1933 ÜNİVERSİTE REFORMU -İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ- HAZIRLAYAN GÖKHAN KÖKEN 070625003
Atatürk, Türk topraklarında maddenin mânâlaştığı, hayatın kıymet olduğu laboratuvarları, bir başka deyişle,Türk nesillerinin ruhsal oluş ve istiklallerinde yapıcı bir unsur olarak gördüğü Türk üniversitelerinin kurulmasını istiyordu.
Eğitime büyük önem veren dönemin hükümetleri, gelişmesini ve ilerlemesini sağlamak ve toplumun değişen ihtiyaçlarına cevap verecek kuşakları yetiştirmek amacıyla İstanbul Darülfünunu’na 1923-1932 yılları arasında “Hükmi şahsiyet” ile birlikte bilimsel özerklik tanımıştı.
İstanbul Darülfünunu, kendisine tanınan bu haklara ve 1920’lerde yapılmaya başlanan bazı düzenlemelere rağmen, dönemin devrimci yöneticilerini pek tatmin edememişti. Büyük bir değişim sürecindeki Türk toplumuyla tutucu zihniyete sahip bir üniversite bağdaşamazdı.
Dönemin maarif vekili Dr Dönemin maarif vekili Dr. Reşit Galip, Darülfünun’la ilgili hoşnutsuzluğu şöyle açıklamıştır: “Memlekette büyük politik ve toplumsal dalgalanmalar olmaktaydı. Darülfünun, bunlara tamamen ilgisiz görünüyordu. Hukukta radikal değişiklikler oldu. Darülfünun bunlardan habersiz göründü.
İktisadi sahada esaslı hareketler oldu İktisadi sahada esaslı hareketler oldu. Darülfünun bunlardan tamamen habersiz göründü; yalnızca yeni kanunları tedrisat programına almakla iktifa etti. Yeni bir tarih telakkisi, milli bir hareket halinde bütün ülkeyi sarmıştı. Darülfünun’un buna karşı ilgisini uyandırmak için, üç yıl beklemek ve uğraşmak lazım geldi. İstanbul Darülfünunu artık durmuştu. Kendisine kapanmıştı. Vüstai bir tecerrüt içinde harici alemden elini ayağını çekmişti.”
Darülfünun hakkında ileri sürülen eleştiriler iki noktada toplanmaktadır: 1. Üniversite, devrimlerin hazırlanmasına ya da yürütülmesine yardımcı olmamıştır. Gerçekleşen reformlara ya Latin harfi meselesinde olduğu gibi karşı gelmiş, ya da pasif bir dayanışmayla kayıtsız kalmıştır.
2. Darülfünun’da ciddi bir çalışma yoktur 2. Darülfünun’da ciddi bir çalışma yoktur. Öğretim üyeleri orijinal bilimsel çalışma yapmamaktadır.Yayınlanan birkaç kitap, yabancı dille yazılmış asıllarından yapılmış kötü çevirilerden ibarettir. Öğretim üyesi atamalarında bilimsel liyakate değil, torpil ve iltimasa dikkat edilmektedir.
Atatürk’ün kendisinin de bu eleştirilere katıldığını, 1933’te TBMM’nin açılışında yaptığı konuşmasından anlıyoruz. Atatürk: “Üniversite’nin donatımına verdiğimiz önemi vurgulamak istiyorum. Hiç kuşku yoktur ki, yarım alınmış önlemler verimsizdir. Bütün tasarılarımızda olduğu gibi öğretim işlerinde ve kurulacak üniversitede de köktenci önlemlerle hareket etmekte kesin kararlıyız.” diyerek reform konusundaki kararlılığını ortaya koymuştur.
Bu dönemde üniversitedeki öğretim üyeleri de ikiye ayrılmış durumdaydı. Bazı profesörler reforma kesinlikle karşı olduklarını açıklamışlardı.Kendi yerlerini koruma endişesi içinde köktenci tedbirlerden çekinmekteydiler.
Profesörlerin birçoğu ise, pek çok eksiklik olduğunun farkındaydı Profesörlerin birçoğu ise, pek çok eksiklik olduğunun farkındaydı. Uygun bir reform bekliyorlardı ve bunun yapılacak çalışmalara katılmaya hazırdılar.
1931 yılında toplanan Cumhuriyet Halk Partisi, Üniversitede reform isteyen bir kararı tüzüğüne geçirmiştir.
Yine 1931 yılında eğitim bütçesinin mecliste konuşulması sırasında Darülfünunun düzeltilmesi hakkında bir rapor vermek üzere, Avrupalı bir uzmanın çağırılması için ödenek ayrılmıştır.
1932 yılında bir reform önerisi hazırlamak amacıyla, Türk Hükümeti, Cenevre Üniversitesi’nden Prof. Albert Malche’yi resmen davet etmiştir.
Albert Malche, dört aylık çalışması sırasında Fakülteleri, klinikleri ziyaret eder; laboratuvarları, seminerleri ve kütüphaneleri görür. Politikacılarla, profesörlerle, idari memurlarla ve öğrencilerle konuşan Malche, sonunda istenen raporu hazırlayarak Eğitim Bakanlığı’na sunmuştur.
Malche’nin raporu üç kısımdan oluşmuştur. Birinci kısımda araştırmalarının amaç ve yöntemlerini bildirir. İkinci kısımda Darülfünunun o günkü durumunun eleştirel bir incelemesini verir. Üçüncü kısımda ayrıntılı reform teklifleri sunar.
1. Her şeyden önce Türkçe bilimsel yayınlar eksiktir. Malche, Darülfünun hakkında özellikle aşağıdaki eleştirel gözlemleri ortaya koymaktadır: 1. Her şeyden önce Türkçe bilimsel yayınlar eksiktir. 2. Profesörlere düşük ücret ödenmesi, onları yan görevler almaya zorlamaktadır. 3. Üniversitenin otonomisi, onu toplumdan ve hükümetten yalıtma eğilimindedir. Bakanlıkla sıkı bir işbirliği gerekmektedir.
4. Ders metodu, hiçbir şey vaat etmeyecek şekilde eskimiştir 4. Ders metodu, hiçbir şey vaat etmeyecek şekilde eskimiştir.(Malche’ye göre eleştirisinin en ağır maddesi budur.) 5. Türk öğrencilerin yabancı dil bilgisi yetersizdir. Galatasaray Lisesi’nden, Alman ve İngiliz okullarından mezun olanlar azınlıkta bulunmaktadır.(Malche bunlara “üniversitenin seçkinleri” demiştir.)
6. Geleceğin Türk profesörlerinin İstanbul Üniversitesi’nde yetişmesi henüz mümkün değildir. Bu yöndeki eğitim mutlaka yurtdışında yapılmalıdır. 7. Çeşitli dersler hiçbir fayda sağlamayacak şekilde paralel olarak yürütülmektedir; örneğin Hukuk Fakültesi’ndeki, Mülkiye ve Yüksek Ticaret Okulu’ndaki dersler gibi.
8. Darülfünun’un fakülteleri arasında bilimsel çalışma ortaklığını sağlayacak bağlantı yoktur. 9. Basit bir tercümenin bir tez olarak kabul edilmesi,kişisel araştırma ve telif eserlerinin değerini hiçe indirmiştir.
Albert Malche, gözlemlerini şöyle tamamlıyor: “Bunlar İstanbul Darülfünun’unun ilerlemesine ve gelişmesine, kendi kendini ıslah etmesine engel olan birçok sebep arasında hemen hatıra gelenlerdir”
Raporunu 29.05.1932’de Türk Hükümetine sunan Malche, kısa süre sonra İsviçre’ye döndü. Malche, daha sonra Mayıs 1933’ten,1934 baharına kadar sürecek ikinci bir ziyaret için Türkiye’ye tekrar geldi. Bu süre içinde, Türk reform komisyonuyla birlikte, eski Darülfünun’un yeni ‘İstanbul Üniversitesi’ haline dönüştürülmesi çalışmalarını yönetti.
Milli Eğitim Bakanlığınca hazırlanan Darülfünunun kapatılması dair kanun tasarısı, 15.05.1933 tarihli Bakanlar kurulu toplantısında meclise sunulmuştur. Nitekim 31 Mayıs 1933 tarih ve 2252 sayılı kanunla İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. Bu kanun gereğince: “İstanbul Darülfünunu ve ona bağlı bütün müesseseler kadro ve teşkilatlarla beraber 31 Temmuz 1933’ten itibaren mülgadır.”
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr Dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit GALİP yeni üniversitenin açılış konuşmasında şu hususu önemle ifade etmiştir: “Bugün çalışmaya başlayan İstanbul Üniversitesi ile dünkü Darülfünun arasında hiçbir ilişki yoktur. Üniversite, yeni bir kuruluştur.”
Atatürk, İstanbul Darülfünunu’nun kapatılmasını takiben 18 Kasım 1933 günü İstanbul Üniversitesi’nin öğretime açılması münasebetiyle kendisine çekilen saygı ve bağlılık telgrafına şu cevabı vermiştir: “İstanbul Üniversitesi’nin açılmasından çok sevinç duydum. Bu yüksek ilim ocağında, kıymetli profesörlerin elinde Türk çocuğunun müstesna zeka ve eşsiz kabiliyetinin çok büyük gelişmelere erişeceğine eminim.”
Türkiye Cumhuriyeti’nde üniversite reformunun başlangıcı olan 1933’den 1943’e kadar çok büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. 1943’de 2531 sayılı kanunla İstanbul’daki “Mülkiye Mektebi”, Siyasal Bilgiler Fakültesi olmuş ve Ankara’ya taşınmıştır. Yine 1925’de kurulan Ankara Hukuk Mektebi “Hukuk Fakültesi” adını almıştır.
Yine bu 10 yıllık süre içerisinde İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 14, Fen Fakültesi’nde 14, İktisat Fakültesi’nde 12 ve Hukuk Fakültesi’nde 5 olmak üzere toplam 45 enstitü kurulmuş; bu enstitülere ek olarak Tıp Fakültesi’nde 16 klinik açılmıştır.
Bu dönemde Almanya’da politik nedenlerle çalışmak istemeyen Alman profesörlerin çalışması gündeme gelmiştir. Bu amaçla Zürich’te kurulan “Yabancı Ülkelerdeki Alman Bilim Adamları İhtiyaç Birliği” ile ilişkiye geçilmiş, bu ilişkiyi uzun süren görüşmeler izlemiş ve bir çoğu dünya çapında üne sahip 42 kadar Alman profesör, genç Türkiye Cumhuriyeti’ne gelmiş ve üniversite reformu çerçevesinde Türkiye’de çalışmışlardır .
Türkiye’ye gelen bilim adamları arasında, kendi alanlarında dünyaca üne sahip olanları da bulunmaktaydı. Bunlara birkaç örnek vermek gerekirse şu isimleri saymak mümkündür: İktisat profesörleri W. Röpke, A. Rüstow, G. Kessler, F. Neumark; kimya profesörleri F. Arndt, F. Haurowitz, E. M. Alsleben; tıp profesörleri P. Schwartz, R. Nissen, A. Eckstein; müzik profesörleri P. Hindemith, C. Ebert, E. Zuckmayer; hukuk profesörü E.Hirsh; kent bilimci Prof. E. Reuter.
Sadece İstanbul Tıp Fakültesi’nde 1933 ile 1945 yılları arasında 19 Alman tıp profesörü, klinik ve enstitü direktörü olarak görev almışlardı. Bunların yanı sıra Akil Muhtar Özden, Mazhar Osman, Hulusi Behçet, Tevfik Salim Sağlam Paşa, Neşet Ömer gibi kendi sahalarında ünlü bir çok Türk hocaların da İstanbul Tıp Fakültesi öğretim kadrosunda yer almış olmaları neticesi İstanbul Tıp Fakültesi, 1933’teki Üniversite Reformu’ndan sonra Avrupa’nın en önemli tıp fakültelerinden biri haline geldi.
1933 Üniversite Reformunun temel özelliklerini Yahya Akyüz şöyle belirlemektedir: Özerklik kaldırılmıştır. Üniversite, Eğitim Bakanlığının emrine girmiştir. İdari yönden herhangi bir okuldan farkı kalmamıştır. Darülfünun hocaları büyük ölçüde elenmiştir. 151 kişiden yalnız 59’u yeni üniversiteye alınmıştır.
Batıda okuyup gelenler doktora şartı aranmaksızın doçent olarak atanmışlardır Nazi baskısından kaçan Alman ve Orta Avrupalı hocalara kapılar açılmıştır. Bunlardan Türk hocaları yetiştirmeleri ve Türkiye’de bilimsel araştırma geleneği yerleştirmeleri beklenmiştir.
Yabancı öğretim üyeleri hakkındaki faklı iki görüş ortaya çıkmıştı. Hükümet, hedefine bu yabancı profesörler olmaksızın erişemeyeceğini biliyordu.Hükümet, aslında yetersiz hatta var olmayan bir temel üzerinde modern bir üniversite kurmaya çalışıldığında ortaya çıkması kaçınılmaz olan büyüme sancılarındaydı.
Ernst Hirsch, yabancı profesörlere yönelik eleştirileri şöyle belirtmektedir: -Sözleşme şartlarına uymamak, -Ders kitabı ya da başka bilimsel yayın hazırlamamak, -Türkçeyi öğrenmemek ve dersleri tercümanlar aracılığıyla sürdürmek.
1933-1952 yılları arasında Türkiye’de kalan, ayrılırken de bir rapor veren Ord. Prof. P. Schwartz, 1933 reformunun bekleneni vermediğini, sebepleriyle şöyle açıklar: Birçok Türk aydınındaki yetersizlik duygusu ve bunun sonucunda böbürlenmek, çalışkan ve başarılı olanları çekememek, Yine bu aydınlardaki mevki, makam ve özel işlere bilimden daha çok vakit ayırma hırsı, bilimsel gelişmeyi engellemiştir.
Bunun dışında; bürokrasi, Laboratuvar ve kütüphanelerin yetersizliği, Yerli ve yabancı hocalar arsındaki zıtlaşma, Yabancılardan kalmaları için esirgenen bazı teminatlar, Asistanlık kurumunun tam yerleşmemesi gibi nedenlerle 1933 reformu isteneni verememiştir.
Aşağıdaki istatistik sonuçlar bütün olumsuzluklara rağmen, üniversite reformunun Türkiye’ye kazandırdıklarını daha net bir şekilde ortaya koymaktadır:
9 307 2.914 Yıl Kuruluş Öğretim Üyesi Sayısı Öğrenci Sayısı 17 574 1923-1924 9 307 2.914 1933-1934 17 574 5.851 1943-1944 26 1.403 18.293
Sonuç olarak 1933 Üniversite Reformu eğitim sistemimizin şekillenmesinde çok önemli bir rol oynamıştır.
KAYNAKÇA Güler, A.,(1994).Türkiye’de Üniversite Reformları. Adım Yayıncılık, Ankara Widmann H., (2000). Atatürk ve Üniversite Reformu, Çev: Kazancıgil,A. ve Bozkurt,S. Kabalcı. Yay., İstanbul Ergün M., (1982). Atatürk Devri Türk Eğitimi III, DTC Fak. Yay., Ankara