İkinci Dünya Savaşı Yıllarında ve Sonrasında Türkiye Ekonomisi
Savaş Ekonomisi Uygulamaları 1938 yılında M.K.Atatürk’ün ölümü ve II. Dünya Savaşı’nın yaklaşması, sanayileşme hamlesinin sürdürülmesini engelledi. Her şeye rağmen BBYSP’nında öngörülen ancak süresi içerisinde yetiştirilemeyen yatırımlar bu dönemde tamamlandı. İBYSP ise yürürlüğe dahi konulamadı.
II. Dünya Savaşı için ekonomik anlamda bir hazırlık yapılmadı II. Dünya Savaşı için ekonomik anlamda bir hazırlık yapılmadı. Yapılan hazırlıklar askeri düzeyde kaldı. Türkiye her ne kadar 11 Eylül 1939’da İngiltere ve Fransa ile ittifak antlaşması yapmış olsa da, silahlı bir tarafsızlık politikası izlediği için, sıcak savaşa girmemiştir. Sıcak savaşa girilmese de, savaşın her türlü zorluğu hissedildi.
Askere alınan vatandaşların sayısındaki artış ve onların savaşa hazır şekilde tutulmasının yarattığı maliyet, bütçedeki savunma harcamalarının artmasına neden olmuştur. Nitekim önceki dönemde bütçenin %40’ını oluşturan savunma harcamaları, bu dönemde %60’a yükselmiştir. Vergi gelirleri ve borçlanma savaşın bu artan maliyetlerini karşılamada yetersiz kalınca, TCMB kaynaklarına başvurmak kaçınılmaz oldu.
Bu da doğal olarak, başta enflasyon olmak üzere, emisyon artışının bütün olumsuz sonuçlarını doğurdu. Sadece savunma harcamaları artmamıştır. Çok sayıdaki askeri beslemek için ordunun tüketim mallarına olan talebi de artmıştır. Çalışma çağındaki bir çok kişinin askere alınması üretimin düşmesine de yol açmıştır. Ordunun artan talebi azalan üretimle birleşince, enflasyonist baskı iyice artmıştır.
Zaten kendini yeni yeni toparlamaya başlamış olan Türkiye ekonomisi, savaşın bu olumsuzlukları ile iyice zor duruma düşmüştür. Bu zor durumdan kurtulmak için “Milli Koruma Kanunu (Ocak 1940)” çıkarılmıştır. Bu kanunun öngördüğü kontrol ve yasaklamalar şu şekilde sayılabilir: Devlet özel kesim elinde bulunan sanayi ve madencilik tesislerinin hangi maldan ve ne kadar üreteceğine müdahale edebilecektir. Madenlerde ve yol yapımlarında vatandaşlar zorunlu çalışmaya tabi tutulabilecektir.
Hükümet gerek gördüğü kuruluşlara tazminat ödeyerek el koyabilecektir. Tarımda ne ekileceğine devlet karar verecek, 500 hektarın üzerindeki arazilere gerekirse tazminat ödeyip direkt devlet işletebilecektir. Özel kişilere ait araçlar, devletçe belirlenecek fiyatlarla istenilen yerlerde çalıştırılabilecektir. Gerekirse bu araçlar devletçe satın alınabilecektir.
Özel kesim yatırım yaparken devletten izin alma zorunluluğu getirilmiş ve devlet denetimine tabi tutulmuştur. İç ve dış ticarete fiyat kontrolü sistemi getirilmiştir. Devlet piyasalara alıcı olarak girebilecek, bizzat ithalat yapabilecektir.
Milli Koruma Kanunu girişim özgürlüğünü büyük ölçüde kısıtlamış gibi görünse de hükümet bu yetkilerini oldukça ölçülü kullanmıştır. El koyma kararları tarım ve sanayide sınırlı maddeler için uygulanmıştır. Zaten alınan bu tedbirler de beklenen yararları sağlamamış, bürokratik engeller nedeniyle etkisizleşmiştir.
