Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi II Ünite 4 ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI VE UYGULAMA ESASLARI
Yeni Türk Devleti’nin Dış İlişkileri (1923-1938) Milli Mücadele süresinde izlenen dış politika Misak-ı Milli’nin gerçekleştirilmesi ve bağımsızlığın esası üzerine kuruluydu. Bu dönemde tarihi dost ve düşman kavramı yerine milli çıkarlar doğrultusunda Avrupalı Devletlerle ve Sovyetler Birliği ile yapılan görüşmelerde gerçekçi bir tavır sergilenmiştir. Türkiye’nin modern anlamda milli bir devlet olarak uluslararası alanda meşruiyet kazanması Lozan Konferansı’yla olmuştur. 1923-1930 yılları arasında Lozan Konferansı’nda çözüme kavuşturulamayan konular üzerine İngiltere ile Musul sorunu, Fransa ile kapitülasyonlar, (Hatay ve diğer sorunlar) Yunanistan ile Ahali mübadelesi gibi konulara odaklanıldı.
Yeni Türk Devleti’nin Dış İlişkileri (1923-1938) Atatürk dönemi Türk dış politikasının temel ilkelerine kısaca bakacak olursak karşımıza şu başlıklar çıkar; Türk dış politikasında Asya, Orta Doğu, Batı (Balkanlar) eksenlerini içeren tarihi ve kültürel boyut dikkati çeker. Türkiye’nin bulunduğu jeostratejik konum ve bölgesel güvenlik perspektiflerini içeren stratejik boyut ve tarihsel, aktüel ve ideolojik yönleri olan iç yapısal boyut gibi unsur söz konusudur. İlkesel olarak gerçekçilik, hukuka bağlılık, milli siyaset, yurtta sulh cihanda sulh prensipleri ile yürütülen Türk Dış Politikasının temel amacı “Milli bir devlet kurmak, tam bağımsızlık, taklitçi olmayan bir demokratlaşma ve modernleşme, daha adil bir devletlerarası düzen.
ATATÜRK’ÜN DIŞ POLİTİKADA UYGULAMA ESASLARI Gerçekçilik Atatürk’ün dış politikası gerçekçidir. Maceradan uzaktır. Türk milletinin gücünü ve imkanlarını bilmek kadar, karşısında bulunan devletlerinde ne yapıp ne yapamayacağını gerçekçi ve doğru bir şeklide değerlendirildiği görülür. Gerçekçilik, şartlar ne olursa olsun sonuna kadar direnmeyi öngören, cesur ve onurlu duruştan taviz vermeyen bir gerçekliktir. Asla teslimiyetçilik ve yılgınlık yoktur. Tam Bağımsızlık Bu ilke ile diğer ülkelerle olan ilişkilerde genç Cumhuriyetin bağımsızlığının korunmasına özen gösterilmesi hedeflenmiştir. Tam bağımsızlık siyasi, iktisadi, mali, askeri ve kültürel açıdan bağımsızlıktı. Bundan ödün verilemezdi. Buradan hareketle hem Milli Mücadele sırasında Batılı devletlerle yapılan görüşmelerde hem de Lozan Barış görüşmeleri sonrasında bağımsızlık ilkesi konusunda kararlı davranılmıştır.
ATATÜRK’ÜN DIŞ POLİTİKADA UYGULAMA ESASLARI Barışçılık Atatürk dönemi dış politikasının bir başka özelliği de barışı esas almasıdır. Atatürk’ün “Yurtta sulh dünyada sulh” sözü Türk dış politikasında bir ilke haline gelmiştir. Barışı korumada üzerine düşeni gerçekleştiren genç Cumhuriyet barış içinde yaşamak için gerekli hazırlıkları yapmak gerekirse barış için savaşa hazır olmak kararlılığıyla hareket etmiştir. Akılcılık Akılcılık ilkesi doğrultusunda yeni devlet uluslararası hukuka bağlı kalmıştır. Atatürk Türkiye’sinin dış politika anlayışı ideolojik doğmalara ön yargılı saplantılara değil, akıl üzerine oturtulmuştur. Uluslararası ilişkilerde değişen şartlar ve karşılıklı ilişkiler esas alınmıştır. Atatürk bu doğrultuda bir birinden farklı (siyasal, toplumsal ve ekonomik açıdan) ülkelerle dostluk kurmuştur.
