YAZI REFORMLARI Türkiye Cumhuriyeti’nde bugün kullanılmakta olan alfabeye gelinceye kadar Türklerin kullandıkları alfabeler: Göktürk Uygur Arap Latin
Biz burada konumuz gereği Arap kökenli Türk alfabesinden, Latin kökenli Türk alfabesine geçiş reformu sürecini ele alacağız.
Cumhuriyet Öncesi Dönemde Türk Yazı Dilinin Durumu: Osmanlı Devleti’nin çökmeye başlamasıyla, bozulan düzeni yeniden kurmak ve düşünce hayatında batıya dönerek yeni uygarlığın gidişine ayak uydurmak amacıyla bir takım ıslahat hareketlerine başlanılmıştır. Tanzimatın getirdiği yeni düzenlemeler içerisinde batı kültürünü tanıyan Osmanlı aydınları tarafından (bilhassa edebiyat çevrelerinde) Osmanlıca’ya karşı tepkiler dile getirilmiştir.
Tanzimat dönemi sonrasında Servet-i Fünun ve Meşrutiyet dönemlerinde edebiyatçıların çoğu ağırlaşan Osmanlıca’ya karşı yeni bir dil uslup arayışlarına girmişlerdir. Ancak Tanzimat’tan Cumhuriyet’e gelene dek dil ve alfabenin ıslah edilmesi gerektiği söylenilmiş, fakat pek yol alınamamıştır. 20. yy’a gelindiğinde çağın milliyetler çağı olması dolayısıyla toplumumuzda bir milliyet şuuru uyanmaya başlamış bunun neticesinde de dilde Türkçeleşme akımı hızlanmıştır.
Dildeki sadeleşme akımına etkili olan bir başka hareket, Türkoloji alanındaki çalışmaların önem kazanması ve diğer Türk kültür merkezlerin-deki meydana gelen “Sadeleşme ve Türkçe’nin ıslahı” gibi akımlardır. Bütün Türk dünyasında anlaşılabilecek ortak bir yazı dilinin kullanılması ve dilde birlik sağlanabilmesi gayesi ile İsmail Gaspıralı’nın 1883 yılında Kırım’da çıkardığı “Tercüman” adlı gazete dilde Türkçe kullanma akımını hızlandırmıştır.
Tanzimat döneminde “Dilde sadeleşme” olarak başlayan hareket 20 Tanzimat döneminde “Dilde sadeleşme” olarak başlayan hareket 20.yy başında Türkçeleşme olarak kendini göstermiştir İkinci Meşrutiyet dönemine gelindiğinde, Türk alfabesi konusunda kuvvetli tartışma ve girişimlerle karşılaşılmaktadır. 20. yüzyıl başlarındaki Ülke, bir grupta imla ıslahatçılarının ve bir yandan da Latin harflerini isteyenlerin tartışmasına sahne olmaktadır.
Bütün bu sadeleşme ve Türkçeleşme çabalarına rağmen Cumhuriyet devrine gelindiğinde Türk dilinin sadeleşmesinde henüz istenilen seviyeye ulaşılamamıştı. Kullanılan yazı dili yine halkın kolayca anlayabileceği bir biçimde değildir. Türk dilinin tarihi ve sosyal gelişmesi içinde normal gibi görünen bu duruma Atatürk dil inkılabı ile son vermiş, yazı dili ile konuşma dili arasındaki farkın mümkün mertebe kapatılmasını sağlamıştır.
Cumhuriyet Dönemi Türk Yazı Dilinin Durumu Türkiye Cumhuriyeti, 1923-28 arasında beş yıl Arap abecesini kullanmıştı, eğitimde yapılan tüm yeniliklere karşın, okuryazar sayısı 1920 devrimcilerinin beklediği hızla artmamıştı. Çünkü toplumun önünde öğrenilmesi, kullanılması son derece zor olan bir abece, anlaşılması zor, yapay bir dil olan Osmanlıca gibi iki büyük engel vardı.
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra,ülkemizin her alanda kalkınması gerekiyordu. Sosyal, kültürel ve ekonomik yönden gelişme, ancak aydın insanlar tarafından yapılabilirdi.Oysa halkımızın okur-yazarlık düzeyi çok düşüktü; % 7 dolayındaydı. Halkımızın aydınlanması için ilk önce okur-yazarlık düzeyinin yükselmesine ihtiyaç vardı.Bunun için büyük atılımların, okuma-yazma seferberliklerinin yapılması gerekiyordu.
Okur yazarlık, insanların eğitim ve kültür olanaklarından yararlanabilmelerinin zorunlu, fakat tek başına yeterli olmayan bir ön koşuludur. Gerek bireysel gelişmeyi sağlamada, gerekse topluma katkıda bulunabilmede okuryazarlık vazgeçilmez bir öğedir. Bu nedenle Harf Devrimi ile birlikte bir okuma yazma seferberliği ve halk eğitimi girişimlerinin örgütlenmesi doğaldı.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Latin kökenli Türk alfabesine geçilmesini isteyenlerin gerekçeleri: 1. Eski yazı, güç ve geç öğreniliyor. 2. Herkes bir çok kelimeyi çeşitli şekillerde yazıyor. Bu harflerle belirli bir yazım kuralı mümkün değildir. 3. Bu harfler yüzünden yabancılar Türkçeyi öğrenmeye rağbet etmiyorlar. 4. Azçok öğrenim görmüş olanlar bile bir yazıyı yanlışsız okuyamıyorlar. 5. Yayınları, sınırlı kişiler okuyor. 6. Eğitim yaygınlaşamıyor.
Lâtin harflerine karşı olanlar ise bu iddiaları şöyle cevaplandırıyorlardı: 1. Eski harfler iki üç ayda öğrenilebiliyor. Öğrenmesi biraz daha güç ama kullanılması kolay. Steno gibi yazılabiliyor, daha az yer tutuyor. 2. İmlâ farklılıkları, bilimsel bir kurulun bunları belirlememiş olmasındandır. Bir İmla Kılavuzu çıkarılarak bu iş halledilir.
3. Yabancılar Türkçeye bu harfler yüzünden ilgi duymuyor deniliyor 3. Yabancılar Türkçeye bu harfler yüzünden ilgi duymuyor deniliyor. Bu doğru değildir. Birçok yabancı aynı harflerle Arapçayı öğreniyorlar. Öte yandan, harflerini değiştirdi diye kaç kişi Arnavutça öğrenmeye başladı? 4. Bugün yazılarda bilinmeyen kelimeler doğru okunamıyor. Bunlar Lâtin harfleriyle yazılıp da okunsa ne olacak? 5. Eğitimin yaygın olmamasının nedeni, konuşma dili ile yazı dilinin birbirinden farklı olmasıdır.
Alfabe konusu, Cumhuriyet döneminde ilk defa İzmir İktisat Kongresi’nde gündeme gelmiş, maarifi ilgilendirdiği için reddedilmiştir. Daha sonra 1924 yılında Şükrü Saraçoğlu tarafından TBMM’de gündeme getirilmiş, ancak sonuçsuz kalmıştır. Bu sıra kültür alanındaki gelişmeler de peş peşe devam etmektedir. 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ile öğretimde birliğin sağlanabilmesi için “dil birliği”nin kurulması, bunun için de Latin harflerinin kabulü gerekliliği düşünülmeye başlanmıştır.
Uygulanan kültür programı doğrultusunda yavaş yavaş Latin harflerine doğru gidiş başlamıştır. 26 Aralık 1925 tarihinde uluslar arası takvim ve saatin kullanılması kabul edilmiş, Hicri Takvim yerine miladi Takvim alınmıştır. 1926 yılında çıkarılan bir kanunla ticaret alanında Türkçe kullanılması öngörülmüştür. 1927 yılında çıkarılan bir kanunla da sokak adları Türkçeleştirilmiştir. 20 Mayıs 1928 tarihinde Arap rakamları bırakılarak Latin rakamları kabul edilmiştir.
1928 yılı başında Lâtin harfleri esas alınarak yeni bir Türk alfabesi düzenleneceği artık iyice belli oldu. Hatta "Paris Panayırı" filminin Türkçe alt yazıları Lâtin harfleriyle yazılmıştı. Rıza Nur da "Oğuzname"yi İskenderiye'de Lâtin harfleriyle bastırmıştı. Bu geçiş döneminden sonra, artık harf inkılâbına el atma zamanı da gelmiş olduğundan, Atatürk'ün direktifi ve Bakanlar Kurulunun kararı ile daha önce kurulmuş olan Dil Encümeni 26 Haziran 1928 tarihinde resmen çalışmaya başlamıştır.
Dil encümeni, Lâtin alfabesi temelinde, ancak, her yönü ile Türkçenin ses yapısına uygun millî bir Türk alfabesi hazırlama görevini yüklenmiş bulunuyordu. Encümen tarafından hazırlanan tasarıda ne Arap alfabesindeki harfler yer almış ne de Avrupa milletlerinin yazılarında görülen ch, sch, tsch gibi ikili, üçlü ve dörtlü harflere yer verilmiştir. ç, c, s, j, ğ gibi harfler de başka dillerin alfabesinden alındığı hâlde, ses değerleri bakımından kendi dilimize göre ayarlanmıştır.
Dil encümeninin olumlu raporu üzerine M Dil encümeninin olumlu raporu üzerine M. Kemâl, 8 Ağustos 1928 akşamı Gülhane Parkında Cumhuriyet Halk Fırkası'nın düzenlediği halka açık bir toplantıda yazı inkılâbını halka şöyle duyurdu:
“Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için Yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel ahenktâr, zengin lisanımız, yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bu lüzumu anlamak mecburiyetindeyiz, Lisanımızı muhakkak anlamak istiyoruz. Bu yeni harflerle behemehal pek çabuk bir zamanda mükemmel bir surette anlayacağız. Anladığımızın asârına yakın zamanda bütün kainat şahit olacaktır. Ben buna kat'iyetle eminim, siz de emin olunuz."
Gülhane Parkındaki bu nutuktan sonra yeni Türk harflerinin öğretilmesi konusunda Dolmabahçe Sarayı'nda dersler verilmeye başlanmıştır. 11 Ağustos 1928'de yapılan ilk derse Cumhurbaşkanlığı maiyet memurları, milletvekilleri ve bazı ileri gelenler katılmıştır. 25 Ağustosta yapıları ikinci derse de genellikle milletvekilleri katılmışlar, "Yeni Alfabe"den okuma alıştırmaları yapmışlardır. 29 Ağustosta yapılan üçüncü derse şair ve yazarlarla devlet ileri gelenleri katılmışlardır. Bu üçüncü ders daha çok bir "konferans"a dönüşmüştü.
1 Kasım 1928 yılında Meclis'te kabul edilen kanun teklifiyle, 3 Kasım 1928'den itibaren yeni harfler kullanılmaya başlanmış, yani yazı reformu resmen yürürlüğe girmiştir.
Kasım 1928'de yürürlüğe giren bu yasaya göre; En geç 1929 Ocağında Devlet yazışmalarında tamamen yeni yazı kullanılacak, ancak basım işleri yüzünden bazı evraklar 1929 Haziranına kadar eski usulde yazılabilecekti. 1928 Aralığından itibaren her türlü basılı şeyler yeni harflerle yazılmaya başlanacaktı. Ancak halkın zorlukla karşılaşmaması için 1929 Haziranına kadar eski harfli dilekçeler kabul olunabilecekti. Kâtipler Türk steno yazısını öğreninceya kadar, ama en geç 1930 Haziranına kadar eski yazı ile zabıt tutulabilecekti.
Yasanın 9. maddesi de şöyle diyordu: ”Bütün mekteplerin Türkçe yapılan tedrisatında Türk harfleri kullanılır. Eski harflerle matbu kitaplarla tedrisat icrası memnudur." Gerçekten de bu yasa ile Cumburiyet, Tanzimatın hatasına düşmemiş, tüm ülkede yeni harfler kullanılmaya başlanmıştır. Bu yasadan sonra, yeni basılacak alfabe, imlâ ve okul kitaplarının, Devlet matbaasının ve Millet Mekteplerinin harcamalarına karşılık Maarif bütçesine ek ödenek kondu. Ayrıca, yazı inkılâbını başarıyla savunmaları için 1931 yılına kadar gazetelere prim verilmesi hususunda da bir yasa çıkartıldı.
Yeni harflerin kabul edildiği dönemde çeşitli kurumların basarak dağıttığı eski harflerle yenilerin karşılaştırmalı olarak gösterildiği duvar panolarından biri.
Harf / Yazı Reformunun Amacı Harf Devrimi geniş yığınların hızla okuma yazma öğrenmesini olanaklı kılmanın yanı sıra, Türk dili ve kültürünün Arap ve Doğu kültürünün etkisinden kurtarılmasını amaçlıyordu. Atatürk Türkiye’sinde, eğitim tabana hızla yayılamamakta; ulus, çağdaş düşünceye kavuşamamaktaydı. Bu durumun nedenleri olarak, Arap harflerinin okuma yazmayı güçleştirdiği, Arap harfleriyle okuyup yazmanın, batılı düşünceye geçişi frenlediği, vurgulanmaktaydı.
Olcayto (1998) harf devriminin üç amacı olduğunu ifade etmektedir: 1 Olcayto (1998) harf devriminin üç amacı olduğunu ifade etmektedir: 1.Özleşme: (Gittikçe öz haline getirme), 2.Geliştirme ve arındırma (Dilimize yeni girecek sözlere Türkçe karşılık bulmak ve kullanılan yabancı kelimelerin yerine öztürkçelerini yerleştirmektir). 3.Sadeleştirme Bilindiği üzere Atatürk inkılâplarının dayandığı temel ilke, Türkiye Cumhuriyetini siyasî yapısı bakımından olduğu gibi, sosyal yapısını şekillendiren kültür değerleri bakımından da çağdaş bir devlet hâline getirmekti. Dolayısıyla harf inkılâbı da millî değerlere bağlı bir çağdaşlaşmanın ifadesidir.
Türkiye Cumhuriyetinin temel ilkeleri ve devlet felsefesi ile bağlantılı olarak, Atatürk'ün yazı inkılâbı konusunda dayandığı gerekçe, Arap dilinin ihtiyaçlarından doğmuş olan Arap yazısının Türk dilinin özelliklerine aykırı düşmesidir. Bu gerçek, ülkede okuyup yazma güçlüğü doğuruyor ve kültür alanındaki gelişmelerin önünü tıkıyordu.
Yazı/Harf Reformunun Sonuçları 1927-1935 yılları arasındaki sekiz yıllık sürede okuryazarlık oranı %150 artmıştır. Harf Devrimi’nin genel olarak “kütüphanelerde yansımasını” Meral Alpay şöyle özetlemektedir: 1. Milli Kütüphane kurma eylemini getirmiş, Basma Yazı ve Resimleri Derleme Kanunu ile bu eylemin gerçekleştirilmesine yardımcı olmuştur.
