Sosyoloji Tarihine Kısa Bir Bakış

Slides:



Advertisements
Benzer bir sunumlar
Hâsılat kavramları Firmaların kârı maksimize ettikleri varsayılır. Kâr toplam hâsılat ile toplam maliyet arasındaki farktır. Kârı analiz etmek için hâsılat.
Advertisements

Siyaset Sosyolojisi.
Bilimsel bilgi Diğer bilgi türlerinden farklı
PLATON NAMI DİĞER: EFLATUN
BÖLÜM 1 TEMEL KAVRAMLAR. BÖLÜM 1 TEMEL KAVRAMLAR.
Girişimcilik Öğr.Gör.Seda AKIN GÜRDAL. Ders Akışı İşletmenin Amaçları İşletme Çevre İlişkisi.
Rensis Likert ( ) – Sosyal psikolog, Michigan Üniversitesi – Verimsiz, etkinliğin düşük olduğu işletmelerde çalışanlar «işe eğilimli yönetici»
Zihinsel engellilerin sınıflandırılması
DAVRANIŞ BİLİMLERİNE GİRİŞ
RADAR EĞİTİM DANIŞMANLIK 1 YAPILANDIRMACI ÖĞRENME YAKLAŞIMI.
ÖRGÜTSEL ADALET Adaletsizlik Nedir? Örgütlerdeki Adaletsizlikler?
SOSYAL GELİŞİM Öğr. Gör. İdris KARA.
ÖRGÜTLERDE İLETİŞİM TÜRLERİ
Program Tasarım Modelleri
Ulusların Rekabet Üstünlüğü. Küresel rekabetin öneminin artması ulusların önemini yitirmesine mi sebep oldu? – Ulusal değerler, kültür, ekonomik yapılar,
TÜRKİYE EKONOMİSİNİN SEKTÖREL DAĞILIMI
“Bilgi” Kavramıyla Anlaşılan şey Nedir?.  Bilgi edinme insanın en temel güdülerinden birisidir.  İnsan bu özelliği sayesinde diğer canlılardan ayrılır.
Leyla İÇERLİ Araş. Gör. Dr. Aksaray Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü.
GELECEKTEKİ DÜNYAMIZ.
Üretim teknolojisi ve bilişim teknolojisindeki değişim
Metinlerin Sınıflandırması
OKUL- ÇEVRE İLİŞKİLERİ
KOHLBERG ve AHLAK GELİŞİMİ Yrd. Doç. Dr. Aysel TOPAN
Sosyal Hizmet Meslek Etiği
İDEOLOJİ’DE YENİ TARTIŞMALAR
Doç.Dr.Gülbiye Yenimahalleli Yaşar
Kişisel-Sosyal Rehberlik
ÇAĞDAŞ EĞİTİM SİSTEMİNDE ÖĞRENCİ KİŞİLİK HİZMETLERİ VE REHBERLİK
ÖRGÜTSEL DEĞERLER VE VARSAYIMLARDAKİ DEĞİŞİM
ÖRGÜTSEL BAĞLILIK.
Sosyal Politikanın Tarihsel Boyutu Doç.Dr.Filiz YILDIRIM
TOPLUMSAL YAPI Gülen SARI.
PPT 6 Kapsayıcı bir eğitim için nasıl bir sınıf yönetimi yaklaşımı benimsemeliyim? Sınıfında Yabancı Uyruklu Öğrenci Bulunan Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin.
YÖNETİM- ÖRGÜT TEORİLERİ MODERN EKOL- SİSTEM TEORİSİ
Madde 2: Tanımlar Bu Sözleşmenin amaçları bağlamında,
Bilimsel Araştırma Yöntemleri
Program Tasarım Modelleri
PAZARLAMA YÖNETİMİ PAZARLAMA YÖNETİMİ • PAZARLAMAYA GİRİŞ
C) BÜROKRATİK YÖNETİM YAKLAŞIMI
TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ ve OKUL YÖNETİMİ
EMPATİK İLETİŞİM 1.
Bölüm 6 Örgütsel Yönlendirme
Kent Sosyolojisi Kuramları
Sağlık Bilimleri Fakültesi
Küreselleşme tartışmaları
ÖĞRENME STİLLERİ.
SOSYOLOJİYE GİRİŞ SOS Hafta Sosyoloji Nedir? Sosyolojik Bakış Açısı, Tarihçe, Kuramsal Yaklaşımlar, İlk Kuramcılar.
NİŞANTAŞI ÜNİVERSİTESİ
REFAH SİSTEMLERİ DERS 2 DOÇ. DR. MEHMET M. ÖZAYDIN.
NİŞANTAŞI ÜNİVERSİTESİ
REFAH SİSTEMLERİ DERS 1 DOÇ. DR. MEHMET M. ÖZAYDIN.
Yönetim Bazen faaliyet, örgüt, (kamusal) işleri sevk ve idare eden personel, idari sistem vb… Belirli bir amaç veya amaçları gerçekleştirmek için işbirliğinde.
10. HAFTA TOPLUMSAL CİNSİYET.
SHB-221 TÜRKİYE’NİN TOPLUMSAL VE EKONOMİK YAPISI
Gelişim ve Temel Kavramlar
EĞİTİME GİRİŞ Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
DİL GELİŞİMİ KURAMLARI - II
ANALİTİK EĞİTİM FELSEFESİ YAKLAŞIMI
Sosyal Bilimlerde Yöntem Prof. Dr. Aykut Çelebi
TOPLUMSAL TABAKA ve SINIFLAR
Sınıf Öğretmenlerinin Eğitsel Amaçlı İnternet Kullanım Öz Yeterlikleri
Yrd. Doç. Dr. Şükrü KEYİFLİ
2. HAFTA Bilimsel Araştırma Temel Kavramlar.
İş ve Meslek Sosyolojisi
I. Hafta Dil Nedir? Dilin Kökeni
Ders İçeriği Yatırım Projelerinin Kavramsal Temelleri
Örgüt Kuramı, Örgüt Tasarımı ve Örgütsel Değişim
AİLE VE TOPLUMSAL CİNSİYET
Sunum transkripti:

Sosyoloji Tarihine Kısa Bir Bakış

Sosyoloji teorileri betimleyici unsurlar içerse de bir anlamda tarihsel, ideolojik ve entelektüel durumlar içerir. Yani özel bir sosyal durum içinde doğup sosyalleşen kişilerce (entellektüeller, akademisyenler…vb) geliştirilirler. Bu tür çalışmalar bize durumların kavramsallaştırılmasını sağlar.

Teori oluşturmak bu evrelerin bileşimi ile olur. Süreçtir Teori oluşturmak bu evrelerin bileşimi ile olur. Süreçtir. Teori ve yöntem birlikte iş görürler. Teori oluşturmak herhangi bir çalışma değildir. Sosyal durumun tarihi, ideolojik ve entelektüel özelliklerince şekillenir. Teorisyenin hayatı onun entelektüel ve ideolojik yönelimini tanımlar ve bu da onun gerçekliği kavramsallaştırmasını etkiler.

Toplumsal koşullar Teoriler toplumun değişmesine ve gereksinmelerine tepki olarak ortaya çıkar. Sosyoloji Avrupa’da önemli olaylar, devrimler ortamında kurulmuştur. Yani, teoriler toplumun bir kesimince dikkat edilen sorulara verilen tepkilerce oluşmuştur. Farklı tepkiler farklı teoriler yaratır. Radikal bakış açıları, yapısal açıklamalar bu farktan kaynaklanır. Hepsi kargaşalı durumlarda ortaya çıkar.

Entelektüel koşullar Teoriler o dönemdeki entel havadan da etkilenir. İlk sosyoloji teorileri felsefeden çok etkilenmiştir (rasyonalizm, rönesans…vb) Matematiksel yöntemler aranmıştır. Kesinlik gereklidir. Toplum gelişmesinde etken olan entelektüel hava gelişen teorinin tipini de belirler.

Biyografik koşullar Teorisyenlerin hayatında kendini geliştirdiği özel yanları vardır. Statü, eğitim düzeyi, sosyal çevre…Kişisel deneyimler teorisyenleri sosyal fenomenlere karşı daha duyarlı yapar. Teori oluşturmak bireyin düşüncelerinden olduğu kadar toplumun sosyal gelişim evrelerinden de etkilenir.

Sosyoloji teorileri betimleyici unsurlar içerse de bir anlamda tarihsel, ideolojik ve entelektüel durumlar içerir. Yani özel bir sosyal durum içinde doğup sosyalleşen kişilerce (entellektüeller, akademisyenler…vb) geliştirilirler. Bu tür çalışmalar bize durumların kavramsallaştırılmasını sağlar.

Sosyolojik teoride sosyolojik terimlerle ifade edilen önermelerdir Sosyolojik teoride sosyolojik terimlerle ifade edilen önermelerdir. Bu önermeler toplumu bağımsız bir gerçeklik olarak görürler ve sosyal konular ile arasındaki ilişkiye bakarlar. Sosyolojik teori, toplumu ve insanın diğer insanlarla olan hayatını açıklamaya çalışan bir dizi görüştür. Sosyal konulara ilişkin bir açıklama sistemidir. Sosyolojik teori toplumun yapısını ve sosyal süreçlerini açıklamak üzere kullanılan ayrı toplumsal gerçekliklere gönderme yaparak toplum ve sosyal konuları anlatan paradigmalar setidir. Paradigma: Açıklanmakta olan konunun var olduğunu ve dolayısıyla bu konuların işleyiş şeklini açıkladığı düşünülen temel açıklayıcı ilişkilerin kavramsallaştırılması.

17 yy’la beraber Rönesans ve Reform hareketlerinin de etkisiyle akıl iyice ön plana çıktı. Bilim her zaman her yerde doğru olan, doğanın evrensel yasalarını aramak şeklinde tanımlandı. Bilimsel araştırmalar hızlanıyordu. Gökyüzü sınırsız bir şekilde algılanıyordu. İnsan hırsı teknoloji ile birleşince ilerleme o dönemin kilit sözcüğü haline geldi. Ancak coğrafi keşif yolculuklarından sonra insanlar yeryüzünün kapalı bir küre olduğunu kavradı. İnanılması zor olsa da yaşanılan dünyanın sınırları vardı. Bu keşifler ticaret hareketliliğini arttırdı. Teknoloji ve yenilikler insan hayatına çok fayda kazandırmaya başladı. Eskiden sınırsız olan dünya artık bilinebilir bir yerdi. Zenginliklere ulaşmak ve toplumsal yaşama getirilen fayda sürekli arttırılmalıydı. Yerkürenin sınırlı olduğuna duyulan inanç insanları ilerle bağlamında daha da ateşledi. Sınırsızlığın verdiği korku ortadan kalkmıştı. İnsanoğlu büyük ilerleme kaydediyor ve doğaya iyice hakim olmaya başlıyordu. Batının egemenlik özlemi artık uygulanabilirdi.Teknoloji yoğun bir şekilde sömürünün aracı olarak kullanıldı.

Sosyal Bilimlerin Gelişimi İnsanların doğa, toplum ve sosyal çevreleriyle olan ilişkilerinin incelenmesi aslında Antik Çağlara kadar uzanmaktadır. Sosyal Bilimlerin gelişimi modern dünyaya ait bir girişimdir. Kökleri 16. yy’a kadar dayanır. Modern dünyada, gerçeklik hakkında, bir biçimde ampirik olarak doğrulanan sistemli, dünyevi bilgi üretme çabasıdır.

Sosyal Bilimlerin Gelişimi 17. yy’da doğa bilimleri gökyüzünü incelemek amacıyla kuruldu. Doğa bilimlerinin başarısı deneysel ve ampirik çalışmaları bilimin temeline yerleştirdi. Kesin bilginin kaynağı olarak görüldü. Antik çağdan beri süregelen felsefe çalışmaları metafizik öğeler içermekle suçlandı. Doğa bilimleri kesin bilgiyi bilimsel olmayan bilgiden daha hiyerarşik bir seviyeye çıkardı. 18. yy’ın başında bilim en önemli bilgi kaynağı olarak kabul edildi. Felsefi ve sosyo kültürel çalışmalar doğa bilimleri kadar pratik fayda sağlamadığından otoriteler tarafından pek kaale alınmıyordu. Bu dönemde Coğrafi keşifler ve özelliklede Endüstri Devrimi ile beraber inanılmaz bir değişim süreci başladı: Şehirleşme, göç ve feodalizmden kapitalist topluma geçiş, teknonolojinin gelişimi...Bu konular klasik sosyal bilimlerin ve özellikle sosyolojinin gelişmesine temel oldu. Bilimsel çaba çok büyük önem kazandı. Amaç bu değişim sürecinde toplumu insanı tanımaktı ve esas mükemmel toplumun yollarını bulmaktı. Bilim bunun için en önemli araç kabul edildi.

Sosyal Bilimlerin Gelişimi Fransız Devrimi devlet anlayışında ve toplumsal düzen anlamında büyük değişimlere neden oldu. Bu değişimlerin anlaşılması ve kontrol edilmesi gerekiyordu. Modern devlet kararlarının dayandırılabileceği daha kesin bilgiye duyduğu gereksinim 18.yy’da yeni bilgi kategorilerinin ortaya çıkmasına yol açtı.Doğa bilimlerinin pratik ve kesin bilgi kaynağı olmadaki gücünü bu çabada kullanılmaya başlandı: «Sosyal Fizik». Avrupa dünyadaki farklı sosyal sistemlerin varlığını öğrenmişlerdi. Bu çeşitliliğinde açıklanması gerekiyordu. Üniversiteler bu bağlamda kuruldu ve bilginin yaratıldığı esas kurumlar olarak kabul edildi. Bilimsel kurumsal bir yapıya kavuştu. Toplumun bütünüyle anlamak için farklı disiplinler ve farklı sistemli çalışmalar gerekiyordu. Teoloji bölümleri yoktu. Tıp Fakültesi özel bir meslek yetiştiren bölüm olarak görülmeye başlandı.

19 yy’da bilginin disiplinlere ayrılması ve meslekleşmesi, ayni yeni bilgi üretmek ve bilgi üretenleri yeniden üretmek üzere devamlılık gösteren kurumsal yapıların kurulması süreci başladı.Gerçek için farklı alanlarda uzmanlar gerekiyordu.Doğa bilimlerinin kesin ve pratik sonuçları siyasal destek bulmalarına yol açtı. Kraliyet Akademileri ya da okulları kuruldu. Doğa bilimleri bu tip yapılarla gelişti. Üniversiteler ise daha sosyal içerikli araştırmaların yeri oldu. Devrimlerin yarattığı değişimin düzenlenmesi ve rasyonaleştirilmesi için de ciddi bir talep ve ihtiyaç doğdu. Sosyal düzenin istikrarlı bir biçimde kurulmasına çalışılacaksa, söz konusu bilimin olabildiğince kesin olmasında yarar vardı. Pozitivizm doğdu. Sosyal birliği sağlamaya çalışan devletler ise diğerlerinden daha üstün olabilmek ve egemenliklerini güçlendire bilmek için tarihi çalışmalarına hız verdiler.

Sosyolojik Teorinin Gelişimi İnsan düşüncesi kuşkusuz bir dizi aşamadan geçerek ilerler. Sosyolojide Avrupa’da politik devrimler ve sanayileşme sürecinin hızlanmasından sonra 19.yy sonlarında ve 20yy. Başlarında gelişmiştir. Çalışma koşulları, mülkiyet, kent, demokrasi, eşitlikçilik…vb ortaya çıkan ekonomik ve politik sorunlar toplumu anlamaya itmiştir. Sosyoloji bu değişimlere cevap arama ihtiyacıdır. Sosyal düzen ve ilerleme hakkındaki süregelen ve değişen kavramları temsil ederek toplumun bilimsel yöntemlerle açıklama çabasıdır. Toplumsal koşullara (politik devrim, ekonomik değişme, sanayileşme, bilimsel gelişme) tepki olarak çıktı.

Sosyoloji Kuruluyor... Her ne kadar 17 yy’da sosyal yaşamla ilgili birçok çalışma yapılsa da «Sosyoloji» terimini ilk kullanan kişi Auguste Comte’dur. (1798- 1857). Önemli Eseri: Pozitif Felsefe Dersleri. Bu eserin amacı toplumun yeniden örgütlenmesi için kesin bir yol çizmek. Fransız Devriminden sonra ortaya çıkan kaotik durumu ile ortaya çıkan sistematik yolsuzluktan kurtulmaktı. Bunun için en önemli araç pozitivist anlayış. Toplumun en önemli unsuru olan değer sistemi uyarınca toplumsal yasalarla ve toplumun yeniden sosyal örgütlenmesini meydana getirecek yeni bir metot peşinde koştu: Sosyal Fizik. Ahlaki düzeni tamir etmek istemiştir.

Pozitivizm Comte’a göre geçerli tek bir toplum tipi vardır ve insanlık bu toplum tipine ulaşmalıdır. Teolojik ve askeri özelliklerle belirginleşen toplum yerine bilim ve sanayi toplumu doğmaktadır. Bilimi açıklama çabasına girer böylece toplumların gelişimini de açıklayacaktır. Bu nedenle bu yeni bilimin teoloji, metafizik vb gerçekliği açıklama iddiasındaki çabalardan arındırılması gerekiyordu.

Üç Hal Yasası Toplumların gelişmesi evrimsel bir süreçtir.Bunun altında görünmez tabiat yasaları yatar.İnsanoğlu bilim çağına uzun bir tarihsel süreç ile gelmiştir: Üç Hal Yasası: Teolojik Dönem: Dinsel doktrinler ön planda: Çok tanrılı dönem. Metafizik Dönem: Evreni yöneten insan dışında soyut bir güce olan inanç: Tek tanrılı dönem Pozitif Dönem: İnsan aklı ön planda. Gözlem ve deney dışında doğru bilgi kaynağı yoktur.Olgulara ilişkin yasaların çıkarılması. Bu devrede kullanılan pozitif yöntem sayesinde sosyal konulara ilişkin doğa yasaları anlaşılabilir ve mevcut kaotik düzenin aksine birleştirici yeni bir ahlaki düzen geliştirilir. Sosyoloji bu bağlamda bütünleştirici bir bilim olmalıdır.

A. Comte Toplumu incelemeyi iki farklı yöntemle yapar: 1- Statik Toplum: Toplumu bir araya getiren ve onu bir arada tutan etmenleri inceler.Değişmeyen sosyal değerler. 2- Dinamik Toplum: Toplumsal değişmeyi tarihsel süreç içerisinde inceler: Üç Hal Yasası

Klasik Sosyoloji Klasik Sosyal Kuramcıların geliştirdiği ve bugünün sosyolojisininde temellerini atan üç kuramsal yaklaşım vardır: 1- Organik Yaklaşım (Functionalism) 2- Bireyci Yaklaşım (Action Theory) 3- Örgütsel Yaklaşım (Conflict Theory)

Organik Yaklaşım Toplumu bir organizma gibi görür. Bu kompleks sistemin parçaları birlik ve beraberliği sağlamak için bir arada hareket ederler. Toplumun düzgün işlemesi sistemi oluşturan her bir parçanın bütün ile organik bir uyum içerisinde işlev görmesi gerekir. Yaşamımız sosyal yapılar tarafından yönlendirilir. Toplum işlevsel olarak birbiriyle ilişkili parçalardan oluşan bir sistemdir. Organik yaklaşım toplumu MEKANİK ve ORGANİK olarak inceler ve bir dizi tabiat yasasının işleyişini sosyal sistemin işleyişi olarak görür. Emile Durkheim ve Ferdinand Tonnies toplum organizma olarak görürler. Sistemcidirler. Toplumu iş bölümü sistemine dayanan bütünleşmiş bir organizma olduğunu söylerler. Ayrıca, iş bölümü bireyi kendi sosyal ortamıyla ilişkilendirir. Ama aynı zamanda organiktir. Yapısal-İşlevciler sosyal sistemin bir dizi temel işlev üzerinde odaklanır ve alt sistemler yoluyla çözmeye çalışır. Yani, toplumu mikro/makro düzeyde entegre, organik, daha fazla sosyal bütünleşmeci sistem olarak görürler.

Emile Durkheim (1858- 1917) İnsan doğası, toplum ve toplumsal düzen üzerine önemli düşünceler geliştirdi. Toplumsal sistemin düzgün işlemesi çok önemli. O nedenle bireyler kontrol altında tutulmalı ve mevcut düzene uyum sağlamaları sağlanmalıdır. Dönemin kaotik ortamına karşı durmuş ve sosyal parçalanmaya karşı “sosyal bütünleşme” için kurallar geliştirmiştir. Toplum parçaların toplamında daha fazla, daha önemlidir. Toplum kısıtlayıcı yapısı olan organik ve kolektif bir üründür.

Durkheim Sosyal olgular toplumun temel ihtiyaçları üzerine inşa edilmiştir. Toplum bireylerden bağımsız, her şeyi saran bir varlık gibidir. Sistemin korunması için toplumun emirlerine uyulması gerekmektedir. Bütünleşmeye katkı için dinin önemli bir silah olduğunu vurgular. Bireyler arasında ve bireyin toplumla uyumunda güçlü bir toplumsal dayanışma algısı gereklidir: Toplumsal İşbölümü. İş bölümü ne ölçüde benzer olursa sosyal uyum düzeyi o denli yüksek olur.

Toplumsal İşbölümü Bir birey topluluğu nasıl olurda bir toplumu oluşturabilir? İki tür dayanışma vardır: 1- Mekanik: Bireyler arasındaki rollerin daha az farklılıştığı toplumlarda görülür. Roller aynı olduğu için hissedilenler ve değerler de aynıdır. (Örn: tarım toplumu) 2- Organik: Modern toplumlarda iş bölümü ve toplumsal roller oldukça farklıdır. Bu iş bölümü toplumu geliştirir. Ancak bireysel kontrol ağı düşüktür ve bu da toplumda anomiye yol açabilir.Bireyin sosyal yapıyla bağı zayıflar intihar gibi üst düzey bir sapma görülür. Bu bağı kanıtlamak için intihar konusunu çalışmıştır.

İntihar İstatistik yönteminin kullanıldığı ilk çalışma. Toplumda suç ve diğer sapmaların olması normaldir. Grup kuralları pekişir ve topluma katkı yapar. Her ne kadar bireysel bir hareket olarak görünse de toplumsal bir olay olduğunu göstermek ister. Durkheim, toplumsal olmayan etmenlerle intihar arsında zorunlu bir ilişki olmadığını belirtmekle beraber, bu etmenlerin dolaylı etkilerini de yadsımamaktadır. Toplumsal nedenlerine göre 4 farklı intihar türü vardır: -Bencil : Organik dayanışma. Bireysel taleplerin grupla uyumsuz olursa ortaya çıkan bir tür. Bireyin bağlı olduğu din, politik zümre, aile vb. tarafından korunulmamış olmasından kaynaklanır. Yani, toplumsal bağlar gevşek olduğu, birey kendini yalnız hissettiği zaman belirir. Bireyin bağlı olduğu grup bağları zayıfladıkça ve gruba bağımlılığı azaldıkça, birey, kendi özel ilgileriyle başbaşa kalır; yalnızlık hisseder. Kişi için hayat anlamını yitirir; oysa, o topluma bağlı olarak yaşamak ihtiyacındadır. Avrupa toplumlarının intihar istatistiklerine bakıldığında Katolik toplumlarda intihar oranı düşük, protestan toplumlarda ise yüksektir. -Elcil: Toplumsal kurallara yoğun bağlılık insanları intihara sürükleyebilir. Bu intihar türünde kendini öldüren kişi, toplumsal bir ödevi yerine getirmek amacıyla bu eylemi gerçekleştirir. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyen kimse onursuzlukla suçlanır, çoğu zaman da dinsel cezalara çarptırılır. Kısaca, bu gibi kişilerin üzerine toplum bütün ağırlığı ile çökmekte, baskı yapmakta, onu intihara sürüklemeye çalışmaktadır. -Anomik: organik dayanışma (Ekonomik kriz zamanlarındaki sosyal çözülme nedeniyle oluşur) bir takım toplumsal bunalımlar sonucu, toplumun yapısında meydana gelen değişiklerle bireyin yaşam biçiminin, değerlerinin alt-üst olması sonucu gerçekleşen intiharlardır. Ekonomik krizlerin intihara neden olduğunu belirten Durkheim, bunun nedeninin zenginlik ya da fakirlik değil; toplumsal yapıdaki değişiklik olduğunu belirtir. Meydana gelen bu değişiklik toplum için yararlı ya da zararlı olsun, bunun hiçbir önemi yoktur. Önemli olan toplumda meydana gelen değişikliğin bireyin yaşam koşullarını alt-üst etmiş olmasıdır. İşte, intiharın nedeni bu anomi (kargaşalık) halidir. İntiharı arttıran kargaşalık halleri, sadece ekonomik bunalım, düzensizlik değil; aynı zamanda aile yaşamında meydana gelen kargaşalıklar da bu oranı arttırmaktadır. -Kaderci:Anomik intiharın zıddırdır; bireyin üzerinde baskı yapan kuralların katılığından kaynaklanır.Durkheim buna köleleri örnek verir.

Kısaca özetlersek, Durkheim'a göre intihar, nedenleri yadsınamayacak kadar toplumsal olan bir olgudur. Bu olgunun nedenlerini belirleyen güçler, belirli bir toplumda oluşan ve intihar dürtüsü yaratan akımlardır. İntiharların gerçek nedenleri olan bu toplumsal güçler bir toplumdan diğerine, bir dinden diğerine değişiklik gösterebilir. Ama önemli olan bireyden değil, grup veya toplumdan kaynaklanmış olmalarıdır. İlk bakışta bireysel yapının bir sonucu gibi görünen intihar, gerçekte toplumsal yapının bir sonucudur. Belirli bir toplumun herhangi bir dönemindeki intihar sayısını, o toplumun, o dönemdeki ahlâk yapısı belirler. Her toplumun morfolojik ve sosyal yapısına göre, intihara kolektif eğilimi vardır. Bu durum belirli bir oranı geçmemek koşuluyla normaldir. Fakat Durkheim, bu oranın ne olduğunu belirtmemiştir.

Sosyal Davranış/ Sosyal Psikoloji Toplumu kişilerarası düzeyde kavramlaştırır. Sistemden çok bireysel çerçeveden bakar. Weber, Georg Mead Önemli teorisyenlerdir. Sosyal davranışın anlamını ararlar ve sosyal etkileşime odaklanırlar. Simmel içgüdü ve istekleri kullanır. Sosyal psikoloji birey-sosyal çevre üzerinden rollere bakar (sembolik etkileşim) Bu üç yaklaşımda sosyal düzen ve değişmenin kavramsallaştırılmasına odaklanır.

MAX WEBER (1864- 1920) Webere göre sosyoloji, sosyal eylemin neden ve etkilerinin açıklamasına ulaşmak suretiyle sosyal eylemin yoruma dayalı anlaşılmasına çalışan bir bilimdir. Yani sosyal davranışın bilimsel olarak anlaşılması. Sosyologların yalnızca toplumsal dinamiklerin birbirlerini nasıl etkilediğini değil;aynı zamanda toplumsal olayların insanlar için taşıdığı anlamları da araştırmaları gerektiğidir.

Sosyal eylemin gerek yerine getirilmesinin gerek etkilerinin nedensel açıklamasını vermek amacıyla, sosyal eylemin yorumlayıcı anlaşılmasına yönelen bir bilimdir... Eylem sosyaldir zira eylemde bulunan birey (veya bireyler)ona öznel bir anlam yakıştırırlar ve başkalarının davranışını dikkate alırlar. Weber’in sosyolojik yaklaşımına göre sosyoloji kavrayıcı olmalı yani toplumsal davranışların anlamını kavramalı,toplumsal yaşamın değişik alanlardaki nedensel ilişkisini araştırmalı ve anlamalıdır. Örneğin dinin toplumsal olayları (ve özellikle de ekonomiyi) nasıl etkilediği, bürokrasinin toplumu nasıl ve hangi ölçüde şekillendirdiği gibi.

Sosyal eylem kendi rayonellik düzeyine bağlı olarak değişir Sosyal eylem kendi rayonellik düzeyine bağlı olarak değişir. Weber en az rasyonelden en rasyonel olana doğru dizilen dört tür sosyal eylem olduğunu ileri sürer: Geleneksel eylem: Geleneklere bağlı oluşan alışkanlıklar. Duygusal eylem: Duygularımızın etkin olduğu eylem çeşidi Değerlere göre ortaya çıkan toplumsal eylem: Özel etik ve değerler setine göre tanımlanır Amaca yönelik akılcı davranış: Davranış tamamen bireysel çıkar düşünülerek ortaya çıkar. Aslında bu sınıflama geleneksel toplumlardan modern toplumlara geçişi de anlatır. Toplumsal hareketlerdeki değişimler tarihsel bir dönüşümü anlatır bizlere.

Modern toplumlar eskiye göre daha fazla rasyonel düşünce ve örgütlenme biçimlerini göstermeye başlamışlardır. Kapitalizm modern toplumlar için en akla yatkın sistemdir. Ama onun için de pratik araçlara ihtiyacı var: rasyonel yönetim, bilim, hukuk...vb Rasyonalleşme: ekonomik yaşamla toplum yaşamının ilkelerine ve teknik bilgiye dayanarak örgütlenmesidir. Günümüz toplumlarını geçmiştekilerinden ayıran temel özellik ‘modern çağın ruhu’dur. Bu da rasyonalitedir. Rasyonalizasyon geleneksel uygulamaların reformdan geçirilmesine ve bu uygulamalarla özdeşleşmiş amaçlara daha iyi etkili bir biçimde ulaşma olanağı verecek süreçlerin ortaya çıkışına,kurumların belli amaçların gerçekleştirilebilmesi için,daha etkili ve yeterli araçlar haline getirilmesine işaret eder

Max Weber Kapitalizmin varlığını devam ettirebilmesi için en akıllı örgütlenme yolu bürokrasidir. Bürokratik örgütlenme merkez tarafından belirlenen hedeflere en etkin şekilde ulaşmak için yukarıdan aşağıya kurulmuş sistemdir. Sistemin işleyişinde uzmanlar önemli rol üstlenir. Bürokrasi modern toplumdaki otoriteyi sağlama biçimidir.

Max Weber Toplumlardaki otorite biçimlerine bakar: Karizmatik Otorite: Bir liderin yönetimi kendi kişisel niteliklerine  daynarak yürütmesiyle ortaya çıkmaktadır. Geleneksel Otorite: Yönetme yetkisi geleneğe ve geçmişe duyulan saygıyla  desteklendiğinde ortaya çıkmaktadır. Rasyonel Otorite: İktidar, yasalar, kurallar, düzenlemeler ve usullerle meşrulaştırılmaktadır. Demir Kafes: Çok aşırı bürokratik örgütlenme yönetilen kesimin iyice sıkıştırır ve özgür hareket etmelerine olanak tanımaz. İnsanlar artık bir kafesin içindedirler.  

Max Weber Kapitalizm: Kapitalizmin  yalnızca Batı Avrupa toplumlarında yer alan inanç ve değerler sisteminin etkisi altında ortaya çıkmıştır. Kapitelizm, ekonomik girişimi örgütlemenin belirgin bir biçimi- toplumsal değişmeyi biçimlendiren birçok önemli etkenden yalnızca birisidir. Kapitalizmin dayandığı kimi bakımdan ondan daha temel olan şey, bilim ve bürokrasinin etkisidir. Bilim çağcıl teknolojiyi biçimlendirmiştir ve gelecekteki her toplumda da biçimlendirmeye devam edecektir. Bürokrasi çok sayıdaki insanın etkin bir biçimde örgütlenmesinin tek yoludur ve dolayısıyla da ekonomik ve siyasal gelişmeyle birlikte kaçınılmaz olarak artmakta, büyümektedir.

Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu adlı eserinde toplumsal yapı ile o toplumda egemen olan dinsel inançlar arasındaki ilişkileri incelemiştir. Dinsel anlayışların ekonomik davranışların  gerçekten belirleyicisi olduğunu göstermek istemiştir. Ona göre Kapitalizmi doğuran tek neden sosyal sınıflar arasındaki ilişki değildir.16. ve 17. Yüzyıl Avrupa’sında kapitalizmin ortaya çıkışı maddi koşullara ek olarak bir değer ve tutumlar dizisinin de etkisinde olmuştur.

Çatışmacı/radikal Onlarda sistemcidirler. Ancak temelde uyum değil çatışma görürler. Bireyler birincil ihtiyaçlarını gidermek amacıyla doğaya mücadele ederken çeşitli çatışma ve egemenlik türleri ortaya çıkar. Bunlar da sosyal sistemin temelidir. Dolayısıyla toplum sürekli çatışma halindedir. Karl Marx, diyalektik materyalizm ile bu çatışmacı mantığı insanların yaşamına uygulamıştır. Toplum, bireyin fiziki ihtiyaçlarını gidermek üzere verdiği mücadeleden ortaya çıkan rekabet içindeki güçler sistemidir.

KARL MARX (1818- 1883) Kapitalist toplumu inceler. Kapitalizmin ruhunda yoğun bir sömürü ve toplumsal eşitsizlik vardır. Başlıca amacı hayat koşulları (toplumun ekonomik alt yapısı) ile düşünceler (yoplumun üst yapısı) arasındaki ilişkiyi toplumun tarihi gelişim yoluyla sürekli ve değişen bir temelde incelemekti. Kapitalizmle yabancılaşmaya başlayan insanı, kendi doal ve sosyal çevresiyle bütünleşebilen yeni tip bir topluma dönüştürme çabası vardır. Toplumsal hayat bağlı olduğu materyalist yaşam tarzına bağlı olarak kurulduğunu söyler.

Karl Marx Yani, sınıflar arası çatışmada tarihsel dönüşümü sağlayan unsurdur. Toplumun resmini o toplumda egemen olan «üretim biçimi»ne bakarak çıkarabiliriz.

Karl Marx Ekonomik güç siyasal gücünde oluşmasına yol açar. Diğer bir deyişle hayatın maddi koşulları kişinin sosyal ve normatif bilinçlilik düzeyini ve dolayısıyla yaşam tarzını da belirler. Toplumlarda hayatın maddi koşullarına bağlıdırlar. Maddi yaşamdaki değişme sosyal değişmeye yol açmaktadır. Yani, kurallar ve toplumsal bilinç değişmeye başlar. İnsanın en temel ihtiyacı olan hayatını devam ettirebilmesi için üretmesi gereklidir. Yani hem doğa ile hem de başka insanlarla üretim ilişkisine girer. Bu üretim ilişki tipine göre de sistemin devamı için hukuki ve politik üst yapı kurulur. Yani ilişkilerin ve sosyal bilincin temelinde maddi üretim şekli vardır. Üretim insan yaşamının en temel unsurudur. Artı Değer birikim yarattı ve sınıflı toplumlar doğdu. Sınıflar arasında «üretim ilişkileri» kuruldu.

Karl Marx Kapitalist toplumlar çıkarları hiç bir zaman uyuşmayan sınıflara bölünmüştür. İşbölümü ve özel mülkiyet çerçevesinde kurululmuştur toplumlar. Sınıflar arası çatışma kar amacı güden kapitalistle üretim sürecinde emeğini satan işçi sınıfı arasındadır. Kapitalist toplum iki ana sınıfa bölünmüştür: Üretim araçlarına sahip olan işveren kapitalist sınıf. Üretim araçlarına sahip olamayan ama geçinmek için emeğini kullanan işçi sınıfı; proleterya.

Yabancılaşma Marx’ın bu kavramı işçinin kapitalist için zorla çalışması, işçinin çalışmasının ürününü kapitalistin kendisine mal etmesi ve kapitalistin mülkiyetinde bulunduğu için işçinin karşısına yabancı, köleleştirici bir güç olarak çıkan üretim araçlarından işçinin ayrılması şeklinde belirginleştirilebileceğimiz bir teorik çerçeve üzerine oturur. İki tür yabancılaşmadan sözedilebilir Marx'ın bu çalışmalarında. Bunlardan ilki, doğadan kopuş anlamındaki yabancılaşmadır. İnsan, doğadan koparak kültürel-toplumsal alanda kendine ikinci bir doğa kurmak anlamında, doğaya yabancılaşır. Bu insan oluşu açıklayan niteliğiyle olumlu karşılanan yabancılaşmadır, zorunlu bir süreç olarak anlaşılır. İkinci yabancılaşma ise, bizzat kapitalist pazarın ve kapitalist toplumsal sistemin yarattığı yabancılaşmadır. Bunun sonucu olarak insan kendi doğasına yabancılaşır. Böylece insan kendine, kendi emeğine, ilişkilerine, dünyaya ve yaşama yabancılaşır. Kapitalist pazarın bir unsuru olarak işleyen çarklardan biri haline gelir.

yabancılaşma, kapitalizme özgü bir olgu değildir fakat kapitalizm, insanın yabancılaşması olgusunu en üst düzeye çıkaran nesnel koşulları içeren bir sistemdir. Kapitalizm, bir yandan yeni gereksinmeler aracılığıyla yeni bağımlılıklar yaratırken, diğer yandan insanın kendi yabancılaşmasının farkına varmasını önleyecek ya da geciktirecek tuzakları da içermektedir. kapitalist toplumlarda emekçinin elde ettiği para, emekçiye sahte bir özgürlük verir ve aslında onun efendisi haline gelir. Para, insanlığın yabancılaşmış gücüdür Marx’a göre. Bireyler, insan olarak yapamadıklarını para aracılığıyla yapabilirler. Para, bütün insan niteliklerini tersine çeviren, onları kendi karşıtları durumuna sokan dışsal evrensel bir güçtür. Emeğin kendi yabancılaşmasını, kendi karşıtını ürettiğini ileri sürer. Emeği yaratma eylemi insanı özgürleştireceğine, her adımda ona hükmeden gücü daha da devleştirmeye yaramaktadır. Her ürettiği kendisinin biraz daha eksilmesine, her eylemi biraz daha pasifleşmesine ve gücünü her kullanışı biraz daha güçsüzleşmesine yol açmaktadır.

Kendisinde İnsanın her şeye yabancılaştığı bir sosyal düzen olarak tanımladığı kapitalizmin yıkılması gereklidir ve kapitalizmin yıkılışının yalnızca devrim yoluyla olacaktır. Ancak bu o kadar kolay değildir. Devletin, toplumun zenginliğini kontrol altında bulunduran egemen sınıf tarafından kullanılan bir araç olduğu görüşüyle açıklar. Egemen sınıf bu araç ya da aygıtı, kitleleri sömürmek amacıyla kullanır. Devletin tüm öğe ve birimleri, Marx"a göre, statükoyu korumak için düzenlenmiş, yani egemen sınıfın iktidarını sürdürebilmesi için ayarlanmıştır. Mahkemeler, polis ve hatta hükümet, Marx"a göre, yönetici sınıfın çıkarlarını korumak için vardır. Bunlar, bir başkaldırıyla karşılaşıldığı takdirde, hemen bastırırlar. Ancak bu yabancılaşma ve sömürü düzeni bilinçte değişikliklere yol açacaktır ve kaçınılmaz olarak devrim gerçekleşecektir. Yani aslında toplumsal bir dönüşüm gerçekleşecek ve kapitalizmde sosyalizme evrilecektir.

Her ikisi de, kullanım için üretim yapan sistemler olması ve üretim araçlarının mülkiyetinin kamuya ait bulunması ve merkezî planlamaya dayanması bakımından benzer sistemlerdir. Sosyalizm, doğrudan doğruya kapitalizmden doğup gelişir, yeni toplumun ilk biçimidir. Komünizm daha ileri bir gelişme ya da sosyalizmin "daha yüksek bir aşamasıdır"