Günlük Gülşah Sarpoğlu http://www.yasamaugrasi.com/edebiyat/kitap-alintilari/franz-kafka-gunlukler-2.html
Günlük Nedir? Yabancı kaynaklarda “diary” ve “journal” olarak geçen “günlük” veya “günce”, günü gününe ve yazıldığı günün tarihi belirtilerek tutulan notlardan meydana gelmektedir. Ancak düzenli olmayan ve yazıldığı günü belli olmayan günlükler de vardır. Bir bakıma günü gününe tutulmuş anılardır. Kişinin ruh dünyasından, hayatla hesaplaşmasına kadar her türlü sosyal meselenin anlatıldığı türün kesin çizgilerle belirlenecek bir sınırı yoktur.
Günlük Özellikleri Yaşan olayların, izlenimlerin günün gününe yazılması ile oluşurlar. Birinci kişi ağzından yazılmış kısa ve özlü yazılardır. İnandırıcı, içten ve samimidirler. Konuşma diline yakın bir dil kullanılır. Yazarın kişiliğini, görüşlerini ve ruhsal yapısını yansıtırlar. Gerçekler, yaşanılanlar değiştirilmeden, çarpıtılmadan yazılır. Tarih, biyografi, anı için birer belge değeri taşırlar.
Günlüğün Tarihsel Gelişimi İki ayrı dönemi vardır. İlki günlüklerin edebi değer kazanmadan önceki dönemdir, tarihte ilk defa Romalılar günlük kullanmıştır. Edebi içerikten yoksun, bir takım kamu kuruluşlarında yapılan işlemlerin unutulmaması amacıyla tutulan ve “commentarii” adıyla anılan duygu belirtmeyen belgelerdir. Günlükler edebi değer kazanmaya Rönesans sonlarına doğru başlamıştır. İngiltere Kraliçesinin nedimesi ve roman yazarı olan Fanny Burney, saray dedikodularına ve pek çok olaya kendi duygusal izlenimlerini ekleyerek yazdığı günlükle İngiliz edebiyatında önemli bir yere sahip olmuştur. http://www.edebiyatögretmeni.net/gunluk.htm
Türk Edebiyatında Günlük Günce, Türk edebiyatına Tanzimat’la birlikte girmiş, ama diğer türler gibi gelişme gösterememiştir. Klasik dönemin ruznameleri ve Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi tam olarak bu türün özelliklerini taşımasa da ilk günce örnekleri olarak dikkati çekerler. Batılı anlamda ilk günce Direktör Ali Bey’in 1898 tarihli ve Seyahat Jurnali adını taşıyan gezi kitabıdır. Güncenin aslı gelişimi 1950 sonrası Nurullah Ataç’la başlar. Ataç’in yazdıklarını günü gününe gazetede yayınlaması türün gelişimine yardımcı olmuştur. http://www.edebiyadvesanatakademisi.com/edebiyad/86-gunluk(_gunce)_özellikleri_örnekler.html http://www.cokbilgi.com/tag/turk-edebiyatinda-gunluk/
Batı Edebiyatında Günlük İlk olarak günlük kullanan Romalıların “commentarii” adı verdikleri belgeler, yapılmış işlerin unutulmaması için kişilerin ya da kamu kuruluşlarının tuttukları notlardan oluşmaktadır. 19. yüzyılın ortalarına doğru, romantizm akımının en yoğun dönemini yaşamasıyla birlikte günlükler, edebî değeri ve içeriği bakımından çoğalmaya, yaygınlaşmaya ve yazarlarının iç dünyasını yoğun duygularla yansıtmaya başlamıştır. 20. yüzyılda günce diğer edebî türlerde olduğu gibi geleneksel görünümünden kopar ve böylece edebî günceler de gelişme fırsatı bulur. Max Frisch, Franz Kafka, Thomas Mann, Brecht bu dönemde önemli günce örnekleri verirler.
Neden Günlük Yazılır? Bir günlük yaşam içinde görülen, duyulan, işitilen ilginç olayları, izlenimleri kalıcı kılmak amacıyla günlük yazılır. İnsanların yaşadıkları böylece sonraki nesillere aktarılır. Tarih, biyografi, anı yazıları için belge niteliği taşıdıkları için yazarın yaşadığı döneme ışık tutmak için yazılır. Yazar, içini dökmek için düşüncelerini ve hislerini kaleme alır.
Günlük Çeşitleri İçe Dönük Günlükler Dışa Dönük Günlükler
İçe Dönük Günlükler Yazarın bir bakıma kendi kendi ile konuşmasıdır, içinde bulunduğu doğal ve toplumsal çevreden yakınır. Yazarın yaşadığı duygusal coşkunluğu bulabileceğimiz gibi, çeşitli kavramlar hakkındaki düşüncelerin yazarın bilincindeki açılımlarını da bulabiliriz. Stendhal’ın günlüğü, Rus yazar Alexander Sergeyeviç Puşkin’in “ Gizli Günce” bu metinlere örnek gösterilebilecek niteliktedir.
Günlüğün İntihar Yüzü Edebiyat günlükleri, geçen yüzyılda yaygınlaşırken bir özellik daha kazandı: Yazarı hayattayken yayımlanmak. İntihar eden iki yazarın, Cesare Pavese ve Sylvia Plath'ın günlükleri, bunun en iyi iki örneğidir. Pavese'nin günlüğü, edebiyat tarihinin en sarsıcı metinlerinden biri belki de. Çok iyi bir edebiyat günlüğü sayılabilecek Yaşama Uğraşı, adım adım intihara giden bunalımlı bir yazarın iç dünyasını, hiçbir 'özel' günlüğün yapamayacağı kertede ustalıkla yansıtır.
Dışa Dönük Günlükler Yazar, alaycı bir tavırla dönemin olaylarını, siyaset, sanat ve edebiyat adamlarını ya da gündelik sıkıntılarını öykü tekniği kullanılarak anlatmaktadır. Bu tür günlüklerde yazar kendi zaman dilimi içindeki tutum ve davranışlardan, düşünsel akımlardan haber verir. Yaşadığı hayat kesitlerini, çeşitli konulardaki izlenimlerini öykü tekniği ve zengin betimlemeler aracılığıyla günlüğüne yansıtan ünlü öykücümüz Tomris Uyar’ın günlükleri de dışa dönük niteliğe sahiptir.
Edebiyat Günlükleri Bir edebiyat günlüğü, yalnızca bir edebiyatçının elinden çıkmış günlük değil, edebiyat olaylarına, kişilerine ve sorunlarına yönelmiş günlüktür. Örneğin Gide, Kalpazanlar adlı romanını yazdığı süreçte bir günlük tutmuş ve yapıtının aşamalarını, kuramını apaçık ortaya koymuştu. Öte tarafta, Gide'in bu 'edebiyat' günlükleri, en özel günlüklerden de sayılır, onu, yazarın kendi iç dünyasına vurduğu bir neştermiş gibi ürpertiyle okuruz. Özellikle Batı'da, 20. yüzyılda yaygınlaşan bu tür günlükler, "özel günlük" olma niteliğini de taşır.
Şair Günlükleri Şairlerin yazdıkları günlüklerdir. Cemal Süreya, İlhan Berk, Hulki Aktunç günlük tutan önemli şairlerdendir. http://www.cokbilgi.com
Cemal Süreya - Günler 543. Gün TV’de, sekiz otuz haberlerinde, birden, Edip Cansever’in ölüm haberi verildi. Bu haber inanılmaz ölçüde sarstı beni. Rastlanmadık bir biçimde ve yüksek sesle ağlamaya başladım. Oğlum fazla kaygılanmış, gelip avutucu şeyler söyledi. Turgut’ta bunca sarsılmamıştım. Üst üste gelişte bir şey var belki. Otuz yıllık arkadaşımdı. Yalnız sanat serüvenimizi değil, haya serüvenimiz de iç içe durumlar yaşamıştır. 544. Gün Sabah altıda evden çıktım. Bomboş sokakları dolaştım durdum. Başımda bir uğultu. Tuhaf da bir heyecan. Rıhtımda yürüdüm. 1 Haziran 1986.
Cemil Meriç - Jurnal 26.2.1963 Ağaç her gün meyve vermez. Konuşmayan ağaçlar da vardır. Ne dallarında çiçekler gülümser baharları, ne çiçeklerinde arılar dolaşır. Konuşmayan ağaçlar da var… Zindanda söylenen şarkıyı kim dinler? Zindanda söylenen şarkı ölüm kokar, zincir kokar, küf kokar. Ölüm açacak kapısını bir sabah o zindanın, ardına kadar. Kuşlar gibi geçiyor günler önünden, cıvıldamıyorlar. Günler tren, günler mavi ufuklarda eriyen birer ümit. Kanatlarından yakalayamıyorsun kuşları. Tren sessiz gidiyor rüya ülkelerine.
Nigar Hanım – Hayatımın Hikayesi 31.10.1917 İleride, bu satırlar bir kimsenin gözüne değerse, defterin güzelliğine şaşılmasın! Onu, bugün, Mahmutpaşa’da satın aldım, ama, az kaldı canım pahasına. Aman Yarabbi! İstanbul’umuza böyle ne oldu? Kalabalıktan tramvaylara girmek kabil değil ki! Toptan gülle çıkar gibi zorla bir vagona attım. Bu, tramvaya girmek değil, ezilmek, üst baş parçalamak… Ne oldu halkımıza Yarabbi? Bu her yeri dolduran kifayetsiz, kaba, kötü dilli insan kalabalığı nereden geldi? Evde yalnızlığıma, sokakta bu kalabalığa dayanamıyorum, ağlayacak hale geliyorum. İşte böyle, avunmak için, avare bir kuş gibi çırpınıyorum. Şu defterle de dertleşmesem çıldıracağım. 8.2.1918 Dün Naciye Sultan’a telefon edip “Pek göreceğim geldiyse de vasıta bulunmadığı için mehcur kaldığımı” söylemiştim. Lütfen araba gönderdi. Havanın şiddetine rağmen pek rahat gittim. Beşe kadar birlikte vakit geçirdik, çay içtik. Sultan Efendi pek ziyade iltifat etti, Bu harb ne zaman bitecek?diye benden sordu. Halimiz ne olacak Yarabbi? Acıklı insanlık daha ne zamana kadar böyle inleyecek? http://edebiyatforum.com/lise-1-edebiyat-konu-anlatimi/gunluk-ornekleri.html
Cahit Zarifoğlu - Yaşamak ANKARA 1978 28 KASIM Üstad Necip Fazıl’ı Mola otelinde ziyaret ettik. Büyük Doğu’yu son beş sayı çıkarıp kapayışından sonra, arkadaşlar Akif, Erdem, Rasim onunla ilk kez karşılaşıyorlar. Alaeddin ve Mehmet de var. Üstad: -Büyük Doğu son çıkışında en parlak dönemini yaşadı. Kapanmasında çeşitli nedenler oldu. Ama en büyük amil siz oldunuz, dedi. Otelin ilk katında, lobideyiz. Üstad sakin, yumuşak ve yalnız. Saat 18’de beni Akabeden aradığında, -Arkadaşlara da haber ver, gelsinler, son bir görüşme yapalım, dedi. Erdemle Rasim’i görebileceğimi söyledim. Bu telefondan az önce, bu ikisine Üstad’ın önceki gelişinde yine kendilerini istediğini; ancak kendilerine haber veremediğimi anlatıyordum. Telefon tam o anda geldi. Büroya çıktık. Yine Üstad’ın telefonu. Bu kez Akif’le Hasan’ı da haberdar etmemi istedi.
Oktay Akbal – Anılarda Görmek 28 Aralık Çarşamba Ocak’ın 29’unda tam on yıl olacak. Ziya Osman Saba’yı karlı bir havada Eyüp’te toprağa vermiştik. Yıllar çabuk mu geçiyor belirli bir yaştan sonra? Çocuklukta günler, haftalar bitmezdi bir türlü. Ama yolun yarısına gelmeye gör, her şey kopuk bir film gibi akıveriyor… Ziya Osman’ı son görüşümde ince bir dosya çıkarmıştı çekmeceden. “Nefes Almak” yazıyordu üzerinde. Yeni kitabıydı. “Ölümümden sonra çıkacak,” demişti. “Haydi haydi,” demiştim, “Okurları o kadar bekletmeye hakkın var mı?” Gülümsemişti. Birkaç hafta sonrasını mı düşünerek. Ben düşünememiştim o günden ötesini. Canlı bir insanın, hele bir dostun, bir sevilenin yok olabileceğini düşleyemiyoruz. On yıl geçip gitmiş bile. Şiirlerini karıştırıyorum. Bilmeyen, Ziya Osman’ı yaşamı süresince ölümü özleyerek bekleyen biri sanır. Hep ölüm, hep ölüm düşünceleri. O ölümü değil, dünyada bulunamayacak bir çeşit “yaşam”ı özlüyordu.
Hilmi Yavuz – Geçmiş Yaz Defteri Sabah, 24 Mayıs Bu kaldırımüstü açık hava kahvesini seviyorum. Sabahları güneş almıyor ve rüzgâr duyumsanabiliyor. İlkyaz sabahları bu kentte, bir ağaç hışırtısıyla, işte buradayım, bu kahvede çayımı içmeye hazırlanıyorken, birden, bir kokuyla, belirsiz, geliveriyor. Kağşamış gövdemi üşütmemeye çalışarak ve onunla, o yaşlı, atık gövdeyle, genç ilkyaz arasındaki karşıtlığı bilincimde kavrayarak; bilincimin, işte bir ince dilim limon koyup, gövdeyle ilkyazın bileşimi olduğunu düşünerek, içiyorum çayımı. Eskiden, çok eskiden bir öykü yazmıştım. Malte gibi söyleyeyim: Ah, öyküler yazardım ben, genç kızların mavi kurdelelerinden söz açan, düz pabuçlu ve ince beyaz pardösüleri olan ve yağmurlardan; o öykülerden birinde, akşamları sokağa çıktığımda yüzüme menekşelerin atıldığını yazmıştım; -ve ‘ah, cumartesiler başkadır, sokaklar başkadır’ diye yazmıştım. Şimdi burada, bu zarif kaldırımüstü kahvesinde, İstanbul’da, ondan asla kopamadığım için beni izlemeyen bu kentte, (şimdi neler çağrıştırıyor, bu kent, ‘polis seni izliyor’lardan, polis izliyor’a) bu cumartesi sabahı, limonlu çayımı bitirmek üzereyken ve nedense bir çay daha isteyerek, gündelik yaşamımı inceltiyorum sanki.
Nurullah Ataç – Günce : 1 17 Nisan Cuma, 1953 Baktım çocuklar uçurtma uçuruyor. Her yıl, ilkyaz aylarında, uçurtmayı gördüm mü, bir üzünç duyarım içimde, ağlamaklı olurum. Ben uçurtma uçurmadım ki! Çocukluğumda pek isterdim, o renk renk kâğıtlardan yapılmış uçurtmaların havalanmasına içimi çekerek bakardım. Annem bırakmazdı beni uçurtma uçurmama. Günah mıymış neymiş, öyle bir şey uydurmuştu.
Franz Kafka Modern dünya edebiyatına, belki de en çok tartışılan, yorumlara sığmayan ve biçim yönünden edebiyat akımlarına yerleştirilmesi zor eserler bırakmış bir yazardır. 1883’te Prag’da doğdu. Kafka’nın babası, taşralı Çek proletaryasından geliyordu. Evlendikten sonra zengin bir tüccar olmayı başardı. Annesi ise varlıklı, aydın bir Alman Yahudi ailesinden geliyordu. Edebiyat tarihçileri Kafka’nın huzursuz, çekingen, alıngan, iletişim kurmakta güçlük çeken duygulu kişiliğini, Yahudi asıllı, Almanca konuşan bir Çek oluşuna; bu sosyal ve kültürel çevrede yaşadığı yabancılaşmaya bağlarlar. Kafka’nın hayatı baştan sona güçlü ve sert bir baba imgesinin gölgesinde geçmiş, babası ile aralarında hiçbir zaman Kafka’nın özlediği ilişki kurulamamıştı. Babasına yazdığı 61 sayfa uzunluğundaki mektupta, bu süper- ego baskısı bütün çıplaklığıyla gözler önüne serilir.
Kafka – Günlükler 19 Temmuz 1910, Pazar Uyudum, uyandım, uyudum, uyandım; kepaze bir yaşam. 16 Aralık 1910 Günlüğü artık bırakmayacağım. Sımsıkı tutunmam gerekiyor ona, çünkü günlükten başka tutunacak bir şey yok. 4 Ekim 1911 Huzursuzum, hiç keyfim yok. Dün uyumadan önce başımın içinde, sol yukarıda çıtır çıtır sesler çıkararak yanan serin bir alevcik hissettim.