2. 1920-1938 yılları arasında çeşitli kütüphane türlerinin kuruluş ve gelişmesine katkıda bulunmuştur. 3. Devletin kütüphane hizmetlerini bir kamu görevi olarak benimsemesi ve bir meslek olarak kütüphaneciliğin gelişmesinde etkili olmuştur. 4. Yayın hayatının canlanması, dolayısıyla bibliyografya ve kataloglama hareketinin başlamasında önemli etkileri olmuştur. Batı terminolojileri millileştirme de dikkate alınarak dilimize kazandırlmış, böylece batı bilimine kolaylıkla uyum sağlanmıştır.
1 Kasım 1928'de Latin alfabesine dayalı yeni Türk Alfabesinin kabulünden sonra, 24 Kasım 1928'de yayımlanan Millet Mektepleri Talimatnamesi gereğince, yurdun her köşesinde Millet Mektepleri açılmış, halka yeni harflerle okuma yazma öğretilmiştir. Atatürk bu çalışmalara "Millet Mektepleri Başöğretmeni" sıfatıyla katılmıştır.Millet Mektepleri, Halk Odaları, Halk evleri gibi kurumsal düzenlemelerle bu seferberlik yürütülmek istenmiştir. Aktaş’ın da ifade ettiği gibi Latin esaslı alfabenin kabulü dilde millileşme ve laikleşmeyi kolaylaştırmıştır. Dolayısıyla Latin esaslı alfabe siyasal yapının da şekillenmesinde etkili olmuştur.
Devrimle beraber çeşitli kurumlar kurulmuş, kanunlar çıkmış ve eğitim çabaları ivme kazanmıştır. Harf Devrimi’nin Türk Kültür hayatında, Türk Tarih Kurumu ( 1931), Türk Dil Kurumu (1932), Halk Evleri (1932) gibi kurumların oluşmasında; Basma Yazı ve Resimleri Derleme Kanunu’nun (1934) çıkarılmasında, genel anlamda halk eğitimi çabalarının hızlandırılmasında, ortak bir konuşma dilinin oluşmasında ayrıca olumlu katkıları olmuştur.
Sonuç: Yazı Reformu Cumhuriyetin en önemli kilometre taşlarından biri olup, bu reformla Osmanlıdan alınan karma yapılı dil sadeleştirilerek Milli bir dile dönüştürülmüştür. Yazı reformuyla Latin alfabesi kökenli Türk alfabesinin yürürlüğe konması ve etkin bir eğitim programıyla tüm yurda kısa sürede yayılmasıyla eğitim ve kültür hayatına yön verilmiş, dönemin gelişmiş toplumlarıyla rekabet için ülkeye büyük bir ivme kazandırmıştır.
Kaynaklar: Türkler, Hasan Celal GÜZEL,Prof. Dr. Kemal ÇİÇEK, Prof. Dr Kaynaklar: Türkler, Hasan Celal GÜZEL,Prof.Dr. Kemal ÇİÇEK, Prof.Dr. Salim KOCA, Yeni Türkiye yay. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-II 2.cilt Kuruluş Dönemi (1923-1950) Dr.Yılmaz GÜLCAN, Dr.Erkan ŞENŞEKERCİ, Alfa yay. Devrimler ve Tepkileri (1924-1930) Mahmut GOLOĞLU, Goloğlu yay. Atatürk Devri Türk Eğitimi, Prof. Dr. Mustafa ERGÜN,Ocak yay.Ankara,1997 www.egitim.aku.edu.tr Atatürk Devri Türk Eğitimi-II, Prof.Dr. Mustafa ERGÜN,14.10.2005 19 Mayıs Almanya Atatürkçü Düşünce Derneği Yayın Organı, Mart-nisan 2001, Sayı 19 http://www.harunyahya.org/kitap/ataturkansiklopedisi2/ansiklopedi03.html, 15.10.2005 Anon. Harf Devrimi, Tansel YAZICIOĞLU Atatürk ansiklopedisi, II.cilt II. Bölüm Atatürk ve İnkılaplar