Hükümet aynı yıl, ithalatı ve ihracatı daha sıkı denetleyip, bazı maddelerin dış ticaretini kamu kuruluşları aracılığıyla gerçekleştirmek için bazı kararlar alıp bazı kurumlar oluşturmuştur. Bu amaçla 1941 yılında Ticaret Ofisi, Petrol Ofisi kurulmuştur. Bu kuruluşların görevi bazı temel tüketim mallarının ve petrol ürünlerinin ithalat ve ihracatını yapmak, yurtiçi dağıtımını ve fiyatlarını denetlemektir.
1942 yılında temel gıda ve diğer tüketim mallarının halka dağıtımı için “Dağıtma Ofisi” ve “Mahalli Dağıtma Birlikleri” kuruldu. Böylece, piyasa mekanizması yerine tayınlama (karneye bağlama) sistemi getirilmiş oldu. Başta ekmek olmak üzere pek çok ürün karneyle dağıtıldı. 11 Kasım 1942’de çıkarılan ve hala tartışılan bir diğer kanun da “Varlık Vergisi Kanunu”dur.
Bu kanun savaş döneminde elde edilen aşırı ticari kazançlara el koyma amacı güden ve bir defalık alınan bir tür servet vergisidir. Hükümet bu vergi ile, hem azınlıkların haksız şekilde elde ettiği bu kazançları ellerinden alıp, iktisadi hakimiyetin tekrar milli unsurlara geçmesini, hem savaşın maliyetini finanse etmeyi ve hem de enflasyonist baskıları kırmayı amaçlamıştı.
Amaç 164 bin civarındaki mükelleften 465 milyon TL toplamaktı Amaç 164 bin civarındaki mükelleften 465 milyon TL toplamaktı. Ancak sadece 114 bin mükelleften sadece 315 milyon TL toplanabilmiştir. Bu para o dönemki kamu harcamalarının %38’ini karşılamıştır. Vergi borcunu verilen süre içinde ödemeyenlerin mallarına el koyma ve zorunlu bedeni çalışma gibi cezalar getirilmişti. Vermeyenlerin tepkisi yoğun bir hal alınca, önce ertelenmiş sonra da tamamen silinmiştir.
Atatürk bir çok meclis konuşmasında toprak reformunun gerekliliğini dile getirmiştir. Bu doğrultuda bazı girişimler yapıldı, 1942-43 yıllarında yasa tasarıları oluşturuldu. Ancak bu çalışmalar bir sonuca ulaşmadı. 1945 yılında büyük toprak sahiplerinin bütün engelleme çabalarına rağmen “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu” TBMM’de kabul edildi.
Bu kanun devlete ait toprakların ve belirli büyüklükteki ve belirli şartları taşıyan özel arazinin bir kısmının kamulaştırılarak topraksız köylülere dağıtılmasını öngörüyordu. Bu kanun 28 yıl süreyle yürürlükte kaldı. Bu süre içinde, 2.2 milyon hektar toprak 432117 aileye dağıtıldı. Bu kanun amacına tam olarak ulaşamamış, hatta “deneme” denilebilecek kadar değişiklik geçirmiştir.
Varlık Vergisi ile tüccar ve sanayici kesimi karşısına alan hükümet, Toprak Reformu ile de tarım kesimini karşısına almış, biriken bu tepkiler Demokrat Parti’nin doğuşunu hazırlamıştır. 1946’daki ilk çok partili seçimi kazanamasa bile, Demokrat Parti çok büyük destek görmüştür.
Savaş Yıllarında Ekonomideki Gelişmeler
GSMH’ da ve Sektörlerde Gelişmeler Türkiye II. Dünya Savaşı’na girmemiş, ancak 900 bin askeri silah altında tutarak her an savaşa girecek gibi hazır beklemiştir. Bu durum savunma harcamalarını artırmış, bütçe kaynakları ve borçlanma olanakları bu maliyeti karşılayamayınca, emisyona başvurmak kaçınılmaz olmuştur. Sanayileşme hamlesine ara verilmiş, sadece BBYSP döneminde tamamlanamayan fabrikalar tamamlanmıştır.
900 bin kişinin askere alınması, doğal olarak üretimin düşmesine neden olmuştur. Tarımsal hasıla 1945 yılında 1939’daki değerinin ancak %40’ı kadar olmuştur. Fiyatlardaki yükselmeye rağmen tarımsal hasıladaki düşüş, büyük ölçüde; işgücü, araç-gereç ve kredi yetersizliğinden kaynaklanmıştır. İklim şartları da tesadüfen kötü gitmiştir. 1942 yılında “Toprak Mahsulleri Vergisi” konulunca tarım sektörü iyice darbe yemiştir.
Tarım sektörü kadar olmasa bile, savaş şartları sanayi sektörünü de olumsuz yönde etkilemiştir. Büyük ölçüde tarımsal girdi kullanan sanayi sektörü, hammadde bulmakta zorlanmıştır. İthalatın tıkanma noktasına gelmesi de ara madde ve yatırım mallarının temin edilmesini güçleştirmiştir. Bunlara rağmen bazı sanayi kuruluşları, normalin üstünde aşırı karlar elde etmişlerdir.
Hem tarım sektöründe hem sanayi sektöründe üretim düşerken, toplam talep artmıştır. Hükümetin fiyatları kontrol etmek için yeteri kadar organize olamaması, sadece polisiye tedbirler alması, karaborsayı artırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Toplam talebin artmasında hükümetin de etkili olduğu söylenebilir.
Fiyat Artışları Toplam talep artarken ve toplam arz da azalırken, vatandaş oldukça sıkıntılı günler geçirmiş, yaşam kalitesi önemli ölçüde düşmüştür. Bu dönemde meydana gelen yüksek enflasyon şu nedenlerle özetlenebilir:
1. Üretim düşüşü, İthalat düşüşü, Talep artışı, Para ve maliye politikalarının yarattığı mali dengesizlik… Fiyat artışları spekülasyonu ve karaborsayı yaygınlaştırmıştır. Enflasyon ticaret ve sanayi ile uğraşan kesimin lehine gelir dağılımının yeniden oluşmasına yol açtı. Önemli sermaye birikimleri sağlandı.
1938-1945 arasında fiyatlar genel seviyesi %400 artmıştır. İşin ilginç yanı şudur ki, o yıllarda enflasyon, savaşan ülkelerde dahi bu kadar yüksek olmamıştır !
Para ve Maliye Politikası Savaşın başlaması ile birlikte artan harcamaları, mevcut gelir kalemleri ile karşılamak güçleşmişti. O dönemde düzenli olarak alınan bir Gelir Vergisi yoktu. Fiyat artışları ile birlikte Nominal GSMH 1939-45 döneminde %265.1 oranında artmış, ancak alınan vergiler bu orandan daha az artmıştır. Bu yüzden hükümet yeni gelir kaynakları aramaya başlamıştır.
Eski vergilerin oranları yükseltilmiş, bazı yeni vergiler konulmuştur. Örneğin gümrük vergisi artırılmış, ithalat üzerinden daha fazla vergi alınmıştır. Ayrıca 1942’de ihracat üzerinden de vergi alınmıştır. Varlık Vergisi yürürlüğe konulmuş, Tekel ürünlerine zam yapılmıştır.
Bütün bu yeni vergilere ve eski vergilerin oranlarının artırılmasına rağmen, kamu harcamaları finanse edilememiş, iç borçlanma eskisine göre daha da artmıştır. 1940-42 yıllarında alınan borçların bir kısmı dış borç olsa da, büyük kısmı TCMB’den alınmıştır. TCMB’den bu kadar büyük ölçüde yararlanılması, enflasyonun yükselmesi sonucunu doğurmuştur.
Emisyon hacmi 1938-45 arasında %438 oranında artmıştır. Toplam para arzı ise 1938’de 441 milyon TL iken 1945’de 1467 milyon TL olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri sahip çıkılan “Sıkı para politikası” ve “TL’nin değerini koruma” politikaları bu dönemde terk edilmiştir. Bizdeki fiyat artışları, ticaret partnerlerimizdeki fiyat artışlarından daha fazla olduğu için, TL yabancı paralar karşısında değer kaybetmiştir.
Dış Ekonomik İlişkilerde Gelişmeler
Dış Ticaret Bu dönemki dış ticaretimiz, ülke içi gelişmelerden daha çok, ülke dışı etkenlerle şekillenmiştir. Dış ticaret fazlası vermeyi amaçlayan politika bu dönemde de sürdürülmüştür. Elde edilen dış ticaret fazlası, ihracatın artırılması ile değil, daha çok ithalatın kısılması ile elde edilmiştir.
1940’da çıkarılan Milli Koruma Kanunu, hükümete dış ticareti tamamen kontrol yetkisi vermiştir. Hükümet, hangi mallardan ne kadar ithal edileceğine kotalar belirleyerek karar verdi. Türkiye’ye mal satan ülkelerin çoğunun savaşta olması, satın almak istediğimiz malların arzını oldukça daraltmıştı.
Diğer taraftan, Almanya ile olan yoğun dış ticaretimiz, 1940-41 yıllarında oldukça geriledi. Dış ticaretimizi diğer ülkelere yönlendirmekte oldukça zorlandık. Bunun nedenleri ise : Diğer ülkeler ihraç mallarımıza Almanya’nın verdiği yüksek fiyatları ödemek istemiyorlardı. İngiltere mallarını daha çok kendi imparatorluğundaki ülkelere yönlendirmişti. ABD uzaklığı nedeniyle yoğun dış ticarete uygun değildi.
Bu nedenle 1942’den sonra Almanya ile olan dış ticaret yeniden ağırlık kazanmaya başladı. 1944’e kadar yine en önemli dış ticaret partnerimiz olarak kaldı. Türkiye ancak 1945’den sonra dış ticaretini ABD, İngiltere ve diğer batılı ülkelere kaydırabildi. Savaş döneminde ithalatımız durma noktasına kadar gerilemiştir.
Bu durum ülke içi mal arzının önemli ölçüde daralmasına neden olmuştur. Döviz kurları da oldukça düşük idi. Yani ithalat bu dönemde oldukça karlıydı. İthalat ise büyük ölçüde gayri müslim azınlığın elindeydi. Zaten 1942’de çıkarılan Varlık Vergisi’nin çıkarılış nedenlerinden biri de buydu.
Oysa gümrük oranlarını bir miktar daha yükseltmiş olsaydık, ithalattan doğan anormal kazançların bir kısmı devlete kalabilirdi. Bu yolla hem enflasyon düşürülebilir hem de Varlık Vergisi gibi tepki çeken uygulamalara gerek kalmayabilirdi. Savaş döneminde TL’nin değeri yüksek tutulmuştur.
Üstelik 1942 yılında ihracat üzerine vergi konulmuştur Üstelik 1942 yılında ihracat üzerine vergi konulmuştur. Her ne kadar bütçeye gelir sağlamak amacıyla konulmuş olsa da, ihracat hedefleri ile uyuşmamaktaydı. Bu yanlış uygulamaların sonucunda, savaş döneminde ihracatımız hem miktar olarak hem de tutar olarak azalmıştır. Bu azalışın en büyük nedeni, mallarımızın neredeyse %50’sini satın alan Almanya ile savaşın ilk yıllarında dış ticaret hacmimizin daralmış olmasıdır.
Dış ticaret miktarlarındaki bu çok hızlı düşüşe rağmen, dış ticaret değerleri daha yavaş düşmüştür. Hatta 1942’den sonra ılımlı bir yükseliş dahi görülmektedir. Miktar düşüşlerine rağmen ihracat değerlerinin artması, ihraç mallarının fiyatlarındaki yükselişle açıklanmaktadır. İhraç malları fiyatlarının ithal malları fiyatlarından daha hızlı yükselmesi, bu dönemde dış ticaretin lehimize değişmesine neden olmuştur.
1939’dan 1946’ya kadar verilen dış ticaret fazlaları toplamı 347 milyon $ civarındadır. Bu dönemde Türkiye’nin altın ve döviz rezervlerinin 330 milyon TL arttığı hesaplanmıştır.
Eylül 1946 Devalüasyonu Cumhuriyet tarihinin ilk devalüasyonu 7 Eylül 1946’da yapılmıştır. 1 $ = 1.26 TL olan resmi kur, 1 $ = 2.80 TL olarak değiştirilmiştir. Yani TL yaklaşık olarak %54.3 oranında değer kaybetmiştir.
1946 devalüasyonu hem içerde hem de dışarıda sürpriz bir karar olarak değerlendirildi ve oldukça eleştirildi. Dış ticaret fiyatlarındaki değişme, Türkiye’nin aleyhine değil, tam tersine lehineydi. Zaten 2’li antlaşmalarla dış ticaret devam ettirilmekteydi ve satılamayacak kadar çok ürün stoğumuz da yoktu.
Avrupa’nın savaştan yeni çıkmış olması nedeniyle, tarım ürünlerine olan talebi oldukça yüksekti. Devalüasyon, yüksek fiyattan satabileceğimiz ürünleri düşük fiyattan satmamıza yol açmıştır. Yöneltilen bu eleştirilere şu cevaplar verilmiştir: İhraç ürünleri iç fiyatları dünya fiyatlarından yüksektir, bu durum rekabet gücümüzü zayıflatmaktadır,
Savaş yıllarında stoklarda biriken ihraç ürünlerini daha kolay pazarlamak için devalüasyon gereklidir, Savaş yıllarında biriken altın ve döviz rezervlerinin değeri iç piyasada artacak, böylece iç borçlar daha kolay ödenecektir.
II. Dünya Savaşı Yıllarında Dış Kaynak Kullanımı II. Dünya Savaşı yıllarında, diğer dönemlere oranla, daha fazla kredi ve hibeden yararlanılmıştır. Elde edilen dış ticaret fazlası sadece altın ve döviz stoklarındaki artış ile değil bu dış kredilerin de büyük rolü vardır. 1938-1945 döneminde 127 milyon dolar ekonomik, 187 milyon dolar askeri kredi alınmıştır.
En çok İngiltere olmak üzere ABD, İngiltere ve Fransa’ dan krediler alınmıştır. Bu krediler savaşta Türkiye’yi yanlarına çekmek isteyen ya da tarafsızlığını korumasını isteyen ülkelerce verilmiştir. Savaş yıllarında Millileştirme faaliyetleri devam etti. Yabancıların elinde bulunan bir çok demiryolu, haberleşme şirketi ve liman millileştirme yoluyla 517 milyon TL karşılığında alındı. Bu tutar karşılığında dış borç senedi verildi ve taksitler halinde ödendi.
Bir yandan dış ticaret fazlası elde edilerek altın ve döviz rezervleri artırılırken, diğer yandan da borçlarımız artmıştır. 1939’da 236 milyon dolar olan dış borçlar, 1945 yılında 439 milyon dolara yükselmiştir. Bu dönemde Türkiye’nin sürdürmüş olduğu dış ticaret politikası eleştirilmiştir. Dış ticaret fazlası vermeye ve rezerv artırmaya dayalı bu politika merkantilist anlayışa benzetilmiştir.
II. Dünya Savaşı Sonrasında Türkiye Ekonomisi
Türkiye’de ve Dünyada Gelişmeler ve İktisat Politikasında Dönüşümler Savaş sonrasında iktisat politikasındaki dönüşümlerin iki grup nedenden kaynaklandığı söylenebilir: Yurt içi etkenler Yurt dışı etkenler Önce yurt içi etkenlerden başlayalım…
Savaş yıllarında devletin ekonomiye etkisi büyük oranda artmıştı. Varlık Vergisi, Toprak Mahsulleri Vergisi, kıtlık ve bazı temel ihtiyaç maddelerinin karneye bağlanması büyük hoşnutsuzluklar yaratmıştı. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun görüşüldüğü sırada, özellikle de 17. maddenin tartışıldığı oturumlarda, iktidara karşı yoğun bir muhalefet yapıldı.
1946 yılında, çok partili siyasi hayata geçilince, CHP’den ayrılan milletvekilleri, başta Demokrat Parti olmak üzere muhalefet partilerinde toplandılar. Celal Bayar ve Adnan Menderes’in öncülüğünde kurulan DP, CHP’nin uyguladığı devletçi politikayı eleştirdiler. Bu eleştiriler; giderek güçlenen özel sermaye kesiminde, büyük toprak sahiplerinde, basında ve geniş halk kesiminde beklediği desteği ve yankıyı buldu.
1948 yılında İstanbul Tüccar Derneği’nin girişimi ile Türkiye İktisat Kongresi toplandı. Bu kongreye; çeşitli meslek grupları, savaş zengini özel sermaye grubu ve toplumun çeşitli kesiminden insanlarla birlikte DP de katılmıştır. Bu kongreye CHP ve hükümet davet edilmemiştir. Bu kongrede Celal Bayar, yaptığı konuşmada CHP’nin ekonomi politikasını oldukça sert bir şekilde eleştirmiştir.
DP liberal bir politikayı savunuyordu ve iktidara gelmeleri durumunda devletçiliği tasfiye edeceklerini söylüyorlardı. Bu dönemde Hükümet her ne kadar devletçiliği savunsa da, diğer taraftan “Yeni Devletçilik” adı altında daha liberal bir politika izlemeyi düşünmekteydi.
Dış etkenler de en az iç etkenler kadar etkili olmuştur. Savaş sonunda dünya “Doğu Bloku” ve “Batı” olmak üzere 2 kutuplu bir hal almıştı. Doğu Bloku’nun lider ülkesi SSCB’nin Türkiye üzerinde emelleri olduğunun anlaşılması ile Türkiye’nin yönü de kendiliğinden ortaya çıkmış oluyordu.
Türkiye artık tamamen batılılaşmak için, batının bir çok kurum ve kuruluşuna müracaat etti. ABD ile yakın ilişkiler kuruldu. Batılılaşma hedefi yeni bir hedef değildir. Cumhuriyet öncesi Tanzimat ile ortaya çıkmış bir yaklaşımdır. Savaş sonunda bu hedef daha net bir şekilde ortaya konmuş ve Devletçi sanayileşme politikası gözden geçirilmiştir.
Batılı kurum ve kuruluşlarda yer almak için uğraşan Türkiye, 23 Şubat 1945’de Almanya’ya savaş ilan etmiştir. 1944 yılında Bretton Woods konferanslarına katılan Türkiye, Şubat 1947’de IMF ve Dünya Bankası’na tam üye olmuştur. Türkiye, 1948’de Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatına, 1952’de NATO’ya üye olmuştur.
Türkiye 1947 yılından itibaren Truman Doktrini çerçevesinde ABD’den askeri yardım ve 1948’den sonra da Marshall Yardım Programı’ndan ekonomik yardım almıştır. Bu tarihten sonra Türkiye, ekonomik kalkınmasını dış finansman yoluyla temin etmek için sürekli olarak kredi arayışı içinde olmuştur. 1947-50 döneminde toplam 391 milyon dolar dış kaynağın büyük bir bölümü, 294 milyon doları ABD’den sağlanmıştır. Bunun 177 milyon doları bağış, 117 milyon doları kredidir.
Bu yakın ilişkiler doğrultusunda, Marshall yardımları çerçevesinde Türkiye’ye gelen uzmanlar, devletçi sistemi eleştirmişlerdir. Hatta, Marshall yardımlarından yararlanılabilmesi için devletçi sistemin bırakılması gerektiği bu uzmanlarca açık bir şekilde ifade edilmiştir. Öz kaynaklarının yetersiz olduğunu bilen Türkiye, yardım alabilmek için bu sistemi bırakmak zorunda kalmıştır.
Nitekim ABD Türkiye’yi Marshall programına dahil ederken, Avrupa’nın yeniden yapılandırılmasında ihtiyaç duyulacak tarımsal ürünlerin ve hammaddenin sağlayıcısı olarak düşünmüştür. Bu amaçla tarımsal üretimin artırılması ve tarımın dışa açılması önerilerini getirmiştir. İktidardaki CHP, bu yardımı alabilmek için devletçiliği terk etmiş, “Yeni Devletçilik” adını verdiği daha liberal bir politika izlemeye başlamıştır.
1947’de İktisadi Kalkınma Planı’nı, 1948’de Yabancı Sermayeyi Teşvik Kararnamesi’ni yayınlamış, 1950’de Türkiye Sınai Kalkınma Bankası’nı kurmuştur. Savaş sonrası dönemde politika arayışları içerisinde olan Türkiye, uygulama şansı bulmayan 2 plan oluşturmuştur Bunlardan birincisi 1946 İvedili Sanayi Planı ve ikincisi 1947 Kalkınma (Vaner) planıdır. 1946 İvedili Sanayi Planı, 1930’lu yıllarda uygulanan devletçi sanayileşme planlarının devamı niteliğindedir.
BBYSP ve İBYSP’dan daha kapsamlı ve daha derli topludur BBYSP ve İBYSP’dan daha kapsamlı ve daha derli topludur. Bu planlardan edinilen tecrübeler yansıtılmıştır. Üretim hedefleri 10 yıllık tüketim kalıplarına göre oluşturulmuştur. 5 yıl sonunda; tekstil, kağıt, çimento, demir-çelik ve diğer bazı temel ürünlerde kendi kendimize yeterli olacağımızı öngören bir plandır.
Dış konjonktürdeki gelişmeler nedeniyle bu planın uygulanmasından vazgeçilip, 1947 Kalkınma Planı oluşturuldu. 1947 planı daha önceki planlardan daha dengeli bir yatırım öngörmekteydi. Plan büyük ölçüde dış kaynak kullanımı ile finanse edilecekti. Tarım sektörüne ağırlık veren, tarım sektörünü diğer sektörlerle entegre etmeyi amaçlayan, karayolu yapımına ağırlık veren bir plandı.
Bu açıdan bakıldığında, 1947 Kalkınma Planı’nın tamamen Marshall Yardımları’ndan yararlanmak için oluşturulduğu açıktır. Ancak bu plan da dış finansman konusundaki aşırı iyimserliğin gerçekleşmemesi nedeniyle uygulanamamıştır. Bu plan döneminde gerçekleştirilecek projeler için toplam 3.7 milyar dolar yatırım yapılması, bunun yaklaşık 650 milyon dolarlık kısmının dış kaynak kullanımı ile finanse edilmesi planlanmıştı.
1947 planında ilk kez büyüme hızı kavramı kullanılmıştır 1947 planında ilk kez büyüme hızı kavramı kullanılmıştır. Hem milli hasılanın büyüme hızı hem de sektörlerin bu büyümeye yapacakları katkı ayrı ayrı hesaplanmıştı. 1948-52 döneminde Milli Hasıla’nın %8 büyümesi hesaplanmıştı. Sektörlerdeki yıllık büyüme hızları ise; sanayi %14.8, tarım %6.5, ticaret %10.2, mesken üretimi %5.2, diğer hizmet sektörleri %1.2 şeklinde hesaplanmıştır.
HAZIRLAYAN Hazar Kaan YEŞİLTEPE