TASAVVUF ve SUFİZM Tasavvuf nedir? İslami ilimlerden bir ilim dalıdır. TASAVVUF VE SUFİZM HAKKINDA VELİLERİN (MUTASAVVIFLARIN) SÖZLERİ Ebu Muhammed Ceriri’ye göre tasavvuf: “Bütün yüksek ve güzel ahlaklar ile ahlaklanmak her türlü kötü ve düşük ahlaktan uzaklaşmaktır.” Amr. B. Osman-ı Mekki’ye göre: “ Tasavvuf kulun içinde bulunduğu vakitte kendisi için en uygun ve fazileti olan ameli yapmasıdır.” Tasavvufun kelime anlamı: Bir isim olmamakla birlikte halleri ve yolları meşhur veliler grubuna takılmış bir lakaptır (Kuşeyri, 2009).
Kettani’ye göre: “Tasavvuf, güzel ahlaktan ibarettir Kettani’ye göre: “Tasavvuf, güzel ahlaktan ibarettir. Kim güzel ahlakta senden ileride ise, onun gönül sefası da (ve kalp huzuru) senden ileridedir. Ebu Muhammed Ceriri’ye göre: “ Tasavvuf sürekli hallerini kontrol etmek ve her işinde edebe yapışmaktır.”
TASAVVUFUN TARİHSEL GELİŞİMİ Büyük sûfilerin yetiştiği hicrî III ve IV. (IX ve X.) yüzyıllarda tasavvufla ilgili birtakım eserler yazılmış, sûfiliğin esasları yazılı hale getirilmişti. 9. yüzyıldan itibaren Türkistan, İran ve Kuzey Afrika bölgesinde sûfî görüşler müsait ortam bularak yaygınlaşmıştır. Tasavvuf bu dönemlerde sistemleşmeye ve kurumlaşmaya başlamıştır. Aslında tasavvuf hep vardı bu dönemlerde kayıtlı bir hal almaya başladı diyebiliri.
Bunda Moğol İstilası sonrası ortaya çıkan çöküntü ve sosyoekonomik durumun toplumu ruhani bir arayışa sevketmiş olması büyük bir etkendir. Buhara, Semerkant ve Taşkent gibi şehirleri içeren Fergana Vadisi pek çok mutasavvuf yetiştirmiştir. Ahmed Yesevi, Abdulkadir Geylani gibi tasavvuf büyükleri bu bölgede tasavvuf ve tarikat yapısını olgunlaştırmışlardır. Bu bağlamda, özellikle 10. yydan sonra tasavvufa en büyük katkıyı Fars ve Türkmen müslümanların yaptığını belirtmek gerekir (Wikipedia). Hz. Peygamber, sahâbe, tâbiîn ve tebeu't-tâbiîn dönemlerinde dindar müslümanların yaşadıkları hayat yukarıda tasvir edilen mânevî bir atmosferde cereyan etti. Bu üç neslin dindarları dünyaya nazaran âhirete öncelik veriyor, bütün davranışlarda Allah'ın rızâsını gözetiyorlardı. Bu tür hayat Kur'an'ın istediği bir hayattı. Bunun en güzel örneği de Hz. Peygamber'di (el-Ahzâb 33/21). Hz. Peygamber zamanında çeşitli eğilimlere sahip olan sahâbeler vardı. Bunlardan bir kısmı ilim öğrenmeye, bir kısmı dini tebliğe, bir kısmı cihada, bir kısmı yöneticiliğe daha fazla ilgi duyarken bir kısmı ibadete daha çok önem veriyor, uhrevî kurtuluş üzerinde yoğunlaşıyorlardı. Başta ilk dört halife ve aşere-i mübeşşere olmak üzere Osman b. Maz`ûn, Mus`ab, Ammâr, Habbâb, Bilâl, Suhayb, Selmân, Ebû Zer, Mikdâd, Muaz, Ebü'd-Derdâ, Huzeyfe, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr bu sahâbenin âbid ve zâhidleri olarak tanınmışlardı. Daha sonraki dönemlerde yaşayan âbid, zâhid ve dindar müslümanlar her zaman bunları örnek almışlardı. Tasavvuf zincirinin ilk halkaları bunlardı. Daha sonra eklenen yeni halkalarla bu silsile günümüze kadar gelmiş, bu halkalardaki âlim ve zâhidler İslâm'ın ilim, ihlâs, takvâ, ihsan, his, heyecan ve zühd anlayışını yaşayarak çağımıza taşımıştır.
TASAVVUFUN AMAÇLARI Sufilerin yoluna girmekten maksat, İslamiyet’in inanılmasını emrettiği şeylere yakinî (şüphesiz) imanı artırmaktır. (dergi.altınoluk.com) Nefs-i emmâre tarafından ortaya çıkartılan zorlukları izale ( yok etmek) etmektir. (dergi.altınoluk.com) Tüm kötü ahlakı iyi ahlaka çevirmek, Kişinin vakitlerini en iyi şekilde değerlendirmesini sağlamak, Yaratılmış bütün varlıklara karşı hizmet etmek ve onlara hoşgörüyle davranmak, Nefs-i Emmare: İnsana daima kötülüğü emreden iç benliği. Örnek vericek olursak, tembelliği çalışkanlığa dönüştürmek ya da kötü ahlakı ii ahlaka dönüştürmeyi ya da kibiri tevazuya dönüştürmek diyebiliriz.
Son derece gösterişsiz başlayan, ama gayet feyizli geçen tasavvufi sohbetler kısa bir zaman sonra bir cemaatleşme halini aldı. Büyük sûfilerin tasavvufi görüşleri ve yaşayışları az çok birbirinden farklı idi. Bu da meşrep (mizaç, karakter, zevk) farkı olarak görüldü. Bu durum tasavvufa eğilimli olanların kendi mizaçlarına, ruh ve zihin yapılarına uygun düşen üstatları tercih etmelerine imkân verdi. Böylece yukarıda saydığımız gibi tasavvufi cemaatler ortaya çıktı. Bu ekollerden birine bağlanan bir mürid, mânevî hayatında belli bir üstadın görüşlerine ağırlık veriyordu. Cemaatler arasındaki olumlu ilişkiler tasavvufi gelişmeyi hızlandırdı.
TASAVVUF YOLLARI (TARİKATLAR) KADİRİYE: Abdulkadir Geylani (1078-1176) RUFAİYYE: Ahmet Rufai (1118-1177) DESUKİYE: İbrahim Desuki (1235-1277) BEDEVİYE: Ahmet Bedevi (1200-1276) NAKŞİBENDİYE: Muhammed Bahaddin Nakşibent (1318-1389) MEVLEVİYE: Mevlana Celaleddin Rumi ( 1207-1273) HALVETİYE: Pir Ömer Halveti (d.b -1397) ŞAZELİYE: Şeyh Hasan Şazeli (1196-1258) BEKTAŞİYE: Hacı Bektaşi Veli (1209-1271) BAYRAMİYYE: Hacı Bayram Veli (1352-1429) ÇEŞTİYYE: Müiniddini Çeşti (1136-1236) KÜBREVİYE: Necmmeddin Kübra (1445-1221) Tarikat : Arapça gidilen yol demek. Sufiler Tasavvufu bir yolculuk olarak görmüşlerdir. Bu yolculuktan maksat: “Kötü halden iyi bir hale, günahtan sevaba, güzel işlerden daha güzel işlere yolculuktur. Bu yolculuğun mekânı kalp, aracı zikir ve tefekkürdür.” (www.menzil.tv). Yukarıdaki tasavvuf yollarından başka bir çok tarikat mevcuttur. Bunların bir çoğu yukarıda adı geçen tarikatların alt kolları şeklinde oluşmuştur. Örneğin: Nakşibendiyeyi Halidiye kolu, Kadiriye eşrefiye koludur.
Tasavvufun ferdî yönü daha önemli olmakla beraber sosyal yönü de küçümsenmeyecek kadar önemlidir. Tasavvufi hayatın bazı biçimlerini bireyler tek başına yaşar. Fakat bu hayatı, bu konunun uzmanları, hocaları ve üstatları olan şeyhlerden ve mürşidlerden öğrenilir. Bu öğrenmede mürid ve tâlip denilen öğrencilerin üstatlarıyla birlikte bulunmaları, mânevî hayatı beraber yaşamaları şarttır. Çünkü tasavvufi hayat tıpkı birçok sanat gibi egzersizler ve pratiklerle öğrenilir. Bunun için de birliktelik ve beraberlik esastır.
Tasavvuf Kavramları Tarikat: Allah’a varma yolunda benzer biçimde düşünenlerin oluşturduğu topluluk. PİR: Tarikat kurucusu. Şeyh (Mürşit): Mürşid-i kâmil olarak kabul edilen şeyh, daha önce aynı yoldan geçmiş, Allah'tan gelen ilhamlara açık kimsedir. Mürid: Tasavvufta, kendisi için Allah'ın irade ettiğinden başka bir şey istemeyen, Allah'ın iradesi karşısında kendi iradesini hiçe sayan; tarikate giren ve şeyhe bağlanan, derviş, bende demektir. Seyr-i Sülük: Seyri süluk, tasavvufta manevi yolculuk demektir. Yolculuğu tamamlamayana sülük denir. Hanekah: Tekke, dergah. İrşâd (doğru yolu gösterme) ve sohbet ile insanları olgunlaştırma hizmetlerinin yapıldığı yer. Mürşid-i Kâmil (olgun rehberŞeyh, müridin (murad eden, isteyen) düşünce hayatını kontrol altında tutar. Onun zayıf noktalarını bilir ve ona göre bir eğitim tertip eder. Şeyhin kalp gözü açık olduğundan müridin kalp hayatını kendisinden daha iyi bildiğine inanılır. Fahruddîn-i Râzî şeyhte şu şartların aranmasını şart koşar: İhlâs Sadık olmak Doğru yoldan hiç ayrılmamak Tasavvuf alanında merhale merhale ilerlemiş olmak. Şeyh, Dünya'yı ve masivayı kalbinden çıkarmış, yalnız Allah'a dayanan kimsedir. her tasavvufi yolun Seyr-İ sülük usulleri farklıdır. Tarikatlere göre değişir.
Anadolunun Tasavvufla Tanışması Türklerin tasavvufla tanışmaları İslâmiyet'le tanışmalarıyla aynı zamanda olmuştur.Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında Horasan Erenleri adı verilen tasavvufî eğitim almış gönül adamlarının çok büyük etkisi vardır. Buhara Merv, Semerkant gibi merkezler hem bu tasavvuf ekolünün büyüyüp geliştiği hem de fetih ruhuna sahip Alperen'lerin yetiştiği yerler olmuştur. Alperen'lerin piri ise kendisi de Türk olan ve günümüze kadar eserleri gelen büyük Mutasavvıf Hoca Ahmet Yesevî hazretleridir. Anadolu Selçuklu Devleti zamanında iki tür tasavvuf geleneği etkili olmuştur. Konya merkezli Mevlevîlik geleneği daha çok farsça ağırlıklı bir dil kullanmış ve saray tebası ve yüksek zümreden insanlara hitap etmiştir. Onun için de ağırlıklı olarak başkent Konya'da etkili olmuştur. Selçuklu Sultanlarının pek çoğu da bu terbiye geleneğinde yoğrulmuşlardır. Yesevîlik menşeili ekol ise daha çok halk arasında yayılmıştır. (http://www.tasavvufalemi.com/)
ANADOLUDA Kİ MUTASAVVIFLAR Mevlana Celaleddin Rumi Şemsi Tebrizi Hacı Bektaşı Veli Yunus Emre Ahi Evran Sadreddin Konevi Selçuklu dönemi mutasavvıflarıdır.
Osmanlıda Tasavvuf Osmanlı İmparatorluğu'nda ise tarikat geleneğinin ilk halkası Osmanlı Devleti'nin manevî kurucusu sayılan Şeyh Edebali Hazretleridir. Şeyh Edebali, damadı Osman Gazi'yi manevî terbiye altına alıp yetiştirmiş ve O'nun öğütleri ile Osmanlılar 600 yıl dünyada hakim güç olmuş, böylece Osmanlı Devleti, hakkın hatırını en üst seviyede tutma, adaletli davranma, zulm etmeme terbiyesini tâ 1290'lı yıllarda küçük bir beylikken Şeyh Edebali'den öğrenmiştir.
Osmanlıda Tasavvuf Osmanlı İmparatorluğu'nun din ve kültür hayatında Kadiriye, Rifaiye, Yeseviye, Bektaşiye, Celvetiyye, Bayramiye, Mevleviye, Halvetiye, Nakşibendiye gibi tarikatlerin etkisi olmuştur. Önemli Osmanlı padişahlarının hayatlarında hep bir tarikat büyüğü onlara yol göstermiş ve bu padişahlar birçok önemli başarı ve hizmete imza atmışlardır. Mesela XI. yüzyılda yaşayan Aziz Mahmut Hüdayi hazretleri birçok padişaha önderlik yapmıştır
Osmanlıda Tasavvuf Osmanlı İmparatorluğu zamanında ve günümüzde de hâlâ varlığını ve etkinliğini koruyan üç önemli tarikat vardır. Bunların en önemlisi Nakşibendiyye tarikatıdır. Bahaüddin Nakşibend Hazretlerine nisbet edilen bu tarikat Emir Ahmed Buharî ile İstanbul'a ulaşmış, Osmanlıların son dönemlerine doğru güçlü bir zemin bulmuş ve hızla yayılmıştır. Meşhur Sufî Abdülkadir Geylani Hazretlerine nispet edilen kadiri tarikatının Osmanlılardaki ilk büyük temsilcisi Eşrefoğlu Rumî olup Osmanlılar bu tarikata yoğun ilgi göstermişlerdir. Ahmed er-Rifaiye nisbet edilen rifaiyye tarikatı da Anadolu topraklarındaki en köklü tarikatlerdendir.
Osmanlıda Tasavvuf Ulvi tasavvuf düşüncesi içine, zamanla bu müesseseden çıkar sağlamak isteyen ve toplumu kandırarak yanlışa sürükleyen insanlar da olmuştur. Osmanlı devleti de bu tür sapık tarikatler ile mücadele etmiştir. Ancak günümüzde yanlış tarikat anlayışlarını ve sapık ekolleri örnek göstererek bütün tasavvufî kültürü yok saymaya çalışmak Türk tarihini yok saymak gibidir. Tasavvufî düşünceler, Türk edebiyatı, Türk tarihi Türk kültürü anlatılmaya devam ettiği müddetçe yaşamaya devam edecektir. Yapılması gereken kendi gerçeklerimizle savaşmak değil onları doğru bir şekilde anlatmak ve sunmaktır. “tasavvufun tarihi gelişimi” http://ozgurvebagimsiz.blogcu.com/tasavvufun-tarihi-gelisimi-ozet/1999574 oamanlıda tasavvuf konusu kaynağı.
Osmanlı dönemi Mutasavvıfları Şeyh Edebalı Emir Sultan Eşrefoğlu Rumi Aziz Mahmud hüdayi Mehmed Emin Tokadi.
Sufilerden Esintiler MEVLANA CELALEDDİNİ RUMİ 1 Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol. 2 Şefkat ve merhamette güneş gibi ol. 3 Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol. 4 Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol. 5 Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol. 6 Hoş görülülükte deniz gibi ol. 7 Ya olduğun gibi görün, Ya göründüğün gibi ol.