LOZAN’DAN KALAN MESELELER VE BATILI DEVLETLERLE İLİŞKİLER TÜRK İNGİLİZ İLİŞKİLERİ VE MUSUL MESELESİ: Musul sahip olduğu zengin petrol kaynakları nedeniyle 19. yy. sonlarından itibaren Batılı devletlerin ilgisini çekti. I. Dünya Savaşı sırasında yapılan gizli anlaşmalarla Musul İngiltere’nin egemenlik bölgesinde yer aldı. Savaşın sona ermesinin ardından 15 Kasım 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi’ne aykırı olarak işgal edildi. Musul halkı İngiliz işgaline tepki gösterdi. Anadolu’daki harekete bağlılık gösterdi. Ancak San Remo Konferansında Fransa’nın desteğini sağlayarak Musul’un kontrolünü ele aldı. Lozan görüşmeleri sırasında Musul konusunda bir sonuca ulaşılamamıştır. Çözüm iki ülke arasında yapılacak görüşmelere bırakılmıştır.
LOZAN’DAN KALAN MESELELER VE BATILI DEVLETLERLE İLİŞKİLER Lozan görüşmelerinde Türk tarafı Musul’un Misak-ı Milli sınırları içinde yer aldığını belirtti. Türk heyeti başkanı İsmet Paşa Musul’un siyasi tarihi, etnografik, coğrafi, ekonomik ve askeri açıdan Türkiye’ye ait olduğunu savundu. Bölgede oylama yapılmasını önerdi. Lord Curzon bu öneriyi “Bölge halkının rey verme alışkanlığı olmadığı ve plebisitin amacını anlayamayacakları gerekçesiyle reddetti. Lozan Antlaşması’nın 3. maddesinde Türkiye ile Irak arasındaki sınır sorununun dokuz ay içinde Türkiye ile İngiltere arasında barışçı yolardan çözüleceği hükmü yer alıyordu. Bu doğrultuda iki ülke arasındaki görüşmeler Mayıs 1924’de başladı. Türkiye, Lozan’da sunduğu Musul’un Türkiye’ye ait olduğu konusundaki iddiaları yineledi. İngiltere Musul’un kendi mandaterliği altında Irak’a bırakılması konusunda ısrarını sürdürdü. Ayrıca Hakkari’ye kadar uzanan toprak talebinde bulundu. Bu durum üzerine Haziran 1924’de iki taraf arasında anlaşma sağlanamadığı için konferans dağıldı. Musul konusunda çözüm Milletler Cemiyetine bırakıldı.
LOZAN’DAN KALAN MESELELER VE BATILI DEVLETLERLE İLİŞKİLER Musul sorunu Milletler Cemiyeti konseyi tarafından 30 Eylül 1924’de görüşülmeye başlandı. Ancak görüşmelerin gerginleşmesi üzerine 29 Ekim 1924’de geçici Türkiye-Irak sınırını Milletler Cemiyeti Konseyi tespit etti. Sorunu çözmek için uluslararası komisyon oluşturuldu. Komisyon Musul’un İngiltere mandasındaki Irak’ın bir parçası olduğunu kabul etti. Türkiye –Irak sınırının ise daha önceden belirlenen sınır olmasını kabul etti. Türkiye buna karşı çıktı Bu sırada Türk iç siyasetinde bazı olumsuzluklar yaşandı. Doğuda Şeyh Sait İsyanının bastırılması ile mücadele ediliyordu. Bu olumsuzluklar neticesinde Türkiye Misak-ı Milli’den taviz vermek zorunda kaldı. 5 Haziran 1926’da yapılan anlaşma ile (Türkiye, İngiltere ve Irak Hükümeti) Musul İngiltere’nin Mandasında Irak’a bırakıldı. Buna karşılık Türkiye’ye Musul petrollerinden 25 yıl süre ile %10 pay verilecekti. Daha sonra yapılan düzenleme ile Türkiye bu paydan 500.000 İngiliz Lirası karşılığı vazgeçti.
LOZAN’DAN KALAN MESELELER VE BATILI DEVLETLERLE İLİŞKİLER TÜRK-FRANSIZ İLİŞKİLERİ VE HATAY’IN ANAVATANA KATILMASI: Fransa İngiltere ile anlaşmazlığa düştüğü dönemde Anadolu’daki hareket ve onun lideri Mustafa Kemal ile temas yolları aradı. 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile Türkiye-Suriye sınırı çizildi. Bu iki ülke arasındaki ilişki düzeldi. İki ülke arasında 1926 yılında Dostluk ve İyi Komşuluk sözleşmesi imzalandı. Türkiye ile Fransa arasında yaşanan bir diğer sorun Türkiye’deki Fransız misyoner okulları ile ilgiliydi. Türk hükümeti hazırladığı bir yönetmelikle Tarih ve Coğrafya gibi derslerin Türkçe olarak Türk öğretmenler tarafından okutulması kabul etti. Fransa buna itiraz etti. Bir diğer sorun Osmanlı borçları konusudur. Osmanlı Devleti’nin en fazla borçlu olduğu ülke Fransa idi. Lozan Konferansı’nda borçların ödenme şekli iki ülke arasında belirlenecekti. 1928’de ödenecek miktar ve ödeme takvimi belirlendi. Ancak 1929 yılında dünya ekonomik bunalımı nedeniyle Türkiye borç ödemesini ertelemek istedi. Nisan 1933’de yeni bir borç sözleşmesi imzalandı.
LOZAN’DAN KALAN MESELELER VE BATILI DEVLETLERLE İLİŞKİLER 1930’lu yıllarda iki ülke arasındaki ilişkiler Hatay sorunu etrafında şekillendi. İskenderun Sancağı (Hatay) Misak-ı Milli sınırları içinde yer almaktaydı. Ancak 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması ile İskenderun Sancağı Türk toprağına katılamamıştı. İskenderun bu antlaşma ile özerk bir statü kazandı. 1936 yılında (Fransa’da yapılan seçim sonucunda) Avrupa’daki buhranın etkisiyle Lübnan-Suriye ile olan ilişkileri gözden geçirmeye karar verdi. Fransa ile adı geçen ülkeler 1936’da Dostluk ve İttifak Anlaşması parafe etti. Suriye üç yıl sonra bağımsızlığına kavuşacaktı. Suriye bağımsızlığını kazanırken Sancağın sorumluluğunu da devraldı. Hem sancaktaki Türkler hem de Türkiye bu durumdan kaygı duymaktaydı. Mustafa Kemal sancaktaki Türklerin çoğunlukta olduğu ve Suriye’ye terk etmemekte kararlı olduklarını ifade etti. Türkiye Fransa’ya nota verdi. Sorun Milletler Cemiyetine taşındı. Cemiyet İsveç temsilcisi Sandler’i rapor yazıcısı olarak tayin etti.
LOZAN’DAN KALAN MESELELER VE BATILI DEVLETLERLE İLİŞKİLER Sandler’in hazırladığı raporda, İskenderun Sancağı yeni adıyla Hatay, içişlerinde bağımsız, fakat Suriye ile gümrük birliği halinde olan bir statüye sahip oldu. Sancak dışişlerinde (bazı şartlarda) Suriye’ye bağlı kalacaktı. Resmi dil Türkçe olacaktı. 29 Mayıs 1937 yılında Sancağın milli bütünlüğünü teminat altına alan ve Türkiye-Suriye sınırını tespit eden anlaşma yapıldı. Bu sırada Avrupa’da savaş tehlikesi belirgin bir hale gelmişti. Bu gelişmeler üzerine Türkiye 3 Temmuz 1938’de Sancakta sükunet ve asayişi sağlamak üzere bir anlaşma imzalandı. Buna göre 6000 kişilik bir kuvvet kurulması bunun 1000 sancaktan geri kalanın Türkiye ve Fransa’dan sağlanması öngörüldü. Antlaşmadan iki gün sonra Türkiye Hatay’a girdi. Eylül 1938’de kurulan Hatay devleti bir yıl bağımsız kaldıktan sonra 29 Haziran 1939’da Anavatana katılma kararı aldı.
LOZAN’DAN KALAN MESELELER VE BATILI DEVLETLERLE İLİŞKİLER TÜRK YUNAN İLİŞKİLERİ: Nüfus Mübadelesi Mübadele için bir heyet oluşturulmasına karar verildi. Komisyon Türkiye’deki Ortodoks ve Yunanistan’daki Müslüman değişimini sağlayacaktı. Ancak değişimde bir istisnası vardı. Batı Trakya’da bulunan Türkler ile İstanbul Rumları mübadele dışı bırakıldı. Sözleşmeye göre yerleşik 1.200.000 Ortodoks Anadolu’dan Yunanistan’a göç ederken, Yunanistan’da yaşayan 500.000 Müslüman-Türk, Anadolu’ya zorunlu göç etti. Mübadelede asıl sorun sözleşmenin ikinci maddesinde kaynaklandı. Buna göre İstanbul’da yaşayan Rumlarla, Batı Trakya’da oturan Müslümanlar mübadele dışı bırakıldı.
LOZAN’DAN KALAN MESELELER VE BATILI DEVLETLERLE İLİŞKİLER Etabli Meselesi Karma komisyonda mübadele dışı kalacak İstanbul Rumları ile ilgili çalışmalarda gerginlik yaşandı. Türkiye 30 Ekim 1918’den önce İstanbul Belediyesi sınırları içinde yerleşik bulunan Rumları İstanbul Rum’u olarak kabul ediyor. Yunanistan ise İstanbul’da daha fazla Rum bırakmak istiyordu. Karma komisyonda çözüm sağlanamaması üzerine sorun Uluslararası Adalet Divanına götürüldü. Sorun burada da çözülemedi. Bu sırada Yunanistan Batı Trakya Türklerinin mallarını müsadere ederek Anadolu’dan gelen Rumlara verdi. Türkiye’de buna cevap olarak İstanbul Rumlarının mallarına el koydu. 10 Haziran 1930 yılında Ankara’da yapılan bir anlaşma ile sorun çözüldü. Buna göre geliş tarihlerine bakılmaksızın İstanbul’da bulunan Rumlar mübadeleden muaf tutuldu. Mübadillerin ayrıldıkları ülkede bıraktıkları malların mülkiyeti bırakılan ülkeye ait olacaktı.
LOZAN’DAN KALAN MESELELER VE BATILI DEVLETLERLE İLİŞKİLER Patrikhane Meselesi Lozan’da tartışılan bir diğer konu İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesinin Türkiye topraklarında kalıp kalmaması olmuştur. İsmet Paşa Patrikhanenin Türkiye’den çıkarılmasını istedi. Ancak bu teklife Yunanistan ve diğer Avrupalı Devletler itiraz etti. Yunanistan 17 Aralık 1924’te yapılan Patriklik seçimine müdahale etti. Bu seçimde Bursa doğumlu olan ve Terkos Metropolidi olarak İstanbul’a yerleşen VI. Konstantinos Arapoğlu Patrik seçildi. Türkiye bu duruma itiraz etti. Patriği sınır dışı etme kararı aldı. Yunanistan konuyu Uluslararası Adalet Divanına götürürken Türkiye bu duruma karşı çıktı. 1925 yılında mübadele dışı Vasilios Yeorgiadis patrik seçildi. Türkiye’nin bu tavrı patrikhanenin bir Türk Kurumu olduğunu ve Türk İçişlerine karışılamayacağı mesajı vermesi açısından önemlidir.
