GENEL İLETİŞİM (13) Yrd. Doç. Dr. Tebrike Kaya Beykent Üniversitesi İletişim Fakültesi, Yeni Medya Bölümü İletişim:
Kamuoyu ve Suskunluk Sarmalı İnsanların güçlü olandan yana tavır aldıkları gerçeği pek çok araştırmayla kanıtlanmıştır. Bu alandaki en önemli araştırmalardan birini Alman Elizabeth Noelle Neumann gerçekleştirmiştir yılında yaptığı araştırmada, bireylerin herhangi bir konuda kanaat geliştirmeleri söz konusu olduğunda, toplumdaki genel kanaatlere uyduğunu saptamıştır. İnsanlar, siyasal kararlar dışında gündelik yaşamla ilgili konularda da aynı tavrı ortaya koymaktadır. Bir tren kompartımanındaki bireylere sigaranın insan sağlığına zararlı olup olmadığı sorulmuştur. Sigara bağımlılarının yoğun olduğu kompartımanında sigara içenler sigaranın herhangi bir sağlık riski taşımadığını belirtmiştir. Sigara içmeyenlerin tavrı bu kuramın ortaya çıkışını belirlemiştir. Sigara içmeyenler, sigaranın sağlığa zararlı olduğunu alçak bir ses tonuyla ifade etmeye çalışmış, bir çoğu da soruyu yanıtlamak yerine sessiz kalmayı tercih etmiştir. Suskunluk sarmalı adıyla iletişim bilimine giren bu modele göre, çoğunluğun aynı fikirde olduğu ve görüş belirttiği bir ortamda farklı görüşlere sahip azınlık ya suskun kalmakta ya da çoğunluğun kararına uymaya yönelmektedir.
İdeoloji İdea ya da fikir, bireyin kendi özgür iradesiyle oluşturduğu bir şeydir. Oysa ideoloji, dışarıdan dayatılan, bireyin bilincine enjekte edilen fikirler toplamıdır. İdeoloji, her dönemde farklı alanlarda çalışan aydınların ilgi odağı olmuştur. İnsanın düşünme yetisi Antik çağlardan itibaren düşünürlerin ilgisini çekmektedir. İnsanın «idea» adı verilen fikir ve düşüncelerin bilimsel çözümlemeye konu edilmesini ilk olarak Fransız düşünür Destutt de Tracy sağlamış ve ideoloji (fikirbilim) kavramını geliştirmiştir. Marx ise ideolojiyi kültürel bir olgu olarak ele alarak insanın içinde yer aldığı maddi koşullarla ilişkilendirir. Buna göre, insanlar içinde yaşadıkları şartlara ve maddi koşullara uygun olarak bir takım fikirler oluştururlar. Dolayısıyla her tarihsel dönem kendi fikirsel ve düşünsel iklimini yaratır. Ancak Marx’a göre toplumun her kesimi kendi ideolojisini yaratacak güce sahip değildir. Ancak güçlü kesim, yani üretim araçlarına sahip olan, üretim ilişkilerini belirleyen kesimler toplumun kültürel yapısını ve bu yapıya bağlı olarak ideolojisini belirler. Dolayısıyla gücü eline geçiren bir toplumsal sınıfın ideolojisi o toplumun gerçek yaşamını yansıtmayabilir. Toplumdaki egemen güçler, kendi gerçeklerinin yansıtıcısı olan ideolojiyi toplumun geri kalanına dayatırlar.
Marx ve Engels’e göre toplumsal sistemlerin işlemesine temel oluşturan, din, hukuk, eğitim kurumları ideolojik tasarımlardır ve arkasında maddi ilişki süreçleri yatar. Buna göre, Marx ve Engels egemen sınıfın ideolojik egemenliğine karşı mücadelenin öncelikle maddi pratikler düzeyinde başlatılması gerektiğine dikkat çeker. Marx’ın ideolojiyle ilgili düşünceleri Gramsci’nin «hegemonya» kavramıyla destek bulur. Gramsci’ye göre hegemonya kültürel kurumlar ve aygıtlar tarafından çok güçlü biçimde üretilmekte ve insanların beynine yerleştirilmektedir. Kültür yoluyla insanların beynine kazılan, bilincine aşılanan ideoloji, zaman içinde insanlar tarafından sanki kendi düşünceleriymiş gibi benimsenir. Böylece o ideolojik çerçevede bireylere verilen her şey bireyler tarafından onaylanır. Gramsci, bu onaylama işini «rıza» kavramıyla açıklar. Çağdaş toplumdaki egemenlik biçimleri, kitlelerin bilinçlerine aşılanan ideolojiyle biçimlendirilmekte ve bu yolla kitlelerin rızası alınarak sürdürülmektedir.
Devletin İdeolojik Aygıtları Marx’ın ideolojiye bakış açısı ve Gramsci’nin hegemonya ve rıza kavramları Fransız düşünür Louis Althusser’in «devletin ideolojik aygıtları» kuramının çıkış noktası olmuştur. Althusser, insanın ideoloji aracılığıyla nasıl kurulduğu üzerine yoğunlaşmıştır. İdeoloji, insan zihninin ürünü olan tasarımlardır. İdeolojinin üretimi ve yeniden üretimi belli aygıtlarla gerçekleşir. Devletin iktidar aygıtları olarak nitelenebilecek bu aygıtları Althusser ikiye ayırır: Devletin ideolojik aygıtları ve devletin baskı aygıtları. İdeolojik aygıtlar, aile, okul, din, kitle iletişim araçları gibi ideoloji üretimi yapan, yeniden üreten ve dağıtımını yapan kültürel kurumlardır. Baskı aygıtları ise asker, polis, yargı hapishaneler gibi doğrudan baskı aygıtlarıdır. Yönetilen kitleler tarafından bakıldığında bu kurumlar aralarında hiçbir ilişki yokmuş gibi görünür ancak bu kurumlar kendi aralarında görünmeyen bir eşgüdüm içerisinde işleyiş gösterirler. Egemen ideolojinin ve kapitalist sistemin sürekliliği ideolojik aygıtlarla sağlanır. Althusser, ideolojiyi, insanların beyinlerine hükmeden düşünceler ve temsiller sistemi olarak tanımlar. Kitle iletişim araçları yalnızca ideoloji aktarımı yapmazlar, aynı zamanda ideoloji üretme işlevleri de vardır.
Stuart Hall-Kodlama ve Kodaçımlama Medyanın izleyiciler üzerindeki etkilerini araştıran önemli düşünürlerden biri de Stuart Hall’dır. Medya aracılığıyla aktarılan her ileti izlyicilerin büyük çoğunluğu tarafından aktarıldığı şekliyle alınmaktadır. İş dışındaki zamanlarını televizyon karşısında geçirmeye koşullanan insanlar bu araçlardan aktarılan her iletiyi kendilerine aktarıldığı şekliyle almaya da koşullanmıştır. Medyadan gelen kodlar (kodlanmış iletiler) bu tip izleyiciler tarafından kendilerinden beklendiği biçimde algılanır (izleyiciler bu iletileri kodaçımlama yaparak algılar). Medya patronları ve ilişkide olduğu güç sahipleri için en makbul izleyici kitlesi de bu tip izleyicilerdir. Stuart Hall, bu tip izleyiciler tarafından yapılan kodaçımlamayı ya da okumayı «egemen okuma» olarak adlandırır. Toplumun büyük çoğunluğu bu tip izleyicidir.
Hall’a göre izleyicilerin bir kısmı, medyadan gelen kodlanmış iletileri okurken (kodaçımlama yaparken) daha temkinli davranmaktadır. Gelen iletileri aynen kabul edip yaşama geçirmeden önce kafasında ölçüp tartar, konuyla ilgili başka insanlarla tartışır buna göre benimser ya da benimsemez. Hall bu tip okumaya «tartışmalı okuma» adını verir. Entelektüel açıdan toplumun genelinin biraz üzerinde olan kesime mensup insanların bu tip okuma yapmaları beklenir. Toplumda daha yüksek bir entelektüel düzeye sahip olan daha küçük bir kesime mensup insanlar ise medyadan gelen iletilere karşı eleştirel bir tavır takınırlar. Bu tip izleyicilere bir takım görüşleri benimsetmek ve kabul ettirmek neredeyse olanaksızdır. Bu tip izleyicilerin yaptığı okuma «eleştirel okuma» ya da «muhalif okuma» olarak adlandırılır. Toplumların genellikle marjinal aydın kesimini oluşturan, eleştirel bakış açısına sahip insanlar, önemli düşünürlerden biri olan Herbert Marcuse’a göre demokratikleşmenin güvenceleri arasındadır.
Kitle Kültürü İnsan kültür üreten bir varlıktır. Her insanın bir yaşamı, yaşamını sürdürmek için yapması gereken bir takım işleri, bireysel ya da ortak pratikleri vardır. Her insanın kendine özgü bir kültürü vardır diyebiliriz. O halde bazı insanları kültürsüz insan olarak nitelendirmek yanlıştır. Kültürsüz insan yoktur, kültürü farklı insan vardır. Kültür, toplumsal bir varlık olarak insanların bir arada, topluluk içinde yaşarken, yaşamın akışı içinde kendiliğinden gerçekleştirdikleri bir üretimdir. Modern insanın gündelik yaşamını düzenleyen kültür üretim mekanizmaları arasında kitle iletişim araçlarının yeri çok önemlidir. Amerikalı düşünür Walter Lippmann (1949) 20. yy başlarında, «kitle iletişim araçları insanlara belli bir gerçekliğin resmini sunar» demiştir. KİA’da, gerçekliğin tıpatıp kendisi olması gereken haber sunumları bile belirli bir filtrelemeden geçirildikten sonra izleyiciye ulaşmaktadır. Bu işlem aynı zamanda KİA aracılanmış kültürün halka aktarılması işlemidir.
Frankfurt Okulu ve Düşünürleri KİA ile aracılanmış olarak halka aktarılan kültür, 1920’li ve 30’lu yıllarda Frankfurt Üniversite’sinde görev yapan bir grup düşünür tarafından kitle kültürü olarak adlandırılmıştır. Bu düşünürler, teknolojinin olanaklarından yararlanarak yapılan kültür üretimini ve satışını «kültür endüstrisi» kavramıyla ifade etmişlerdir. Buna göre kültür endüstrisi ortamında üretilen kültürel pratikler ve sanatsal ürünler, insanların ihtiyaçları ve beğenileri dışında onlara dayatılan ürünlerdir. Kitlesel olarak üretilen ve tüketime sunulan bu ürünler insanların tektipleşmesine ve toplumların homojen yapılara dönüşmesine neden olmaktadır. Frankfurt Okulu Düşünürleri: Theodor Adorno, Max Horkheimer, Herbert Marcuse, Walter Benjamin, Jurgen Habermas
Teknolojik Determinizm (Belirlenimcilik) Kitle iletişim araçlarının toplum ve insanlar üzerindeki etkilerini inceleyen araştırmalara göre KİA’ların toplum ve insan üzerinde sınırsız etkileri vardır. Hitler gibi diktatörler, kitle iletişim araçlarını kullanarak toplumu istedikleri gibi gütmüşlerdir. 1950’lerden itibaren yapılan iletişim araştırmaları ise toplumların homojen değil heterojen yapılar olduğunu ve KİA’nın kullanımlarının da buna uygun olarak çeşitli olduğunu göstermiştir. Bu doğrultuda, KİA heterojen özelliğe sahip toplumun her kesiminde aynı yoğunlukta kullanılamaz ve tüm insanlar üzerinde aynı etkiyi yaratamaz. Amerikalı düşünür, Marshall McLuhan, iletişim teknolojilerinin toplum üzerindeki etkileriyle ilgili önemli görüşler ileri sürmüş ve 60’lı yıllarda adından çok söz ettirmiştir. Ona göre teknoloji toplumu belirler. Teknolojik belirlenimciliği «araç iletidir» sözüyle özetlemiştir. İletişim teknolojilerinin «dünyayı küresel bir köy haline dönüştürdüğü» ilk iddia eden kişi de McLuhan’dır.
İletişim bilimleri alanında ya da başka alanlarda teknolojiye övgü yağdıranlar dışında bu gelişmeleri eleştirel bir bakış açısıyla yorumlayanlar da bulunmaktadır. Bu düşünürlerden biri de Herbert Schiller’dir. Schiller, Kitle iletişim araçlarını «zihin yönlendirenler» olarak nitelendirir. Önemli İngiliz düşünür ve yazar George Orwell ise daha 1940’lı yıllarda teknolojik gelişmelerin insanlığı olumsuz yönde etkileyeceğini savunan distopik bir roman yazmıştır adlı romanda Orwell, teknolojiyle belirlenmiş trajik bir toplum ve yaşam öngörüsü ortaya atmıştır. Bu romanda, teknolojiyi elinde tutan iktidar insanları her an gözetlemektedir. İnsanların özel yaşam alanları ve kendilerine has düşünceleri yok edilmiştir. İnsanlar nerede olurlarsa olsunlar monitörler vasıtasıyla izlenmektedir. Romanda, «büyük ağabey» (Big Brother) denen iktidar sahibi tüm insanları medya aracılığıyla sıkı bir denetim altında tutmaktadır. (1984’ü okumanız için pusulaya yükledim. Düşünerek okumanızı tavsiye ederim)
Kitle İletişim Araçlarının İşlevleri Kitle iletişim araçlarının işlevleri konusunda farklı görüşler vardır. Genel kanıya göre bu araçlar insanlık için insanlığın ve uygarlığın gelişmesi açısından çok yararlıdır. Ancak insanların bu araçları olumlu veya olumsuz kullanmalarına bağlı olarak sonuç değişecektir. Başka bir deyişle, KİA’nın işlevleri, onları elinde tutan ve yönlendiren güçlerin onlarla ne yapmak istediğine göre değişir. İletişim bilimci Harold Lasswell, KİA’nın üç işlevine dikkat çeker: Eğitim (kültür aktarımı) propaganda ve gözetleme. Denis McQuail ve Charles Wright ise KİA’nın istenmeyen işlevlerinin olduğunu da ileri sürmüşlerdir. KİA’nın olumsuz işlevlerinden biri insanları gerçek yaşamdan kopmalarına neden olmasıdır. İnsanlar gerçek yaşamlarındaki sorunlarla mücadele etmek yerine KİA’ların sunduğu kurmaca dünyaya sığınarak orada oyalanmayı tercih ederler. Ayrıca KİA’ların şiddet ve sapkınlık eğilimleri güçlendirdiği iddia edilmektedir. KİA insanlara düşük düzeyde kültür ve sanat ürünleri sunarak insanların beğeni düzeylerinin düşmesine neden olmaktadır KİA ticari amaçla üretilen kültür ve sanat ürünleri bombardımanı yaparak bu alana ait değerlerin yitirilmesine neden olmaktadır. KİA’lar gündelik yaşama dair pratikleri biçimlendirir ve yeniden üretirler.