ANI (HATIRA) Bir kimsenin kendi başından geçen ya da kendi döneminde ortaya çıkan olay ve olguları gözlemlerine, bilgilerine dayanarak anımsayıp anlattığı yazı türüne anı denir. Andre Gide'nin dediği gibi, anı yazmak, ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır.
İnsan yaşadığı, tanık olduğu bireysel ya da toplumsal bir gerçeğin kendisiyle birlikte yok olup gitmesini istemez. Bunu ortaya koyarak topluma, tarihe bir katkıda bulunmak ister. Yaşadığı dönemle hesaplaşma, yaşadıklarını başkalarıyla paylaşma gereksinimi duyar. Bunlar ve bunlara benzer nedenler onu anılarını yazmaya zorlar. Bu yolla, geçmiş, akıyla karasıyla bellekte canlanır, adeta yeniden yaşanır.
İnsanoğlu, zamanı üç ana döneme ayırmıştır: Geçmiş, şimdi, gelecek İnsanoğlu, zamanı üç ana döneme ayırmıştır: Geçmiş, şimdi, gelecek. Geçmişi anılar, geleceği de umutlar oluşturur. İnsan, bir bakar geçmişin bellekteki izleri, içteki birikimleri olan anılar uyanmaya, canlanmaya başlar. Böyle durumlarda içinde bulunulan, yaşanan zaman diliminden kopulur, yeniden yaşanır geçmiş. Yahya Kemal bir şiirinde gelecekten umudun kesildiği, beklentinin kalmadığı bir dönem olarak adlandırır bunu:
Kâmildir o insan ki yaşar hatıralarla, Bir başka kerem beklemez artık gelecekten. Anılarla yaşamak, gelecekten umudunu kesmiş kişilere mi özgüdür? Nurullah Ataç, Yahya Kemal'in bu kanısını paylaşmaz. Tersine, umutları bile geleceğin bir anısı olarak görür ve şöyle der:
Hayatın asıl zevklerinden biri de hatırlamak, sürekli oluş hâlindeki dünyaya bakmayıp içimizdeki olmuş âlemi seyretmek zevki değil midir? Bir Fransız şairi soruyor: "Ey hatıra! Sen bize Rabbin bir rahmeti mi, yoksa laneti misin?" Elbette bir lütfu: Yaşadığımızı onunla anlıyoruz; her saadet de her felaket de ancak biz onları içimizden seyredince, yani bizden uzaklaşmaya başlayınca, bizim gönlümüzün zenginliğini, asıl hayatımızı kurmuyor mu? Hayat hatıralardan ibarettir; hatta ümitler, gelecek günlerden beklediklerimiz de birer hatıradır: Geçmişte değil, gelecekte birer hatıra. Biz onları anarız, hatırlarız, onları da içimizde eski günleri gördüğümüz gibi görürüz, onlar da çoğu zihnimizden gelecek değil, geçmişin kisvesi ile "edeceğim, olacağım" diye değil; "ettim, oldum" diye geçer. (Günlerin Getirdiği, s. 30-31)
TÜRK EDEBİYATINDA ANI Kültigin ve Bilge Kağan anıtlarında Bilge Kağan ve Kültigin üzerlerine aldıkları görevleri nasıl yerine getirdiklerini anlatırlar. Bu açıdan söz konusu anıtlar Türk edebiyatının ilk anı örnekleri kabul edilir.
14. yüzyılda Hindistan'da güçlü bir imparatorluk kurmuş olan Babür Şah, "Babürname" adlı yapıtında anılarını yazmıştır. Eski edebiyatımızda anılara dayanan, anı niteliği taşıyan yapıtlar olarak vakayınameler, gazavatnameler, sefaretnameler sayılabilir. Türk edebiyatının batı tarzı anı türüyle tanışması Tanzimat edebiyatıyla başlar.
Özellikleri: Anılar, insan belleğinde iz bırakan olay ve olguları içerir. Yaşanmışı yansıtır. Gözlem ve izlenimlerden yararlanılır. Öznel bir anlatım vardır. Ancak doğruluk, yüreklilik, açık sözlülük gibi nitelikler aranır. Birinci tekil kişi kullanılır. Dönemin özelliklerini yansıtır. Anılarını yazanlar yalnızca sanatçılar, edebiyatçılar değildir. Politikacılar, bilim adamları, din adamları, imparatorlar, krallar, kumandanlar, yöneticiler de anılarını yazmışlardır. Anılar, biyografi(yaşam öyküsü), roman, şiir ve eleştiri türlerine kaynaklık eder.
DİĞER TÜRLERLE İLİŞKİSİ Anı - Otobiyografi İlişkisi: Anılarını yazanlar, geçmişi didikledikleri gibi, kendi yaşam öykülerini de sürekli didiklerler. Bu bakımdan anı türü, otobiyografi (öz yaşam öyküsü ) ile yer yer örtüşür. Anı yazılış amacı ve temel nitelikleri yönünden otobiyografiden ayrılır: Otobiyografide, yazar tümüyle kendisinden söz eder. Anlatının odak noktası, yazarın kişiliğidir. Anlatılanlar tümüyle bu kişiliğin oluşumunu hazırlayan etkenlerin çevresinde düğümlenir. Yazar, bu çevrenin dışına çıkamaz. Anı yazılarında da yazar, kendi iç dünyasına yönelir. Ancak, dış dünyadan kopuk bir yönelim değildir. Yazarın ana kaygısı kendisini değil, yaşadığını anlatmaktır.
Anı - Günlük İlişkisi: Anı ve günlük yazarının yaşamından beslenen bir yazı türüdür. Her iki türde de yazarlar, kendi iç dünyalarına bakarak dış dünyayı vermeye çalışırlar. Her ikisinde de yazarların kendilerini tanıma ve tanıtma çabası sezilir. İçtenlik, görüleni çarpıtmadan söyleyiş, bu tür yazarların ortak nitelikleridir. Birbirinden ayıran en önemli yan, anıların geçmişe, günlüklerin geleceğe yönelik olmasıdır. Günlüklerle anılar arasındaki ayrımı Suut Kemal Yetkin şöyle belirliyor: "Günlük, ileriye doğru gider; anı geriye doğru iner. Biri yaşanırken, öbürü yaşandıktan sonra yazılır." (Günlerin Getirdiği, s.43). Günlük yazarı gününde önemsediği olayları, kişileri yazar. O an için ne varsa günlüğün konusu olur. Oysa anıların üzerinden zaman geçmiştir, önemli olanlar anılarda vardır.
KİTAPLAŞAN ANILAR Ahmet Rasim Eşkâl-i Zaman, Muharrir, Şair, Edip ile Falaka; Halit Ziya Uşaklıgil Kırk Yıl, Saray ve Ötesi; Ahmet İhsan Tokgöz Matbuat Hatıraları; Hüseyin Cahit Yalçın Edebi Hatıralar; Yahya Kemal Beyatlı Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım; Yusuf Ziya Ortaç Portreler, Bizim Yokuş; Samet Ağaoğlu Babamın Arkadaşları; Ahmet Hamdi Tanpınar Kerkük Anıları; Mehmet Kemal Acılı Kuşak; Nadir Nadi Perde Aralığından, Olur Şey Değil; Oktay Akbal Şair Dostlarım; Salah Birsel Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu; Vedat Nedim Tör Yıllar Böyle Geçti...