LOZAN’DAN KALAN MESELELER VE BATILI DEVLETLERLE İLİŞKİLER TÜRK İTALYAN İLİŞKİLERİ: 4 Ocak 1932 yılında iki ülke arasında Anadolu sahillerine yakın ada ve adacıkların durumunu belirleyen bir anlaşma yapıldı. Mussolini’nin 19 Mart 1934’de söylediği “Bizim geleceğimiz Doğudadır” sözü Türkiye tarafından tepki ile karşılandı. 1935 yılında İtalya’nın Habeşistan’a saldırması ikili ilişkilerde güvensizliğe yol açtı. Milletler Cemiyeti, İtalya’ya karşı tedbirler aldı. İtalya ile İngiltere 1937 Akdeniz Antlaşmasını yaptı. Buna göre İtalya Akdeniz’deki mevcut şartları kabul ediyordu. Bu durum İtalya’nın Türkiye’nin toprak bütünlüğünü kabul ettiği anlamındaydı. İtalya Montrö Antlaşmasını imzaladı. Türk-İtalyan ilişkileri 1923-1938 döneminde diploması alanında sorunlar yaşarken, ticari ilişkilerin arttığı görülmektedir.
LOZAN’DAN KALAN MESELELER VE BATILI DEVLETLERLE İLİŞKİLER TÜRK SOVYET İLİŞKİLERİ: Türk Sovyet ilişkileri Mustafa Kemal’in 26 Nisan 1922 tarihinde V.İ. Lenin’e gönderdiği mektup ile başladı. Bu mektupta Anadolu’daki harekete Sovyetlerin destek vermesi emperyal devletlere karşı müşterek mücadelenin altı çiziliyordu. 19 Şubat 1921’de Ali Fuat (Cebesoy) Bey Moskova’ya Büyükelçi olarak gönderildi. İki ülke arasında yapılan görüşmeler sonucunda 16 Mart 1921’ de Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması imzalandı. Sovyet Rusya, Türkiye ile yakından ilgilendi. Ancak Mustafa Kemal önderliğinde başlayan mücadeleyi yürüten lider kadro Rusya gibi düşünmüyordu. Sovyetlerden yardım almak amacıyla Komünist propagandaya göz yumdu. Türkiye Komünist Fıkrası kuruldu. Ancak bir süre sonra durum tehlikeli bir hal almaya başlayınca parti kapatıldı.
LOZAN’DAN KALAN MESELELER VE BATILI DEVLETLERLE İLİŞKİLER Lozan Barış Konferansında görüşülen Boğazlar meselesine Sovyet Rusya da davet edildi. Sovyet Rusya heyeti bir muhtıra yayınlandı. Ekonomik ve mali konular başta olmak üzere siyasi bağımsızlık ve egemenlik hakkının Türkiye’ye tanınması gerektiğini söyledi. Lozan Barış Antlaşması’ndan Avrupa’daki savaş buhranlarının başladığı devreye kadar Türkiye-Sovyet ilişkileri üç unsurun etkisi altında gelişti. Bunlar ticari ilişkiler, komünizm meselesi ve Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerini düzeltmesi ve geliştirmesiydi.
LOZAN’DAN KALAN MESELELER VE BATILI DEVLETLERLE İLİŞKİLER İngiltere, Fransa, İtalya, Belçika, Polonya ve Çekoslovakya 1 Aralık 1925 de Locarno Antlaşması’nı imzalandı. Bu sırada 17 Aralık 1925’de Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma 1945 yılı Mart ayına kadar Sovyet Birliği tarafından feshedilinceye kadar yürürlükte kaldı. İsmet İnönü Başkanlığında Türk heyeti 1932 yılında Rusya’yı ziyaret etti. Bu gezide Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın yanı sıra tarım, sağlık ve eğitim bakanları bulunuyordu. Ekonomik ve kültürel ilişkilerin görüşüldüğü bu ziyaretler ile iki ülke arasındaki ilişkilerin değişen dünya şartlarında geliştirilmesi amaçlandı.1933 yılında K.E. Varoşilov başkanlığındaki heyet Türkiye’ye gelerek Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. yılı dolayısıyla yapılan kutlamalara katılmışlardı.
