KAŞGARLI MAHMUT Kaşgarlı Mahmut (d.1008 - ö.1105) "Dîvânü Lugati’t-Türk" isimli, dünyaca bilinen eserin yazarıdır. Tam adı "Mahmud bin Hüseyin bin Muhammed"dir.Karahanlı soyundan asil bir ailenin ferdi olan Muhammed bin Hüseyin’in oğludur. Babası Barsgan şehrinde yaşamakta iken bilinmeyen bir sebeple Kaşgar şehrine gelip yerleşmişti. O dönemde Kaşgar, önemli bir ilim ve kültür merkezi idi.
Günümüzde, Çinliler’in işgali altında zulüm gören ve kadim bir Türk yurdu olan Doğu Türkistan sınırları içerisindedir. Kaşgarlı Mahmud, 1008 yılında Kaşgar’da dünyaya geldi. Hamidiye ve Saç Medreseleri’nde eğitim gördü. Dönemin bütün klâsik ilimlerini tahsil etti. Arapça ve Farsça öğrendi. 1057’de Kaşgar’dan ayrılarak Bağdat’a yerleşti.
15 yıl boyunca Türkler’in yaşadığı bütün illeri, şehirleri, obaları, dağları ve çölleri dolaştı. Bu geziler inceleme amaçlı idi. Türkler’in örf ve âdetlerini mahallinde araştırdı. Gezileri sırasında, ana dili Türkçe’nin Hâkaniye, Oğuz, Kıpçak, Argu, Çiğil, Kepenek şivelerini de öğrendi. Sonradan anlaşıldığına göre, o büyük eserine malzeme hazırlıyormuş.
Ünlü eserini 1072 yılında Bağdat’ta yazmaya başladı Ünlü eserini 1072 yılında Bağdat’ta yazmaya başladı. 12 Şubat 1074 tarihinde tamamladı. Eserin tamamlanmasından sonraki iki yıl içerisinde dört defa baştan sona gözden geçirerek 1076‘da son şeklini verdi. 1077 yılında, Abbasi Halifesi Muktedî-Biemrillah’ın oğlu Ebü’l-Kasım Abdullah’a teslim etti.
Kaşgarlı Mahmud, 1105 yılında, 97 yaşında iken fâni hayata vedâ etti Kaşgarlı Mahmud, 1105 yılında, 97 yaşında iken fâni hayata vedâ etti. Aziz naaşı; ders verdiği Mahmudiye Medresesi’nde toprağa verildi. Burası, Kaşgar şehrine 30 kilometre uzaklıkta, etrafı kavak, çınar ve söğüt ağaçlarıyla çevrili bir tepedir. Ölümünden sonra öğrencileri tarafından inşa edilen türbe, günümüze kadar dört defa yenilendi.
DİVANÜ LUGATİ’T TÜRK Kaşgarlı Mahmud’un ünlü eserinin tam adı: Kitabu Dîvânü Lugati’t-Türk’tür. Araplar’a Türkçe’yi öğretmek ve Türkçe’nin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu göstermek amacıyla yazılmıştır. Kitap için çok kısa bir tanım yapmak gerekirse; Ansiklopedik Sözlük denilmesi uygun olur. Orijinalinin nerede olduğu bilinmiyor. Bu gün elimizde bulunan Şamlı Mehmed bin Ebu Bekir’in, 1266 yılında kopya ettiği bir nüshası vardır. Bu nüsha, İstanbul Fatih’teki Millet Kütüphânesi’ndedir. Türk Dil Kurumu tarafından 1941’de, Kültür Bakanlığı tarafından 1990’da tıpkı basımı yapılmıştır.
Eser ilk defa Kilisli Rıfat Bilge denetiminde 1915 – 1917 yılları arasında tercüme edildi. Üç cilt olarak basılması düşünüldü ise de, düşünce gerçekleşmedi. Besim Atalay’ın tercüme ettiği kitap, 4 cilt halinde 1939 – 1943 yılları arasında birinci, 1985 – 1986 yılları arasında ikinci defa basıldı. Arapça olarak da yayınlandı.
Dîvânü Lugati’t-Türk; bir sözlük olmakla birlikte, Türk Milleti’nin yüceliğini de anlatan bir âbide eserdir. Sekiz bölümden oluşur. Bölümler ve sıralamalar Arap alfabesindeki harflere göredir. Kitapta yaklaşık 8.000 kelime vardır. Kelimelerin anlamlarının iyi anlaşılması için deyimlerden, atasözlerinden ve şiirlerden, hattâ bâzı Âyet ve Hadis-i Şerif’lerden örnekler verilmiştir. Bu yönüyle eser, bir kültür hâzinesi değerine kavuşturulmuştur. Eserde yer alan harita ise, Türk Dünyası ile ilgili olarak yayınlanan ilk haritadır. Haritada; dağlar kırmızı, denizler yeşil, ırmaklar mâvi, kumluk alanlar sarı renkle gösterilmiştir. Türkler’in oturdukları bölgeler ve komşularının isimleri özenle belirtilmiştir.
Eser, güneşle birlikte, kültürün de doğudan dünyayı sardığının önemli bir göstergesidir. Dîvânü Lugati’t-Türk, Türk Milleti’nin yalnız savaş meydanlarında değil, kültürel alanlarda da önder, öncü ve örnek olduğunu gösteren bir âbidedir.
DİVANÜ LUGATİ’T TÜRK’ÜN ÖNSÖZÜ Tanrı'nın, devlet güneşini Türk burçlarından doğurmuş olduğunu ve Türklerin ülkesi üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi. Ve yer yüzüne hakim kıldı. Cihan imparatorları Türk ırkından çıktı. Dünya milletlerinin yuları Türkler'in eline verildi. Türkler Tanrı tarafından bütün kavimlere üstün kılındı. Haktan ayrılmayan Türkler, Tanrı tarafından hak üzerine kuvvetlendirildi. Türkler ile birlikte olan kavimler aziz oldu. Böyle kavimler, Türkler tarafından her arzularına eriştirildi. Türkler, himayelerine aldıkları milletleri, kötülerin şerrinden korudular. Cihan hakimi olan Türkler'e herkes muhtaçtır, onlara derdini dinletmek, bu suretle her türlü arzuya nail olabilmek için Türkçe öğrenmek gerekir.
Türkçe’nin neden öğrenilmesi gerektiğini şöyle anlatir: "And içerek söylüyorum, ben Buhara'nın, sözüne güvenilir imamlarından birinden ve başkaca Nişabur'lu bir imamdan işittim. İkisi de senetleri ile bildiriyorlar ki, Yalvacımız (Peygamber), kıyamet belgelerine, ahir zaman karışıklıklarını ve Oğuz Türkleri'nin ortaya çıkacaklarını söylediği sırada, Türk dilini öğreniniz, çünkü onlar için uzun sürecek egemenlik vardır buyurmuştu. Bu söz (hadis) doğru ise sorguları kendilerinin üzerine olsun Türk dilini öğrenmek çok gerekli bir iş olur. Bu doğru değil ise, akıl bunu emreder. Tanrı devlet güneşini Türk burçlarını yükseltmiş ve onların mülkleri üzerinde felekleri döndürmüştür. Tanrı onlara Türk adını vermiş ve yeryüzüne ilbay kılmış, hakanları onlardan çıkartmıştır. Dünya uluslarının yularların onlar eline vermiş, herkese üstün kılmıştır. Onlarla birlikte çalışanları aziz kılmış ve Türkler onları her dileklerini ulaştırmış, kötülerin şerrinden korumuştur. Onlara hedef olmaktan korunabilmek için, aklı olana düşen şey, onların yolunu tutmak, derdini dinletebilmek gönüllerini alabilmek için dilleriyle konuşmaktır."
Türk adi altinda da şu bilgileri vermektedir: "Bir ad olarak Türk adını Tanrı vermiştir, dedik. Çünkü bize Kaşgarlı Halefoğlu Şeyh Hüseyin ona da İbn ül- Gurkî denilen kimse İbn üd-Dünya demekle tanılan Şeyh Ebû Bekr il-Müfid ül-Cürcanî'nin Ahır zaman üzerine yazmış olduğu kitabında Ulu Yalvac'a tanık varan bir hadis yazmıştır. Hadis şöyledir, ' Yüce Tanrı' - Benim bir ordum vardır. Ona Türk adını verdim. Onları Doğuda yerleştirdim. Bir ulusa kızarsam Türkleri o ulus üzerine musallat kılarım, diyor. İşte bu,Türkler için bütün insanlara karşı bir üstünlüktür. Çünkü , Tanrı onlara ad vermeyi kendi üzerine almıştır. Onları yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerine yerleştirmiş ve onlara 'Kendi ordum demiştir. Bununla beraber Türkler güzellik, sevimlilik, tatlılık, edep, büyükleri ağırlamak, sözünü yerine getirmek, sadelik, övünmemek, yiğitlik, mertlik gibi öğülmeye değer sayısız iyiliklerle görülmektedirler."
Mahmud divan’da da şöyle demektedir: "Rum ülkesinden Maçine dek Türk illerinin hepsinin boyu beşbin ,eni sekizbin fersah eder. İyice bilinmek için bunların hepsi, yeryüzü biçiminde daire şeklinde gösterilmiştir."
Türklerin bulunduğu bölgeleri göstermek amacıyla çizilmiştir Türklerin bulunduğu bölgeleri göstermek amacıyla çizilmiştir. Daire şeklinde olan haritanın çevresinde Doğu, Batı, Kuzey, Güney yönleri belirtilmiş, bazı deniz ve ırmaklar gösterilmiştir. Batıda işaret edilen yerler İtil boylarına, yani Kıpçakların ve Frenklerin oturdukları bölgelere kadar uzanır. Güney-Batıda Habeşistan'a , Güneyde Hint, Sint, Doğuda Çin ve Japonya'ya işaret edilmiştir. Ortada Yarkent, Kaşgar, Barsgan, Balasagun, Yifruç, İkiöküz, Asbuâli, Kumri, Talas v.s. gibi daha birçok Türk kentleri yer almıştır.
Asya'nın batısı, kuzeyi ve güneyi çizilmeden bırakılmış, bir plan olarak bile pekçok hatalarla dolu olmasına karşılık, Doğu bölgelerine ilişkin verdiği bilgiler gerçeğe uymaktadır. Haritasında Çin Seddi'ni göstermiş, bu seddin ayrıca yüksek dağların ve denizin Yecüc ve Mecüc'lerin dillerinin öğrenilmesini engellediğini bildirmiştir. Japonya'ya gelince; onu haritasının Doğusunda bir ada olarak göstermiş ve denizin onların dillerini öğrenilmesine olanak vermediğine işaret etmiştir. Bütün bu bilgilerin ışığı altında, bir plan biçiminde olsa, yanlışlarla dolu da olsa ilk Japon haritasının 11.yüzyılda Kaşgârlı Mahmud tarafından çizilmiştir.