Eski İzmirde Karantina -Güzelyalı evleri ve Yaşam Prof. Dr. İstemi Nalbantgil İzmir, 2006
Dün kahkahalar yükseliyorken evinizden Bendim geçen ey sevgili, sandalla denizden Muzaffer İlkar’ın bestelediği nihavend makamındaki bu şarkıyı pek çoğumuz biliriz, güftesi Yahya Kemal Bayatlı’ya ait olan bu şiiri, büyük şair çok olasıdır ki İstanbul da ya boğazı ya da Kalamışı gezerken yazmıştır. Oysa bu şiir pekala 1940 – 60 yılları arasındaki İzmirin Karantina Güzelyalı sahil şeridine de uyar. Bu sunumda sizleri o tarihlere götürmeğe çalışacağız.
Bu resim ondokuzuncu asrın ikinci yarısına aittir Bu resim ondokuzuncu asrın ikinci yarısına aittir. İzmir’in şimdi kız lisesinin bulunduğu yahudi mezarlığından (maşatlık) çekilmiş Sahilde ki birkaç yapılanmayı gösteriyor. Yüksek kayalıkların bulunduğu yere daha sonra asansör yapılacak, yerleşim bölgeleri artacak.
Yirminci asrın ilk yarısı, İzmir’in sembollerinden birisi olan asansör binası yapılmış, sahilde denizle iç içe geçmiş, genellikle iki katlı yalılar, ve bunların denize uzantısı olan banyoları göze çarpıyor. Bu semtlere Konaktan kalkan vapurlar,Karataş, Karantina,Göztepe Güzelyalı iskelelerine uğrayarak her gün yüzlerce semt sakinini taşırlardı. Ünlü yazar Bedii Faik “Yalancı” isimli kitabında ağır ceza reisi olan babasının, Konaktan vapurla Karantinaya geldiğini yazar.
Bu yalılar Karataş’tan Karantinaya kadar bitişik nizamda yapılmış pek çoğu iki katlı evlerdi. Deniz tarafında daha büyük ama cadde tarafında da ufak da olsa, bakımlı birer bahçeleri olurdu. Bu yalılar arasında caddeyi denize bağlayan kısa ara sokaklar bulunurdu.
Bu evlerin yapısında vazgeçilmez bir unsur balkonlar idi Bu evlerin yapısında vazgeçilmez bir unsur balkonlar idi. Hem deniz hem de cadde tarafında hemen her evin balkonu olurdu. Bu balkonlarda bazen caddeyi seyreden bir çocuk, bazen bembeyaz başörtüsü ile bir nine bazen de yoldan geçen erkek arkadaşına kaçamak bir bakış gönderen genç kızlar bulunurdu.
Mithat paşa sanat enstitüsünden sonra cadde tarafında bahçeleri olan yalılara rastlanılırdı. Pek çoğunda ön bahçe ve arka bahçeyi birbirine bağlayan ara bahçeler vardı. Bazı yalıların üç, bazılarının ise dört yanı bahçe idi. Buralarda en ilginç ev Palamutçu Ali beyin evi idi. Bu evin özelliği cadde ile arasında yüksek duvarlar vardı. Bahçe kapısının üstünde ise evden ayrı bir cumba bulunurdu, bu görünüm bu cadde boyunca başka hiçbir evde yoktu, bu evin deniz tarafındaki iskelesi de şekli ile diğerlerinden farklı bir yapıda idi.
Karantinaya doğru cadde yükseklik kazanırdı Karantinaya doğru cadde yükseklik kazanırdı. Karantinada denize giden ara sokağa yaklaşık 20 basamak merdiven ile inilirdi. Bu merdivenler halen vardır ve eskiden kalma tek hatıradır. Köprüye doğru gidildiğinde bu sahilin en yüksek apartmanı olan Binnaz apartmanı sizi karşılardı.Bu apartman cadde tarafından 6, deniz tarafından ise 7 katlı idi. Binnaz apartmanından sonra dört bir yanı bahçeli büyük evler gelirdi.Binnazın Karantina tarafında kuleli bir yalı, köprü tarafında ise Necipoğullarının yalısı vardı.
E D C B A Necipoğulları’nın yalısından sonra gelen cadde tarafında 2 , deniz tarafında 3 katlı olan çatısında orijinal bir terası bulunan bina ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında papaz okulu olarak yapılmış, o zamanlar çevresinde hiçbir bina yokmuş, burada asmalar varmış ve elde edilen üzümler papazlar tarafından şarap imalinde kullanılırmış. Ben bu evde doğmuşum. A= Necipoğullarının evi, B= Doğduğum ev, C= Nişlilerin evi, D= Egelilerin evi E= Şerif Remzi Reyent’in evi (şimdi Şerif paşa yalısının olduğu yer).
Bu evin deniz tarafından görünümü Bu evin deniz tarafından görünümü. Bu ev 1950 li yıllarda, yapılışından yaklaşık 170 yıl sonra yıkıldı, yerine Metin Şamlı bir villa yaptırdı. Bu villanın kiremitleri beyaza boyanmıştı ve beyaz kiremitli villa olarak adlandırıldı. Şimdi o da yıkıldı yerinde villa apartmanı yapıldı.
Köprüye gelmeden önce Eczacıbaşıların, Kaptan Ali beyin, Kutucuların evleri gelirdi, bu evlerin cadde tarafında bahçeleri yoktu. Köprü yokuşunun caddeye ulaştıktan sonra denize giden bölümünün başında Berat apartmanı vardı,3-4 katlı ufak bir apartman idi, fakat o zamanlar diğer yapıların hepsi ev olduğu için bu yapı her kez tarafından bilinirdi. Köprüden sonra gelen ilk önekli yapı Kardiçalı’lara aitti, bu bina ortasında geniş bir bahçesi olan iki tarafında binalar olan bir yalı idi. Bahçesinden merdivenlerle deniz kenarına inilirdi.
A B Sadıkbey durağına yaklaşırken, Şamlı’ların, Sevil’lerin, Şenocak’ların, Ragıp Şamlının ve Yemişçi beylerin yalıları gelirdi. Bu gün sadece Şamlılara ait bina kullanılmaktadır (A), Sevillere ait bina (B) harap bir haldedir, diğerleri yıkılıp apartman oldular. Sadık beyden vali konağına doğru yürüdüğünüzde İzmirli Talat beyin evi, Lenger’lerin evi ve Muzaffer beyin (eskiler Muzaffer beyin annesi Bahriye hanımın ismiyle de anarlardı) evleri gelirdi.
Vali konağından önce gelen bina Sadullah Kuşadasına aitti ve halen yıkılmamış, bakımlı bir halde durmaktadır. Daha sonraları gelen evler bitişik nizamda yapılmışlardı, hemen tamamı yıkılmış aparıman yapılmıştır. Burada ayakta kalan tek yapı olarak Balcızade Hakkı beyin evi gösterilebilir. Balcızade Hakkı beyin yalısının cadde tarafından görünümü. Resim Çimentaşın “İzmir ve Egeden Mimari İzlenimler” kitabından alınmıştır. Çizim:Dr Kaya Dinçer
Göztepe’yi geçince en orijinal yapı Filibelilerin yalısı idi Göztepe’yi geçince en orijinal yapı Filibelilerin yalısı idi. Daha sonra Tahsin Tan yalısı gelirdi. Bundan sonra evler yine bitişik nizam halinde Güzelyalı’ya kadar uzanırdı ama yinede cadde taraflarında ufak, deniz tarafında büyük bahçeleri olurdu.
Önceleri adı tramvay caddesi, sonra İnönü caddesi 1950lerden sonra da Mithat paşa caddesi olarak anılan caddenin kara tarafında da ihtişamlı yapılar vardı. Bu binalar deniz tarafındakilere göre daha yüksekte yapılardı ve merdivenle çıkılırdı. Büyük bir kısmında bahçe mevcuttu. 132nci sokağın başında bulunan ön bahçesinde iki çam ağacı olan ve bahçenin demir parmaklıklarla çevrelendiği ve mor salkımların süslediği bina 1903 yılında yapılmış ve İzmir’in ilk cerrahı olan Mustafa Enver (Birgi) e aitti. Maalesef yıkılıp apartman yapıldı. Ondan sonra gelen iki evden birincisi elan anaokulu olarak kullanılmakta, yanındaki kuleli ev ise yıkılmasına izin verilmediği için üstü tamamen açılmış bir şekilde harap bir halde durmaktadır.
Bu sırada yıkılmaktan kurtulan orijinal bir yapısı olan kuleli ev şimdi çocuk kreşi olarak kullanılmakta ve eski güzelliği ile durmaktadır.
A B Köprüye gelmeden, yine kara tarafında merdivenle çıkılan iki evden birincisi Koyunculara aitti, yıkıldı apartman oldu. İkincisi ise arka bahçesi ile arkadaki parka kadar uzanan muhteşem bir evdi (A), yıkılmasına izin verilmediği için perişan bir şekilde durmaktadır. Şu anda bir diğer büyük konak ise (B) köprü yokuşunun hemen sonrasında, apartman olmasına izin verilmediği için bahçesinin içindeki büyük ağaçlar arasında kendi kendine yıkılmasını beklemektedir.
Bu evlerin arasında kalan cadde de akşamüstü olunca gençler yürüyüş yapardı, bunun adı piyasa idi, ev hanımları birbirine “gün’e” giderlerdi. Güneşin ufka yaklaştığı saatlerde ise bahçelerden gelen gül ve yasemin kokuları tüm caddeyi sarardı. Yalılarda oturanların bu saatlerdeki bir zevki ise hafiflemiş imbatın taze serinliğini içlerine çekerek deniz kıyısındaki banyolarında oturmaktı, bu saatlerde denize girenler, kayıklarına binip gezinenler de olurdu. Ama esas deniz keyfi sabah saat 10 ile 13 arasında idi. Hemen her evden denize girilirdi, deniz tertemiz idi. Denize girenler yalnız o evlerde oturanlar değil kara tarafında oturanlarda komşularına gelir, denize girerlerdi. Kayık sefası genellikle gençlerin tekelinde idi yaşlılar daha çok Pazar günleri aileleri ile kayığa biner gezerler veya akşamüstü işlerinden erken gelmişlerse ve imbat hafiflemişse akşam yemeğe öncesi ufak gezintiler yaparlardı. Özellikle mehtaplı gecelerde kayık gezintilerinin bir başka özelliği vardı. Bazı aileler çalabildikleri enstrümanları yanlarına alarak kayıkda eğlenirlerdi. İzmirin tanınmış gazetecilerinden Haluk Cansın “Unutmaya Kıyamadıklarım” isimli anı kitabında kendisinin tamburu, annesinin de kemençesi ile mehtapta kayıkla dolaştıklarını ve Türk müziğinin unutulmaz saz eserlerini meşkettiklerini yazmaktadır. Bir diğer gurup ise akordeonla zamanın hafif batı müziği eserlerini çalarak dolaşırlardı. “Papatya gibisin beyaz ve ince”, “domino” melodileri sahili çınlatırdı. Bunlara yalılardan gelen müzik eklenir, imbatın tatlı serinliğinde unutulmaz geceler geçirilirdi.
Hüseyin Mayadağ’ güftesini yazdığı, Teoman Alpayın bestesi: Dün Göztepenin neşeli bir alemi vardı Şen kahkahalar bahçelerin koynunu sardı Bu tabloyu en güzel anlatan mısralardır. 1950 li yıllarda açık hava sinemalarının apayrı bir yeri vardı. Kış sezonunda oynatılan filmler bu sinemalarda ikinci defa oynatılırdı. Haftada iki kez film değişirdi. Bu bölgenin en meşhur sineması Venüs sineması idi. Karantinada deniz tarafında boş kalan bir arsada yapılmıştı. Cadde tarafı denizden bir hayli yüksek olduğu için deniz tarafında kurulan perdeye doğru basamaklarla inilirdi, bu amfi şekli diğer sinemalarda yoktu. Göztepe de yine deniz tarafında iskele sokağından hemen sonra Pandora sineması, Anadolu apartmanının bahçesinde yer alan Gözümoğlu sineması ve Güzelyalı da yine deniz tarafındaki Güzelyalı sineması bunların başlıcaları idi. Ayrıca kara tarafında biraz daha içerlek yerlerde diğer sinemalarda vardı. Bu sinemaların% 70-80 müşterisinin günleri belli idi. Belirli sinemalara belirli günlerde gidilirdi.Esas film başlamadan önce muhakkak bir çizgi filmgösterilirdi. Eğer bu çizgi film bir Tom Jerry filmi ise tüm çocuklardan büyüklere kadar herkesden kuvvetli bir oooo sesi çıkar memnuniyet belirtilirdi.
Sıcak yaz gecelerinin bir bakıma serin serin geçtiği bu mekanlar, gençler arasında birbirini görme, göz göze gelme yeri idi. Film bittikten sonra genç kızlar, aileleri ile evlerine dönerken uzaktan takip edilir, genç kız evlerine girerken, anne babasına belli etmeden arkasına dönüp bir baktı mı, o an genç adam için dünyaların durduğubir an olurdu, ertesi gün ,daha ertesi gün bu an anılıp durulurdu. Büyük usta Rakım Elkutlunun nihavend şarkısında söylediği gibi: Mümkünmü unutmak güzelim, neydi o akşam Hülya gibi, rüya gibi bir şeydi o akşam O yapıları, o denizi,o geceleri, o yaşananları mümkün mü unutmak ? Maalesef evet, çoktan unutuldu. Prof.Dr.İstemi Nalbantgil Karantina, Ekim 2006