BALKAN DEVLETLERİYLE İLİŞKİLER VE BALKAN ANTANTI Pan-Slavizim ve Pan-Cermenizim akımları sonucunda Romenler, Bulgarlar, Sırplar ve Rumlar kendi devletlerini kurdular. Böylece Osmanlı Devleti’nin Balkanlarla olan bağı kesildi. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Balkanlarda etnik kimlik ve millete dayalı milli yapılanma gerçekleşti. 1924’ten itibaren Balkan Devletlerinin siyasi sistemi belirlendi. Bulgaristan, Avusturya ve Romanya’da Monarşi devam etti. Yugoslavya ve Romanya’da merkeziyetçilik ve federasyon tartışmaları yaşandı. Yunanistan’da monarşiden cumhuriyetçiliğe doğru bir değişim yaşandı. Lozan sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin Yunanistan dışında Balkan ülkeleri ile bir sorunu kalmadı. Türkiye, Arnavutluk, Yugoslavya ve Bulgaristan ile dostluk antlaşmaları imzaladı. Yunanistan ile sorunun çözülmesinden sonra bölgede iş birliği havası doğdu. 1929’dan itibaren Balkan Birliği fikri doğrultusunda girişimler yapıldı. Ancak Bulgaristan’ın revizyonist politika izlemesi bu oluşumu geciktirdi.
BALKAN DEVLETLERİYLE İLİŞKİLER VE BALKAN ANTANTI Türk-Yunan ilişkilerinin iyileşmesinden sonra 1930-1933 yılları arasında Bulgaristan’ın da katıldığı Balkan Konferansları yapıldı. Ancak Arnavutluk ve Bulgaristan delegeleri İtalya’nın baskısı sebebiyle konferanstan çekildi. 1933 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında Samimi Anlaşma Misak-ı imzalandı. Bunun ile tarafların Trakya sınırı garanti altına alındı. 1933 yılının Ekim ayında Türkiye ile Romanya arasında Dostluk, Saldırmazlık, Hakem ve Uzlaşma Anlaşması imzalandı. Romanya’nın bu anlaşmayı yapmak istemesinin sebebi Bulgaristan’ın Revizyonist isteklerinden rahatsızlık duymasıydı. Kasım 1933’de Bulgaristan’dan rahatsız olan Yugoslavya ile Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşması imzalandı. Bu sırada Balkanlarda Alman ve İtalyan baskısının artmasından rahatsız olan devletler bir araya geldi. Türkiye’nin önderliğinde bir araya gelen devletler yaptıkları ikili anlaşmaları birleştirerek 9 Şubat 1934 tarihinde Balkan Paktını imzaladılar. Bu antlaşma ile Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya sınırlarını karşılıklı olarak garanti ediyorlardı.
DOĞULU DEVLETLERLE İLİŞKİLER VE SADABAT PAKTI Emperyalist Batıya karşı bağımsızlık mücadelesi veren Türkiye ve onun lideri Mustafa Kemal, Batılı Devletlerin sömürgelerine örnek oldu. Bu doğrultuda Afganistan ile 1 Mart 1921’de Dostluk Anlaşması imzalandı. Bu antlaşma 1928 yılında Dostluk ve İşbirliği Antlaşmasına dönüştürüldü. Afgan kralı Amanullah Han Türkiye’yi ziyaret etti. İran ile 22 Nisan 1926’da Dostluk ve Güvenlik Anlaşması, 5 Kasım 1932 tarihinde Dostluk, Güvenlik, Tarafsızlık ve Ekonomik İşbirliği anlaşması imzalandı. İran Şahı Rıza Pehlevi 1934 yılında Türkiye’yi ziyaret etti.
DOĞULU DEVLETLERLE İLİŞKİLER VE SADABAT PAKTI İtalya’nın Asya’da bazı hedeflere yöneldiği biliniyordu. İtalya’nın Habeşistan’ı işgali, Asya’da Türkiye’yi Orta Doğu devletleri ile işbirliği yapmak ve bazı savunma tedbirleri almak zorunda bıraktı. İtalya’nın faaliyetleri sebebiyle İran’ın girişimiyle Türkiye, İran, Irak arasında Cenevre’de 2 Ekim 1935’de üçlü bir anlaşma parafe edildi. 8 Temmuz 1937’de Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Tahran’da Sadabat Sarayın da Sadabat Paktı imzalandı. Bu antlaşmaya göre Milletler Cemiyeti ve Briand-Kellog Paktına bağlı kalınacak, ülkeler birbirlerinin içişlerine karışmayacaklar, ortak sınıra saygı gösterecekler, birbirlerine karşı herhangi bir saldırıya girişmeyeceklerdi.
TÜRKİYE’NİN MİLLETLER CEMİYETİNE GİRİŞİ Türkiye’nin Milletler Cemiyeti ile doğrudan bir sorunu yoktu. Ancak Musul konusunda Cemiyetin takındığı tavır Türkiye’nin Cemiyete çekinceli davranmasına neden oldu. Türkiye’nin Mustafa Kemal önderliğinde yürüttüğü dış politika Misak-ı Milli konusunda Lozan’da tam anlamıyla gerçekleştirilememesine rağmen statükocu devletler safında yer alıyordu. Türkiye 1928 tarihinde Briand-Kellogg Misakını imzaladı. Silahsızlanma konferansına katıldı. İspanya temsilcisinin girişimi ve Yunan temsilcisinin desteği ile Türkiye Cemiyete girdi.
MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ Lozan Barış Konferansı’nda boğazlarla ilgili görüşmede Türkiye’nin itirazına rağmen iki hüküm sözleşmeye dahil edildi. Bunlardan ilki Boğazlar Komisyonunun kurulmasıydı. Türkiye sınırları içinde uluslararası bir komisyonun kurulması egemenlik hakkının sınırlandırılması anlamına gelmekteydi. Diğer madde ise Boğazlar ve Marmara’nın askerden arındırılması ve silahlandırılmasıydı. Milletler Cemiyeti üyesi ve Boğazlar konusunda garantör devletlerden olan Japonya Mançurya’ya karşı saldırgan bir politika izliyordu. Milletler Cemiyeti Japonya’ya karşı bir yaptırım uygulayamadı. Bu durum Türkiye’yi endişelendirdi. 1932 yılında Fransa, Almanya, İtalya, ABD ve İngiltere herkes için eşit güvenlik sistemi çerçevesinde silahlanma eşitliğini tanıyan Mac Donald Planını kabul etti. Türkiye bunun üzerine boğazların silahsızlandırılmasıyla ilgili hükmün iptalini talep etti. Ancak talep kabul edilmedi. Türk Hükümeti 1933-1936 yılları arasında Boğazları silahlardan arındırma ve askersiz hale getirmek için her fırsatı değerlendirdi.
MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ 29 Ocak 1936’da İngiltere Dışişleri Bakanı, Türkiye’nin uygun yöntemlerle Boğazlar sorununu gündeme getirmesi halinde, İngiltere’nin destek vereceğini belirtti. Dışişleri Bakanı yaptığı görüşmelerde Uluslararası güvensizlik ortamının Türkiye’yi rahatsız ettiğini dile getirdi. Türk Hükümeti İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan, Bulgar, Japon, Romen, Sovyet ve Yugoslav hükümetlerinin Montreux (Montrö)’de görüşmeye davet etti. Ayrıca 10 Nisan 1936 da “rebus sıc stantibus” (şartlar değişmiştir) prensibine dayanarak bir nota verdi. Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras 22 Haziran’da Boğazlar Sözleşmesini gözden geçirmeyi önerdi. 22 Haziran 1936’da Konferans başladı. İlk oturumda Türkiye’nin hazırladığı anlaşma taslağı okundu, görüşmeler başladı. 25 Haziranda sorunlar Teknik Komiteye devredildi. 15 Temmuzda uzlaşmaya varıldı. 20 Temmuz 1936’da Montreux Boğazlar Sözleşmesi imzalandı.