Servet-i Fünun, "fenlerin zenginlikleri" anlamına gelmektedir. Servet-i Fünun, 1891 yılında Ahmet İhsan tarafından çıkarılmaya başlanmış, 1896 yılında da derginin başına Tevfik Fikret getirilmiştir. Servet-i Fünun dergisi, bu dergi etrafında toplanan edebiyatçıların, savundukları edebî görüşlerini açıklamada, savundukları görüşler doğrultusunda kaleme aldıkları eserlerini yayınlamada bir araç görevi yüklenmiş, hatta bu dönem edebiyatçılarına bir edebî topluluk olarak adını vermiştir. Tanzimat Dönemi Edebiyatı bir yenilik getirdiği için "Edebiyat-ı Cedide" alarak adlandırılmış, daha sonra Servet-i Fünuncular için önceleri bir alay olarak kullanılmış daha sonra ise isim olarak yerleşmiştir. Yeniliğin üstüne yenilik yapmaya çalıştıkları için Servet-i Fünunculara da Edebiyat-ı Cedideciler denilmiştir. Muallim Naci, Tanzimat sonrası Türk edebiyatında ılımlıların başında bulunmaktadır. Eskiyi savunanlarla ılımlılar geleneksel yaşama tarzını sürdürürken, yeniyi savunanlar Batılı yaşama biçimin uymak istemişlerdir.
Servet-i Fünun veya Edebiyat-ı Cedîde hareketi, Türk edebiyatının 1860'tan sonra başlayan batılılaşma hareketinin bir uzantısıdır. Tanzimat edebiyatının modernleşme çabalarını yürütmüşlerdir. 1896'dan 1901 'e kadar süren dönemi kapsar. Türk edebiyatının bu kesitine Servet-i Fünun devri denilmesi, bu edebî hareketin Servet-i Fünun dergisinde hayat bulmasıyla ilgilidir. Servet-i Fünun edebiyatına "Edebiyat-ı Cedîde" denilmesinin nedeni, Avrupai Türk edebiyatını temsil etmesinden dolayıdır. Bu ifade, Tanzimat devrinde Tanzimat'ın birinci ve ikinci nesilleri için kullanılmıştır. Daha sonra Servet-i Fünunculara "Yeni Edebiyatı Cedîdeciler" denilmiştir. 1930'dan sonraki edebiyat tarihlerinde "Servet-i Fünun" deyiminin kullanıldığı ve edebiyatımıza bu şekliyle mal olduğunu belirtelim. Cenap Sahabettin, Servet-i Fünun Edebiyatı'nı Tanzimat Edebiyatı'nın bir devamı olarak görür ve bu edebiyata "Evsât Edebiyatı" adını verir. Servet- i Fünuncular'ın Nâmık Kemâl, Abdülhak Hâmit ve Samipaşazâde Sezâî'yi örnek aldıklarını belirtir. Servet-i Fünun Edebiyatı'nın kendinden önceki devrin doğal bir sonucu olduğunu vurgular. Kendi neslinin edebiyatı ile öncekiler arasındaki münâsebeti, baba ile oğul arasındaki ilişkiye benzetir. Servet-i Fünunculann Batı'yı özüyle değil, dış şekliyle taklid ettiğini söyler. Böylece Tanzimat ile Batı arasında yetişmiş olmalarından ötürü, bu döneme Evsât Edebiyatı denilmesini teklif eder. Servet-i Fünun edebiyatı, Batı'yı tanıyan ve bilen bir edebiyattır. 1890'dan sonra Stendhal (Stendal), Flaubert (Flober), Balzac (Balzak), Goncourt (Gonkur)lar ve Bourget (Burje) gibi romancıları okudular ve etkilendiler. Edebiyatı, batılı anlamda algılamış ve bu modern anlayışı edebiyatımıza yerleştirmeye çalışmışlardır. Batı'nın bütün edebî türlerini, tekniğine uygun biçimde edebiyatımıza mal etmeyi başarmışlardır. Küçük hikâye, mensur şiir (mensure), roman ve tenkit gibi edebî türler, Servet-i Fünun edebiyatının kurduğu ve kullandığı türlerdir.
Servet-i Fünun edebiyatı, kendisinden sonraki dönemlerde de etkili olmuştur. Millî edebiyat, edebî zevkini bu dönemden almış, mahallî ve millî unsurlarla süsleyerek, ilkelerine uygun biçimde bir edebiyat dünyasına koşmuştur. Servet-i Fünun edebiyatı, değişik türlerde eserler vermiş özellikle batılı anlamda şiir, hikâye, roman ve tenkit türlerinde yoğunlaşma göstermiştir. Servet-i Fünun edebiyatının başlıca kaynağı Fransız edebiyatıdır. Bu edebiyata Tevfik Fikret-Halit Ziya Mektebi de denilmiştir. Şiir türünde görülen başlıca isimler şunlardır: Tevfik Fikret ( ), Cenap Şahabettin (Raik Vecdî takma adıyla, ), Hüseyin Siret (Özsever, Ömer Senih takma adıyla, ), Hüseyin Suat (Yalçın, ), Ali Ekrem (Bolayır, , Ayın Nâdir takma adıyla. Nâmık Kemâl'in oğlu), Ahmet Reşit (Rey, H.Nazım takma adıyla, ), Mehmet Sami (Süleyman Nesib takma adıyla, ), Süleyman Nazif (İbrahim Cehdî takma adıyla, Diyarbakırlı Sait Paşa'nın oğlu), Faik Âli (Ozansoy, , Süleyman Nazifin kardeşi. Zahir takma adıyla), Celâl Sahir (Erozan, , Yemen Valisi ve kumandanı İsmail Hakkı Paşa'nın oğlu). Servet-i Fünuncular, nesirle şiir söylemeyi denediler. Duygu yoğunluğunu ve heyecanlarını mensur şiir halinde ifade ettiler. Bertrand(Bertran), Baudelaire (Bodler), Mallarme (Malarme)ve Rimbeaud (Rembo) gibi şairlerin izinde yürüdüler. Mensur şiiri onlardan aldılar. Bu türü önce Halit Ziya sonra Mehmet Rauf denedi. Hikâye ve romanda başarılı isim Halit Ziya'dır.
Onu Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet ve Safvetî Ziya izler. Küçük hikâye örnekleri bu dönemde görülür. Klâsik vaka hikâyelerinin temsilcisi Halit Ziya'dır. Servet-i Fünuncular, ülkenin içinde bulunduğu durumdan dolayı, tiyatro türünde beklenen ölçüde eser veremediler. Tiyatro ile ancak 1908'den sonra uğraşma imkânı bulabildiler. Hüseyin Suat Yalçın, Mehmet Rauf, Cenap Sahabettin, Halit Ziya, Faik Ali Ozansoy, Ali Ekrem Bolayır ve Safvetî Ziya'mn tiyatro denemeleri vardır. Bunlar teknik bakımdan başarılı eserlerdir. Günlük konuşma diline yaklaşma çabası gösterirler. Tiyatro dili, bu dönemde normal bir çizgi takip eder. Konuları aile çevresinde geçer. Evlenme, boşanma, kadının medenî hakları gibi temaları işler. Tiyatroda dikkat çeken isim Hüseyin Suat'tır. Yazdığı ve uyarladığı yirmi kadar piyesi vardır. Manzum piyesler de yazan yazar, komedi ve dram türünde eserler vermiştir. Hüseyin Suat'tan sonra tiyatroyla ilgilenen Mehmet Rauf olmuştur. Aşk, evlenme şekilleri, evlilikte ihanet ve bağlılık temalannı işlediği oyun-lar, edebiyatımıza fazla birşey kazandırmamakla beraber, anılmaya değer eserlerdir. Cenap Sahabettin de Yalan (1911) ve Körebe (1917) piyesleriyle teknik bakımdan yeterli görülmemektedir. Adını, bir dergiden alan bu dönem edebiyatı, dergi ve gazete alanında da başarılıdır.
Bu dönemde çıkan dergiler şunlardır: Mektep (1895), Mütâlâa (1896), Musavver Ma'lûmât ( ), Hazîne-i Fünun ( ), Resimli Gazete ( ), Musavver Fen ve Edeb (1899) ve tefrika (1898). Dönemin gazetelerinden edebiyat, sanat ve düşünce yazılarına önem verenleri: Tercüman-ı Hakikat ( ), Sabah ( ), Tarîk ( ), İkdâm ( ), Terakki ( ) vb...dir. Abdülhamid'in sıkı yıllan, basın hayatına canlılık kazandırmaz. Buna rağmen, başarılı oldukları gözlenmektedir. Bu dönemde yazılan makaleler, genellikle Batı edebiyatını tanıtıcı niteliktedir. Edebî çalışmalarını yalnız edebî tenkit konusunda yoğunlaştıran tek yazar, Ahmet Şuayb (Şuayib)'dir. Tenkitte; kendilerine yöneltilen eleştirileri cevaplandırmak, kendi edebiyat anlayışlarını tanıtmak ve yorumlamak, Batı edebiyatı hakkında değerlendirmeler yapmak ve edebî akımları gündeme getirmek gibi konular görülmektedir. Tevfik Fikret, Cenap Sahabettin, Mehmet Rauf, Ali Ekrem, Hüseyin Cahit gibi sanatçıların yazılarında: estetik, edebiyat, edebî zevk, edebiyatta tenkit, edebiyat ve şiir, şiirde konu, vezin, kafiye, nazım şekilleri, hikâye, roman, edebiyat devreleri, eski-yeni edebiyat gibi konular, tenkidin özünü oluşturmaktadır. 1895 yılında Malûmat dergisinde Hasan Âsafın "Burhan-ı Kudret" adlı şiirinin yayınlanması üzerine, kafiye konusunda ileri ölçülere varan bir tartışma başladı.
"Zerre-i nurundan iken muktebes Mihr ü mâha etmek işaret abes" beyiti, anlam ve kafiye bakımından eleştirilere uğradı. "Muktebes" ve "abes" kelimelerinin kafiye oluşturamayacağı yolunda tartışmalar başladı. Kafiyeyi göz için kabul edenlere göre, sondaki "sin" ve "peltek se"nin kafiye oluşturması mümkün değildir. Kafiyeyi kulak için kabul eden anlayışa göre, bu iki kelime kafiye teşkil edebilirdi. Böylece tartışmaların boyutları genişledi. Yankılan büyük oldu. Dönemin ilk akla gelen tartışma örneği niteliğini kazandı. Tenkit alanında, Hüseyin Cahit Yalçın'ın "Kavgalarım" adlı eseri de anılmaya değer niteliktedir. Ahmet Şuayb, Servet-i Fünun dergisinde "Son Yazılar" başlıklı yazıcında, Servet-i Fünun edebiyatının ferdî duygulan ve özellikle aşk konusunu işlemesinden memnun olmadığını belirtir (7 Haziran 1900, s. 482). Deneme ve tenkitleriyle gücünü hissettirir. (Dönemin tenkit anlayışı hakkında geniş bilgi için, Dr. Bilge ERClLASUN'un "Servet-i Fünun'da Edebî Tenkit", Ank., 1981,400 s; adlı eserine bakınız). Servet-i Fünun dergisinde "Musâhabe-i Edebiyye"leriyle ilgi toplayan ve sohbet türüne canlılık kazandıran Tevfik Fikret olur. (Fikret'in bu tür yazılarını, Doç. Dr. İsmail PARLATIR; Tevfik Fikret -Dil ve Edebiyat Yazılarında bir araya getirdi; Ank.,S7,283s). Bu devrede, seyahat edebiyatının en güzel örneği Cenap Sahabettin'in "Hac Yolunda" adlı eseridir (1896'da tefrika olunan eser, 1909'da basıldı).
Edebiyat tarihi alanında çalışmalar durmuş gibidir. Süleyman Nazif in Nâmık Kemâl (1912), Mehmet Akif (1924), îki Dost (Ziya Paşa-Namık Kemal, 1926) monografi-eriyle Ali Ekrem'in Nâmık Kemâl (1930) ve Lisânımız (1937) adlı incelemeleri dönemin uzantıları olarak görülen eserlerdir. Servet-i Fünun edebiyatının, yukarıda dokunduğumuz türlerde eserler verirken, yüksek zümreye, aydın kesime hitap ettiğini hemen belirtelim. Bu dönem sanatçılarının ortak anı, Abdülhamit düşmanlığında birleşmeleridir. Karamsar hayat görüşü, hepsinin belirgin yanıdır. Eserlerinde işledikleri temalar, realiteden kaçış, hayat- hakikat tezada, karamsarlık, tabiat ve kadındır. Onların eserlerinde tabiat, resimden gelme bir tabiat olarak karsımıza çıkmaktadır. Bu tabiat yaşanılan tabiat değil, görülen seyredilen bir tabiattır. Konuların dar bir perspektif içinde ele alınmış olması, onların sanat ve edebiyat güçlerini gölgede bırakmış değildir. Şiirde, tenkitte ve romanda teknik sağlamlığıyla başarılı eserler vermişlerdir.
Servet-i Fünuncular, estetiğe önem verdikleri için dili zenginleştirmeye çalıştılar. Bu yüzden duygu ve düşüncelerine eşlik edecek Arapça ve Farsça kelime ve tamlamaları kullanmaktan çekinmediler. Ölçü Batı edebiyatı olduğundan, yeni kavramları ifade edebilmek için, mevcut dili genişletmeye mecbur kaldılar. Sade ve basit dili, halka mahsus kabul ettikleri için, aydın kitleye seslenmek amacına yöneliktiler. Bu durum da onların dilde sınır tanımayan açılmalarına bir neden olmuştur. Batı edebiyatını yakînen izleyen Servet-i Fünuncular, Parnasyenlerin yeni kelimeler, yeni kavramlar, yeni hayaller ile yeni ahenk yaratmak düşüncesini benimsediler. Bu anlayıştan hareketle Arap ve Fars sözlüğünden yararlanmakta sakınca görmediler. Buldukları kelimeler bakımından eski olmakla beraber, getirdikleri kavramlar yenidir. Parnas akımının aşın biçimciliği, sembolizmin kişisel ve müzikal üslûp için gerekli gördüğü duyulmamış ve ahenkli sözler kullanmış olması, dili ağırlaştırmıştır. Bu durum Servet-i Fünun sanatçılarına da yansımıştır. Âdeta duyulmamış kelime ve tamlamalar kullanmakta birbirleriyle yarışmışlardır. Arapça ve Farsçadan seçtikleri güzel sesli ve ince anlamlı sözcükleri ilk kez kullanmış olmayı meziyet saymışlardır. Bu gidiş, "Servet-i Fünun Lisanı" diye adlandırılan bir dil ortaya çıkarmıştır. Bundan ötürü de büyük eleştirilere uğramışlardır. Her şeye rağmen, bildiklerinden şaşmamışlar, "güzellik" uğruna bildikleri çizgide yürümüşlerdir. Hiç şüphesiz, Türkçe kelimelerin hakkını aruzda vermiş olmaları, ustalıklarının en belirgin göstergesidir. Türkçeyi aruz veznine uygulamadaki başarı, Tevfik Fikret'le ideal çizgidedir. Daha sonraki devrelerde, Mehmet Akif ve Yahya Kemal, Türkçeyle "Türk aruzu" yaratacak yeteneklerini sergileyeceklerdir.
Estetik düşüncenin getirdiği dil zenginliği, aynı ölçüde sanat adına da "üslûp" problemini doğurmuş oldu. Dönemin sanatçıları, söz dizimine de yenilikler getirdiler. Cümlelerinde aynı zamanda fiil kiplerini kullanmaktan sakındılar. Kesik cümlelerle, uzun cümle geleneğini kırmaya özen gösterdiler. Kimi zaman, ara cümlelerle cümleyi ikiye bölmeyi denediler. Cümleyi kuvvetlendirmek amacıyla cümlede "evet" sözünü sık sık kullandılar. Sıfatları ismin sonuna getirdiler; fiilsiz cümleler oluşturdular. Cümlelerinde "ve" bağlacıyla "ah" ve "oh" ünlemlerine geniş ölçüde yer verdiler. Cümle yapısında Fransızcanın cümle kuruluşuna bağlı kaldılar. Bu gibi durumlar, Servet-i Fünun sanatçılarının dil kadar, üslûpla da uğraştıklarını gösteren çalışmalardır
Abdülhak Hamid'in şekilde yaptığı yeniliği daha da genişletirler Fransız şiirinden “sone” ve “terzarima” gibi nazım türlerini alırlar. Müstezad (serbest nazım)ı, yaygın ölçüde kullanırlar. Kalıplaşmış vezinlerin dışına çıkarlar. Türk şiiri nazım şekilleri bakımında modernleşir. Türkçeyi aruza uygularlar. Fikret oldukça başarı sağlar. Aruzun bütün kalıpları müstezat için denenir, büyük ilgi görür. Şiirde ahengi yaratmada aruz vezninden yararlanılır. Konunun yapısına uygun, aruzun değişik kalıpları kullanılır. Ahenk endişesiyle aynı şiirde değişik vezinlere yer verirler (Cenap Sahabettin). Kafiye göz için değil, kulak içindir ilkesi benimsenir; kafiye, ahenk unsuru olarak eli alınır.
Şairler, mısra bağımsızlığı anlayışına ve ifadenin bir beyitte bitmesi geleneğine karşı koyarlar. Bütün güzelliğine önem verirler. Şiirde anjambmanlar kullanarak, şiiri nesre yaklaştırmaya çalışırlar. Şiirde cümleleri istedikleri kısalık ve uzunlukta kullanırlar. Cümleyi mısra ortalarında tamamlayarak, beş altı mısra kadar uzattıkları olur. Şiirin konusunu genişletirler. Ferdî duygu ve hayâllerin yanı sıra, aşk, tabiat ve allı hayatı başlıca temalar arasındadır. Hayâl-hakikat çatışması şiirde dikkat çekici boyutlardadır. Ferdiyetçi sanat anlayışı şiire egemendir. Aşırı duygusallık ve yeni hayâl dünyası kurma eğilimi, onları ferdiyetçi kılmıştır. Bu yüzden aşk ve tabiat konusuna ağırlık veririn
Romantizmden sembolizme kadar açılan şairler, yeni bir duyuş, hayâl kuruş, yeni bil zevk ve estetik getirmişlerdir. Beğendikleri birçok hayâlleri şiire sokarlar. Parnasizmin ve sembolizmin etkisiyle şiire resim ve mûsikî girer. Ses ve ahenk şiin-egemen olur (T.Fikret. C.Şahabettin). Şiire özgü bir vokabüler (kelime kadrosu) yaratılır. Şiirde kuvvetli bir mûsikî dili görülür. Şiire dış mûsikî ve iç mûsikî egemendir. T. Fikret dili ve tekniğiyle dış mûsikîyi, C. Sahabettin ise ince buluş, parlak hayal ve mecazlarıyla iç mûsikîyi sağlarlar. Şiir dilinde Arapça, Farsça kelime ve tamlamalar vardır. Sanatkârane bir üslûp peşindedirler. Batı etkisinde şiire yeni sözler girer: Saat-ı semen fem (yasemin renkli saat). Fransızca neige d'or karşılığı olan berf-i zerrin (altın renkli kar) vb... Servet-i Fünun şiiri, II. Meşrutiyet'in ilanıyla (1908) sosyal meselelere yönelir (T. Fikret, Ali Ekrem, Süleyman Nazif...) Şiirin yenileşmesinde nazım şekli önemli bir rol oynar; şiir nazım şekli bakımından zenginlik kazanır
Servet-i Fünun sanatçıları, iyi bir öğrenim görmüş ve yabancı dil öğrenmişler; böyle Batı edebiyatını yakından tanımışlardır. Arapça ve Farsçadan aldıkları sözler yenidir ve yepyeni bir anlamda kullanılmıştır. Kullandıkları kelime ve tamlamalar, Batı edebiyatından almış oldukları sözleri karşılar niteliktedir. Aydın kesim için yazmak düşüncesi, dilde sadelikten uzaklaşmalarına neden olmuştur. Süslü ve sanatlı nesir örnekleri vermişlerdir. Sanat için sanat anlayışı, sanatlı bir nesir ortaya çıkarmıştır. İnançsızlıkları ve tarihi bir derinliğe sahip olmayışları yüzünden, karamsardırlar. Bu durumları eserlerini do yansımıştır. Derinleştikleri en önemli konu, estetik ve sanattır. Sanatın yolunu açmışlar, sanatta belirli bir olgunluğa erişmişlerdir. Gerçek tenkîd, Servet-i Fünun nesriyle edebiyatımıza girmiştir. Toplumsal konulardan uzak kalan sanatçılar, nesirde uzun Cümlelerin yanında, Batı edebiyatının etkisiyle bağlaçlardan arınmaya ve kısa cümleler oluşturmaya özen göstermişlerdir. Fransız edebiyatının etkisinde kalan yazarların cümlelerinde, Fransız cümle yapısının hakimiyeti görünmektedir. Söz diziminde yenilikleri dikkat çeker. Fiilimsilerle birleşik cümleler kurulmuş; bağlı ve sıra cümlecikleri sık sık kullanılmıştır. Sanatlı üslûpları, nesirle şiir yazmak yolunu açmış, mensur şiir yolunda l'.ı...ııılı örnekler vermişlerdir (Halit Ziya, Cenap Sahabettin, Mehmet Rauf...) Yenileşme sürecinde eski edebiyat ve kültürle olan ilişkilerini kesmiş olmaları, alafranga sayılmalarına sebeb olur
Hikâye ve romanda teknik yönden gelişme gözlenir. Kısa hikâye, bu dönemde edebiyatımıza girer. Hikâye ve roman edebî bir çizgiye ulaşır. Batılı anlamda Türk romanı bu dönemde yazılır. Roman tekniği modern ve sağlamdır. Olayların örgüsü, işlenişi ve konuşmalar başarılı bir biçimde verilir. Eserde, yazar kişiliğini gizler. Psikolojik romanın ilk örneği, bu devrede görülür (M.Rauf, Eylül). Kişilerin ruh durumları anlatılır ve çözümlenir; sosyal hayat tasvir edilir. Gerçek hayat sahnelerine yer verilir (H. Cahit, Hayâl içinde).
Tip yaratmada, tasvir ve portrelerde başarı sağlanır. Realist ve natüralist çizgiye yaklaşılır. Realizm ve natüralizm vb... edebî akımlar örnekleriyle birlikte edebiyatımıza girer Romanda romantizmin etkisi belirgin biçimdedir. Zamanla realizme yönelme başlar. Roman içinde yaşanılan toplum yaşantısı dile getirilir. Batıya ayak uydurma yolundaki çabalar, romana konu olur. Sanatçının yol gösterici olduğuna inanan romancılar, batılılaşma sürecinde kendilerine göre uygun buldukları örnekleri romana sokarlar (H. Ziya, Aşk ı Memnu), Romanda, sosyal davalara yer verildiğine rastlanmaz. Çevre özelliklerinden ve milli konulardan yoksundurlar. Konularını İstanbul'daki seçkinler tabakasından -özellikle- batılı çevrelerden alırlar
Bu nedenle "Salon edebiyatı" oluşturdukları öne sürülür. Aydınlar için yazmış olmaları, halktan uzaklaşmalarına neden olur. Klâsik vak'a hikâyesi, Halit Ziya ile doruk noktaya ulaşır. Hikâyeler, orta halli ve yoksul insanları konu edinir; İstanbul'un dışına çıkılır (H.Ziya, Bir Yazın Tarihi...). Hayâl kırıklığı, üzüntü ve başarısız aşklar, hikâye ve romana giren belirgin temalardır. Hikâye ve romanda realizme geçiş, gözlemi getirir, hayâli ikinci sıraya iter. Yazarlar, realizmin ve natüralizmin etkisinde kalırlar. Kadına özel ilgi, bu dönemde görülür. Kadın; ev içi romanlarındaki kadın tipleri ve kadınlara ait eşyaların tasviri gibi değişik şekillerde ortaya çıkar. Şahıs ve mekân tasvirlerinde üslûp sanatlı ve süslüdür. Roman ve hikâyelerin dili, üslûbu kusurludur. Süslü ve sanatlı anlatım tutkusu ileri ölçüdedir.
Estetik uğruna Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalar, hikâye ve romanda geniş ölçüde vardır. Üslûp anlayışı ve arayışı, Türkçenin kimi zaman anlaşılmaz hâle gelmesine sebep olur. ikizli, üçüzlü ve dördüzlü tamlamalarla oluşturulan kullanımlar, karışıklığa neden olur. Fransız dilinin etkisiyle Türkçenin söz dizimi genişlik kazanır. Cümlenin öğeleri yer değiştirir; bazen cümleler yarıda bırakılır, kesik cümlelere yer verilir. Cümleler isteğe bağlı olarak kısalır ve uzatılır.
TEVFİK FİKRET ( )
Şairin, Batılı sanat anlayışını benimsemesindeki en önemli neden lisede edebiyat öğretmeni olan Recaizade Mahmut Ekrem’den etkilenmesidir. Sanat yaşamı iki ayrı dönem içerisinde incelenebilir. Birinci dönem Servet-i Fünun hareketinin içinde bulunduğu dönemdir. Bu dönemde “sanat sanat içindir” anlayışıyla ürünler vermesine karşın, yine de toplumsal konuların sınırını (dönemin siyasal yapısına rağmen) zorlamıştır. İkinci dönemde ise (1901’den sonra) toplumsal konulara yönelmiş, “toplum için sanat” anlayışıyla ürünler vermiştir. Türk edebiyatının Batılılaşmasında en büyük pay Tevfik Fikret’indir. Şiirleri hem biçim hem de içerik olarak yenidir. Parnasizmden etkilendiğiaçıkça görülür. Müstezadı, serbest müstezat yapan, nazmı düzyazıya yaklaştıran, beyitin, aruzun egemenliğine son veren hep Fikret’tir. En büyük özlemi, Osmanlı İmparatorluğu’nun çağdaş medeniyet düzeyine yükselmesidir. Bunu da Batı’dakifen ve teknolojinin ülkeye kazandırılmasıyla gerçekleşeceğine inanır. Ona göre en öenmli varlık insandır. Onların özgürlüklerini ve haklarını savunur. Dinlerin, savaşlara kaynaklık etmesi nedeniyle dinleri bu yönüyle eleştirir. Ülkenin geleceğini gençlikte görür, onlara ve çocuklara büyük bir sevgi ve içtenlikle yönelir. Çocuklar için ilk kez şiirler yazan sanatçıdır. Ayrıca şair, aruz ölçüsünü Türkçeye başarıyla uygulayan üç büyük sanatçıdan biridir (Diğer şairler Yahya Kemal ve Mehmet Akif’tir)
Eserleri: Rubab-ı Şikeste, Haluk’un Defteri; Şermin (Çocuklar için hece ölçüsüyle yazdığı şiirler).
HALİT ZİYA UŞAKLIGİL ( )
Gerek sağlam roman tekniğinin öncülüğü, gerekse realizmin ilk olgun ürünler vermesi bakımından Türk edebiyatına roman ve hikaye alanında büyük katkısı olan sanatçıdır. Anlatımının söz oyunlarıyla yüklü, dilinin oldukça ağır olmasına rağmen yazar, ilginç tipler bulmakta, başarılı ruhsal çözümlemeler yapmakta ve nesnel kişi, çevre betimlemelerinde oldukça ustadır. Konularını İstanbul’un çeşitli kesimlerinden seçer, ancak sosyal sorunları ele almak gibi bir amacı yoktur. Gözleme çok önem verir. Romanlarının konularını genellikle aydı tabakanın hayatından alan Halit Ziya, hikayelerinin önemli bir kısmında halk tabakasının insanlarını, onların yaşayış, adet ve inançlarını anlatmıştır.
Eserleri: Romanları: Nemide, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekâsı, Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar Öyküleri: Bir Yazın Tarihi, Solgun Demet, Hepsinden Acı, Aşka Dair, Kadın Pençesi, İzmir Hikayeleri..... Oyunları: Kâbus, Füruzan (adapte), Fare (adapte) Anıları:Kırk Yıl, Saray ve Ötesi, Bir Acı Hikaye Sanat ve Edebiyat Üzerine Yazdıkları: Sanata Dair
CENAP ŞAHABETTİN ( )
Tıp öğrenimi için gittiği Fransa’da edebiyatla ilgilenmişve sembolizmden etkilenmiştir.Ancak sembolizmi kavramakta yetersiz kalmış, şiirlerinde bol bol istiare kullanmış ve ses uyumuna dikkat etmiştir. Ağır bir dil ve süslü anlatım en belirgin özellikleridir.Şiirlerinde aruzun birden fazla kalıbına, genellikle de karışık kalıplarına yer vermiştir. Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkan şari Milli Edebiyat’la başlayan dilde sadeleşme çabalarına karşı çıkar. Aşk ve doğa en çok işlediği konulardır.
Eserleri: Gezi: Hac Yolunda, Suriye Mektupları, Avrupa Mektupları Makale ve Denemeleri: Evrak-ı Eyyâm, Nesr-i Harb, Nesr-i Sulh, Tiryaki Sözleri Oyun: Körebe, Yalan
MEHMET RAUF ( )
Yapıtlarında ruhsal çözümlemelerde yoğunlaşan sanatçı sosyal çevreyle ilgilenmez. İlk başarılı psikolojik roman kabul edilen “Eylül” ile tanınmıştır.
Eserleri: Eylül, Ferda-yı Garam, Genç Kız Kalbi..... Pençe (tiyatro) Ayrıca bir çok hikayesi de vardır.
SERVET-İ FÜNUN DÖNEMİNİN DİĞER SANATÇILARI
Şiir: Hüseyin Siyret, Hüseyin Suad, Ali Ekrem, Süleyman Nazif, Süleyman Nesib, Faik Ali, Celal Sahir Hikaye ve Roman: Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet Eleştiri: Ahmet Şuayb.
SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATI DIŞINDA KALANLAR (BAĞIMSIZ SANATÇILAR)
MEHEMT EMİN YURDAKUL ( ): Servet-i Fünun şiirinde yalnız nazım şekillerini ve halk şiirinden de yalnız ölçüyü (hece) alan ve dili Türkçeleştirmek iddiasıyla yapay bir dil yaratan Mehmet Emin, Türk edebiyatında “Milliyetçilik” akımının ilk temsilcisi sayılır.Şiirlerinin tamamında sosyal sorunlara eğilen şairde, bu nedenle didaktizm lirizme ağır basar. Hece sayısı bakımından uzun olan ölçüleri kullanan şair, söyleyişte nesre yaklaşmıştır. Servet-i Fünun, Çocuk Bahçesi, Türk Yurdu dergilerinde yayımlanan şiirleri, “Türkçe Şiirler”, “Türk Sesi”, “Ey Türk Uyan” gibi kitaplarda toplanmıştır.
MEHMET AKİF ERSOY ( ): “Ümmetçi” bir şair olarak tanınan Mehmet Akif aynı zamanda “halkçı” ve “milliyetçi” kişiliğiyle tamamen toplumcu bir şair olarak çıkar karşımıza. Türk şiirine gerçek realizmin Akif ile girmiş olduğundan şüphe edilemez. Onun kuvvetli gözlemciliğine büyük bir tasvir ev hikaye etme kabiliyetini ve konuşma dilinin bitin canlılığını taşıyan bir üslubu da eklemek gerekir. Ancak Akif’in dili bir bütün değildir. Tasvirlerinin dışında kalan birçok şiirinde dil, konuşma dilinden ayrılır, Osmanlıcanın sınırları içine girer. Ölçü olarak sadece “aruz”u kullanan şair hece ölçüsünü hiç kullanmadı. Nazım şekilleri konusunda ise Divan nazmının şekillerini tercih eder ve bunlar arasında en çok mesnevi şeklini kullanır. Çoğu zaman nazmı, nesre yaklaştıran şair, Türkçeyi aruza ustalıkla uydurmuştur. Mehemt Akif’in ilk kitabı “Safahat”tır. Dah sonra yazdığı “Süleymaniye Kürüsüsünde” “Hakkın Seleri”, “Fatih Kürsüsünde”, “Hatıralar”, “Âsım”, “Gölgeler” bir araya getirilerek “Safahat” adı ile yayımlanmıştır.
HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR ( ): Servet-i Fünun romanının gözde olduğu devirde Hüseyin Rahmi, Ahmet Mithat’ın popüler roman çığırını tek başına ve büyük bir kudretle devam ettiren tek şahsiyettir. Hüseyin Rahmi, Türk romanındaki ilk izlerinde 1885’ten sonra rastlanan Fransız natüralizminin ilk büyük temsilcisidir. Romanlarındaki kahramanları daima karakterlerinin ve sosyal çevrelerinin birer ortak ürünü olarak ele alan, onların psikolojik kişiliklerini irsiyete ve sosyolojik kişiliklerini de içinde yetiştikleri cemiyetin şatlarına göre değerlendiren romancı, bu yöntemi ile olduğu kadad, realiteyi hem iyi hem de kötü yönleriyle olduğu gibi vermek konusundaki titizliği ile de tam bir “NATÜRALİST” tir. Onu natüralistlerden ayıran nokta, eserlerinde sosyal eleştiriye olabildiğince çok yer vermesidir. Halbuki natüralizmin sosyal eleştiriye yönelik hiçbir kaygısı yoktur. Hüseyin Rahmi’deki sosyal eleştiri ise daha çok mizah yoluyla yapılır. Bunun için de genellikle anormal durumda olan karakterler ele alınır. Karakterlerdeki anormallikler ise huy (aptallık, cinsi sapıklık, şöhret düşkünlüğü), ahlak (menfaat düşkünlüğü, haksız kazanç peşinde koşma), kültürel (dini tutuculuk, batıl inançlara bağlılık, Batı taklitçiliği) yönleriyle gülünçtür. Bu yaklaşım doğal olarak romana çeşitli karakterlerin dünyayı ve yaşamı görüş açısını, dini inançlarını, yaşayış ve giyiniş şekillerini, adetlerini, görgülerini de getirir ve böylece roman bir “TÖRE” romanı olarak ortaya çıkar. Özetle, büyük ve sabırlı bir gözlemci olan Hüseyin Rahmi’nin, olayları hep İstanbul’da geçen romanları, gerçek değerlerini, daha çok yazıldıkları devrin sosyal yapısını bütün canlılığı, bütün incelikleri ve tam bir objektif doğruluğu ile verebilmiş olmalarına borçludur. Yazarın kırktan fazla romanı ve pek çok öyküsü vardır. En önemli romanları olarak, Şık, Mürebbiye, Tesadüf, Şıpsevdi, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, Gulyabani, Hakka Sığındık’ı sayabiliriz.
Servet-i Fünûn ile Tanzimat Romanının Karşılaştırılması
Tanzimat Dönemi’nde yazarlar roman türünün ilk örneklerini vermiştir. Bu dönemde yazarlar, romanda belli bir gelişmeyi değil, Doğu ve Batı kültürünü birbirine katarak sosyal yararı gözetmiştir. Halka seslenebilmek için yazmış, bu yolda meddah ağzını kullanmış, öğreticiliği amaçlamıştır. Bu açıdan Tanzimat romanları teknik olarak kusurlu; ama bu türü yaygın hâle getirmesi açısından önemlidir. Yazarlar, romanlarında halkı göz önünde bulundurmuş, görüşleriyle kahramanları üzerinde etkili olmuş, romanlarının olay akışını sık sık keserek okura bilgiler vermiştir. Edebiyatımızda Batılı anlamda esas roman, Servet-i Fünûn’la başlar. Servet-i Fünûncular realist ve natüralist yazarları, psikolojik roman çığırını açan yazarları ve onların roman anlayışlarını örnek almışlardır. Toplumsal yarar içeren sosyal konular (cariyelik, görücü usulüyle evlilik, köle ticareti, yanlış Batılılaşma vs.) gitmiş, kişisel konular, özellikle aşk konusu romanlara hakim olmuştur. Tanzimat romanlarında kişilerin psikolojik çatışmalarına çok az yer verildiğini, yazarların görüşlerinin roman kahramanları üzerinde etkili olduğunu, romanlarda gösterme tekniği yerine öykülemenin ağır bastığını önceki ünitemizde işlemiştik. Bu dönem roman yazarları daha çok, Doğu edebiyatının etkisindedir. Tanzimat Dönemi romanlarında ne canlı bir psikoloji ne karakter ne de gerçekçi yaşam sahneleri vardır. Bu nedenle yazarlar, tasvir ve tahlilde başarılı olamamışlardır.
Romanlarda ağırlıklı olarak kişilerin yaşamı ve salon hayatı işlenir. Kişilerin ruh çözümlemelerine, tabiat ve çevre betimlemelerine özen gösterilir. Roman kişileri, romantik yönleri olmakla birlikte genellikle modern yaşamın içinden, eğitimli, bazen hırslı, bazen isyankar, geleneğin kalıplarını kıran, ümitle bunalım arası gelgitler yaşayan gerçekçi kişilerdir. Bu kişiler karamsar tipler, çapkın ve macera peşinde olanlar, zengin ve Avrupalı tipler olarak sınıflandırılabilir. Yazarlar kahramanlarını psikolojik gerçekliklere uygun olarak serbest bırakır, okuru, taraf tutmadan kahramanları anlama ve çözümlemeye yönlendirir. Bunun yanında yazarlar, romanlarda Batı tarzı hayatı ve kahramanları işlemişler, sosyal yaşamdan da kuvvetli tiplere ve sahnelere de yer vermişlerdir. Örneğin Halit Ziya’nın Mai ve Siyah romanındaki Ahmet Cemil, Aşk-ı Memnu’daki Firdevs Hanım, Nihal ve Bihter, o devir İstanbul’unda yaşamış toplumdan kişilerdir. Tanzimatta sade dile yönelim vardır. Şinasi ile başlayan dilde sadeleşmeyi Ahmet Mithat, uygulamaya çalışır. Fakat özentisiz cümleler kurduğu için bunda başarılı olamaz. Samipaşazâde Sezai dilde sadeleşmeyi savunmakla birlikte sanatlı söz söyleme alışkanlığından bütünüyle kurtulamaz. Bu konuda Nabizade Nazım daha başarılıdır. Servet-i Fünûn roman ve öykülerinde ise sade dil anlayışı bir kenara bırakılmış, son derece süslü ve sanatlı, arapça ve farsça sözcüklerle yüklü bir dil kullanılmıştır.
Servet-i Fünun Edebiyatı Nazım Şekilleri
NAZIM BİÇİMLERİ A. DİVAN EDEBİYATINDAN ALIP GELİŞTİRDİKLERİ B. BATI EDEBİYATINDAN ALDIKLARI ŞEKİLLER C. KENDİ GELİŞTİRDİKLERİ ŞEKİLLER
“Müstezaf’ın sözlük anlamı “ziyadeleşmiş, artmış, çoğalmış” demektir. Uzun dizelere kısa bir dize eklenerek yazıldığından bu adı almıştır. Eklenen bu kısa dizeye “ziyade” denir. Ziyadeler, asıl dizenin anlamını tamamlar niteliktedir. Ancak şairler genelde bu kurala dikkat etmemişler; kısa dizeleri, şiirin monotonluğunu ortadan kaldırmak amacıyla kullanmışlardır. Serbest müstezat, Divan edebiyatında kullanılan “müstezat” nazım biçimi esas alınarak Servet-i Fünûncular tarafından geliştirilmiştir. Fransız sembolistlerinin özgürce yazdıkları şiir biçimlerinden etkilenilerek oluşturulmuştur. Serbest müstezat, aruzun çeşitli kalıplarıyla yazılır.
Temel olarak alınan kalıbın değişik parçaları farklı düzenlerle bir arada kullanılabilir. Aynı nazım içinde yalnız bir kalıp değil, başka başka kalıplar ve bunların parçaları kullanılabilir. Uzun ve kısa dizeler kimi zaman belli bir düzen içinde sıralanır, çoğunlukla da herhangi bir düzene bağlı kalınmaz. Uyak örgüsünün düzenlenişi de kurala değil, şairin isteğine bağlıdır. Bu nazım biçiminde düşünceler, dizeden dizeye atlayarak devam eder. Nazım, giderek nesre yaklaşmış olur. Bütün güzelliği öne çıkar. Dizeler arasında noktalama işaretleri kullanılır. Serbest müstezat, serbest nazıma geçişi sağlamıştır. Servet-i Fünûn sanatçılarından olan Tevfik Fikret’e göre, Divan edebiyatının alışılagelmiş mısra yapısı, hele uzun şiirlerde, rahatsız edici bir monotonluk yaratmaktadır. Tevfik Fikret, Divan edebiyatında var olan “müstezat” nazım biçimini geliştirerek “serbest müstezaf’ı kullanmıştır. Şair, yaptığı bu uygulamalarla, müstezadın alışılmış “mef’ûlü / mefâ’îlü / mefâ’îlü / fe’ûlün / mef’ûlü / fe’ûlün” şeklindeki kalıbını kırmış, bu şekilde yeni bir ritim elde etmeye çalışmıştır. Onun bu denemelerine daha sonra arkadaşları da katılmışlardır. Bu alanda Cenap Sahabettin büyük başarı göstermiştir. Cenap Sahabettin, şiiri her şeyden önce bir ahenk sanatı kabul ettiği için, doğanın seslerini taklit eden bir şiir dili kullanmaya özel çaba göstermiştir. Bunu sağlamak için de nazım şekilleriyle oynamaktan çekinmemiştir.
Servet-i Fünûn Romancılarının Etkilendiği Akımlar
Roman, temsil ettiği akıma göre romantik roman, natüralist roman, realist roman; konusuna göre aşk romanı, toplumsal roman, polisiye roman, macera romanı gibi isimler alır. Servet-i Fünûn yazarları, yakından takip ettikleri Fransız yazarların etkisiyle realist roman anlayışını benimsemişlerdir. Realist romanlar olayları kişi ve çevreyi gerçekçi bir şekilde anlatır. Yazarlar kendi duygu ve düşüncelerini esere yansıtmazlar. Olaylar ve kişiler karşısında tarafsız kalırlar. Realist romanlarda eserin üslubu yapmacıksızdır. Servet-i Fünûn yazarları, romanda realist ve natüralist yazarları örnek almışlardır. Realist romanda gözlem ve araştırma ön planda, his ve hayal unsurları ise ikinci plandadır. Realist romanlarda gerçekler, görülenler ve incelemelerin ortaya koyduğu sonuçlar önemlidir. Gözlem önemlidir. Yazarlar gerçeğe uygun çevre betimlemeleri yapmıştır. Bu dönem romancıları, esere kendi duygu, düşünce ve hayallerini karıştırmaz, kişiliğini gizler. Bunun için de olayları, kişileri iç ve dış özellikleriyle, psikolojik yönleriyle objektif bir şekilde anlatır. Dil ve üslup olaya ve olayın kahramanının kişiliğine uygun olarak kullanılır. Natüralist romanlarda bilime ve araştırmaya daha çok önem verilir. Natüralistler gerçeğe bağlılıkta ve sosyal meseleleri araştırmada realistlerden çok daha fazla bilimsel metodlara bağlıdır. Toplumu âdeta bir laboratuvar olarak düşünürler ve eserlerini bu laboratuvar içinde, bilimsel verilere bağlı kalarak yazarlar. Servet-i Fünûn yazarlarının romanlarında realizm belirgindir. Sanat sanat içindir anlayışından hareketle sanatçılar dil ve anlatıma önem vermişlerdir. Servet-i Fünûn Romancıları Bu dönemin romancıları Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf ve Hüseyin Cahit Yalçın’dır.
Servet-i Fünûn Şiirinin Etkilendiği Edebî Akımlar
Servet-i Fünûn döneminde şairler “parnasizm” ve “sembolizm” akımlarının etkisinde kalarak şiir yazmışlardır. Şimdi, Servet-i Fünûncuların etkisinde kaldığı bu akımları inceleyelim. “Parnasos”, Yunan mitolojisinde, esin perilerinin bulunduğuna inanılan bir dağın adıdır. Parnasizm, 1866′da “Çağdaş Parnas” adlı bir şiir dergisinde toplanan ve “parnasyen” denen topluluğun geliştirdiği bir şiir akımıdır. Fransa’da ortaya çıkmıştır. Kurucusu Csautiar’dir. Bu akıma bağlı sanatçılar, romantizm akımının dışladığı Yunan-Latin kültürüne dönmüşlerdir. Bu akım, edebiyattaki realizm (gerçekçilik) akımının şiire yansıması olarak kabul edilir. Hatta parnasizmin, bir anlamda realizmle natüralizmin şiirdeki sentezinden oluştuğu söylenebilir. Bu akıma bağlı sanatçılar, “Sanat, sanat içindir,” görüşünü benimsemişlerdir. Şiirde yararlılık değil, güzellik aramışlardır. Estetiği ön plana çıkarmışlardır. Biçim, söyleyiş güzelliğine ve dilin kusursuzluğuna önem vermişlerdir. Parnasizm, romantizme tepki olarak doğduğu için, bu akımda duygunun yerini düşünceler almış, parnasyenler şiirde ayrıntılı ve nesnel betimlemelere yer vermişler, duygusallığı reddetmişlerdir. *Şiirlerini bireycilikten ve coşkusallıktan uzak kalarak, yetkinliğe, salt güzele ulaşacak biçimde kaleme almışlardır. *Parnasyenler şiiri salt biçim olarak görmüşlerdir. Bu nedenle biçim güzelliğini her şeyin üstünde tutmuşlardır. Yine aynı nedenlerle ölçü ve uyağa çok önem vermişler, ritmi ön plana çıkarmışlardır. Sözcüklerin bir arada kullanılmasından doğacak müziği de şiir için gerekli görmüşlerdir.
*Parnasyenler, şiirlerinde dış dünyayı yansıtmışlardır. Şiiri, ışık, gölge, renk ve çizgilerle sağlamayı düşünmüşlerdir. *Felsefeyle ilgili düşünceler, bilimsel ve teknik konular bu akımla şiire girmiştir. *Tarihteki mutlu dönemlere duyulan özlem, yabancı ülkelerin manzara ve gelenekleri işlenen konular arasındadır. *Parnasyenler Yunan mitolojisine büyük hayranlık duyarlar. Dolayısıyla ele alınan bazı konular klasisizmle benzerlikler taşır. *Parnasyenler şiirlerinde daha çok “sone” nazım biçimini kullanmışlardır. *Türk edebiyatında ise parnasizmin etkileri en çok, Tevîik “ikret’te görülmektedir.
HAZIRLAYAN: SERGEN BUZ İletişim :