Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Ordusu ağır kayıplara uğramıştır

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Ordusu ağır kayıplara uğramıştır"— Sunum transkripti:

1 Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Ordusu ağır kayıplara uğramıştır
Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Ordusu ağır kayıplara uğramıştır. Balkan savaşlarından beri Türk Milleti her yıl büyük fedakarlıklara katlanarak ordusunu desteklemiş, ama sonuç tam bir yıkım olmuştur. Mondros Ateşkes Antlaşması uyarınca da mevcut birlikler terhis edilmiş elde kalan son silahlar alınıp Ordu kağıt üzerinde boş kadrolar durumuna getirilmiştir. Osmanlı Hükümeti Ateşkes hükümlerinin tek yanlı olarak uygulamasına ses çıkarmamış, orduyu geliştirip güçlendirme imkanları aramamıştır. Milleti ve Memleketi genel savaşa sokanlar, kendi hayatları endişesine düşerek memleketten kaçmışlardır. (Enver, Talat ve Cemal Paşalar) İttihat ve Terakki Partisi kendisini feshederek yerine Teceddüt Fırkası kuruldu. İşgal döneminde Hürriyet ve İtilaf Fırkası egemen oldu ve ittihatçı düşmanlığı yaptı. Saltanat ve Halifelik yerine işgal eden Vahdettin kendini ve yalnız tahtını güvenceye alabileceği gerekçesiyle Meclisi Mebusan’ı feshetmiş, Sadrazamlık makamına Damat Ferit Paşa’yı atayarak, İngiltere’nin koruyuculuğunu sağlamaktan başka çıkar yol olmadığını açıkça söylemiştir. Anlaşma Devletleri ateşkes hükümlerine uymayı gereksiz görerek her tarafı işgale başlamışlardır. Bu işgal ortamından memnun kalmayan vatanseverler yurt çapında işgale karşı direnişe geçmek amacıyla örgütlenmeye başlamışlardır. Kars’ta Milli İslam Şurası, Trakya Paşaeli’de Müdafa-yı Hukuk-u Osmaniye, İstanbul’da Klikyalılar cemiyeti, Vilayeti Şarkiye Müdafa-i Hukuk Cemiyeti, İzmir Mudafa-i Hukuku Osmaniye Cemiyeti gibi değişik isimlerde kurulan örgütler bağımsızlık mücadelesi için kendi bölgelerinde toplantılar ve kongreler organize etmişlerdir. Tüm bu örgütleri bir araya getirecek lider 19 Mayıs 1919’da Samsun’a giden Mustafa Kemal olacaktır. İngiltere Türk direnişinin ve buna destek veren IX. Ordunun dağıtılmasını istemiştir. Ayrıca Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Sivas’taki direnişlerinde sona ermesini talep etmiştir. Bu yapılmazsa Samsun, Amasra, Şile ve Trabzon’a asker çıkarma tehdidinde bulunmuştur. Bu durum üzerine İstanbul yönetimi Mustafa Kemal’i IX: Ordu Müfettişi olarak Samsun’a göndermeye karar vermiştir. Samsun’da çalışmalarına hemen başlar ve bir süre sonra Havza’ya geçerek genelge hazırlamıştır, -İşgallere karşı mitingler düzenlenecek -İtilaf devletleri temsilcilerine ve İstanbul hükümetine işgalleri kınayıcı telgraflar çekilecek -Müdafai Hukuk Cemiyetleri yaygınlaştırılacak -İşgallerin ciddiyeti halka anlatılacak ve bütün bunlar yapılırken azınlıklara iyi davranılacak. Genelge etkili olmuş, ilk önce Havza’da daha sonra başta İstanbul olmak üzere birçok bölgede mitingler düzenlenmiştir. Mustafa Kemal Harbiye Nezareti tarafından İstanbul’a çağrılmışsa da dönmemiş Amasya’ya hareket etmiştir. Amasya’da Ali Fuat(Cebesoy), Rauf Orbay ve Refet Bele ile bir durum değerlendirmesi yaparak Amasya Genelgesini hazırlamışlardır. -Vatanın bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir. (Savaşın gerekçesi) -İstanbul Hükümeti üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmemektedir.( İstanbul Hükümetine ilk örgütlü tepkidir) -Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır (Savaşın yöntemi ve Amacı) -Ulusun içinde bulunduğu durumu ve davranışını göz önünde tutmak ve haklarını dile getirip bütün dünyaya duyurmak için her türlü etki ve denetimden uzak ^ulusal bir kurulun^ var olması gereklidir.( Kastedilen Erzurum Kongresi’nde bölgesel olarak kurulan Sivas Kongresi’nde ulusallaştırılacak olan Temsil Heyetidir. -Ulusal güçler hiçbir koşulda dağıtılmayacaktır -Anadolu’nun her yönden güvenli yeri olan Sivas’ta ulusal bir kongre toplanacaktır. İhtilal bildirgesidir. Ulusun varlığını koruyamayan Osmanlı yönetimine karşı gelmenin gerekçesi hazırlanmıştır. Kurtuluş Savaşı’nın programı niteliğindedir; savaşın amaç , gerekçe ve yöntemi belirlenmiştir. Kongre toplanması ve ulusal bir heyetin kurulması kararı ileride yeni bir devlet kurulabileceğinin göstergesidir. Ulusal idarenin ön plana çıkarılması ise rejimin değişeceğini gösterir. Kararların uygulanması ile ordu görevlendirilmiştir. Bölgesellik eğilimlerine karşı milli bir heyet kurulması ile dağınık güçlerin toplanması amaçlanmış, ulusal bağımsızlık hedeflenerek Milliyetçilik anlayışı ön plana çıkmıştır. Anadolu’da Toplanan Kongrelerin Önemi -İşgallere ve ülkenin parçalanmasına karşı çıkıldı -Merkezi otorite boşluğu yerel idarelerle doldurulmaya çalışıldı -Batı’daki Kongrelerde sivil-aydın-bürokrat kesimi etkiliyken Doğu’da Mustafa Kemal, Rauf Orbay, Kazım Karabekir gibi askerler ön plandaydı. -Kongreler yasama organı gibi davrandı( Vergi, asker toplama, komutan atama gibi) -Heyeti Milliye, Temsil Heyeti gibi hükümet niteliğinde kurullar oluşturuldu -Ulusçuluk ve ulusal egemenlik düşünceleri ortaya çıktı -Sivas Kongresine kadar bölgesellik eğilimi yaygınken, Sivas’tan sonra ulusal bağımsızlık anlayışı ortaya çıkmıştır. 23 Temmuz’da toplanan Erzurum Kongresi öncesinde İstanbul hükümetinin dön çağrıları üzerine Mustafa Kemal, bütün askeri görevlerinden istifa edip sivil bir lider olarak mücadeleyi yürütmeye başlamıştır. Kongrede ulusun bütünlüğü, yurdun bağımsızlığı, padişah/halifenin korunması için irade-yi milliye’nin hakim ve Kuva-yı milliye’nin etkin kılınması, bağımsızlığın korunmasında İstanbul’un yetersiz kalması durumunda yeni bir hükümet merkezi kurulması; bir millet meclisinin hemen ve zaman geçirilmeden toplanması, Kurtuluş savaşını destekleyen örgütlerin Anadolu ve Rümeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti olarak varlığını sürdürmesi gibi önemli kararlar alınmıştır. 4-11 Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresi’nde ise öncelikle ‘manda’ tartışmaları yapılmış, ’manda’ lehindeki öneriler reddedilmiş, ardından Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri adıyla gerçekleştirilen bir tüzükle hukukileştirilmiştir. Bu cemiyet aracılığı ile Kurtuluş Mücadelesi yürütülecektir. Ayrıca milleti temsil eden Meclisi Mebusan’ın bir an önce toplanması ve bütün bu işleri yürütmek için yine bir Temsil Kurulu oluşturulmuş, başkanlığına da Mustafa Kemal seçilmiştir.( Mebuslar Meclisi’nin toplanmak istenmesi esas niteliğini ortaya çıkarmak, bu meclisle hiçbir iş görülemeyeceğini somut olaylar çıkarsa herkese benimsetmekti.) Anadolu’da yürütülen hareket İstanbul Hükümeti’nin dikkatini çektiğinden Amasya’da İstanbul Hükümeti’ni temsilen Salih Paşa ile bir görüşme yapılmıştır. Bu görüşmede 1919 yılı içinde yapılacak seçimler sonrasında oluşacak Meclis-i Mebusan’da, Misak-ı Milli sınırları içinde vatanın bölünmez bir bütün olduğunu savunan bir müdafa-i hukuk grubu oluşturulması ve Erzurum mebusu olan Mustafa Kemal’in Meclis başkanlığına seçilmesi kararlaştırılmıştır. Seçimler sonrası, Osmanlı Mebusan Meclis-i 28 Ocak 1920 tarihinde Misak-ı Milli’yi oybirliğiyle kabul etmiş, Şubat ayı başında da Meclis-i Umum-i’de Milli Mücadele’ye yandaş üyeler tarafından Felahı Vatan İttifakı adıyla 88 üyeli bir grup oluşturulmuştur, Meclis Başkanlığına da İstanbul Hükümetinin adayı Reşat Hikmet Bey seçilmiştir. Fakat 16 Mart 1920’de Osmanlı Devleti’ni fiilen ortadan kaldıran İstanbul’un işgali sonrasında bu gruba mensup milletvekillerinin bir çoğu İngilizler tarafından tutuklanarak Malta’ya götürülmüşlerdir. 18 Mart 1920 tarihinde Osmanlı Mebusan Meclisinin kapanması üzerine 23 Nisan 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da toplanmasına karar verilmiştir. Ankara’da toplanan TBMM’de iki grup milletvekili vardır. Kongreler sonucu seçilen temsilciler (toplam 104 kişi) ile genel seçimler sonucu oluşan Mebusan Meclisi üyelerinden Ankara’ya katılanlar (toplam 23 Mebus) olmak üzere toplam 127 milletvekili ile açılmıştır. Meclis ilk toplantısında Mustafa Kemal’i başkanlığa seçmiştir. İlk TBMM önce kendi aralarından bir yürütme gücü oluşturulmasına karar vermiş ve 2 Mayıs 1920 tarihinde toplam 11 kişiden oluşan bir Bakanlar Kurulu oluşturulmuştur. Oluşturulan bu heyet, TBMM tarafından tek tek salt çoğunlukla seçilmiştir. Bir taraftan da düzenli ordunun oluşturulması için envanter çalışması yürütülmekte ve Mondros Mütarekesi sonrası işgalci devletlere teslim edilmeyen asker, silah ve diğer teçhizatın dökümü yapılmaktadır. Merkezi bir otoritenin bulunmadığını düşünen, farklı siyasal hedefleri olan, ayan geleneğinin bir anlamda devamı olarak elinde silahlı asker bulunduranlar ülke genelinde ayaklanmalar tertip etmişlerdir.( Bayburt’ta şeyh Eşref ayaklanması, Bozkır, Anzavur, Düzce, Yozgat, Zile, Koçgiri, Konya, Milli Aşireti gibi). Ayaklanmaların önemli sebeplerinden birisi ellerindeki silahlı güçleri Kuva-yı Milliye’ye teslim etmeyip kendi bünyelerinde tutmak istemeleridir. Bu sorunun çözülmesi için 29 Nisan 1920 tarihinde TBMM karar alarak Hıyanet-i Vataniye Kanunu çıkarmıştır. Bu kanun yeni iktidarın otoritesini kabul etmeyip isyana kalkışan, ellerindeki askerleri düzenli orduya teslim etmeyenlerin vatan haini olarak kabul edileceğini belirtmiştir. Bu durumdaki kişileri yargılamak üzere 11 Eylül 1920 tarih ve 21 nolu (Firariler Hakkında Kanun) içinde İstiklal Mahkemeleri kurulmuştur. Kanuna göre üç üyeden oluşan bu mahkemelerde TBMM’nin kendi üyeleri arasından seçtiği üç kişi görev yapacaktır. Bu birinci İstiklal mahkemeleri döneminde Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta, Sivas, Kastamonu, Pozantı ve Diyarbakır İstiklal mahkemeleri kurulmuştur. Düzenli ordunun kurulması üzerine Ankara İstiklal Mahkemesi dışındaki mahkemeler kapatılmıştır. Ankara Hükümeti bu konularla uğraşırken, İstanbul Hükümeti 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması’nı imzalayarak varlığını fiili olarak sona erdiriyordu. Ankara hükümeti düzenli ordu kurulmaya başladıktan sonra hemen Yunanlılar ile mücadele yürütmek üzere Ali Fuat Paşa komutasında bir Batı Cephesi oluşturmuştur. Daha sonra 1920 yılı Kasım ayında , bu cephe Batı ve Güney Cephesi olarak ikiye bölünmüş, eski komutan Ali Fuat Paşa Moskova’ya elçi olarak tayin edilmiş, onun yerine Batı Cephesi Komutanlığı’na İsmet (İnönü) Paşa ve Güney Cephesi komutanlığına da Refet Paşa getirilmiştir. Bolşevik Devrim’i sonrası oluşan Sovyetler Birliği ile kurulacak ilişkilerin Kurtuluş Savaşı mücadelesinde öneminin farkında olan Ankara Hükümeti bu ilişkileri geliştirmek için çalışmıştır. Ali Fuat Paşa’nın Moskova’ya elçi olarak atanması, ardından 16 Mart 1920 tarihli Moskova Antlaşması bu çabanın pekiştirilmesi anlamına gelir. Bunlar sonucunda Ankara Hükümeti Sovyetlerden silah ve para yardımı alabilmiştir. TBMM Hükümeti, bu çalışmaları yaparken yasama sürecini ihmal etmeyerek 20 Ocak 1921 tarihinde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu çıkarmıştır. Oldukça kısa ve çerçeve bir metin olan bu anayasanın 1. maddesi, üstü kapalı bir biçimde yeni bir devletin kurulma mücadelesinin verildiğini ve bu devlette egemenliğin padişaha değil millete ait olacağını işaret etmiştir. Devamında ise, millet adına bu egemenliği sadece TBMM’nin kullanacağı belirtilmiştir. Anayasa bu şekilde, yönetilen devletin adını da TBMM olarak tanıtmıştır Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile öngörülen yapı tipik bir meclis hükümeti sistemidir. Tümüyle sorumlu bir bakanlar kurulu yerine tek tek göreve getirilen ve sorumlu tutulan bir yapı söz konusudur. Savaş sürerken Meclis çıkardığı yasal düzenlemeler salt anayasa ile sınırlı değildir. 8 Temmuz 1922 tarihinde bakanlar kurulu üyelerinin nasıl seçileceğini düzenleyen bir kanun , 1-2 Kasım 1922 tarihinde saltanat ile hilafetin birbirinden ayrılıp saltanatın kaldırılarak hilafet görevinin TBMM’nin ilmen ve ahlaken uygun gördüğü bir Osmanlı Hanedanı üyesine verileceğine ilişkin yasal düzenleme yapılmıştır. Bu düzenlemelerin tamamı yeni kurulacak devletin siyasal rejim ve yapısı açısından oldukça önemli yasal düzenlemelerdir. Artık düzenli ordu oluşturulmuş, savaşın fiilen yürütülmesine sıra gelmiştir. Bu mücadeleyi yürütmek üzere TBMM, 5 Ağustos 1921 tarihinde çok önemli bir kararın daha altına imza atmış ve Kurtuluş Savaşı’nın güçlü bir biçimde yürütülmesi için kendi yetkilerinin tamamını oybirliği ile üç aylığına Mustafa Kemal’e devretmiş ve Başkumandan olarak İlan etmiştir. Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, hemen ertesinde Tekalif-i Milliye Emirleri diye bildiğimiz olağanüstü durumun gereği olarak herkesin üzerine düşen fedakarlıkları yapmasını isteyen ve bunları sayan kararlarını açıklamıştır. Ve sonrasında düzenli Türk ordusunun zaferleri ardı adına gelmeye başlamıştır. İnönü zaferleri, Sakarya , Afyon-Dumlupınar Başkomutanlık Meydan Muharebesi ve son olarak 9 Eylül 1922’de Bursa’nın kurtarılması ve 18 Eylül 1922 tarihinde son Yunan askerinin Erdek’ten çıkarılmasıyla 11 Ekim 1922 Mudanya Ateşkes Antlaşması, ardından da 20 Kasım 1922 tarihinde başlayan ve 1 yıla yakın bir süre devam eden görüşmeler sonucunda 24 Temmuz 1923 tarihinde nihai zaferi belgeleyen Lozan Barış Antlaşması imzalanarak ulusal Kurtuluş Savaşımız başarıyla sonuçlandırılmıştır.


"Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Ordusu ağır kayıplara uğramıştır" indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları