Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

BULUTTAKİ YÜZLER Kişilik Kuramında Öznelerarasılık Robert D. STOLOROW, Ph.D. George E, ATWOOD, Ph.D. Tahir Özakkaş MD., PhD. Psikoterapi Enstitüsü Bayramoğlu/Kocaeli.

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "BULUTTAKİ YÜZLER Kişilik Kuramında Öznelerarasılık Robert D. STOLOROW, Ph.D. George E, ATWOOD, Ph.D. Tahir Özakkaş MD., PhD. Psikoterapi Enstitüsü Bayramoğlu/Kocaeli."— Sunum transkripti:

1 BULUTTAKİ YÜZLER Kişilik Kuramında Öznelerarasılık Robert D. STOLOROW, Ph.D. George E, ATWOOD, Ph.D. Tahir Özakkaş MD., PhD. Psikoterapi Enstitüsü Bayramoğlu/Kocaeli 2014

2 insan, sürekli değişen bir bulut gibidir... hep merak konusu olmuş olan insan, sürekli değişen bir bulut gibidir, psikologlarsa bulutta yüzler gören insanlar gibi. Bir psikolog üst kısımda bir burun ve dudağın hatlarını görür, sonra mucizevi bir şekilde bulutun diğer kısımları da buna göre şekillenir ve ileriye bakan bir süpermenin hatları görünür. Başka bir psikolog ise bulutun alt kısmına odaklanır; bir kulak, bir burun, bir çene görür ve birdenbire bulut geriye doğru bakan bir Epimetheus şeklini alır. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 2

3 Dolayısıyla, her algılayan için bulutun her parçasının farklı bir işlevi, adı ve değeri vardır - - bunu belirleyense kişinin başlangıçtaki algısal eğilimidir. Aslında bir ekolün kurucusu olmak için yalnızca başka bir kenarda bir yüz görmek yeterlidir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 3

4 Bölüm 3 Carl Jung 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 4

5 C. G. Jung’un yaşamının ve düşüncelerinin incelenmesi bu kitabın bağlamında özellikle önemli bir yere sahiptir, çünkü Jung kişilik kuramının öznelliği sorununu kabul eden ilk kişi olmuştur. Psikolojik tiplerle ilgili kuramını esasen, kuram oluşturma üzerindeki öznel etkilerin anlaşılması ve bertaraf edilmesine yönelik bir görüşle oluşturmuştur (Jung 1921). 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 5

6 Freud ve Adler arasındaki çatışmayı gözlemlerken, her iki kuramcının da insan nevrozu olgusunu aynı başarıyla açıklayabilme kapasitelerinden çok etkilenmiştir. Jung her iki bakış açısının da önemli gerçeklere değindiğini kabul etmiş, nevrozun iki karşıt unsuru içerdiğini düşünmeye başlamıştır. Bu unsurlardan birisi Freudçu, diğeri de Adlerci kuram tarafından ele alınmıştır. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 6

7 Her bir kuramcının, nevrozda en belirgin olarak, kendilerine has özelliklerinin karşılığı olan etkenleri görüyor olması, onların kendilerine has psikolojik özellikleriyle ilgili olmalı. … Adler bastırılmış ve değersiz hisseden bir öznenin hayali bir üstünlükle nasıl kendini güvenceye almaya çalıştığını görür. … Bu görüş nesnenin özelliği ve önemini tamamen ortadan kaldırıp özneye fazlasıyla vurgu yapmaktadır … 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 7

8 Freud ise hastasını önemli nesnelere kalıcı şekilde bağımlı olarak ve bunlarla ilişki içinde görmektedir. … Onun kuramındaki en önemli unsur aktarım kavramıdır, yani hastanın doktorla ilişkisi. … Freud’a bakılırsa, nesneler en büyük öneme sahiptir ve neredeyse tek belirleyici güç nesnelere aittir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 8

9 Adler’de ise, nesne ne olursa olsun kendi güvenliğini ve üstünlüğünü sağlamaya çalışan özneye vurgu yapılmaktadır. … Aradaki fark mizaçtan, iki farklı insan zihniyeti arasındaki karşıtlıktan başka bir şey olamaz. Bu zihniyetlerden birisi en önemli belirleyici etkenin özne, diğeri ise nesne olduğunu düşünmektedir. (Jung 1943, 1945, s. 52-53). 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 9

10 Çeşitli gözlemlerle desteklenen bu düşünceler, Jung’un içedönüklük ve dışadönüklük olarak iki temel insan tutumu olduğunu varsaymasına yol açmıştır. Farklı tutum kategorileriyle ilgili kuram, Freud ve Adler’in görüşlerine bir üst görüş olması niyetiyle ortaya konulmuş, her iki görüşün katkıları uyum içinde bir araya getirilmiştir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 10

11 Jung’un bu çatışmayı açıklamak için neden özellikle içe dönüklük – dışa dönüklük boyutuna odaklanmayı tercih ettiği sorusu da akıllara gelebilir. Jung’un kendi kişisel özellikleri, yani kişiliği, kendisini ve dünyayı kendine özgü deneyimleme şekli sorgulanarak bu soruya kısmi bir yanıt bulunabilir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 11

12 Jung, Freud ve Adler’in varlığından haberdar olmadan çok uzun zaman önce bile kendi kişisel yaşamında, içe dönük ve dışa dönük eğilimleri arasındaki ciddi çatışma açıkça görülmekteydi. Otobiyografisi olan Anılar, Düşler, Düşünceler (1961) isimli kitabında, çocukluk yıllarında kendisinin No 1 ve No 2 olarak adlandırdığı iki ayrı kişi ya da iki ayrı kişilik olduğuna nasıl inanmaya başladığının ayrıntılı bir açıklaması yer almaktadır. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 12

13 1 nolu kişilik, anne babası ve öğretmeleri tarafından bilinen ve dışarıdan görünen çocuk olup aslında okulda öğrenme güçlüğü çeken ve diğer çocuklardan daha aşağı olduğu tüm yönlerinden dolayı kendini aşağılanmış hisseden çocuktu. Bu kişilik için dış dünya en önemli şeydi. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 13

14 Öte yandan 2 nolu kişilik diğerleri tarafından bilinmeyen, gizli iç benlik olup evrenin başlıca bilinmezlikleri hakkında gizli hayaller kurardı. Jung 2 nolu kişiliğini, bir çocuk olarak içinde yaşadığı dünyadan farklı bir yere ait olarak görür; bazen bu iç benliğin Tanrı’dan mesajlar alan ve yaşı olmayan bir varlık olduğuna inanırdı. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 14

15 No 2’nin kozmik duygu ve imgelerden oluşan gizli ve güvenli dünyasına belli aralıklarla girerek, No 1’in sürekli olarak maruz kaldığı acı dolu ve korkutucu kişilerarası durumlardan kaçabilmekteydi. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 15

16 Aktif ve idrak eden benliğim pasif kalırken ve yüzyılların “yaşlı adam”ının dünyasına doğru çekilirken, duygularım ve sezgilerim … 2 nolu kişiliğimde ortaya çıkıyordu. Bu yaşlı adamı ve onun etkisini meraklı bir şekilde ve üzerinde fazla düşünmeksizin deneyimliyordum; o varken 1 nolu kişilik neredeyse yok olma derecesinde sönükleşiyor, 1 nolu kişilikle gittikçe daha fazla özdeşleşen benlik duruma hâkim olduğunda ise yaşlı adam, eğer bir şekilde hatırda kaldıysa bile, uzak ve gerçek dışı bir rüya gibi görünüyordu. [Jung 1961, s. 68] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 16

17 Jung’un kişisel gelişim sürecinin anlaşılması, Freud ve Adler’le ilgili yorumlarına tümüyle yeni bir ışık tutmaktadır. İkisi arasındaki fikir ayrılığına ilişkin görüşleri, kendi içindeki iki karşıt tarafın çatışmasından etkilenmiş gibi görünmektedir. 2 nolu kişilik Adlerci görüşteki özne gibi başkalarından bağımsız bir şekilde kendi güvenliğini ve üstünlüğünü sağlamaya çalışmakta; 1 nolu kişilik ise Freudcu görüşe karşılık gelmekte ve dış dünyayla fazlasıyla ilgilenmektedir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 17

18 Özellikle, Jung’un metapsikolojisinin, onun kendisini ve başkalarını hem şu anda yaşıyormuş hem de geçmiş çağlara aitmiş gibi farklı şekillerde deneyimlemesinin bir sonucu olarak görülebileceğini göstermeye çalışacağız. Ayrıca, bu cisimleştirmelerin, Jung’un bu deneyimlere özgü öznel tehlikelerin üstesinden gelmek için mücadele ettiği sırada savunmacı ve onarıcı bir işlev gördüğünü de göstermeye çalışacağız. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 18

19 JUNG’UN KURAMINDAKİ ÖZNEL DÜNYA Ortak Bilinçdışı ve Arketipler Jung’un metapsikolojisindeki başlıca unsurlardan birisi onun nesnel, kişiler üstü, ben ötesi ya da ortak bilinçdışı kavramı ve bu kavramın içeriğindeki arketiplerdir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 19

20 Kişisel bilinçdışı ile kişiler üstü ya da ben ötesi bilinçdışı arasında bir ayrım yapmamız gerekiyor. İkinci türdeki bilinçdışına aynı zamanda ortak bilinçdışı da diyoruz, çünkü onun kişisel olan herhangi bir şeyle ilgisi yoktur, tamamen evrenseldir ve her yerde görülebilir ki bu durum doğal olarak kişisel bilinçdışının kapsamına giren konular için geçerli değildir. [s. 76] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 20

21 Kişisel katman çocukluk dönemine ilişkin ilk hatıralarla son bulur, ancak ortak katman bebeklik öncesi dönemi de kapsar, yani atalarımızın yaşamlarından beri süregelenleri … psişik enerji gerilere gittiğinde, hatta bebekliğin ilk yıllarının da ötesine gidip atalarımızın yaşamlarından kalan mirasın arasına daldığında; mitolojik imgeler ortaya çıkar: bunlar arketipler dir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 21

22 Var olduğunu şimdiye kadar tahmin bile etmediğimiz ruhsal bir iç dünyanın kapıları açılır ve daha önceki bütün düşüncelerimizle en keskin şekilde karşıtlık gösteren unsurlar ortaya çıkar. [s. 87] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 22

23 Ortak bilinçdışı … sonsuzluğun şekil bulduğu bir dünya imgesidir. Bu imgede belli özellikler, arketipler ya da baskın olan şeyler zaman içinde belirginleşmiştir. Bunlar hükmeden güçler, tanrılar, dönemin kanun ve ilkelerine ilişkin imgeler, ruhun deneyim döngüsündeki tipik ve sürekli tekrarlayan olaylar imgesidir. [s. 105] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 23

24 Jung’un kuramındaki öznel dünya açısından bakıldığında, ortak bilinçdışı ve arketipler, dinamik olarak aktif ve bireyin kendi iradesinden bağımsız olarak işleyen özerk varlıklar olarak deneyimlenen bir hayali figürler topluluğunu bünyesinde barındırmaktadır. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 24

25 Bu etki ve güç sayesinde akıl almaz ya da büyüleyici bir sonuç yaratır ya da bir davranışa sevk ederler. … Özel enerjileri sayesinde – fazlasıyla enerji yüklü özerk güç merkezleri gibi hareket ettikleri için – bilinçli zihin üzerinde büyüleyici ve hükmedici bir etki yaratır ve böylece öznede büyük değişiklikler yapabilirler. [s. 79- 80] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 25

26 Jung, bir hayalinde böyle bir arketip imgesiyle karşılaşan bir hastasıyla ilgili şöyle yazmaktadır: Konuşan ve düşünen artık kişinin kendisi değildir, onun içindeki şey düşünmekte ve konuşmaktadır … ben ötesi unsurlar yalnızca durağan ve ölü maddeler değildir. … Onlar bilinçli zihin üzerinde büyüleyici bir etki yaratan, yaşayan varlıklardır. [s. 153-154] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 26

27 Aslında, bilinçdışı figürlerin yaşayan özerk varlıklar olarak deneyimlenmesi, onların kendiliğin içindeki ayrı kişilikler olarak hissedilmesi noktasına kadar gidebilir. Örneğin, anima (bir erkeğin bilinçdışı dişiliğine karşılık gelen dişi arketip imgesi) ile ilgili olarak Jung bir kişinin “animaya özerk bir kişilik gibi muamele etmekte ve ona kişisel sorular yöneltmekte gayet haklı olduğunu” belirtmektedir (s. 212). 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 27

28 Jung’un metapsikolojik formülasyonları, bireyin içindeki özerk ve oldukça yüksek enerjili varlıkların gerçek ve nesnel olduğunu kabul ederek bu tür öznel deneyimleri somutlaştırmaktadır. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 28

29 Jung’un ortak bilinçdışı ve arketiplere ilişkin betimlemelerinde anlatılan varlıklar sanki insanlığın antik geçmişinden fırlayıp gelmiş mitolojik varlıklarmış gibi olağandışı, çoğunlukla büyülü ve doğaüstü güçlere sahiptir. Deneyimsel olarak, bunlar ilkel, oldukça abartılmış ve tümgüçlü, belki de iyi ya da kötü tümgüçlü, “kutsal” ya da “şeytani”dir (s. 251). 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 29

30 Yansıtmada, doktorun abartılı ve patolojik bir şekilde tanrılaştırılması ile nefret dolu bir şekilde aşağılanması arasında bocalar. İçe yansıtmada, gülünç bir kendini tanrılaştırma ya da manevi olarak kendine acı çektirme durumuyla karşı karşıya kalır. … Bu şekilde, kendisini ya da partnerini tanrı ya da şeytan yapar. [s. 80] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 30

31 Jung’un başka bir yerde değindiği gibi bu “anormal derecede fazla veya az değer biçme” tanımlamaları (s. 106) çağdaş analistlere tanıdık gelecektir, çünkü bu tanımlamalar kendinin ve diğerinin geçmişe ait imgelerinin devreye girmesiyle karakterize edilen kendiliknesnesi aktarım yapılarının terapide harekete geçmesine işaret etmektedir. (bkz. Kohut 1971, Stolorow ve Lachmann 1980). 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 31

32 Jung’un bu potansiyel olarak uyumlu ve tamamlayıcı ilişkiyle ilgili tanımlamaları bize tümgüçlü, bilge, tamamen verici ve rehberlik eden birisiyle yaşanan mutluluk verici deneyimlerin metaforik simgeleri gibi görünmektedir: 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 32

33 Jung bu idealleştirmenin temellerini bir benzetme yoluyla erken yaşlarda anneyle bütünleşmeye bağlamaktadır: Dolayısıyla, ortak psişenin altında gömülü büyük hazineleri kaçırmak istemeyen herkes temel yaşam kaynaklarıyla yeni kurduğu bu birliği korumak için öyle ya da böyle mücadele edecektir. … Bu bir parça gizemcilik … her bireyde “anneye duyulan özlem, doğduğumuz kaynağa duyulan hasret” gibi doğuştan gelir. [s. 179] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 33

34 Jung, anima arketipiyle hayatın ilk yıllarında sihirli bir şekilde koruyup kollayan anne imgesi arasında özellikle yakın bir bağlantı kurmaktadır. Benzer şekilde, animus (bir kadının bilinçdışı erkekliğine karşılık gelen arketipik imge) da idealleştirilmiş baba imgesiyle ilişkilendirilmektedir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 34

35 Ortak bilinçdışı ve arketipleri tasavvur edilemez bir iyiliğin kaynağı olan, özlem duyulan ve idealleştirilmiş imgeleri temsil edebiliyor olsa da, kendi tümgüçlü ve şeytani güçleriyle oldukça tehlikeli olan imgesel varlıkları bünyesinde barındırıyor da olabilir. Bu yüzden arketip, “psişeyi kontrol altında tutan ve onu insanlığın sınırlarını aşmaya zorlayan” (s. 80) oldukça rahatsız edici bir “iç düşman” (s. 88) olarak davranabilir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 35

36 Ayrıca, ortak bilinçdışının cömert ve tamamen verici bir destek kaynağı olarak tasvir edildiği daha önceki alıntılarla dikkat çekici bir zıtlık içinde, onun soğuk, ilgisiz, geri duran, bencil, hırsla yakıp yok eden bir şey olarak yansıtıldığı bölümler de bulunmaktadır: 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 36

37 Özellikle – “itaat edilmesi gereken” – anima (s. 199) gizemli ve büyüleyici güçleri olan, bireyin başka bir özel ilişki kurmasına izin vermeyen, sahiplenici ve “kıskanç bir metres” gibi davranabilen (s. 211), ondan “çocukluğun korkuları karşısında içsel bir aşağılanma ve teslimiyet” isteyen (s. 214), baskın, etkileyici, baştan çıkarıcı ve güvenilmez bir anne varlığı olarak yansıtılmaktadır. Animanın, kişiliğin üzerine uyguladığı sihirli ve kötü niyetli güç, onun üzerinde şeytanca hâkimiyet kurmak gibi birşeydir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 37

38 Kendiliğin Çözülmesi Ortak bilinçdışı kavramıyla somutlaştırılan ve öznel olarak güçlü imgeler, bireyin kendilik duygusu üzerinde ciddi tehditler oluşturmaktadır. Özellikle, kendilik hissinin bütünlüğünü (kendilik-sınırları), istikrarını (kendilik-kimliği) ve duygusal düzenini (özsaygı düzenlemesi) tehdit etmektedir (bkz. Stolorow 1975a). 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 38

39 Jung’a göre, ortak unsurların ortaya çıktığına işaret eden belirtiler, çağdaş analiste narsisistik gerileme ve yetersizlik göstergeleri olarak, yani kendiliğin çeşitli derecelerde parçalanmasının göstergeleri olarak, tanıdık gelecektir (bkz. Kohut 1971). 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 39

40 Şimdiye kadar, ister şeytani olarak algılanmış isterse de idealize edilmiş olsun, benliğin tümgüçlü bir figür karşısındaki çaresizliği ve edilgenliği sonucunda kendiliğin parçalanma ve yok olma tehdidiyle karşı karşıya geldiği durumları tanımlamış bulunmaktayız. Ancak, Jung’un kuramsal tartışmaları, bireyin birleşme arzusunun ve idealize edilmiş figürün büyüklüğünü özdeşleşme yoluyla kendi bünyesine katma hayallerinin de kendilik-nesne sınırlarının dağılmasına yol açabileceğine açıklık getirmektedir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 40

41 Böyle durumlarda, farklılaşmanın ortadan kalkması, megalomanik bir şekilde kendini abartma ve büyük görme halleriyle, “hatta ‘tanrısallık’ biçiminde ifade edilebilen bir üstünlük duygusuyla” kendini gösterecektir (s. 150). 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 41

42 Bilinçdışından gelen idealize edilmiş imgelerle birleşme ve özdeşleşme saldırgan bir niteliğe bürünebilir – örneğin, birey animaya üstün gelip onu güçsüzleştirdiğini hayal ettiğinde ve dolayısıyla onun “doğaüstü gücü”nü kendisine mal ettiğinde, kendisini “sihirli güçlerle ve bilgilerle donatılmış … doğaüstü güçlere sahip bir kişilik” seviyesine yükselterek şişirmektedir (s. 239 – 240). 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 42

43 Kendisiyle ilgili imgesinde “bütün güçlerden üstün, en azından yarı tanrısal bir süper insana dönüşmektedir” (s. 241). Jung bizi bir noktada, kendini şişirmenin patolojik seviyelere ulaşıp “bütün kişiliği parçalayabileceği” konusunda uyarmaktadır (s.156). 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 43

44 İdealize edilmiş figürlerle karşı karşıya gelmenin her iki sonucunun da – birleşme yoluyla kendini büyük görme ve şişirme ya da depresif bir şekilde kendini küçük görme – nihai olarak kendilik sınırlarının yok olması tehdidi yarattığını tekrar vurgulamak önemlidir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 44

45 Birindeki kibir ile diğerindeki bunalımın ortak yanı ikisinin de sınırlarındaki belirsizliktir. Birisi fazlasıyla yayılmış, diğeri ise fazlasıyla küçülmüştür. Bireysel sınırları … tamamen silinmiştir. [s. 151] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 45

46 Birliği Bozulmuş İnsan Jung’un metapsikolojisinde yansıtıldığı gibi, öznel dünyada gizli olan temel tehlikenin, tümgüçlü olarak iyi ya da kötü olan ötekiyle kurulan etken ya da edilgen ilişki yoluyla kendiliğin çözülmesi olduğunu belirttikten sonra, şimdi de bu tehlike ile Jung’un kuramındaki bir başka önemli motif – “birliği bozulmuş insan” konusu – arasındaki bağlantıyı inceleyeceğiz (s. 28). 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 46

47 Jung’a göre “nevroz kendiliğin bölünmesidir” (s. 30). Bu kendiliğin bölünmesine, onun Adler’in “güç istemi” ile Freud’un libidinal ya da erotik içgüdülerini karşılaştırması bağlamında açıklık getirilmiştir. Bu karşılaştırmada Jung erotik içgüdüleri idealize edilmiş ötekilerle birlik isteği olarak yeniden yorumlamakta, buna kendiliğin edilgen bir teslimiyetle çözülme tehlikesinin eşlik ettiğini belirtmektedir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 47

48 Güç istemini ise, “kişiliğin bütünlüğünü korumak” için kendini yüceltme ve büyük görme isteği (s. 47) – daha sonra ise patolojik olarak kendini şişirme yoluyla içe kapanarak yalıtılma ve kendilik sınırlarının yok olması tehlikelerini ortaya çıkaran bir istek – olarak görmektedir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 48

49 Bu iki önemli istek herkesin içinde düşman taraflar olarak hareket etmekte, böylece Jung’un kavramsallaştırmalarında “insan doğası, benlik ilkesi [kendini büyük görüp her şeyden yalıtarak kendini koruma] ile içgüdü ilkesi [idealize edilmiş nesne ile birlik] arasındaki korkunç ve bitmeyen çatışmadan muzdarip olmaktadır” (s. 44). 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 49

50 Jung’un düşünce dünyasında, her iki isteğin de birey için eninde sonunda kendiliğin parçalanması tehdidi oluşturduğunun altını çizmek önemlidir. Aşağı tükürse tümgüçlü nesneye teslim olarak, yukarı tükürse yabancılaştırıcı bir kendini şişirmenin yol açtığı kendiliğin sınırlarının yok olması sonucunda, kendiliğin çözülmesi durumuyla karşı karşıya kalacaktır (s 80-81). 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 50

51 Şimdi, Jung’un kuramında kastedilen öznel dünya açısından, kutupluluk – “karşıtların düzenleyici işlevi” – ilkesine verdiği önemi anlamaya başlayabiliriz (s 82). Bu ilkeye göre, bilinçli benliğin her eğilimi aynı güçteki karşıt bir eğilimin bilinçdışı psişede ortaya çıkmasıyla dengelenmektedir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 51

52 Jung, kutupluluğun kendi içinde en uç noktada kendiliğin parçalanması ve “parçalanarak zıt kutuplara ayrılması” tehdidini yarattığını kabul etse de (s. 83), yine de ona içruhsal ekonomiyi düzenleyen gerekli bir metapsikolojik ilke statüsü vermiştir: 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 52

53 Bütün enerji, ancak zıt kutuplar arasındaki gerginlikten doğabilir. [s. 38] Zıt kutuplar arasında bir gerginlik olmadığı sürece enerji de olmaz … bu gerginlik olmadan ileri doğru adım atmak mümkün değildir. Bilinçli zihin … bilinçdışındaki karşıtını arar, o olmadan durağanlığa, tıkanıklığa ve kemikleşmeye mahkumdur. Yaşam yalnızca zıt kutuplar arasındaki kıvılcımdan doğar. [s. 63- 64] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 53

54 Eşit güçteki zıt eğilimlerin sürekli olarak dengelenmesi olan kutupluluk, teslimiyet ya da kendini abartma yoluyla kendiliğin yitirilmesini (psişik ölüm) önlemek için ve kendiliğin bütünlüğünün korunabilmesi (psişik olarak hayatta kalma) için gereklidir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 54

55 Bireyleşme Jung’un kişilik kuramına göre önüne geçilmesi gereken en önemli tehlike kendiliğin çözülmesi ve kendilik-nesne ayrışmasının yok olması olduğu için, kişiliğin gelişimindeki en önemli işin ve analitik terapinin nihai amacının bireyleşme olduğunu fark etmek sürpriz olmayacaktır (s. 121). Bireyleşme, bilinçdışının tümgüçlü figürlerinden keskin bir şekilde farklılaşmış, sınırları belli olan ve bütünlük içinde bir kendilik duygusunun oluşturulmasıdır. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 55

56 Kendiliği “bilinçdışının tüm bozucu etkilerinden ve farklılaşmamasından” kurtarmak için bireyleşmiş olmak kesinlikle zorunludur (s. 238). Tedavinin amacı “benliğin, ortaklık ve ortak bilinçdışı ile birbirine geçmesini engellemektir” (s. 239). 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 56

57 Jung bireyin kendisini anima arketipinden ayrıştırma çabaları hakkındaki tartışmalarında, bir benzetme yoluyla, çocuğun öncelikle anneden sonra da babadan koparak bireyleşme arzusunun, kendilik-nesne ayrışması için verilen mücadelenin gelişimsel bir örneği olduğundan söz etmektedir – ki bunlar anlatmış olduğumuz psikolojik dünyada tam anlamıyla başarılamayan gelişimsel görevlerdir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 57

58 Esasen Jung, bireyin kendiliğini ayrıştırma çabası için izleyebileceği iki yol olduğundan söz etmektedir. Bu yollardan birisi persona denilen şeyle ifade edilmektedir. Birey kendi etrafında sosyal davranış ya da toplumsal maske şeklinde koruyucu bir kabuk yaratmaya çalışmaktadır. Bu kabuk ona bir çeşit kişisel “sihirli saygınlık” kazandırmaktadır (s. 160) ve böylece kendisiyle ortak psişe arasındaki farklılaşmayı korumaya çalışmaktadır. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 58

59 Ancak persona, kendilik-nesne farklılaşmasına yönelik yalnızca yanıltıcı bir çaba, “görünüşten ibaret iki boyutlu bir gerçeklik”tir (s. 168). Sahte bir yapay kimliği yaşatmak için ilkel taklitlere sığınan, farklılaştırılmamış ruhsal dünyalara sahip hastaların “mış gibi” davranışlarını anımsatan, boş, yabancılaşmış ve yapay bir kişiliği güçlendirebilmektedir (bkz. Deutsch 1942). 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 59

60 Sözde bireyleşme çabalarıyla personanın kurgulanması, kendiliğin bölünmesinin daha da acılı bir hale dönüşmesine yol açmaktadır, çünkü kendiliğin toplumsal ve bireysel halleri gittikçe birbirinden kopmakta ve deneyimsel olarak birbirinden ayrılmaktadır. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 60

61 Ancak bu yolda gizlenen en büyük tehlike yine kendiliğin çözülmesidir, fakat bu kez personayla, yani toplumsal kendilikle tam bir özdeşleşme ve onun içine çekilme yoluyla olacaktır. Bunun sonucu olarak ise, kişiliğin en önemli parçaları bilinçten ayrışacak, bu da tahammül edilemez içruhsal gerginlikler yaratıp birliğin bozulmasına neden olacaktır. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 61

62 Persona Böyle bir durumdaki benlik, bilinçdışı taleplerin yaygaralarıyla toplumsal rollerin gereklilikleri arasında kalarak “iki ateş arasında” sıkışan ve iki taraf arasında savrulup duran zavallı bir “pinpon topu” olarak tanımlanmaktadır (s. 206). 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 62

63 Bu tanımlamalarda, kendiliğin bütünlüğünün hem dışarıdan hem de iç ruhsal derinlikler tarafından tehdit edildiği bir dünyada kendilik- nesne farklılaşması için verilen mücadelenin gerekliliği ve kendiliğin içinde bulunduğu tehlike bir kez daha ifade edilmektedir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 63

64 Yapay bir çözüm olan bu birinci yolun aksine, Jung, gerçek bireyleşmeye götüren ikinci bir yoldan söz etmektedir. “Özdeşleşmekten kurtulmayı” gerektiren (s. 235) bu yol, kendilik-nesne farklılaşması ve kendiliğin ifade edilmesidir: 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 64

65 Bireyleşme birbiriyle benzer özelliklere sahip tekil bir varlık olmak anlamına gelir. “Bireysellik” bizim en özel, en kişisel, en derindeki eşsiz biricikliğimizi yansıttığı için, kendi içimizdeki kendiliğimize dönüşmemiz anlamına da gelmektedir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 65

66 Dolayısıyla, bireyleşmeyi “kendiliğe dönüş” ya da “kendini gerçekleştirme” olarak tercüme edebiliriz. [s. 182] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 66

67 [Bireyleşme] aslında embriyonik üreme hücrelerinde gizlenmiş olan kişiliğin bütün yönlerinin farkına varmaktır; asıl bütünlük potansiyelini yaratmak ve ortaya çıkarmaktır. [s. 121] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 67

68 Jung’un formülasyonlarına göre, kendiliğin sınırlılığı ve kendiliğin bütünlüğü hislerinin bir araya getirilmesine katkıda bulunan belli başlı üç tane terapi etkinliği bulunmaktadır. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 68

69 Bunlardan birincisi, bilinçdışını bilinç düzeyine çıkarma amacını taşıyan klasik psikanalitik yöntemi içermektedir. Jung’un kuramsal yaklaşımında bu amaç, bilinçdışının tümgüçlü figürlerinin analitik aktarımda gelişip serpilmesine izin vererek onları bilinç düzeyine taşımaya odaklanmaktadır (bkz. Kohut 1971). 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 69

70 Jung’un terminolojisinde, bilinçdışını bilinç düzeyine çıkarma süreciyle yakından ilişkili olan ikinci terapi unsuru ise aşkın bir duruma gelmeyi içermektedir (s. 232) – bu işlev önceden psişenin bilinç ve bilinçdışı olarak bölünmesiyle birbirinden ayrılmış olan zıt kutupların birleşmesi ve uyumlu bir şekilde iç içe geçmesidir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 70

71 Aşkın duruma gelmenin sonucunda, Jung’un “kendilik” olarak adlandırdığı (s. 250) “bölünmemiş bir bütünlük” (s. 235) elde edilmektedir. Kendilik ayrıca yeni bir “denge merkezi” (s. 207), “kişiliğin orta noktasının … bilinç ile bilinçdışı arasındaki – yani bilinçli benlik ile şimdiki anın bilincinde olan arketip imgeleri arasındaki – orta noktanın bulunması” (s. 234) olarak tanımlanmaktadır. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 71

72 Kendilik “içeriden ve dışarıdan gelen güçlü etkiler arasında asılı” kalmakta (s. 249), “iki dünya görüntüsü ve onların tam fark edilmeyen güçleri arasında havada durmaktadır” (s. 250). Jung’un tamamen farklılaşmış kendilik idealini tanımladığı bu imgelem, bize hala çok istikrarsız olan bir kendiliği düşündürmektedir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 72

73 Bu kendiliğin bütünlüğü ve istikrarı daha çok çekici bir etki yoluyla, onu yok etmekle tehdit eden bütün güçlerden eşit uzaklıktaki bir konumda durduğu deneyimsel durum yoluyla sürdürülmektedir. Böylece, kendiliğin çözülmesinin maruz kaldığı iki ateş arasında kalma sorunu ince bir şekilde çözülmektedir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 73

74 Jung’un bireyleşmeyi sağlayan tedavi süreci ile ilgili kavramsallaştırmasındaki üçüncü terapi etkinliği kişisel ve ortak unsurlar arasında – bilinçdışının tümgüçlü figürleriyle kendilik arasında – yapılan keskin ayrımları yorumsal olarak tekrar tekrar vurgulamayı içermektedir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 74

75 JUNG’UN KURAMININ PSİKOLOJİK KÖKENLERİ Bundan sonraki kısımda, Jung’un hem bir çocuk hem de bir yetişkin olarak bu “diğer dünya” ile ilgili deneyiminin, ortak bilinçdışı ile benlik arasındaki ilişkiyle ilgili nihai formülasyonlarıyla doğrudan bağlantısı olduğunu göstermeye çalışacağız. Daha genel olarak, onun gizli endişelerinde yer etmiş olan ve bu endişelerin yarattığı kaygıların ve kişisel gerilimlerin onun metapsikolojik sistemini bir bütün olarak nasıl etkilediğini açıklayacağız. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 75

76 Bu bölüm üç kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda, Jung’un öznel dünyasının doğasını açığa çıkarmak amacıyla onun hayallerinin gelişimini izleyeceğiz. İkinci kısımda, onu gizli bir dünyaya ilgi duymaya iten, sıkıntılı ve sarsıcı bir şekilde hayal kırıklığı yaratan, kişiliğinin oluşumunda önemli rol oynayan deneyimleri tartışacağız. Üçüncü bölümde ise, onun metapsikolojisindeki kavramları, kişisel varlığına egemen olan meselelerin ve kaygıların ifadeleri olarak yorumlayacağız. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 76

77 Sırrın Kaynağı 3 yaşındayken, her gece uykuya dalmadan önce aşağıdaki duayı okuması öğretilmişti: İyi huylu Rabbimiz İsa, kanatlarını aç, Yavru kuşunu, çocuğunu yanına al. Eğer İblis onu parçalayıp yutmaya kalkarsa, Ona hiçbir zarar gelmesin, Ve bırak melekler şarkı söylesin. [s. 10] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 77

78 Duada İsa koruyucu ve çocukları seven bir figür olarak resmedilmekte olup, Jung ilk başta onu zihninde gökyüzündeki bir tahtta oturan kibar ve iyiliksever bir soylu adam olarak canlandırmıştır. Ancak “yavru kuşunu, çocuğunu yanına al” ("nimm dein Kuchlein ein") ifadesi kafa karıştırmaktadır; burada bir ilaç “alınmakta”, yani yutulmaktadır. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 78

79 Duada, iblisin çocukları yemesini engellemek için İsa’nın onları yuttuğundan söz edildiğini düşünmekteydi. Kurulan bu bağlantıdaki “almak” sözcüğünün çağrıştırdığı oldukça kaygı verici anlamlar, Jung’un cenaze törenleri ve definlerdeki gözlemleriyle pekişmiştir. Fraklı, silindir şapkalı, parlak siyah çizmeli adamların yerde bir delik açıp içine gizemli bir siyah kutu koyduğu birkaç manzaraya tanık olmuştur. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 79

80 İsa tarafından alınmak bir şekilde yerin altına indirilmekle eşdeğer olmuştu. İsa imgesinin olumlu ve iyiliksever özellikleri, siyah kutuyla meşgul olan adamların kötü nitelikleri tarafından baltalanmaya ve dönüştürülmeye başlamıştı. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 80

81 İsa, ölüm ve alınmak ile ilgili bu rahatsız edici izlenimler, Jung’un “ilk bilinçli travma”sı olarak tanımladığı bir deneyimin en önemli belirleyicileri arasında yer almaktaydı (s. 10): Bir gün evin önünde kumların üzerinde oynarken, yukarı baktı ve büyük şapkalı, tuhaf siyah giysili bir şeklin tepeden aşağı ona doğru geldiğini gördü. Kadın kılığına girmiş bir adam gibi görünüyordu. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 81

82 Kendisine doğru yaklaşan şeyin, kafasının içinde korkunç ve şeytanca bir niyeti olduğunu (belki de onu öldürüp sonra da parçalayıp yutmak istiyordu) düşünen Jung koşarak evin içine girdi, merdivenlerden çıktı ve çatı katındaki odasının en karanlık köşesine saklandı. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 82

83 O günden sonra günlerce, hatta haftalarca Cizvit’in (aslında zararsız bir Katolik rahibiydi) geri döneceğinden “ölesiye korkup” durdu. Yıllar boyunca Katolik kiliselerinden içeri adımını atıp rahiplerin yanında rahat ve huzurlu bir şekilde duramadı. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 83

84 . İsa’nın iyiliksever, destekleyici ve koruyucu özellikleri, onun yeryüzündeki ve yer altındaki karşı emsallerinin ürkütücü ve yok edici nitelikleriyle büsbütün bir zıtlık içinde görünmektedir. Dünya onun zihninde yukarı ve aşağı, iyi tümgüçlü ve kötü tümgüçlü arasındaki kutupsal gerginlik olarak ortaya çıkmıştır. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 84

85 Dolayısıyla bu imgelerde Jung’un, karşıtların uzlaştırılması ve bütünlük sorunuyla ilgili daha sonraki takıntısının ilk çıkış noktasını görebilmekteyiz. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 85

86 Aslında, son çalışmalarından birisi olan Answer to Job (1952), Yahudi-Hristiyan Tanrı’nın karanlık ve aydınlık yönlerini kabullenmeye yönelik bir çaba olup, onun çocukluğunun ilk yıllarındaki derin düşüncelere çarpıcı biçimde delalet eden bir projedir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 86

87 Tanımlamış olduğumuz kapsayıcı imgelemin içeriği ortaya koymaktadır ki, Jung’un çocukluğundaki duygusal yaşamının etrafında döndüğü esas mesele kendisinin dışındaki tümgüçlü figürler tarafından absorbe edilerek (çiğnenip yutulma hayaliyle sembolize edilmektedir) kendiliğin yok olması tehlikesidir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 87

88 [Okul arkadaşlarımın] beni kendime yabancılaştırdığını fark ettim. Onlarla birlikteyken evde olduğumdan daha farklı oluyordum … okul arkadaşlarım … beni yanlış yola sevk ediyor ya da olduğumu düşündüğümden daha farklı olmaya zorluyordu. … Sanki içimde bir bölünme yaşamaya başlıyordum ve bu beni korkutuyordu. Güvenliğim tehdit altındaydı. [s. 19] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 88

89 Jung, ailesinin dışında daha geniş bir sosyal dünyaya dâhil olması ve okula gitmeye başlamasının yol açtığı korkutucu kendilik dönüşümü ve içsel bölünmeyle eşzamanlı olarak, yaşamının bu dönemine (7 – 10 yaşları arası) hâkim olan öznel kaygılara olağanüstü bir ışık tutan bir takım sembolik oyunlar geliştirmiştir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 89

90 Bu oyuklardan birisinin içinde küçük bir ateş yakıyordum … sonsuza dek yanması gereken bir ateş. Bu ateşi benden başka kimsenin yakmasına izin yoktu. Diğer kişiler başka oyuklarda ateş yakabilirdi, ama onların ateşi kutsal değildi ve beni ilgilendirmiyordu. Benim ateşim tek başına yanıyordu ve belli bir kutsallık aurası vardı. [s. 20] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 90

91 Sonsuza dek yanan ateş imgesi, yalnızca kendisinin onu yakabileceğine ilişkin karşı gelinmez kural, diğer çocukların yaktığı ateşlerin sıradan kendi ateşinin ise kutsal olduğu düşüncesi bize sanki o zamanlar yaşadığı kimlik krizine karşı kısmi bir çözümü simgeliyormuş gibi görünmektedir. Daha geniş bir sosyal çevreden gelen güçlü etkiler yüzünden kendiliğin yitirilmesi tehlikesi, akranlarının “bayağı” dünyasından üstün olan kişisel, abartılmış ve ölümsüzleştirilmiş bir kendilik kimliğinin dengeleyici bir biçimde yaratılması yoluyla savuşturulmuştur. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 91

92 Jung özellikle, çocukluğunun ilk dönemlerindeki gizli sırlar (Cizvit, insan yiyici ve benzeri) üzerinde sürekli olarak düşünmesinden dolayı kafası karışık ve çatışma halinde olduğu zamanlarda taşının yanına gidiyordu. Sık sık bu yaşadıklarını birisiyle paylaşmak ve gizli bilgilerinin onu ittiği psikolojik yalıtılmışlıktan kurtulmak için güçlü bir özlem duyuyordu. Ancak aynı zamanda, kafasındaki düşünceleri dışa vurduğunda anlaşılmayacağından, büyük bir şaşkınlıkla karşılaşacağından ve alay konusu edileceğinden korkuyordu. Böyle zamanlarda, taş onu tuhaf bir şekilde rahatlatıyor ve ona güven veriyordu. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 92

93 Dolayısıyla taş, sonsuz ve kutsal ateşin sembolik bir eşdeğeri olarak görülebilmektedir. Her iki nesne de tamamen bağımsız, ölümsüzleştirilmiş ve heybetli bir kendilik imgesi oluşumunu destekleyerek istikrarsız bir kendilik duygusunu sağlamlaştırmaya ve dengede tutmaya yönelik narsisistik onarıcı bir işlev görmüştür. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 93

94 Bu tür oyunların yaratılmış olması, Jung’un o zamanlarda istikrarlı bir kendilik bütünlüğü duygusunu korumakta yaşadığı derin güçlüğü göstermektedir. Jung’un kişisel kendilik duygusu, yaşamı boyunca dış sosyal çevreden gelen baskı ve etkilere karşı hassas olmuştur. Bu durum, sonraki yıllarda Afrika’ya yaptığı seyahatlerde özellikle açıkça ortaya çıkmıştır. Bu seyahatlerde yabancı bir çevrede sürdürülen yaşamın yarattığı stresten dolayı kendini tehdit altında hissetmiş, Avrupalı kimliğini kaybedeceğine ve “derisinin siyahlaşacağına” ilişkin korkunç kaderi tekrar tekrar gözünde canlandırmıştır (s. 245). 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 94

95 Şimdiye kadar tartışmakta olduğumuz bütün sorunlar ve endişeler Jung’un “çocukluğumun doruk noktası ve sonuç bölümü” olarak tanımladığı son bir oyunda bir arada toplanmıştır (s. 22). İçsel birliğin bozulduğuna ilişkin şiddetle artan his ve kendisinin dünyadaki yeriyle ilgili gittikçe büyüyen belirsizlik onu on yaşındayken bir gün küçük bir tahta adam yontup boyamaya yöneltmiştir. Bu oyuncak adam yaklaşık beş santim uzunluğunda, fraklı, silindir şapkalı ve parlak siyah çizmeliydi. Oyuncak adamı, içine onun için küçük bir yatak hazırladığı bir kalem kutusuna koydu. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 95

96 Kutuya ayrıca, ikiye bölünmüş gibi görünmesi için suluboyayla boyadığım, Ren Nehri’nden gelen düz, uzunca ve siyahımsı bir taş koymuştum. … Bu onun taşıydı. Bütün bunlar büyük bir sırdı. Kutuyu gizlice evin en üst katındaki girilmesi yasak olan tavan arasına götürdüm … sonra büyük bir zevkle onu çatının altındaki direklerden birinin üstüne sakladım – çünkü kimse onu kesinlikle görmemeliydi! … Artık kimse sırrımı bulup yok edemezdi. Kendimi güvende hissediyordum ve kendi kendime yabancılaştığıma ilişkin acı verici his geçmişti. Bütün zor durumlarda … dikkatlice yatağına yatırılmış ve sarıp sarmalanmış oyuncak adamımı ve onun güzelce boyanmış düzgün taşını düşünüyordum. [s. 21] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 96

97 Jung’un tamamen kendisine ait bir taşla birlikte tavan arasına saklanmış küçük adamı onun çocukluğundaki yaşamının en önemli sırrı olmuştu. Hayatının, kimsenin onu hiçbir zaman bulmamasına bağlı olduğunu düşünmekteydi. Benzer şekilde, kimseye Cizvit’ten ya da yer altındaki insan yiyiciden asla bahsetmemişti, çünkü onlar da kimsenin görmemesi gereken gizemli dünyanın bir parçasıydılar. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 97

98 Jung’un kendi gizli özünün onun en derin sırrı olduğuna ve düşüncelerini ve sembolik davranışlarını örtbas etmek ve gizlemek için aldığı titiz önlemlerin aslında başkalarıyla kaynaşarak kendiliğini yitirme tehlikesini savuşturma çabası olduğuna inanmaktayız. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 98

99 Bu yorumumuz, onun otobiyografisinin sonlarına doğru yer alan bir paragrafla ilginç bir şekilde doğrulanmaktadır. Çok değerli olan bireysellik duygusunu güçlendirmek için, kişinin saklamaya yemin ettiği bir sırra sahip olmasından daha iyi bir yol yoktur. [s. 342] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 99

100 Oyuncak adam ritüelinin Jung için çift yönlü bir anlamı varmış gibi görünmektedir. Birincisi, oyuncak adam siyaha boyanmış, Cizvit’e ve daha önce yerin altına (insan yiyicinin gizli barınağına) siyah kutular indirdiklerini gördüğü korkunç görünüşlü adamlara benzeyecek şekilde giydirilmiştir. Dolayısıyla, Jung’un davranışları kendilik duygusunu hala çok etkileyen güçleri somutlaştırma ve sembolik olarak bir yere kapatma anlamına gelmektedir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 100

101 Oyuncak adam Jung’un kişisel sırrı olduğu için ve onun zihninde daha önce kendi dışındaki dünyada var olduğunu gördüğü baskın güçlerle donatıldığı için, bu ritüel başkalarının tümgüçlülükleriyle başa çıkma ve kendiliğinin istikrarını ve bütünlüğünü sağlama arzusunu yansıtmaktadır. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 101

102 Bu açıdan oyuncak adamı, Bach (1971) tarafından söz edilmiş olan imgesel arkadaşlarla benzer bir işlev gören kendiliğe ait bir geçiş nesnesi olarak nitelendirebiliriz. Aslında, Jung’un yaşamının ilk döneminde güçlü bir güvenlik kaynağı haline gelmiş, aksi halde katlanılmaz olabilecek durumlar karşısında dengesini korumasına yardımcı olmuştur. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 102

103 Ne zaman yanlış bir şey yapmış olsa, duyguları incinmiş olsa ya da anne ve babasından baskı görse, düşünceleri tavan arasındaki değerli sırra yönelmekteydi. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 103

104 İkinci olarak, Jung oyuncak adam ve onun ölümsüz taşıyla özdeşleşmiş, dolayısıyla onların abartılmış güçlerinin bir kısmını kendisine mal etmiştir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 104

105 Ancak, kendi savunmalarının ona dayattığı yalıtılmışlık hali “neredeyse dayanılmaz bir yalnızlık” (s. 41) olarak tanımladığı durumu yaratmış, bunun sonucunda ise yaşadığı tuhaf şeyleri diğer insanlarla paylaşmak için sürekli bir fırsat arar hale gelmiştir. Görkemli ve ölümsüz olan gizli varlığının ona sağladığı rahatlatıcı güven duygusunun bedeli, ailesine, arkadaşlarına, aslında tüm insanlığa karşı duyduğu korkunç bir yabancılaşma ve uzaklaşma hissi olmuştur. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 105

106 . Dolayısıyla, bu çok önemli durumda onun bütün yaşamına yayılmış olan bir çatışmanın belirginleştiğini görebilmekteyiz. Bu, herkesle ilişkisini kesmek için ve başkalarıyla kaynaşarak kendiliğini yitirmenin önüne geçmek amacıyla ihtişamlı bir sırlar dünyasında inzivaya çekilmek için duyduğu ciddi ihtiyaç ile dayanılmaz bir yalnızlık ve yalıtılmışlık duygusu yüzünden kendini tüketme tehlikesini bertaraf etmek için bu ilişkileri onarmaya ve başkalarıyla yeniden iletişim kurmaya duyduğu özlem arasındaki çatışmadır. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 106

107 Jung’un ergenlik döneminde ortaya çıkan bu çatışmaya bulduğu çözüm çelişkili bir durum içermekteydi, çünkü bir yandan diğer insanlarla ilişkilerini sürdürürken diğer yandan görkemli hayallerinin gizli dünyasına giderek kendiliğine yönelik tehlikelerden güvenli bir şekilde korunmanın mümkün olabileceğini düşünmekteydi. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 107

108 Jung’un psikiyatri alanında bir meslek seçmesi, çift yönlü kendilik imgesinde kişileştirilmiş olan ve birbiriyle çatışma halindeki ilgi alanları arasında bir uzlaşmayı temsil etmekteydi. 2 nolu kişiliğinin etkisiyle felsefe, din, mitoloji ve beşeri bilimler alanındaki konulara ilgi duymaktaydı; 1 nolu kişilik ise maddi durumuyla ilgili faydacı kaygılar içinde, bilim ve tıp alanındaki daha dünyevi konulara ilgi göstermekteydi. Psikiyatri bölümüne girerek ve özellikle de akıl hastalarının sembolik üretimleri konusunda uzmanlaşarak her iki dünya için de en iyisini yapmış oldu 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 108

109 . Meslek seçimiyle ilgili kişisel duygularını olağanüstü bir coşkuyla anlatmaktadır. Sanki iki nehir birleşmiş ve büyük bir güçle önüne geçilmez bir şekilde akarak beni uzak hedeflere götürüyor gibiydi. “Birleşmiş çift yönlü doğamın” verdiği bu güven verici duyguyla sihirli bir dalganın üstündeymişim gibi taşınıyordum. [s. 109] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 109

110 Kişiliğin Oluşmasında Önemli Rol Oynayan Deneyimler İlk deneyimlerinin, kendiliğin farklılaşması ve kendiliğin ifade edilmesi gibi iki temel süreci olumsuz etkilemesi beklenen olaylar ile yani, kendisiyle annesi arasındaki bağın sarsıcı bir şekilde kopmasıyla ilgili olması şaşırtıcı değildir. Yaşamının ilk yıllarında annesiyle babasının evliliğinde ciddi sorunlar vardı, bunun sonucu olarak da annesi evi terk edip birkaç ayını bir sanatoryumda geçirmek zorunda kaldı. Yıl 1878’di, yani Jung üç yaşındaydı. Annesinin ortadan kaybolması onun için terk edilme anlamına geliyordu: 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 110

111 Annemin uzaklara gitmesi beni çok derinden üzdü. O zamandan sonra, “sevgi” sözcüğünü duyduğumda daima şüphe duydum. … Uzun zaman boyunca “kadın”larla bağdaştırdığım duygu içgüdüsel bir güvensizlik idi. [s. 8] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 111

112 Jung’un annesiyle olan ilişkisi hiçbir zaman tam anlamıyla düzelmedi: “Aslında o benim için her zaman bir yabancıydı” (s. 112 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 112

113 Onun evdeki yokluğu birkaç ay sürdü, ama Jung’ta aralarındaki ilk ilişkiyi geriye dönük olarak yeniden kurmak için kalıcı bir istek bıraktı. Ancak bu isteğin tam anlamıyla yerine gelmesi – ilk zamanlardaki idealleştirilmiş ortakyaşam ilişkisinin yeniden kurulması – onun yeni gelişmeye başlayan bireysellik duygusunun zayıflamasına yol açacaktı, çünkü kendiliğini diğerlerinden ayıran sınırlar ortadan kalkacaktı. Bu bölümün daha önceki bütün kısımlarında gördüğümüz üzere, bu durum Jung’un hayatı boyunca mücadele ettiği bir tehlikeydi. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 113

114 Jung’un düşüncesine göre, eve döndükten sonraki zamanlarda annesi ara ara depresyona girmekteydi. Ayrıca, annesiyle babası arasındaki gerginlik devam etmekte, bazen o kadar yüksek seviyelere ulaşmaktaydı ki “evdeki hava insanı boğmaktaydı” (s. 19). Jung’un annesine karşı tutumuyla ilgili kendi tanımlamaları İsa ile ilgili daha önce söz ettiğimiz çocukça düşünceleriyle dikkat çekici bir benzerlik göstermektedir. Gün içinde onu sevecen, cana yakın ve içtenlik dolu olarak görmekteydi. Ancak gece, çoğu kaygılı rüyasının nedeni olan bir takım ürkütücü ve tuhaf niteliklere bürünmekteydi. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 114

115 Babasıyla ilişkisinin, annesiyle kaybettiği idealleştirilmiş ilişkinin yerine geçmekte başarısız olduğu açıktı. Kendisiyle babası arasındaki yabancılaşma, diğer insanlara karşı hissettiği korkunç uzaklaşma ve yalıtılma duygusunun daha da yoğunlaşmasındaki tek etken değildi. Konuşabileceği, ona anlayış ve paylaşım duygularını hissettirebilecek birileri olmasını diğer her şeyden çok istiyordu. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 115

116 … hiçbir yerde konuşacak bir kişi bulamıyordum; aksine diğer insanlarda bir uzaklaşma, bir güvensizlik, konuşmaktan vazgeçmeme yol açan bir kuruntu hissediyordum. Bu da ayrıca moralimi bozuyordu. Buna ne anlam vereceğimi bilemiyordum. Neden kimse benimle benzer şeyler yaşamıyordu? Merak ediyordum. … Bu tür şeyler yaşamış olan tek kişi ben miydim? Neden bir tek ben olaydım ki? Hiçbir zaman deli olabileceğimi düşünmedim, düşündüklerim bana sıkıntı vermiş olsalar da anlaşılması zor olmayan gerçekler olduğunu düşünüyordum. [s. 63] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 116

117 Ne zaman gizli dünyasıyla ilgili bir şeyler ima etse anlayışsızlık ve endişe içeren tepkilerle karşılaşmış, bunun yanında sanki itici ve tuhaf özellikleri varmış gibi akranları tarafından dışlandığı ve reddedildiği hissine kapılmaya başlamıştı. Öğrencilerin içinde en sıkıcı olanlarıyla arkadaşlık kurmaya mecbur kalmıştı. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 117

118 İçlerinde çok zeki olmayanlara yakınlık duyuyordum. … Bana derinden özlem duyduğum bir şey sunuyorlardı: basit ve sıradan halleriyle bende bir tuhaflık görmüyorlardı. [s. 64] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 118

119 Jung’un diğer insanlara karşı güvenini daha da fazla baltalamış olması beklenen son bir çocukluk deneyiminden Freud’a yazılan bir mektupta kısaca söz edilmektedir. Bir insan olarak Freud’a karşı tutumundaki kaygı ve çekingenliği analiz etme çabasıyla, idolleştirip taptığı yaşlı bir adam tarafından nasıl cinsel saldırıya uğradığını anlatmaktadır (McGuire 1974). 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 119

120 Otobiyografisinde söz edilmemiş olsa da bu olay iyice yıkıcı ve kuvvetli bir sarsıntı yaratmış olmalıdır. Başkalarından uzaklaşıp inzivaya çekilmeye ve tamamen kendi kendine yetecek şekilde yaşamaya yönelik ihtiyacının nasıl daha da güçlenmiş olabileceğini tahmin etmek pek zor değildir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 120

121 Jung’un Kuramlarının Öznelliği Birisi bilinçdışının derinliklerinde diğeri ise toplumun içinde olmak üzere iki muazzam ortak unsurun arasına konumlandırılmış (ve bu iki unsur tarafından tehdit altında) olan benliğin metapsikolojik imgesi, Jung’un kişisel öznel dünyasının 1 ve 2 nolu bölgeler olarak ikiye ayrıldığını göstermektedir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 121

122 Ayrıca, psikodinamik süreci “güç istemi” ve Eros’un, birbirlerine zıt güdüleri arasındaki etkileşim olarak kavramlaştırması doğrudan doğruya Jung’un kendi içindeki en derin çatışmaya karşılık gelmektedir. Bu çatışma, büyüklenerek kendini diğerlerinden yalıtma ve kendini yüceltme (güç) yoluyla kendisini koruma ihtiyacı ile, bozulan ilişkilerini onarma ve diğerleriyle birlik duygusunu yeniden kazanma (Eros) ihtiyacı arasındaki çatışmadır. Libidonun aktığı iki farklı yön – içedönüklük ve dışadönüklük – ile ilgili tanımlamaları da bu temel çatışmanın türevleridir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 122

123 Jung’un kişiliğinin özündeki bölünme ve kutupsal gerginlik, ayrıca rüyalarla ilgili kuramında ve özellikle rüyaların yorumlanmasında izlenmesi gerektiğine inandığı ilkelerde de kendini göstermiştir. Benlik gibi rüya da iki dünya arasında duran ve aynı anda her iki dünyada da var olan psikolojik bir oluşum olarak görülmektedir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 123

124 Bu iki dünya, bir tarafta bireyin dışarıdaki sosyal durumu, diğer tarafta ise iç yapısı ve ruhsal dinamikleridir. Buna bağlı olarak, rüyalarla ilgili yürütülecek tam ve yeterli bir çalışmanın nesnel ve öznel olarak iki yönde ilerlemesi gerekmektedir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 124

125 Nesnel düzeydeki yorumlar analitiktir, çünkü rüya içeriğini dış dünyadaki durumlarla ilgili anı öbeklerine ayırır. Öznel düzeydeki yorumlama ise bireşimseldir [sentezleyicidir], çünkü altta yatan anı öbeklerini dışsal nedenlerden ayırır, onları öznenin eğilimleri ya da tamamlayıcı parçaları olarak görür ve özneyle yeniden bir araya getirir. [1943, 1945, s. 94] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 125

126 Ancak Jung’un metapsikoloji sistemi, onun öznel deneyimlerini yansıtmaktan daha öteye geçmekte; onun çocukluğu sırasında belirginleşmiş sorunların gerekli kıldığı belli bir takım savunma ve onarma işlevlerini de yerine getirmektedir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 126

127 Örneğin, ortak bilinçdışı kavramına bakıldığında, onun kuramı dış dünyadaki diğer insanlara bahşedilmiş olan abartılı yok edici gücün bu kişilerin kendisinden değil fakat daha ziyade bireyin kendi zihninin derinliklerinden geldiğini öne sürmektedir. Dolayısıyla, diğer insanlarla ilgili tehlike, onların tümgüçlülüklerinin bilinçdışı psişeye aktarılmasıyla bertaraf edilmektedir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 127

128 Dolayısıyla ortak bilinçdışı, diğer kişileri sahip olabilecekleri şeytani ya da tehdit edici niteliklerinden arındırmaya yarayan bir araç olarak görülebilmektedir. Dış dünyada var olan yok edici güç deneysel olarak psişenin içine yerleştirilmekte, bu da sahibine ödünç alınmış bir tümgüçlülük duygusu bahşetmektedir. Aslında, Jung’un ortak bilinçdışı ile ilgili kavramsallaştırmaları başlı başına “bağımsız bir dünya”yı tanımlamaktadır (1943, 1945, s. 94). 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 128

129 Bu dünyada bütün iyilik ve kötülük kaynakları kişiliğin kendi içinde yer almakta, dolayısıyla birey dışarıdaki sosyal çevrede bulunan güçlere bağımlı olmaktan ve onların etkisinde kalmaktan kurtulmaktadır. Kendiliği dış dünyadan yalıtan bu tür savunmaların Jung’un dünyasına özgü kendiliğin çözülmesi tehlikesini ortadan kaldırmak için gerekli olduğunu anlamaktayız; çünkü onun dünyasında, kırılgan bir kendilik başkalarıyla ilişki halindeyken sürekli olarak yok olma tehdidi altındadır. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 129

130 Bu bağlamda, ortak bilinçdışı kavramının ortaya çıkarılması, Jung’un çocukluğundaki oyuncak adamla çarpıcı şekilde benzer bir işleve sahiptir. Hatırlanacağı üzere, oyuncak adamın giydirilip küçük kalem kutusuna saklanması, Jung’un o zamanlarda dış dünyadan kaynaklandığını düşündüğü yıkıcı güçlerin somut bir şekle büründürülüp psikolojik olarak bir yere kapatılması anlamına gelmekteydi. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 130

131 Jung bu güçleri somut bir şekle büründürüp belli bir yere koyarak ve böylece her şeyden yalıtarak, kırılgan kendilik duygusunu, sosyal çevresinden gelen etkilerle çözülmek gibi korkunç bir kaderden korumuştur. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 131

132 Oyuncak adam, dış dünyanın etkisini azaltmanın yanı sıra bir de kendiliknesnesi işlevi görmekte, Jung’un kendisiyle ilgili algısına, feci şekilde ihtiyaç duyduğu bütünlük ve süreklilik duygularını da katmaktadır. Aynı şekilde, ortak bilinçdışı kuramıyla ilgili çalışmaları, bireyin sınırlı ve kırılgan bilinçlilik halinin psişenin derinliklerinde yer alan zamandan bağımsız ve ölümsüz bir temel üzerine kurulduğunu kanıtlama çabasını yansıtmaktadır. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 132

133 Jung iç dünyadaki bu temele ilişkin imgeyi somut şekilde tanımlayarak ve deneysel araştırma yoluyla onun gerçekliğini kanıtlamaya çalışarak kendisine denge, süreklilik ve üstünlük sağlayan bir kaynağı kişilerarası ilişkilerdeki sorunlardan bağımsız, gerçek ve nesnel bir varlığa dönüştürmüştür. Ortak bilinçdışı ile kurulan bağlantı (Jung’un çocukluğundaki taşla kurulan bağlantı gibi) sosyal çevredeki tehditkâr güçleri bertaraf eden bir sonsuzluk, değişmezlik ve istikrar duygusu sağlamaktadır. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 133

134 Ortak bilinçdışının evrensel ve ben ötesi olduğunu cesurca öne sürmesi, bu bağlamda insanlığın geri kalanıyla bir bağ kurarak, kilit altına alınmış tekilliğinin dışına çıkma ve dış dünyayla kopan ilişkilerini onarma arzusunun düşünsel olarak farkına vardığını göstermektedir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 134

135 Eğer ruhsal deneyim unsurlarının gerçek olduğunu, yalnızca benim kendi kişisel deneyimlerim olarak değil başkalarının da sahip olduğu ortak deneyimler olarak gerçek olduğunu göstermeyi başarabilirsem – ki bu yoğun bir çaba gerektirecekti – ancak ve ancak o zaman dış dünyayla ve diğer insanlarla bağlantı kurabileceğimi başından beri biliyordum. Daha sonra, bunu kendi bilimsel çalışmalarımda kanıtlamaya çalıştım ve yakınımdaki kişilere olayları değerlendirebilecekleri farklı bir bakış açısı sunabilmek için elimden gelen her şeyi yaptım. Eğer bunu başaramazsam, mutlak bir yalnızlığa mahkûm edileceğimi biliyordum. [s. 194-195] 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 135

136 Onun öznel dünyası kendiliğin çözülmesi ve kendiliğin bölünmesi gibi üzücü konuların ve bitmek bilmeyen bir çatışmanın etrafında döndüğü için, idealindeki kendilik imgesi bütüncül bir uyum içinde, uzlaşma halinde ve her şeyi aşmış bir bütünlük içindedir. Bireyleşme süreciyle ilgili kuramında, bu kişisel tutarlı-kendilik imgesi evrenselleşerek insan gelişiminin genel hedefi şeklinde metapsikolojik bir kavrama dönüşmüştür. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 136

137 ÖZET VE SONUÇLAR Jung’un metapsikolojisinin, onun öznel dünyasını yansıtan psikolojik bir çıktı olarak verimli bir şekilde analiz edilebileceğini ve kuramsal sistemindeki temel somutlaştırmaların onun en önemli savunmacı ve onarıcı ihtiyaçlarına hizmet ettiğini göstermiş bulunmaktayız. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 137

138 O zaman, hayatını adamış olduğu çalışmalar muhteşem bir psikolojik anlatı halini almaktadır; bu anlatının konusunu oluşturansa, kendiliğin ve ötekilerin arkaik olarak nasıl yaşandığı ve bu yaşantıların analitik aktarımda, bireylerin kendiliğinden ürettiği şeylerde, bütün insanlığın ortak mirası olan mitolojik ve dini imgelem birikiminde tipik olarak nasıl simgelendiğidir. 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 138

139 Teşekkür ederim… 09.10.2013 Tahir Özakkaş MD.,PhD. Psikoterapi Enstitüsü /Bayramoğlu/Kocaeli 139


"BULUTTAKİ YÜZLER Kişilik Kuramında Öznelerarasılık Robert D. STOLOROW, Ph.D. George E, ATWOOD, Ph.D. Tahir Özakkaş MD., PhD. Psikoterapi Enstitüsü Bayramoğlu/Kocaeli." indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları