Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

AZGELİŞMİŞ ÜLKELER VE KALKINMA İKTİSADININ EVRİMİ

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "AZGELİŞMİŞ ÜLKELER VE KALKINMA İKTİSADININ EVRİMİ"— Sunum transkripti:

1 AZGELİŞMİŞ ÜLKELER VE KALKINMA İKTİSADININ EVRİMİ

2 1.1. KOLONYAL GEÇMİŞ Bugünkü gelişmiş-azgelişmiş ülkeler biçimindeki ayrımın başlangıcı 18.y.y.’da ortaya çıkan sanayi devrimi ile şekillenmiştir. 18.y.y.’ın ortalarından itibaren gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında giderek açılan bir makas söz konusu olmuştur. Bu makasın oluşmasında kolonyal geçmiş büyük öneme sahiptir.

3 Kolonilerin Avrupa ülkeleri üzerindeki etkileri tartışılırken genellikle iki farklı örnek üzerinde duruluştur. Bunlardan biri İspanya, diğeri ise İngiltere’dir. İspanya, kolonilerden sağladığı iktisadi artığı üretim gücünü geliştirici yönde kullanamamıştır. Bu nedenle sanayi sürecini başlatamamış İngiltere’ye göre geri kalmıştır.

4 İngiltere ise sanayileşme sürecinin finansman kaynağını kolonileştirdiği ülkelerden sağladığı kaynaklarla sağlamıştır. Taşımacılık gelirleri, mal ticareti ve köle ticareti Jamaika’dan elde ettiği başlıca kaynak kalemleri arasında gösterilebilir. Bunun yanı sıra İngiltere’nin, Hindistan’dan da 500 milyon ile 1 milyar pound arasında gelir elde ettiği tahmin edilmektedir.

5 İngiltere kaynaklarını arttırırken, kolonileştirdiği ülkelere büyük ölçüde zararlar vermiştir.
Görüldüğü gibi koloni ülkeler kolonileştiren ülkelerin istediği yönde ve ölçüde gelişmiş bu yön ve ölçü koloni ülkelerin kalkınma süreçlerini baltalamış ve onları ters yola bağımlılık sürecine sokmuştur.

6 1.2.Azgelişmiş Ülkelerin Özellikleri
1-Kişi Başına Reel Gelir Dünya Bankası’nın 2009 yılındaki sınıflandırmasına göre,kişi başına gayrisafi milli geliri 995 dolar veya bundan az olan ülkeler “düşük gelirli ülkeler” statüsünde yer almaktadır. 996 dolar dolar “orta gelirli ülkeler” dolar veya üstü “yüksek gelirli ülkeler” 2-Nüfus Pek çok “az gelişmiş” ülkede nüfusun büyüme oranı genellikle yüksektir,bir de tıbbın ilerlemesi nedeniyle,bazı Afrika ülkeleri hariç,ölüm oranları azalmaktadır.Bu ise,çoğu zaman “nüfus patlaması” olarak ifade edilen duruma yol açmaktadır.

7 3-İşsizlik İşsizlik de,çoğu azgelişmiş ülkenin ortak bir özelliğidir.Azgelişmş ülkelerde işsizliğin temel nedeni,nüfusun bir taraftan hızla artarken iş olanaklarının buna parakek olarak arttırılamayışıdır. “Korunaksız İstihdam “ Tehlikeli çalışma koşullarında ve genelde herhangi bir sosyal güvenlik ve sağlık sigortasının bulunmadığı,her an işten atılma endişesinin taşındığı,çok düşük ücretlerle çalışan işçiler için kullanılan bir kavramdır. “Çalışan Yoksulluğu” Çalışan ancak,kendilerini ve ailelerini 1,1.25 ve 2 dolarlık yoksulluk sınırının üstüne çıkaracak kadar para kazanamayan kişileri tanımlamaktadır.2 dolarlık yoksulluk çizgisi üstüne çıkaracak kadar ücret kazanamayan 1.21 milyar işçi vardır.Bunların 651 milyonu 1,25 doların dahi altındadır.

8 4-Gelir Dağılımı Genel olarak gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında,azgelişmiş ülkelerde gelir dağılımının daha eşitsiz olduğu söylenebilir. 5-Kuznets Ters U eğrisi İktisadi büyüme sürecinin,düşük kişi başına gelir düzeylerinde,Gini katsayısı ile ölçülen gelir dağılımı eşitsizliğini arttırdığını ancak kişi başına gelir düzeyinin belirli bir eşiği aşmasıyla birlikte gelir dağılımı eşitsizliğini azalttığını belirtmiştir. 6-Tarım Hakimiyeti Genel olarak azgelişmiş ülke ekonomilerinde hakim sektör tarımdır.Toplam üretimin büyük bir kısmı tarımdan elde edilir ve toplam çalışanlarında en büyük bölmü yine tarım sektöründedir.

9 7-Dış Ticaret Çoğu azgelişmiş ülkede milli gelirin oldukça küçük bir bölümünü oluşturur.Gelişmiş ülkelere birincil mal ve hammadde ihraç edip onlardan nihai mal ithal ederler. 8-Sermaye Piyasası Azgelişmiş ülkelerde sermaye en çok sıkıntısı çekilen,buna karşılık da en az bulunan girdidir.Halkın önemli alışkanlıklarından birisi,eldeki fazla parayı gömülemektir.Dolayısıyla bu ülkelerde sermaye piyasalarıda yeterince gelişmedi. 9-Girişimci ve Üretim Organizasyonu Girişimci,üretim faktörlerini bir araya getirerek bir mal ve hizmet üretiminde bulunan kişidir.Geleneksel yapılara sahip azgelişmiş ülkelerde bu türden insan sayısı azdır.Çünkü geleneksel toplumlarda,düşüncelerden ve rasyonel davranışlardan çok inançlar hakimdir.

10 1.3. Azgelişmişliğin Bir Sorun Olarak İncelenmeye Başlaması
Uzun yıllar önce başlayan kalkınma çalışmaları temelde gelişmiş ülkelerin sorunların analizine yönelik incelemelerdi. II. Dünya Savaşından yarım yy veya daha uzun bir süre önce ekonomi ile uğraşanların üzerinde durdukları başlıca konular, durağan denge koşulları; tam rekabetin ideal olup olmadığı veya tam rekabetin optimum sonuçlar doğurup doğurmadığı gibi sonuçlardı. 1930’lu yılların temel inceleme konuları ise iktisadi bunalım, işsizlik ve iktisadi dalgalanmalardı. İktisadi büyüme ve kalkınma teorileri özellikle II Dünya Savaşını izleyen yıllarda hızlı bir gelişme göstermiş ve giderek iktisat literatürü içinde kendine ait olan yeri almıştır. Bununla beraber iktisadi büyüme ve kalkınma sorunlarının bundan yaklaşık 200 yıl önce de üzeride durulan konulardan bazıları olduğu söylenilebilir. Gerçekte klasik iktisadın ana teması iktisadi kalkınmaydı. Adan Smith 1776’ da yayımladığı Wealth Of Nations adlı kitabında ulusların zenginliklerinin özelliklerini ve nedenlerini araştırmakta, dolayısıyla kalkınma sorunlarıyla ilgilenmekteydi

11 Adam Smith’ in yanı sıra D
Adam Smith’ in yanı sıra D. Ricardo, Robert Thomas, Malthus, John Stuart Mill ve Karl Marx gibi yazarlarında çalışmalarının ana konuları insanların ve ulusların maddi refahlarını ve gelişmeleri üzerineydi. Bu yazarlar iktisadi yönden gelişmenin nedenleri ve sonuçları üzerine çalışarak büyüme ve kalınma sürecinin nasıl ve hangi koşullar altında meydana geldiğini ve bunun nasıl sonuçlar doğurduğunu incelemeye çalışmışlardır.

12 Üçüncü dünya ülkelerine yönelik araştırmaların kökeni ise Avrupa’nın, Latin Amerika, Asya ve Afrika’ nın sömürgeleştirilmeleriyle ilgili araştırmaları oluşturmaktaydı. Ayrıca bu incelemeler daha çok ele alınan yoksul ülkelerin sahip oldukları doğul kaynakları ve oranın çevresel koşullarını tanımaya ve özelliklerini keşfetmeye yönelik incelemelerde. Bugünkü anlamda bir teori inşasına ve genellemeler çıkartmaya yönelik araştırmalar değildi. Asya ve Afrika’ nın sömürgelikten kurtulmalarıyla birlikte uluslararası ilgi giderek artan bir biçimde kıtalarda bulunan ülkelerin sosyal koşullarına yönelmiştir. Dünya Bankasının öncülük ettiği uluslar arası örgütlerle büyük sanayileşmiş ülkeler, bu kıtalarda yer alan ülkelerin sahip oldukları sosyal koşulların, kalkınmadaki geriliklerinin bir sonucu olarak ileriye çıktığını öne sürmüşlerdi

13 Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri ile karşılaştırılan bu ülkeler, yani Latin Amerika dahil tüm üçüncü dünya ülkeleri geri kalmış ülkeler olarak adlandırılmıştır. Diğer taraftan üçüncü dünya ülkelerinin iktisaden büyümelerinin ve modernleşmelerinin, geri kalmış ülkeler kadar gelişmiş batı toplumlarına da yararlı olacağı düşünülmüştür. Bu bağlamda büyüme ve modernleşme azgelişmiş ülkelerin adım adım gelişmiş sanayi ülkelerine benzemeleri o ülkede yer alan ekonomik ve sosyal parametrelere gittikçe yaklaşmasını ifade etmiştir. Ancak kalkınmanın bu şekilde anlayışı 1950’ lerde tartışılır olduğu gibi bugün de tartışmalı bir konudur. Aslında kalkınma kavramı ve anlayışı üzerinde hiç bir zaman genel bir uzlaşı olmamıştır. Almanya’ da Hitler ‘’yeni düzen ‘’ den söz ederken Japonlar ‘’ birlikte refah dünyası’’ ndan söz etmekteydiler. Batılı müttefikler ise hem kendi ülkeleri açısından savaşı savaşmaya değer hale getirmek hem de uluslararası platformda destek sağlamak üzere bunalımsız daha hakça ve daha demokratik bir dünya vaat etmek zorundaydılar. Yeni para düzenini getirecek olan Bretton Woods anlaşması Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası, Gıda Ve Tarım Organizasyonu ve Birleşmiş Milletler bu çalışmaların ürünlerindendir.

14 Savaş sırasında ve sonrasında batılı ülkelerde yapılan çalışmalar gelişmiş kapitalist ülkelerin rehabilitasyonunu içermesinin yanı sıra azgelişmiş ülkelerin mevcut iktisadi yapılarını nasıl geliştirebileceğini ve bunun dünya ekonomisi üzerinde nasıl olumlu yansımalar oluşturabileceğini araştırmaktaydı. Çalışmaların ana ekseni savaştan sonra uluslar arası ticaret ve sermaye hareketlerinin nasıl hızlandırılabileceği ve bunda da azgelişmiş ülkelerin nasıl katkıda bulunabilecekleriydi. Gerek ulusal gerekse uluslar arası boyuttaki ekonomiye müdahale fikrinde John Maynard Keynes’ in etkisini belirtmek gerekmektedir. Bilindiği gibi Keynes kapitalist ekonomilerde bunalımlardan kaçabilmek için yatırımlar yoluyla devletin ekonomiye müdahale etmesini ileriye sürmekteydi. Nurkse’ e göre gerek azgelişmiş ülkelere uluslar arası kuruluşlar eliyle yapılacak yatırımlar gerekse bu yatırımlar sonucunda kalkınmaya başlayacak azgelişmiş ülkelerden kaynaklanacak ithalat talebi batı dünyasının yeni bir bunalıma girmesini önleyecektir. Böylece Nurkse bir yandan azgelişmiş ülkelerin kalkınmalarının gelişmiş ülkelerin yararına olacağı düşüncesini yaymaya çalışırken diğer yandan da sanayileşme ve kalkınma stratejileri geliştirmeye çalışmıştır.

15 Öte yandan II. Dünya Savaşını izleyen yıllar ulusal kurtuluş savaşlarının yaygınlaştığı yıllardır. Bu yıllar da büyük sömürge imparatorlukları parçalanmış ve çok sayıda yeni ulusal devlet kurulmuştur. Bu devletler içinse ulusal kurtuluş ile iktisadi kalkınma adeta özdeşleşmiştir. Özetle kalkınma iktisadının ve dolayısıyla azgelişmiş ülke sorunlarının incelenmesinin ayrı bir alan olarak ortaya çıkışı temel olarak: A) Savaş sonrasında uluslar arası ticaret ve sermaye hareketlerini canlandırmak B) Yeni ulusal bağımsızlıklarına kavuşmuş ülkelerin iktisadi yönden de bağımsızlıklarını elde etme çabaları tarafından yönlendirilmiştir.

16 1.4 Kalkınmada Temel Akımlar
Kalkınma incelemeleri başından itibaren iki akım etrafında şekillenmiştir. Sosyolojik ve siyasal kalınma teorileri ve kalkınma iktisadı.  1.4.1 Sosyolojik Ve Siyasal Kalkınma Teorilerinin Kökenleri Sosyoloji terimini ilk kez kullanan çağdaş ve sanayi toplumunda siyasal örgütlenmenin dayandırılabileceği düşünce ve bilgi sitemi olarak pozitivizmi kuran Fransız yazar Auguste Comte pozitif siyasal sistem adlı kitabının ‘’ toplumsal statik’’ konunda ayırdığı bir cildinde toplumsal yapıyı diğer cildinde de ‘’toplumsal dinamik’’ yani toplumsal değişmenin tarihini incelemiştir. Klasik politik iktisatçılar gibi davranan Emile Durkheim ise uzun dönemli sosyal değişim süreci ile ilgilenmiştir. Durkheim’ in sanayileşme sürecinin bir parçası olarak temelde iş bölümü üzerinde odaklaştığı gibi Weber’ de rasyonellik kavramı üzerinde durmuştur. Modernleşme teorisinden farklı bir şekilde diyalektik ve maddeci tarih anlayışından hareket eden Marx toplumun değişim dinamiğinin özünü teknolojik ilerleme ile üretim güçlerinin gelişmesini oluşturduğunu ileri sürer. Sınıfsal bir bakış açısının hakim olduğu Marxist analizde her yeni üretim biçimi yeni bir sınıf buna uygun ideolojik bir yapı yaratmaktadır. Eski toplumsal yapıyı yeni üretim biçiminde uygun olarak değiştiren bu yeni sınıf ideolojidir. Marx’ a göre insanlık kaçınılmaz bir şekilde mülkiyet ve üretim ilişkilerine bağlı olarak sınıf çatışmalarının belirlendiği bir devreden geçmek zorundadır. Bu bakımdan köleci, feodal, kapitalist, sosyalist ve komünist toplumlar insanlık tarihinin kaçınılmaz aşamalarıdır.

17 1.4.2 Kalkınma İktisadının Teorik Kökenleri
Kalkınma iktisadının teorik kökenlerinin başlatıldığı Adam Smith ‘ e göre ‘’ görünmez el’’ ve serbest piyasa koşullarının geçerli olduğu bir iktisadi yapıda büyümenin en önemli belirleyicisi kapitalist tasarruf miktarı ve sermaye birikimidir. D. Ricardo’ ya göre iktisadi büyümenin kaynağı sermaye birikimine ek olarak teknik yenilikler ve uluslar arası ticarettir. Marx’ a göre toplumları yönlendiren temel unsur sosyal sınıflarıdır. Sosyal sınıfların hareketlerini belirleyen ise üretici güçler ile mevcut üretim ve mülkiyet ilişkisidir. Marx’ a göre dünya tarihinin en önemli dinamik üretim biçimi kapitalizmdir. Sistemin kendisini sürekli olarak gelişmeye iten mantığı kapitalistlerin kar oranı artık-değer oranı ve sermayenin organik bileşimi olan ilişkilerden kaynaklanır. Kapitalistlerin kar elde edebilmeleri için işçilere ürettikleri değerden daha azını ödeyerek onları sömürmeleri gerekmektedir. Marxist emek değer teorisinin esası da budur. Teknik ilerlemeyi daha fazla vurgulayan ve sermaye birikimini Marx’ tan daha az önem veren Joseph Schumpeter’ e göre iktisadi kalkınma ancak yani ürünlerin ya da üretim organizasyonu ile ilgili yeni araçların ortaya çıkmasına bir başka deyişle üretim faktörlerinin yeni yollardan faydalanmasına yol açan teknik yenilikler sonucunda ortaya çıkan bir olgudur.

18 1.5 Kalkınma İktisadının "Altın Çağ"ı ve Gözden Düşmesi
İkinci Dünya Savaş'ından sonraki ilk 10 yılda gerek resmi kalkınma anlayışı, gerekse uygulanan stratejilerin niteliği, savaş sırasında yıkıma uğrayan Avrupa'nın iktisadi olarak yeniden güçlü bir hale getirilmesine ağırlık vermesidir. Bu stratejilerinin en bilinen yönü ise Marshall Planı kapsamında verilen büyük mali destekle Avrupa'nın tekrar ayağa kalkmasına katkı sağlamasıdır. Kalkınma kavramının Üçüncü Dünya ülkeleriyle ilişkilendirilmesi 1950'lerin ortalarından itibaren gerçekleşmiştir.1950'lerle 70'ler arasındaki elverişli konjoktürde, dünya kapitalizminin yaşadığı genişleyici dalganın etkisi altındaki bu dönemde kalkınma iktisadı bir anlamda "altın çağ"ını yaşarken iktisadi kalkınmanın motoru olarak hızlı sermaye birikimi alınmıştır. Hızlı sermaye birikimi, hızlı sanayileşmeyi gerçeklestirecek hızlı sanayileşmede işsizliği ortadan kaldıracaktır. Yurtiçi tasarruflar yetersiz kaldığında, bu açığı dış yardımların kapatacağı düşünülmektedir. Böylece ithal ikameci sanayileşme, planlama ve dış yardım, sermaye birikimi yoluyla hızlı büyümenin temel bileşenleri olarak ortaya çıkmıştır. İktisadi kalkınmanın temel amacı durağan geçimlik ekonomileri Batı'daki gibi kendi ayakları üzerinde durabilen kapitalist ekonomilere dönüştürmektir 'lere kadar süren kalkınma modelleri, temelde gelişmiş ülkelerin izledikleri yolu ya da yolları esas almaktadır. Bu anlamda kalkınma, sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik anlamda bir modernleşme projesi olarak algılanmaktadır. Dolayısıyla, kalkınma iktisadı modernleşme iktisadı olarak da ele alınmaktadır.

19 1950'li yıllarla 1970'li yılların ortasına kadar en parlak dönemini yaşayan kalkınma yani modernleşme iktisadı,bu tarihten itibaren gözden düşmeye başlamıştır. Bu dönemde,kalkınma kavramı ile özdeşleştirilen "büyüme"nin nimetlerinin, "damlama ("trickle down") etkisi"yle çeşitli yollardan aşağıya doğru süzülerek başta en yoksullar olmak üzere toplumun her kesmine ulaşacağı, yani, iktisadi büyüme sonucunda yaratılacak istihdam olanaklarından ve gelir artışından, kısaca, yaşam standartlarındaki yükselmeden herkesin yaralanacağı kabul edilmekteydi. Yoksulluğun azalması, gelir dağılımının iyileşmesi ve istihdam olanaklarının genişlemesi iktisadi büyümenin dolaylı bir sonucu olarak beklenmekteydi.

20 Ancak kişi başına gelir artışının görece yüksek olduğü ülkelerde bile istihdamki artışın buna eşlik edememesi ve gelir dağılımındaki eşitsizliklerin düzelmemesi, bundan öte dahada bozulması gelir artışının istihdamı artıracağına ve gelir dağılımında kendiliğinden bir düzelmeye yol açacağına ilişkin varsayıma olan inancın azalmasina yol açmıştır. Aynı zamanda gelişmekte olan ülkelerde artan siyasi istikrarsızlık, rüşvetçilik ve yozlaşmanın yanı sıra dinsel, etnik ve kültürel kimlik alanlarında ortaya çıkan bunalım ve çatışmalar bu durumun daha da pekişmesine ve içinden çıkılmaz durumlara gelinmesine yol açmıştır. En çok övülen azgelişmiş ülke büyüme hızları da 'te ortalama %5,8 iken , arasında %4,6 ya ve arasında %3,4'e düşerken, gelişmekte olan ülkerler arasındaki iktisadi farklılaşmada giderek büyümüştür. Diğer taraftan , 1970'li yıllarda başlayan dış şokların körüklediği kısa dönemli istikrarsızlık olayları karşısında İMF ve Dünya Bankası'nın önderliğindeki neo-klasik iktisat gittikçe güçlenmeye ve gündemin ön sıralarını almaya, kalkınma iktisadının önemli gündem maddeleri olan sanayileşme, devlet müdahaleciliği ve kalkınmacı devlet anlayışı gibi konular gözden düşmeye başlamıştır. Büyüme ve kalkınma gibi konuların piyasalara bırakılması önem kazanmıştır.

21 1.6 Washington Uzlaşısı, Post-Washington Uzlaşısı ve Bin Yılın Kalkınma Hedefleri Washington Uzlaşısı 1989 yılında, John Williamson tarafından "Washington Uzlaşısı" olarak adlandırılan ve "neo-liberalizm" ya da "piyasa köktenciliği" kavramlarıyla da özleştirilen, toplam 10 temel unsurdan oluşan reform politikası paketi gündeme gelmiştir. Washington Uzlaşı'sının 10 temel unsuru şu maddelerden meydana gelmektedir. 1- Mali disiplin 2- Kamu harcamalarında, yüksek iktisadi getiri sağlayan ya da gelir dağılımını iyileştirme potansiyeline sahip temel sağlık, ilköğretim ve altyapı harcamalarına öncelik verilmesi. 3- Vergi reformu 4- Faiz oranlarının serbestleştirilmesi 5- Rekabetçi kur politikası 6- Dış ticaretin serbestleştirilmesi 7- Doğrudan yabancı sermaye girişinin serbestleştirilmesi 8- Kamu girişlerinin özelleştirilmesi 9- Piyasalara giriş ve çıkışlardaki engellerin kaldırılması 10-Mülkiyet haklarının güvenceye alınması

22 Washington Uzlaşısı ile birlikte daha az devlet daha çok piyasa kapsamında, mal, faktör ve sermaye hareketleri üzerindeki tüm sınırlamalar kaldırılarak herşey piyasaya bırakılmıştır. İktisadi yapının düzenlenmesi ve yönetilmesi piyasa güçlerine bırakılıp devlet müdahaleleri saf dışı edilirken, serbestleştirme, özelleştirme ve deragülasyon sistemin temel bileşikleri haline gelmiştir. Washington Uzlaşısı 1990'ların başında ortaya çıkan ve gelişmekte olan ekonomilerin serbest piyasa yapılarını güçlendirerek, büyümelerini de bu zemin üzerinde gerçekleştirmelerini sağlamak üzere oluşturulmuş bir stratejiydi temel hedefi ise ekonomik etkinsizliğin ve rantların bertaraf edilmesiydi. Washington Uzlaşısının temel ilkeleri başlangıçta Latin Amerika borç krizlerini aşmakta başarılı olsa da Rusya Federasyonu, Arjantin ve Asya ülkelerindeki krizlerde yetersiz kaldığından güvenilirliğini hızla kaybetmiştir.

23 1.6.2 Washington Uzlaşısından Post-Washington Uzlaşısına
Washington Uzlaşısı düşük gelirli ülkelerde büyümenin arttırılması ve yoksulluğun azalmasında yetersiz kaldığı gibi eskisinden de çok rant oluşmasına ve yozlaşmaya yol açmıştır. Yapısal uyum programlarına bağlı olarak yapılan serbestleşme, deregülasyon ve özelleştirme reformları az gelişmiş piyasa ekonomilerinde yalnızca başarısız olmamış aynı zamanda iktisadi etkinliği daha da azaltmıştır. Washington Uzlaşısı altında yatan serbest piyasa mekanizmasının iktisadi büyümeyi artırmada her zaman ve her yerde etkin olduğu düşüncesi giderek zayıflamaktadır. Artık iktisadi büyüme ve kalkınmada temel vurgu "uygun kurum"lara yapılmaktadır. Örneğin Malezya, uluslararası sermaye hareketleri üzerindeki regülasyonları artırarak Asya finansal krizinden kurtulmayı başarmıştır. Çin ve Vietnam da geleneksel piyasa ekonomilerinden farklı olarak daha fazla kamu müdahelesinin yaşandığı ve aynı zamanada ekonominin büyüdüğü dönemler olmuştur.

24 Kalkınma yardımı yapacak olan kuruluşların kalkınma politikalarını tasarlarken, ülkenin kalkınmanın hangi aşamasında bulunduğu kadar kültürel değerleri ve sosyal normlarını da doğru bir şekilde anlaması ve ülkeye özgü kurumları da kalkınma politikalarına dahil etmesi gerektiğini işaret etmektedir. Joseph Stiglitz tarafından şekillendirilen ve Post-Washington Uzlaşısı olarak adlandırılan yeni paradigma da bunu göstermektedir. Post-Washington Uzlaşısı'nda hükümetlerin rolü artırılarak kaynak tahsisinde serbest piyasa mekanizmasının sahip olduğu başarısızlıklar düzeltilmek istenmiştir bununla birlikte 80'lerin yapısal uyum ve ekonomik istikrar programlarında görülen geleneksel reform gündemi, yönetişim, hesap verilebilirlik, saydamlık, yolsuzluk gibi konularda genişletilmiştir. Post- Washington Uzlaşısının en önemli unsuru kalkınma sürecinde devlete önemli görevler düştüğünün yeniden anlaşılmasıdır yani devlet piyasa güçlerinin rakibi değil tamamlayıcısıdır anlayışının oluşmuş olmasıdır.

25 1.6.3 Yoksulluğun Azaltılması Strateji Belgeleri ve Bin Yılın Kalkınma Hedefleri
Öncelikli amacı yoksulluğun azaltılması olan Post-Washington Uzlaşısın temel vurgusu "Yoksulluğun Azaltılması Strateji Belgeleri"inde yoğunlaşmıştır. Yoksulluğun azaltılması strateji belgeleri gelişmekte olan ülkelerin yoksulluğu azaltmak için esas olarak kendilerinin oluşturdukları kapsamlı ve ayrıntılı planlardır. Bu bağlamda yapısal uyum programlarının zayıf yanlarından biri genellikle destek alan hükümetleri ve ülke halkını dikkate almayan koşullandırmalara dayanmasıydı. İşte bu zayıflık strateji belgeleriyle düzeltilmeye çalışılmıştır çünkü strateji belgeleri yardım alan hükümetlerin tam katılımıyla hazırlanmakta belgede geçen amaçlara bağlı kalmaları ve sahiplenmeleri beklenmektedir. Bu belgelerin hazırlanmasında hükümetler sürücü koltuğundadır. Kapsamı ise 4 temel unsurdan oluşur 1- Ülkenin katılımcı sürecinin tanımlanması. 2- Yoksulluğun teşhisi 3- Hedefler, göstergeler ve tarama sistemi yıllık dönemler için liste halinde özetlenmiş öncelikli kamusal faliyetler

26 Bu strateji belgeleri İMF ve Dünya Bankası tarafından verilen ve "Ağır Borç Yükü Altındaki Yoksul Ülkeler Girişimi" nin borçlarının hafifletilmesini içeren imtiyazlı krediler içinde temel oluşturmuştur. Bu belgeler Dünya Bankası tarafından başlatılan bir uygulama olmasına rağmen kısa sürede kalkınmanın her sürecinde kabul görmüş ve diğer yardım kuruluşları tarafından benimsenmiştir. Bu faliyetlerden etkilenen OECD 90'ların ortasında bir amaç listesi oluşturmuş ve yılında da Birleşmiş Milletler aynı listeyin"Bin Yılın Kalkınma Hedefleri" adıyla benimsemiştir. 1- Aşırı yoksulluk ve açlığın ortadan kaldırılması 2- Herkes için temel eğitimin sağlanması 3- Cinsiyet eşitliğinin ilerletilmesi ve kadınların yetkilendirilmesi 4- Çocuk ölümlerinin azaltılması 5- Anne sağlığının iyileştirilmesi 6- HIV, sıtma ve diğer hastalıklarla mücadele 7- Çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması 8- Kalkınma için küresel bir ortaklık gelişmesi Tüm bu gelişmeler sonucunda devlet, eskisinden daha fazla önem kazanmaya başlamıştır yılında İngiltere Başbakanı Gordon Brown devletin ekonomi üzerindeki gözetim ve denetimini ortadan kaldıran "Washington Uzlaşısı"nın bittiğini ilan etmiştir.

27 1.6.3 Yoksulluğun Azaltılması Strateji Belgeleri ve Bin Yılın Kalkınma Hedefleri
Öncelikli amacı yoksulluğun azaltılması olan Post-Washington Uzlaşısın temel vurgusu "Yoksulluğun Azaltılması Strateji Belgeleri"inde yoğunlaşmıştır. Yoksulluğun azaltılması strateji belgeleri gelişmekte olan ülkelerin yoksulluğu azaltmak için esas olarak kendilerinin oluşturdukları kapsamlı ve ayrıntılı planlardır. Bu bağlamda yapısal uyum programlarının zayıf yanlarından biri genellikle destek alan hükümetleri ve ülke halkını dikkate almayan koşullandırmalara dayanmasıydı. İşte bu zayıflık strateji belgeleriyle düzeltilmeye çalışılmıştır çünkü strateji belgeleri yardım alan hükümetlerin tam katılımıyla hazırlanmakta belgede geçen amaçlara bağlı kalmaları ve sahiplenmeleri beklenmektedir. Bu belgelerin hazırlanmasında hükümetler sürücü koltuğundadır. Kapsamı ise 4 temel unsurdan oluşur 1- Ülkenin katılımcı sürecinin tanımlanması. 2- Yoksulluğun teşhisi 3- Hedefler, göstergeler ve tarama sistemi yıllık dönemler için liste halinde özetlenmiş öncelikli kamusal faliyetler.

28 Bu strateji belgeleri İMF ve Dünya Bankası tarafından verilen ve "Ağır Borç Yükü Altındaki Yoksul Ülkeler Girişimi" nin borçlarının hafifletilmesini içeren imtiyazlı krediler içinde temel oluşturmuştur. Bu belgeler Dünya Bankası tarafından başlatılan bir uygulama olmasına rağmen kısa sürede kalkınmanın her sürecinde kabul görmüş ve diğer yardım kuruluşları tarafından benimsenmiştir. Bu faliyetlerden etkilenen OECD 90'ların ortasında bir amaç listesi oluşturmuş ve yılında da Birleşmiş Milletler aynı listeyin"Bin Yılın Kalkınma Hedefleri" adıyla benimsemiştir. 1- Aşırı yoksulluk ve açlığın ortadan kaldırılması 2- Herkes için temel eğitimin sağlanması 3- Cinsiyet eşitliğinin ilerletilmesi ve kadınların yetkilendirilmesi 4- Çocuk ölümlerinin azaltılması 5- Anne sağlığının iyileştirilmesi 6- HIV, sıtma ve diğer hastalıklarla mücadele 7- Çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması 8- Kalkınma için küresel bir ortaklık gelişmesi Tüm bu gelişmeler sonucunda devlet, eskisinden daha fazla önem kazanmaya başlamıştır yılında İngiltere Başbakanı Gordon Brown devletin ekonomi üzerindeki gözetim ve denetimini ortadan kaldıran "Washington Uzlaşısı"nın bittiğini ilan etmiştir.

29 YENİ EĞİLİMLER: ÇEVRE VE İNSAN
Arz yanlı iktisat ve monetarist politikalarla birlikte yeni bir dönemin aralandığı 1970’li yıllardan itibaren iktisatta insani boyut bir kenara itilmeye başlarken, iktisadi kalkınmada insani ve çevresel boyutları esas alan, temel ihtiyaçlar, insani gelişme, çevre ve sürdürülebilir kalkınma, yoksulluk gibi kavramlar ortaya çıkmaya başlamıştır. SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA Büyümenin Sınırları Raporu (1972) The Global 2000 Report To The President (1980) Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Bildirgesi (1972) Ortak Geleceğimiz Raporu (1987)

30 Sürdürülebilir Kalkınma: Bugünün gereksinimlerini, gelecek kuşakların gereksinimlerini karşılama yeteneğinden ödün vermeden karşılayan kalkınma olarak tanımlanır. Bu kavram ile birlikte geleneksel iktisadi büyüme ve kalkınma yaklaşımlarında serbest mal olarak kabul edilen doğal kaynaklar/çevre, kıt girdiler olarak kabul görmeye başlamıştır. Eskiden doğal kaynakları koruyup zenginleştirme anlamında ekolojik boyutu ile ele alınan sürdürülebilir kalkınma, şimdi ise ekonomik ve toplumsal boyutları da kapsamasıyla birlikte daha geniş bir içerik kazanmıştır. Sürdürülebilir kalkınma çevresel olduğu kadar ekonomik ve toplumsal boyutları da olan bir kavram olarak değerlendirilmektedir.

31 Sürdürülebilir kalkınma ile vurgulanmak istenen, iktisadi büyümenin tek başına yeterli olmayacağı, yaratılan zenginliklerin ülkeler, bölgeler ve gelir grupları arasında adil dağıtılması ve çevresel değerlerinde korunması gerektiğidir. Özellikle ‘’Ortak Geleceğimiz ‘’ raporu ile yaygınlaşan sürdürülebilir kalkınma konusunu ele alırken kimi yazarlar, doğal kaynaklar ile insan yapımı kaynaklar(sermaye) arasındaki ikame ilişkisinin derecesine göre; Zayıf Sürdürülebilirlik Güçlü Sürdürülebilirlik Çok Güçlü Sürdürülebilirlik olmak üzere 3 farklı yaklaşımda bulunmuşlardır.

32 EKOLOJİK AYAK İZİ Ekolojik ayak izi: bir bireyin, bir faaliyetin, bir topluluğun ya da ülkenin tükettiği kaynakları üretmek ve yarattığı atıkları ortadan kaldırmak için gereken biyolojik olarak verimli toprak ve su alanı miktarı olarak tanımlanmaktadır. Ekolojik ayak izinin 6 bileşeni vardır. Bunlar; Karbon tutma ayak izi Otlak ayak izi Orman ayak izi Balıkçılık sahası ayak izi Tarın arazisi ayak izi Yapılaşmış ayak izi Ekolojik bağlamda sürdürülebilirlik ekolojik ayak izi ile hesaplanmaktadır.

33 Atıkların, özellikle de fosil yakıtların neden olduğu karbonmonoksitin bertaraf edilmesi için ihtiyaç duyulan alan sürekli arttığından ekolojik ayak izi de sürekli artmaktadır. Ekolojik ayak izi analizleri sonucunda, zengin ve kalkınma düzeyleri yüksek ülkelerin tüketim miktarlarının, yoksul ve kalkınma düzeyi düşük olan ülkelerdekiyle karşılaştırıldığında kalkınmış olan ülkelerin tüketim miktarlarının, yoksul ülkelere kıyasla çok yüksek olduğu ortaya çıkmaktadır. Örneğin bir Amerikalı’ nın ayak izi, 43 Afrikalı’ nınkine eşittir. Diğer bir açıdan her bir insan ABD ya da Birleşik Arap Emirlikleri’ ndeki ortalama tüketim alışkanlıklarına sahip olsaydı, ihtiyaçlarımızı karşılamak için yaklaşık 5 gezegen kadar biyolojik kapasiteye ihtiyaç olacaktı.

34 Zaten 1970’ li yıllardan itibaren dünyanın insanlığın ekolojik ayak izi, dünyanın yıllık biyolojik kapasitesini geçmeye başlamıştır. Çünkü insan nüfusu, kaynakları ekosistemlerin kendini yenileme sürecinden daha evvel tüketmeye ve sistemin tutabileceğinden daha fazla atık oluşturmaya başlamıştır. Ekolojik ayak izi hesaplamaları sürdürülebilirlik sınırlarının ciddi bir şekilde aşılmakta olduğunu göstermektedir. ‘’Büyümenin Sınırları’’ raporunun güncel bir çalışması olan ‘’Sürdürülebilir Toplum’’ çalışmasında sürdürülebilir topluma geçmenin mümkün olduğu ve bu geçişin de, sınai ürün, hizmetler, gıda ürünleri ve diğer maddi ürünler arasında yapılacak kaynak tahsisine bağlı olmasının yanı sıra, insan sayısı, yaşam standartları ve teknolojik yatırıma ilişkin yapılacak seçimlere bağlı olduğu belirtilmiştir.

35 Çevresel Kuznets Eğrisi
1990’lı yıllardan itibaren ‘’Kuznets Ters U Eğrisi’’ ne benzer bir şekilde, çevre ile gelir düzeyi arasındaki değiş-tokuş ilişkisine değinen bir ‘’Çevresel Kuznets Eğrisi’’ nden söz edilmeye başlanmıştır. Çevresel Kuznets Eğrisi hipotezlerine göre, ülkeler zenginleştikçe çevresel bozulmanın artacağı, ancak, belli bir gelir düzeyine ulaşıldıktan sonra gelirdeki artışın çevre kalitesine olumlu katkıda bulunacağı iddia edilmiştir. Başka bir ifade ile iktisadi büyümeyle birlikte yükselen kişi başına gelir belli bir eşik gelir düzeyine ulaştıktan sonra, iktisadi büyümeden kaynaklanan çevresel tahrip ve kirlilik azalmakta hatta tam tersine çevresel kalite artmaktadır.

36 İktisadi büyümeye çevresel kirliğin eşlik etmesinin pek çok nedeni vardır;
İktisadi büyümenin ve sanayileşmenin başlangıç aşamasında olması ve bu nedenle çevreye önem vermekten ziyade yüksek gelir düzeyine ulaşmaya öncelik verilmesi Tarımsal üretimin gelişmesi ile birlikte ortaya çıkan toksik atık miktarının artması Azgelişmiş yoksul ülkelerin temiz ve güvenli teknolojileri pahalı olmaları nedeniyle elde edememeleri bu nedenler arasında yer almaktadır. Diğer bir etken ise çevrenin gelir esnekliğinin birden büyük olmasıdır. Yani lüks mal olarak kabul edilmesi ve çevrenin korunmasına yalnızca zengin ülkeler tarafından önem verildiğinin varsayılmasıdır. Aslında bu varsayım doğru olsa dahi, gelir düzeyi artışıyla birlikte artan taşıt araçları nedeniyle çıkan karbondioksit salınımı fazlalığı gibi sebeplerle gelişmiş ülkelerin çevre sorununda başrol oynadığı bilinmektedir.

37 İnsani Gelişme Ve Yoksulluk
1990’lı yıllarda ekonomik açıdan pek çok gelişmekte olan ülkede ortaya çıkan manzara, finansal krizler, artan işsizlik, gelir dağılımında bozulmalar ve yoksulluğun artışıdır. Yoksulluğun çarpıcı noktalara ulaşmasının en büyük göstergesi de IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların dahi iyimser politikalarını bir ölçüde sorgulayarak, yoksulluğun, açlığın zamanımızın en ciddi sorunu olduğunu ilan etmeleri olmuştur. Bununla birlikte tüm uluslararası kuruluşların yoksullukla mücadele ilk günden maddesi haline gelmiştir.

38 Kalkınma felsefesindeki bu değişiklikle birlikte, kalkınma göstergeleri bakımından çevresel faktörlerin yanı sıra, gelir dağılımında eşitlik, yoksulluk gibi temel insani sorunlar daha yer kaplar olmuştur. Bununla birlikte kimi insani faktörler de; İnsani Gelişme Endeksi Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi Temel İhtiyaçları Karşılama Endeksi Eşitsizliğe Uyarlanmış İnsanı Gelişme Endeksi İnsani Yoksulluk Endeksi Cinsiyete Bağlı Gelişme Endeksi Cinsiyet Yetkinlik Ölçümü Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi İnsani Özgürlük Endeksi Siyasal Özgürlük Endeksi gibi endeksler ile hesaplanmaya başlanmıştır.

39 Ortaya çıkan yeni yaklaşımlarla birlikte kalkınma kavramı, sürekli büyüyen bir iktisadi ortam içinde yoksulluğun, işsizliğin ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi boyutlarıyla ele alınmaya başlanmış, kalkına kavramı sadece iktisadi değil sosyal, siyasal ve ulusal kurumlardaki temel değişiklikleri de içeren çok boyutlu bir kavram olarak vurgulanır olmuştur. Yoksulluğun azaltılması, beslenme, barınma, sağlık ve korunma gibi ihtiyaçların karşılanması, daha çok iş, daha iyi eğitim, kültürel ve insani değerlere daha fazla önem verilmesi ve bireylerin ekonomik ve sosyal seçeneklerinin arttırılması, kalkınmanın temel hedefleri konumuna yükselmiştir.


"AZGELİŞMİŞ ÜLKELER VE KALKINMA İKTİSADININ EVRİMİ" indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları