C – Tabiûn ve Tebeü’t-tabiîn Dönemi Rivayet Dönemi C – Tabiûn ve Tebeü’t-tabiîn Dönemi 3. Ders
Tabiî kelimesinin çoğulu olan tabiûn Hz Tabiî kelimesinin çoğulu olan tabiûn Hz. Peygamber’in ashabından herhangi biriyle mümin olarak görüşen ve iman üzere ölen kimselere denilmektedir. En son vefat eden tabi’in h. 180 yılında vefat ettiği rivayet edilmektedir. Tebeü’t-tabiîn veya etbau’t-tabiîn tanımlaması da aynı şartlarda tabiûndan birini görmüş olanlara denilmektedir. Bu nesilden en son kişinin, h. 220’de vefat ettiği bildirilmektedir. Sahabe dönemiyle tabiûn dönemi ve tabiûn dönemiyle tebeü’t-tabiîn dönemi iç içe geçmiştir. Tabiûn, bilgilerinin çoğunluğunu sahabeden almış, hadis rivayetinde onlardan gördükleri titizliği devam ettirmişlerdir. Süfyan es-Sevri (ö. 161), “Hadis kadar mesuliyetinden korkulacak başka bir şey yoktur” derdi.
Hz. Osman’ın şahadetine neden olaylar ve Hz Hz. Osman’ın şahadetine neden olaylar ve Hz. Ali döneminde Cemel ve Sıffîn savaşlarında Müslümanların birbirini öldürmesi birçok sorunu da beraberinde getirdi. Kader, iman, küfür, irade gibi konular tartışılmaya başlandı. Vasıl b. Ata ve Amr b. Ubeyd i’tizal hareketini Emeviler döneminde başlattı. Genişleyen İslam coğrafyası, yeni meselelerin ortaya çıkmasına neden oldu. Bunun neticesinde içtihatlar çoğaldı. Irak bölgesinde, Ebû Hanife’nin etrafında rey ekolü, Hicaz bölgesinde ise Malik b. Enes’in öncülüğünde Medine halkının örfüne dayanan Maliki ekolü ortaya çıktı. Daha sonra bunlara Şafii ve Hanbeli ekolleri eklendi. Abbasiler döneminde tercüme hareketleri hızlanmış İslami ilimler sistematik hale gelmiş, itikadi ve fıkhi mezhepler kökleşmiştir.
Mutezile mezhebi Me’mun, Mu’tasım ve Vâsık halifeler döneminde resmi mezhep olarak kabul edilmiş ve akılcılıkla ehl-i hadis arasındaki farklılık derinleşmiştir. Bu dönemde devlet, halku’l-Kur’an meselesini öne sürerek hadisçilere eziyet etmiş ve bu olaylar Mihne olarak nitelendirilmiştir.
1. Siyasi ve Sosyal Gelişmelerin Hadis İlminin Oluşumuna Etkisi El-fitnetü’l-kübrâ olarak isimlendirilen Hz. Osman’ın şahadet olayından sonra, Müslümanlar arasında birlik dağılmış ve birbirine düşman gruplar ortaya çıkmıştır. Bu gruplardan her biri kendi haklı buluyor ve haklılığını Kur’an ve sünnetten nasslara dayandırarak karşısındakine üstün gelmeye çalışıyordu. Bu çaba nedeniyle taraflardan her biri kendi lehine hadis uydurmaya başlamıştı.
A. İsnad faaliyetinin başlaması Uydurma hadisler çoğalınca hadis alimleri tedbir olarak hadislerin kimden alındığını sormaya başladılar. Muhammed b. Sirîn’in (ö. 110) “Önceleri isnad sormuyorlardı, fitne olayı meydana gelince ravilerinizin isimlerini bize söyleyin demeye başladılar” sözü buna işaret etmektedir. Zaman içinde isnad, hadisin sihhati açısından rivayetin en önemli bölümü haline geldi. İbn Sirîn, “Bu ilim dindir; dininizi kimden aldığınıza dikkat edin”; Evzâî (ö. 157), “İlmin yok olması isnadın yok olmasıyladır” ve İbnu’l-Mübârek, İsnad dindendir, isnad olmasaydı herkes istediğini söylerdi” demişlerdir.
İsnadı ilk kullanan alimin İbn Şihab ez-Zührî (ö. 124) olduğu söylenir İsnadı ilk kullanan alimin İbn Şihab ez-Zührî (ö. 124) olduğu söylenir. Bu ifadeyi isnadı yaygınlaştıran biçiminde anlamak gerekir. Hicri ikinci asrın başlarından itibaren isnad kullanımı yaygınlaşmıştır. Ancak bu dönemden kalan eserlerdeki isnadlarda bazı kusurlar olduğu görülür. Ma’mer b. Râşid’in el-Cami’indeki hadis rivayetlerin çoğunluğu mürsel ve münkatıdır. Malik b. Enes, Yusuf ve Şafii’nin hadislerinde de benzer durum söz konusudur. Dolayısıyla hicri ikinci asırda isnad sistemi tam olarak oturmamış, senedlerin muttasıl olma şartı aranmamıştır.
B Cerh ve ta’dil faaliyetinin başlaması İsnadın sorulmasından itibaren, senedde yer alan ravilerin durumunun sorgulanması da beraberinde gelişmiştir. Cerh: Fısk (günah işlemekten çekinmemek) tedlis ve yalancılık gibi kötü huylar veya güvenilir ravilere muhalefet etmek gibi kusurlardan dolayı raviyi veya rivayeti olumsuz yönde eleştirmeye denir. Ta’dil: Rivayetin kabulünü gerektiren özelliklere sahip olduğunu bildiren olumlu değerlendirmelere denir. Hicri birinci asırda cerh edilen birkaç isim bulunmaktadır. Hicri ikinci asırdan itibaren cerh ve ta’dil ilmi gelişmeye başlamıştır.
Şu’be b. Haccâc, Zührî, Sa’d b. İbrahim, Yahya b. Saîd, Hişam b Şu’be b. Haccâc, Zührî, Sa’d b. İbrahim, Yahya b. Saîd, Hişam b. Urve bu dönemin önde gelen münekkitleridir. C Yazılı Rivayete Geçiş Hz. Peygamber’den hadislerin yazılmasını yasaklayan haberler nakledilmiştir. Bu yasağın nedenleri şöyle sıralanabilir: Kur’an’la karışma tehlikesi Yazının gelişmemiş olması, yazı malzemelerin kıtlığı ve yazma bilenlerin azlığı gibi nedenlerle eldeki tüm imkanlar Kur’an yazımı için kullanılmıştır. Kur’an’la birlikte ikinci bir kutsal kaynağın ortaya çıkmasından ve insanların onu Kur’an gibi algılamalarından endişe edilmiştir.
Bununla birlikte Hz. Peygamber’in Abdullah b Bununla birlikte Hz. Peygamber’in Abdullah b. Amr ve Ebu Şah gibi kimselere hadisleri yazması için izin verdiği de rivayet edilmiştir. Zaman ilerleyip hadisleri hafızada tutmak zorlaşınca, hadislerin yazılması kaçınılmaz hale gelmiştir. Ömer b. Abdülaziz, sünnetin kaybolmasından endişe ederek, Medine valisi Ebu Bekr b. Muhammed b. Hazm’a gönderdiği mektupta hadislerin yazılmasını emretmiştir. Hicri ikinci asrın sonlarında hadis yazımı yaygınlaşmış, her muhaddisin kendine ait cüzleri bulunmaya başlamıştır. Hadislerin yazılmasıyla birlikte yeni problemler ortaya çıkmış ve birtakım tedbirlerin alınması gerekmiştir.
Ezberden hadis nakletmek uzun çaba gerektiren zahmetli bir işti Ezberden hadis nakletmek uzun çaba gerektiren zahmetli bir işti. Bu nedenle hadis rivayet etmeye ancak bu işe yılları vermiş kimseler cesaret edebilirdi. Kitaptan hadis nakletmek yaygınlaşınca rivayet nispeten kolaylaştı. Ehil olmayan birçok kişi hadis rivayet etmeye başladı. Yazının gelişmemiş olması birçok yanlış okumalara yol açıyordu. Bu gibi problemlere karşı çeşitli önlemler alındı. Yazının çokça kullanılmasıyla yazı gelişti. Yazı hatalarına dikkat çekildi, asıl nüshayla karşılaştırmalar yapıldı. Yalnızca kitapta yazılı olması yeterli görülmedi; sema ve kıraat şart koşuldu.
Cüzlerin ehil olmayanların eline geçmemesi için tedbirler alındı Cüzlerin ehil olmayanların eline geçmemesi için tedbirler alındı. Kimileri öldükten sonra kitaplarının yakılmasını vasiyet etti. Hadislerin hangi yollardan alındığını tespit için rivayet lafızları geliştirildi.
Hicri Birinci ve İkinci Asırda Ortaya Çıkan Ekoller Ehl-i hadis: Önceleri Medine ekolü veya Hicazlılar adıyla anılan bu ekol Abbasiler döneminde itibaren ehl-i hadis adıyla anılmışlardır. Mümkün olduğunca fetva vermekten kaçınırlar Reyle hüküm vermeyi doğru bulmazlar Zayıf bile olsa hadislere uyar; hadis üzerinde yorum yapmazlar. Sünnetin de vahiy eseri olduğunu kabul ederler. Ashaptan nakledilmeyen şeyi ilim olarak kabul etmez ve değer vermezler. Kader, irade, sıfatlar vb. konularda tartışmayı hoş görmez; bid’at kabul ederler.
Ehl-i rey: Hicri ikinci asrın başlarından itibaren Kûfe merkezli bölgenin fıkıh mezhebini ifade etmek üzere kullanılmıştır. Bu bölgede çoğunlukla Arap olmayan kültürlerden gelen kimseler yaşamaktaydı. Kur’an ve sünnet bilgilerinin yanında rey ve içtihatlarda bulunurlar. Hüküm verirken kıyas yapar; şartları maslahatları gözetir; nassları yorumlarlar. Hadislerle amel için birtakım şartlar ileri sürerler.
Mutezile: Mutezile hadis kitaplarında Kaderiyye ve Cehmiyye adıyla bilinir. Mutezilenin ortaya çıkışı, büyük günah işleyen kişinin durumuyla ilgili tartışmalardan doğmuştur. Bu tartışmada Vasıl b. Ata, Hasan Basri’nin meclisinde el-menzilü beyne’l-menzileteyn fikrini ortaya atmıştır. Mutezile siyasi bir hareket olarak değil, düşünsel bir hareket olarak çıkmıştır. Abbasiler zamanında Me’mun, Mu’tasım ve Vâsık döneminde en parlak dönemlerini yaşamıştır. Tevhit prensibi, Mutezile’nin en önemli görüşüdür. Mutezilenin din anlayışında merkezde akıl bulunmaktadır. Temel prensiplerine uymayan hadisleri ahad haber olması nedeniyle reddeder. Hadis tenkidinde onun muhtevasına önem verir; bir hadisin sahih olabilmesi için Kuran’a ve akla aykırı olmaması gerektiğini savunur.
Şia: Şia’ya göre ehl-i beyt masumdur; onlara özel ilim verilmiştir. Onlara itaat eden Allah’a itaat etmiş sayılır. Masum imamlar vahiy almasalar da ilham yoluyla bilgi alırlar. Bu nedenle onların söz, fiil ve takrirleri sünnet sayılır. Fakat onlardan gelen haberlere sünnetten ziyade ahbâr denir. İmamet nübüvvetin devamı olduğundan ahbâr da sünnet gibi anlaşılır. Ashabu’l-icma: altışar kişilik üç grubun oluşturduğu alimler topluluğudur. Bu alimlerden gelen hadisler sahih kabul edilmiştir. Ehl-i beyt’e mensup olmayan sahabe, Selman, Ebu Zer, Mikdad b. Esved ve Ammar b. Yasir gibi birkaç sahabi hariç, adalet vasfını kaybetmişlerdir.
Ehl-i Zühd ve Tasavvuf: Dünyadan ve dünya nimetlerinden uzaklaşmayı yücelten ekoldür. Daha sonra Tasavvuf adıyla tanınmıştır. İlk dönem zahitlerden hadisle ilgilenenler olmuşsa da, genelde cerh ve tadille uğraşmayı gıybet saymışlar, hadis rivayetiyle uğraşmayı doğru bulmamışlardır. Hadisle ilmi amaçlar nedeniyle ilgilenmemişler, onları öğüt vermek amacıyla kullanmışlardır. Bu nedenle senedlerle ilgilenmemişlerdir. Bazıları hadisleri keşif ve ilham yoluyla Hz. Peygamber’den doğrudan aldıklarını iddia etmişlerdir. Uydurma hadisleri en çok kullanan ve yayan gruptur.
Hicri Birinci ve İkinci Asırların Temel Özellikleri Bu dönemde, sahabe, tabiûn ve tebeü’t-tabiîn tabakaları ağırlıktadır. Bu dönemde uydurma hadislerin yayılması üzerine isnad sistemi ve rical değerlendirmeleri ortaya çıkmıştır. Bu dönemde yazılı rivayet gelişmiş, yazılı rivayetin birtakım kusurları giderilmeye çalışılmıştır. Hadis alma ve nakletme teknikleri, nüshaları kontrol etme, kitabını yabancı rivayetlerden koruma gibi yöntemler geliştirilmiştir.