Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

ORTA DOĞU’DA MANDA YÖNETİMLERİ

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "ORTA DOĞU’DA MANDA YÖNETİMLERİ"— Sunum transkripti:

1 ORTA DOĞU’DA MANDA YÖNETİMLERİ

2

3 MANDA REJİMİ- Madde 22 Önceden kendilerini yöneten devletlerin hâkimiyetinden kurtulan ve kendi kendini yönetmeye yeterli olmayan halklar tarafından kalınan (yaşanılan) topraklar. Bu halkların iyiliği ve gelişmesi kutsal bir medeniyet görevi oluşturuyor. (…) Bu halkların vesayetinin, bu sorumluluğu daha iyi yerine getirebilecek gelişmiş milletlere verilmesine karar verildi. Gelişmiş devletler bu vesayeti Milletler Cemiyeti adına uygulayacaktır. Mandanın özelliğinin halkın gelişmişlik derecesine, toprağın coğrafi durumuna, iktisadi şartlarına göre farklılaşması gerekiyor:

4 Versay Antlaşması’ndan alıntı Prof. Dr. Ömer TURAN, Orta Doğu, s. 111
MANDA REJİMİ- Madde 22 A. Daha önce Osmanlı İmparatorluğu’na ait bazı topluluklar geçici olarak bağımsızlığının tanınabileceği gelişmişlik derecesine ulaşmışlardır; tabii ki tek başına idare edebilecekleri ana kadar mandanın tavsiye ve yardımlarının idarelerine yön vermesi şartıyla. B. Özellikle Orta Afrika’daki diğer halkların gelişmişlik derecesi, din ve vicdan özgürlüğünün sağlanması, engellerin kaldırılması, polis ve savunma dışında yerlilere silah eğitiminin yasaklanması şartıyla, mandacıların orada toprağın idaresini üstüne almasını gerektiriyor. C. Medeniyetin merkezinden uzaklaşmış, Güney Batı Afrika ya da Pasifik’teki adalar gibi toprakların sadece mandacıların kanunlarıyla, kendi topraklarının bir parçası gibi yönetilmesi daha iyi olacaktır. Versay Antlaşması’ndan alıntı Prof. Dr. Ömer TURAN, Orta Doğu, s. 111

5 ŞERIF HÜSEYIN - Mc MAHON MEKTUPLAŞMASI
Şerif Hüseyin’in İngiltere’ye önerdiği 6 maddelik anlaşma metninden (14 Temmuz 1915): 1. İngiltere kuzeyde Mersin, Adana ve üzerinde bulunduğu 37. paraleli, Birecik, Urfa, Mardin, Midyat, Cizre, Ahmediye hattı (Iran sınırına kadar), doğuda Iran sınırı ve Basra Körfezi, güneyde (Aden mevcut pozisyonu saklı kalmak üzere) Hint Okyanusu, batıda Kızıldeniz ve Akdeniz (Mersin’e kadar) sınırlarıyla çevrili Arap ülkelerinin bağımsızlığını kabul eder ve İslam Arap halifesinin ilanını onaylar. 2. Şerif Hüseyin hükûmeti, İngiltere’nin Arap ülkelerindeki bütün ekonomik teşebbüslerde öncelik sahibi olacağını kabul eder.

6 Mc Mahon’un mektubunda İngiltere adına verdiği garantilerden bazıları (24 Ekim 1915):
“Mersin ve İskenderun bölgeleriyle Suriye’nin Şam’ın batısına düşen kısmının tümüyle Arap olduğu söylenemez, dolayısıyla talep edilen sınırların dışında bırakılmalıdır. 1. Yukarıdaki değişiklikleri göz önünde tutarak İngiltere, Mekke Şerifi tarafından talep edilen sınırlar içerisindeki bütün bölgelerde Arapların bağımsızlıklarını tanımaya ve desteklemeye hazırdır. (...) 3. Durum el verdiğinde İngiltere, Araplara değişik bölgelerde, en uygun şekillerde devletlerinin kurulması için yardımcı olacak, tavsiyede bulunacaktır. (...) 5. Bağdat ve Basra vilayetleri konusuna gelince; bu yerlerin dış saldırılara karşı güvenliklerinin sağlanması, bölge halkının refahının geliştirilmesi ve karşılıklı ekonomik çıkarlarımızın güvenliği için Araplar, İngiltere’nin bu bölgelerde mevcut pozisyon ve çıkarlarının gerektirdiği özel idari düzenlemeleri tanıyacaklardır.” (...)

7 Suudi Arabistan -1: I. Dünya Savaşı sırasında yanında yer alan yerel liderlere İngiltere’nin bağımsızlık vaadi üzerine Hicaz Emiri Şerif Hüseyin kendini “Arap Ülkeleri Kralı” ilan etti. Ancak İtilaf devletleri onu sadece Hicaz Kralı olarak tanıdı. Şerif Hüseyin, oğullarını Irak ve Ürdün’e kral tayin etti ve 5 Mart 1924’te halifeliğini ilan ederek bölgedeki konumunu güçlendirdi. Başlangıçtan beri bölge liderliği konusunda rekabet eden Necd Emiri Abdülaziz İbni Suud, Şerif Hüseyin’e savaş açtı. Galip gelen İbni Suud kendini Hicaz ve Necd Kralı ilan etti. İngiltere’nin 1927’de tanıdığı bu krallık 1932’de “Suudi Arabistan Krallığı” adını aldı. Suudi Krallığı’nın 1936’da Amerikan şirketi Aramco’ya petrol ayrıcalığı vermesiyle ABD bölgeye girmiş oldu.

8 Suudi Arabistan-2 : İngiltere’nin Arap Yarımadası’nda uğraştığı bir diğer bölge Yemen’di. Yemenliler, İngilizlerin I. Dünya Savaşı’nda işgal ettikleri Yemen topraklarını geri alabilmek için mücadeleye başladılar. Karışıklıktan faydalanarak Kızıldeniz’e sokulmaya çalışan İtalya’nın olaya müdâhil olarak Yemenlilere yardım etmesi üzerine İngiltere 1934’te Yemen’in bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. Ancak bölgede İngiltere’nin Yemen ve İtalya ile olan mücadelesi devam etti.

9 Şerif Hüseyin Abdül Aziz El Saud Aramco

10 Vehhabilik: Tarihçe. Vehhâbîliğin kurucusu, Arabistan’ın Necid bölgesindeki Uyeyne’de Hanbelî kadısının oğlu olarak 1115 (1703) yılında dünyaya gelen Muhammed b. Abdülvehhâb’dır. Düşünceleri ilim tahsili amacıyla gittiği Mekke ve Medine’de şekillenmeye başladı. Basra seyahati sırasındaki müzakere ve münazaralarında özellikle tevhid inancına yönelik farklı görüşleri bölgedeki bazı âlimlerin tepkisini çektiği için Necid’e dönmek zorunda kaldı. Uyeyne emîriyle ihtilâfı yüzünden Hureymilâ’da bulunan babasının yanına yerleşti. Babasının ölümünün (1740) ardından şirk diye gördüğü bazı dinî uygulamalar için bir hareket başlattı. Ancak kendisine karşı muhalefetin şiddetlenmesi üzerine tekrar Uyeyne’ye, burada da ciddi bir muhalefetle karşılaşınca 1158’de (1745) Suûd ailesinin hâkimiyetindeki Dir‘iye’ye gitti. Hureymilâ ve Uyeyne’de bulamadığı siyasî himayeye Dir‘iye emîri Muhammed b. Suûd’un yanında kavuşması İbn Abdülvehhâb için önemli bir gelişme oldu. Bu ikisi arasında yapıldığı iddia edilen bir antlaşmaya göre Suûdî emîri, şeyhin Suûdî hâkimiyetini desteklemesi taahhüdü karşılığında Vehhâbî davasını yayma hususunda her türlü yardımı yapmaya söz verdi. Böylece İbn Abdülvehhâb fikirlerini yayabilmek için ihtiyaç duyduğu siyasî desteğe, İbn Suûd da siyasî hâkimiyet alanını genişletebilmek için güçlü bir dinî şahsiyete kavuşmuş oluyordu. Bu ittifakın sağladığı dinamizmle Suûdîler, İbn Abdülvehhâb’ın vefat ettiği 1792 yılına kadar geçen sürede Riyad, el-Harc ve Kasîm’de hâkimiyet kurdular, Necid’in bedevî kabilelerini itaat altına aldılar. 1795’te ise Ahsâ’yı ele geçirdiler.

11 Bidatlar meselesi: Vahhabiliğin en önemli özelliklerinden birisi de bid'atlar karşısındaki tutumudur. Muhammed bin Abdülvahhab'a göre Kur'an ve Sünnet'te olmayan her şey bid'attır. Bir bid'at çıkaran melundur ve çıkardığı şey reddedilmelidir. Bid'atların çoğu insanları şirke düşürmektedir. Bunların başında mezarlar, türbeler ve bunların ziyaretleri gelir. Mezarlarda yapılan ibadetler şirktir. Sevap umarak Peygamberin kabrini ziyaret bile şirke neden olabilir. Şirke neden olmamaları için, mezar ziyaretleri, türbe yapımı kesin olarak yasaklanmalıdır. Ölülere niyaz,tevessül, falcılara, müneccimlere inanmak, Peygamber'in anısını yüceltmek, Hırka-ı Şerif ve Sakal-ı Şerif ziyaretleri yapmak, Allah'tan başkasına ibadet etmek, şirk koşmaktır. Mevlit toplantıları düzenlemek, bu toplantılarda mevlit kumak, sünnet ya da nafile namazlar kılmak yasaklanmalıdır. Göz değmemesi için nazar boncuğu takmak, muska takınmak, ağaç, tas vb. şeyleri kutsal saymak, bir hastalık ya da beladan kurtulmak, güzel görünmek vb. için boncuk, ip, hamayi gibi şeyler takınmak, sihir, büyü, yıldız falı gibi şeylere inanmak, iyi kişilere, velilere tazimde bulunmak, onlara dua etmek, onlardan yardım dilemek gibi şeyler de tamamıyla şirke neden olan bidatlardandır. Riya için namaz kılmak, iyi insan gibi görünerek çıkar sağlamak da şirktir. Cami ve mescitlerin süslenmesi, minare yapılması da terk edilmesi gereken bidatlardır.

12 Ortadoğu’nun Paylaşılması

13 İngiltere sömürge yollarını Akdeniz’den Basra Körfezi’ne kadar birleştiren Irak topraklarına tam olarak egemen olmak istiyordu. Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandığında Irak, Musul dışında İngiliz kontrolüne bırakıldı. San Remo Konferansında zengin petrol yataklarına sahip olan Musul dâhil Irak’ın İngiliz Mandasına girmesi kabul edildi. Irak’ta kendi politikalarına uygun bir yönetim oluşturmak isteyen İngiltere, 1921’de Hicaz Kralı Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ı Irak krallığına getirdi. Bu durumu kabul etmeyen Iraklıların başlattığı bağımsızlık mücadelesi sonucu İngiltere, 1922 ‘de Irak’a bazı tavizler verdi. Bu antlaşma İngiltere’ye Irak'ın iç ve dış işlerinin idaresinde geniş yetkiler vermekteydi. Bu antlaşma Irak milliyetçilerinin baskısını hafifletmeyince, 14 Aralık 1927 de, Irak üzerindeki kontrolünü biraz daha gevşeten ikinci bir antlaşma yaptı. 30 Haziran 1930’da yapılan antlaşma ile Irak, bağımsızlığını kazandı. Yapılan yeni antlaşmaya göre: Dış politikada iki devlet birbirine danışacak, Irak saldırıya uğrarsa İngiltere yardım edecek ve Irak ordusunu eğitecekti. 1938’de Irak yönetimi İngiliz yanlısı olan Başbakan Nuri Sait Paşa’nın eline geçti. Böylece İngiltere, II. Dünya Savaşı öncesinde Irak üzerindeki egemenliğini sürdürmüş oldu. Irak:

14 Sınırları ve yönetim biçimi İngiltere’nin isteğine göre Milletler Cemiyetinin kararıyla belirlenen Ürdün 1922’de İngiltere’nin mandası olarak kuruldu. Başına Hicaz Kralı Şerif Hüseyin’in oğlu Abdullah’ın getirildiği manda yönetimi doğrudan Filistin’deki İngiliz komiserine bağlıydı. Ürdün, bağımsızlığına 1946’da kavuştu. Ürdün:

15 Filistin: San Remo Konferansı‘nda İngiliz mandasına bırakılan yerlerden biri de Filistin’di. İngiltere’nin Filistin’de “Yahudi yurdu” kurma çalışmaları, Wilson Prensipleri’ne uygun olarak ABD tarafından desteklendi. Balfour Deklarasyonu olarak bilinen bu mektupta İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour, Siyonist lider Rothschild’e şöyle hitap etmekteydi: "Saygıdeğer Lord Rothschild, Majestelerinin Hükümeti adına kabineye sunulan ve kabul edilen Yahudi Siyonist isteklerini sempati ile karşılayan müteakip deklarasyonu iletmekten memnuniyet duyarım. "Majestelerinin Hükümeti, Filistin'de Museviler için bir milli yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Filistin'deki mevcut Musevi olmayan toplumların sivil ve dini haklarına ve başka ülkelerde yaşayan Musevilerin sahip oldukları hak ve politik statülerine zarar verecek hiçbir şeyin apılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır.Bu deklerasyonu Siyonist Federasyonu'nun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım. Saygılarımla Arthur James Balfour"

16 Mısır: 1882’de Mısır’ı işgal eden İngiltere, Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesiyle de 1914’te topraklarına kattığını açıklamıştı. İngiltere’nin Mısır’ı işgaliyle başlayan milliyetçilik hareketleri Wilson Prensipleri’nin yayınlanmasıyla gelişerek Mısır’da bağımsızlık ümidini güçlendirdi. Said Zaglül'ün 1919 başlarında kurduğu Vafd Partisi bütün memlekette ayaklanma ve gösterilere başvurarak, İngiltere’ye karşı milliyetçi hareketin öncülüğünü ele almıştır. Ancak Zaglül ve diğer ayaklanma liderlerinin sürgüne gönderilmesi İngiltere’ye bir yarar sağlayamayınca 28 Şubat 1922 de yayınladığı bir deklarasyonla, Mısır'ın bağımsızlığını ilan etti ve Hidiv I. Fuat da bu deklarasyonu kabul ile Kral (Melik) unvanını aldı. Ancak İngiltere, Süveyş Kanalı ve Mısır’daki yabancıların haklarını korumayı üzerine aldı. Böylece Mısır’daki egemenliğini dolaylı olarak sürdürdü.

17 Mısır: Mısır halkı, İngiltere’nin Süveyş Kanalı koruyuculuğundan vazgeçmesi ve Mısır’daki askerlerini çekmesi konusunda baskı yaptı. Bu esnada İtalya’nın Habeşistan’ı (1936) işgal ederek Nil’in kaynaklarına egemen olması ve İtalya’nın Almanya ile Orta Doğu’da bağımsızlık isteyen milletleri kışkırtarak yardım etmesi İngiltere’nin Mısır politikasında değişikliğe gitmesine sebep oldu. Bu gelişmeler İngiltere’yi Mısır ile anlaşma ve ittifak yapmaya zorladı. Buna göre: İngiltere, Mısır’dan çekilirken sömürge yolu üzerindeki Süveyş Kanalı’nda sürekli asker bulundurma hakkı elde etti. Ayrıca İngiltere, saldırı hâlinde Mısır’ı koruyacaktı. Böylece İngiltere, Mısır’daki nüfuzunu korumuş oldu.

18 İran: 1907 Anlaşması ile İran, İngiltere ile Rusya arasında nüfuz bölgelerine paylaşılmıştı. Çarlık Rusya’nın yıkılmasından sonra İngiltere tek başına İran üzerinde nüfuz kurma yoluna gitti ve İran'a 9 Ağustos 1919 da bir antlaşma imzaladı. Bu antlaşma ile İngiltere, İran'ın idare ve askeri teşkilatını düzenleme görevini üzerine alıyor ve ayrıca İran'a teknik ve mali alanlarda yardım vaad ediyordu. Ancak 1925’te Kaçar Ailesi’nin egemenliğine son veren Ahmet Rıza Pehlevi kendisini Han ilan etti. Bundan sonra Rıza Şah geniş ve köklü reformlar yaparak memleketi batılılaştırma politikasın izlemiş din adamlarının etkisini kıramamakla beraber eğitimde ve askeri alanda önemli reformlar yapmış ve kapitülasyonlara son vermiştir. Kendisine Türkiye’yi örnek alan Rıza Şah Atatürk ve Türkiye ile yakın ve samimi münasebetler kurdu.

19 b. Fransa ve Orta Doğu Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla Orta Doğu’da söz sahibi olmak isteyen devletlerden birisi de Fransa’ydı. San Remo Konferansı’nda Fransa’nın payına Suriye ve Lübnan düşmüştü. Ayrıca Sevr Antlaşması ile Güney Doğu Anadolu’yu, diğer İtilaf devletleriyle birlikte, Boğazları ve İstanbul’u işgal etmişti. Fransa’nın amacı, aldığı yerleri korumak hatta daha da genişletmekti. Suriye’nin çeşitli bölgelerinden temsilcilerin oluşturduğu Suriye Ulusal Kongresi, Mart 1920’de merkezi Şam olmak üzere Lübnan ve Filistin topraklarını da içine alan Suriye Krallığı’nı kurdu. Başına Kral Faysal’ın getirildiği bu devlet, San Remo Konferansı’nda tanınmadı. Filistin bu devletten alınarak İngiltere’ye, Lübnan ve Suriye ise Fransa mandası altına verildi. Suriye’yi işgal eden Fransa, Kral Faysal’ı tahttan indirerek bölgeyi sıkı askerî denetimi altına aldı. Lübnan’ı, topraklarını iki kat artırarak Suriye’den ayırdı. Fransa’nın Suriye’yi eyaletlere ayırarak federal bir düzen kurması, Arapların tepkisini daha da artırdı.

20 Anadolu’da işgal ettiği yerlerde Türk kuvvetlerine karşı direnemeyen Fransa, Ankara Antlaşması’yla Güney Doğu Anadolu’yu boşaltarak bütün dikkatini Suriye’ye yöneltti. Kuvvet yoluyla buralarda tutunamayacağını anlayınca 1926’da Lübnan’a, 1930’da da Suriye’ye bağımsızlıklarını verdi. Ancak her iki devletin de anayasasında Fransız mandasının devamını sağlayan maddeler vardı. İtalya’nın Habeşistan’ı işgali ve Akdeniz’de tehlikeli olması, Almanya’nın Orta Doğu’da İngiltere ve Fransa aleyhine girişimlerinden sonra Fransa 1936’da Lübnan ve Suriye ile ittifak anlaşması yaptı ancak Fransa parlemontesu anlaşmaları onaylamadı. Fransa,Suriye ve Lübnan’dan 1946’da tamamen çekildi.


"ORTA DOĞU’DA MANDA YÖNETİMLERİ" indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları