annesi, hayattan oğlundan başka kimsecikleri olmayan,namazında, abdestinde bir kadındır...
Hikâyede sadece iki mekân vardır. Bu mekânlardan biricisi “içeri” evdir. Ev sıcaklığın, huzurun ve geleneksel değerlerin temsilcisi olarak karşımıza çıkar.Ali için ev, sıcaklığın, güvenin ve öz değerlerin bütüncül olarak yuvalandığı yerdir. Bu yüzden evde mutlu ve huzurludur. Eğer mekân, insanı rahatlatıp çoğaltıyorsa bu tür mekânlar, “besleyici” yani geniş mekândır. Ev, temsil ettiği değerler acısından, “besleyici”/ geniş mekândır. Çünkü ev, ferdin dış etkenlerden korunduğu mikro bir dünyadır. İkinci olarak, karşıt değerleri simgeleyen fabrika “dışarı” gelir. Fabrika, “yutucu”/kapalı bir mekândır. Kapalı mekân, insana ıstırap veren, insanı değerleri yıpratan, bir atmosfere sahiptir. Bu tür mekânlar insanları, içerisinden kurtulması zor bir labirente iteler.
Hikâyede zaman, sabah ve akşam arsına sıkışmıştır. “Sabah ezanı okundu. Kalk yavrum. Akşama, arkadaşlarına yeni bir dost, yeni bir kafadar, ustalarına sağlam bir işçi kazandırdığına emin ve memnun evine döndü.” Küçük Adam, sabah ezanı ile uyanır ve işe gitmek için evden çıkar. İşin bitmesiyle tekrar eve döner. Sabah ve akşam arsındaki zaman dilimi, makineleşen insanın, iş sürecini göstermektedir. Yazar, bu zaman dilimi içerisine bütün insanları dahil eder.. Böylece insanlar, sabah ile akşam arsına sıkışmış bir yaşamın mahkûmları olarak karşımıza çıkar.
Hikayenin anlatıcısı her şeyi öncesi ve sonrasıyla bilen İLAHİ BAKIŞ AÇILI HAKİM ANLATICIDIR.
Hikayeciliği meslek edinen ve modern edebiyatımızın en güçlü öykücülerinden olan yazar,belli bir iş tutmamış, başıboş bir bohem hayatın sonunda içki ve sirozdan ölmüştür. O bir İstanbul Öykücüsüdür. Düşüncelerini ve hayallerini içtenlikle anlatır. Öykülerini yapmacıklıktan ve sanat kaygısından uzak bir dille yazmıştır.
Öykülerinde yakından tanıdığı, gözlemlediği kişileri okuyucularına tanıtır. Kişileri, yaşadıkları çevreye ve karakterle rine uygun olarak ele alır ve anlatır. Deniz, doğa, yaşlı bir adam, bir boyacı çocuk, balıkçı kahvesi... Onun öykülerinde sık sık rastlanan unsurlardır. Sait Faik'in dikkati çeken bir başka yönü de, öyküsündeki kişilerle, kendisindeki insan sevgisini okuyucularına da aktarmasıdır
Sanat kaygısından uzak bir dille yazması ise öykülerini okuyucuya sevdiren önemli öğelerden biridir. Cumhuriyet Dönemi öykü yazarları arasında, kendi çizgisinde gelişen bir yazar olarak tanınmıştır. Yazmanın kendisi için bir ihtiyaç olduğuna inanmıştır. Gözlemci ve gerçekçi bir yazardır. Toplumu konu alan öykülerinde toplumdaki bazı problemleri işler.
Semaver (1936) Sarnıç (1939) Şahmerdan (1940) Lüzumsuz Adam (1948) Mahalle Kahvesi (1950) Havada Bulut (1951) Kumpanya (1951) Havuz Başı (1952) Son Kuşlar (1952) Alemdağ’da Var Bir Yılan (1954) Az Şekerli (ölümünden sonra, 1954) Tüneldeki Çocuk (1955) Mahkeme Kapısı (Adliye röportajları) (1956) Balıkçının Ölümü-Yaşasın Edebiyat (1977, derleyen Muzaffer Uyguner) Açık Hava Oteli (1980, Konuşmalar-mektuplar derleyen Muzaffer Uyguner) Müthiş Bir Tren (1981, deleyen Muzaffer Uyguner)
Şimdi Sevişme Vakti (1953)
Medar-ı Maişet Motoru (1944, ikinci baskı 1952′de “Birtakım İnsanlar” adıyla) Kayıp Aranıyor (1953) Yaşamak Hırsı