Barış Çalışmaları Perspektifinden Filistin İsrail Sorunu
İçindekiler BARIŞ KAVRAMI BARIŞ ÇALIŞMALARINDA İSRAİL FİLİSTİN ANLAŞMAZLIĞI SONUÇLAR
BARIŞ KAVRAMI
Savaşlar ve yıkımlarla dolu bir geçmişe sahip insanlığın en büyük özlemlerinden biri olmasına rağmen “barış” kelimesinin uluslararası ilişkiler alanında kavramlaşmaya başlaması yenidir. Hâlihazırda genel bir “barış teorisi”nin varlığından ise söz edilemez. Barış çalışmalarında ilk yaklaşımlar Johan Galtung‟un savaşın olmaması hali olarak ifade ettiği “negatif barış” kavramı üzerinde yoğunlaşmıştır. Barış, sadece “ateşkes” olarak algılanmıştır.
Clausewitz‟te de bu vardır: “Barış yapmanın teorik ve gerçek temelleri şudur: Savaş yenilgi ve muharibin silahsızlandırılması ile bitirilebilir. Ortaçağ Avrupası‟nda barış, “Hıristiyan dünyasında barış”tır, “savaşın başka yerlerde olması”dır. Örneğin, Podebary‟li George barışın “kâfir Türkler üzerindeki zaferden sonra sağlanacağını” savunmuştur. İslam dünyasında ise barış Müslümanların diğer insanlarla ilişkisine göre değerlendirilmektedir. Tüm insanlık için barış mesajı iddiası ile ortaya çıkan İslam‟da insan hayatının kutsallığı esastır.
Kutsal kitapta anlatılan Yahudilerin göçü ve İsrail topraklarına geri dönüş kavramı Yahudiliğin temeli haline gelmiş, Avrupa‟daki ulusçu hareketlerin gelişimi sırasında Yahudi milliyetçiliği bu inanç ve felsefe üzerine bina edilmiştir. Filistin topraklarındaki Kudüs, El Halil ve benzeri kutsal yerlerin Yahudilerin kontrolü altında olması önemli bir siyasi amaç haline gelmiştir .
Yahudi barış anlayışında öne çıkan üç yaklaşım vardır: Önceliği kutsal sayılan toprağın egemenliğine verenler; İnsan hayatının kutsallığına ve savaşın önlenmesine öncelik verenler; Demokrasinin (Tevrat‟ın üstünlüğüne dayalı, yöneticilerin, halkın meşru taleplerine duyarlı ve sorumlu olduğu bir yönetim) tesisi ve iç çatışmanın önlenmesine ağırlık verenler.
BARIŞ ÇALIŞMALARINDA İSRAİL FİLİSTİN ANLAŞMAZLIĞI
Barış çalışmaları literatüründe üç temel barış tanımı öne çıkmaktadır Barış çalışmaları literatüründe üç temel barış tanımı öne çıkmaktadır. Bunlar; John Burton‟ın ihtiyaç teorisine göre barış, Johan Galtung‟un barışçıl yollarla barış yaklaşımında ortaya koyduğu “negatif barış”-“pozitif barış” ayrımı ile Kenneth Boulding‟in “istikrarlı/sürdürülebilir barış” kavramlarıdır.
Bu barış kavramları ışığında İsrail-Filistin sorununa bakıldığında şunlar söylenebilir: Öncelikle İsrail‟in Filistin topraklarını işgal etmesi, geçmişte ve bugün pek çok İsrail liderinin Filistin halkının varlığını dahi sorgulaması, Batı Şeria‟da açılan Yahudi yerleşim birimlerinin varlığı, bunların güvenliğinin sağlanması gerekçesiyle Filistin kentlerinin birbirinden izole bir halde bulunması, Burton‟ın sözünü ettiği temel ihtiyaçların Filistin halkı açısından ulaşılamaz bir durumda bulunmasına yol açmaktadır.
Filistinlilerin hâlihazırda hareket serbestilerinin bulunması, kesintiye uğramadan ve işgalle karşılaşmadan bir yaşam sürdürmeleri mümkün değildir. Dolayısıyla ihtiyaç teorisi açısından bölgede bir barış tesis edilebilmesi için Filistinlilerin bu ihtiyaçlarını karşılayacak düzenlemeler yapılması gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında en öncelikli ve temel koşul Galtung‟un sözünü ettiği hem açık hem de gizli şiddet unsurları içeren işgal şartlarının ortadan kaldırılmasıdır.
Boulding‟in istikrarlı barış kavramı İsrail-Filistin sorununun çözümüne ışık tutmaktadır. Boulding çatışmanın belli bir mekanizma ile sınır içinde tutulabilmesine vurgu yapmaktadır. Sistemin şiddete ve savaşa sürüklenmesini engelleyecek mekanizmaların kurulması İsrail ile Filistin arasında güvenin arttırılması, iletişimin güçlendirilmesi, niyetlerin berraklaştırılması ve barış yönünde güvence vermeleri ile ilişkilidir. Oslo Barış süreci boyunca pek çok şiddet olayı yaşanmasına rağmen taraflar müzakereleri sürdürmeyi başarmışlardır.
Burton ve Kelman‟ın ilk problem çözümü çalışma grupları İsrailli ve Filistinli katılımcılar ile gerçekleşmiş, saha çalışmaları yapılmış, kapsamlı bir barış süreci denemesi gerçekleşmiş ve bu sorun araştırmacılara çatışma çözümü yöntemlerin tamamının test edildiği bir sosyal laboratuar ortamı sunmuştur. Bu açıdan İsrail-Filistin anlaşmazlığı, Kıbrıs ve Doğu Timor sorunları gibi, barış çalışmaları alanının önemli bir parçası haline gelmiştir. Burton‟ın ihtiyaç teorisinden yola çıkılarak hazırlanan çalışma grupları, tarafların temel ihtiyaçlarını objektif bir biçimde belirleyebilmek için toplantılar yapmış, bulgularını taraflarla ve kamuoyuyla paylaşmışlardır.
SONUÇLAR
Sorun temelde, Filistin halkı ile Filistin‟e göç eden Yahudi halk arasındaki bir toplumsal savaş gibi görünse de, gerçekte Filistin milliyetçiliği ile Siyonizm‟in toprak, kendi kendini idare hakkı ve devlet olma eksenindeki bir mücadeledir.
Tarihi Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin BM‟nin 1947‟deki 181-II sayılı kararıyla tarif ettiği sınırların ötesinde kurulmasıyla 1948‟de şekillenen Filistin meselesi, 1967 savaşında Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs‟ün de işgaliyle bugünkü görünümünü almıştır. İşgal edilen topraklarda Yahudi yerleşim yerlerinin açılmasıyla anlaşmazlık derinleşmiş, Filistin milliyetçiliğinin gelişimiyle Siyonizm-Filistin milliyetçiliği çekişmesine dönüşmüştür. Çatışma, aynı topraklar üzerinde hak iddia eden, bunu yaparken de birbirlerinin varlığını ve meşruiyetini sorgulayan iki halk arasındadır.
Çözüm arayışları ise bugün için BM kararları doğrultusunda “iki devletli çözüm” formülüne odaklanmıştır. Filistin direnişi hedefini (İsrail‟i yok ederek) tüm Filistin‟in kurtarılmasından, Batı Şeria ve Gazze‟de bağımsız bir devlet kurulmasına çevirmiştir. İsrail‟in ise bu konuda net bir tavrı olduğunu söylemek güçtür. Kesin olan tek şey İsrail‟in 67 sınırlarına dönmek istemediğidir.
Taraflar problem çözümü yöntemi ile masaya oturduktan sonra ciddiyet kazanan ve ulusal müzakereye dönüşen Oslo müzakereleri, Prensipler Anlaşması‟nın imzalanmasından sonra farklı boyutlarda 7 yıl boyunca devam etmiştir. Görüşmeler sonunda „iki devletli çözüm‟ ilkesi, gerek taraflar açısından gerekse üçüncü ülkeler ve uluslararası toplum tarafından genel kabul görür hale gelmiş gibi görünmektedir. Ancak bu çözüm biçiminin önce kendisi üzerinde sonrasında ise nasıl gerçekleşeceği yönünde anlaşmazlıklar nihai bir sonuca ulaşılmasına engel olmuştur.
İsrail tarafında büyük bir kesim hala iki devletli çözüme tam olarak emin olamamıştır. Temel ihtiyaçların belirlenmesi konusunda bir ortak görüş sağlanamamıştır. Taraflar kimlik dönüşümü konusunda da üzerlerine düşeni yapmamışlardır. Şiddet kültürünü yok etmek veya kısıtlamak için gerekli adımlar atılmamıştır. Taraflar kendi aralarındaki anlaşmazlıkları kırılma noktasından döndürecek bir mekanizma kuramamışlardır. Oslo Süreci‟nin bir eksikliği de barış çalışmalarının genel sorunu olan, güç dengelerini denklemden çıkarmış olmasıdır.
Filistinli müzakereciler de sürecin genelinde İsrail karşısındaki askeri, ekonomik ve siyasi zayıflıklarını göz ardı ederek “adil” bir barışı kovalamışlar, buna göre taleplerle İsrail‟in karşısına çıkmışlardır. İsrail tarafı ise müzakere masasında verdiği sözleri, büyük ölçüde gücünü ve stratejik dengeleri koruma kaygısıyla yerine getirmekten kaçınmış, anlaşmaları uygulamakta gecikmiş ve isteksiz davranmıştır.
Taraflar son 10 yıldır müzakereler yerine tek taraflı adımlarla sorunu değilse de sorunlarını çözmeye çalışmaktadır. İsrail tek taraflı adımlarla, duvar inşa ederek, işgali derinleştirerek, kendi güvenlik durumunu iyileştirmeye çalışmakta Filistin tarafı ise tek taraflı bağımsızlık ilanı ve kurumlarının uluslararası toplum tarafından tanınmasını sağlamaya çalışarak kimliğini teyide çalışmaktadır. Bu bilek güreşi düşük bir ihtimal de olsa tarafları yeniden masaya oturmaya itebileceği gibi iyiden iyiye ayrılığa da sürükleyebilecek gibidir.
Barış Çalışmaları Perspektifinden Filistin İsrail Sorunu