HUKUK BAŞLANGICI 11 PROF.DR.ABDULLAH DEMİR
HAKLARIN KAZANILMASINDA İYİ NİYETİN ROLÜ A. “Sübjektif İyi Niyet”: Gerekli dikkat ve özeni gösterdiği halde, bir hukuki sonucun gerçekleşmesine ait engeli bilmemektir. MK.m.3/II uyarınca, "durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse, iyi niyet iddiasında bulunamaz". Ancak unutmamak gerekir ki, kanun gereği ilan edilmesi zorunlu olan hususların bilinmemesi iddia edilemez. Örnek: Hakkında (hacir) kısıtlama kararı verilen ve bu karar ilan edilen (A) ile bir satış sözleşmesi yapan (B), (A) tarafından kendisine teslim edilen malın mülkiyetini kazanamaz. Zira, ilan edilen kısıtlama kararını bilmediğini (yani iyi niyetli olduğunu) iddia edemez.
İyiniyetin Sorumluluktan Kurtarıcı Rolü: Örnek:(A), (S)'den bir 10 dönümlük bir fındık bahçesi satın almış ve tapuya kendi adına tescil ettirmiştir. Fakat, sözleşme yapılırken satıcı (S) temyiz kudretinden yoksun olduğundan, satış sözleşmesi kesin geçersizdir ve tapuda yapılan tescil yolsuzdur. Satıştan itibaren 5 yıl sonra temyiz gücünü kazanan (S), fındık bahçesinin kendisine iadesini istemektedir ve (A) bahçeyi iade etmekle yükümlüdür. (A), bahçeyi geri vermekle birlikte, bu beş yıllık süre içinde sahibi olmadığı halde topladığı fındıklar nedeniyle de (S)'ye bir tazminat ödemesi iyiniyet sahibi olmamasına bağlı
İyiniyetin Hakkın Kapsamını Genişletici Rolü: Örnek:Müteahhit (M), kendi malzemesiyle (A)'nın arsasına inşaat yapmıştır. Bu inşaatın yıktırılması ilke olarak mümkündür. Fakat eğer yıktırılmamışsa, kullanılan malzeme arsanın bütünleyici parçası (mütemmim cüz'ü) olacağından, (A)'nın mülkiyetine geçecektir. Fakat kullanılan malzeme, harcanan emek ve sonunda yapılan inşaat nedeniyle arsanın değeri artmış olacağından; (A), bu değer artışını tazmin etmek (karşılamak/ödemek) zorundadır. Eğer (M), (A)'ya ait arsaya inşaat yaparken iyi niyetli ise, yani arsanın başkasına ait olduğunu ve yapılacak inşaatın haksız olacağını bilmiyor ve bilebilecek durumda değilse; (M) kullandığı malzemenin piyasa (rayiç) değerini isteyebilir. Halbuki (M)'nin kötü niyetli olması durumunda (A)'dan isteyebileceği tazminat, kullandığı malzemenin asgari değeri ile sınırlı tutulmuştur.
İyiniyetin Bir Hukuki Statü Kazandırma Rolü Örnek:Türkiye'de evli gurbetçi (A), Almanya'da 17 yaşında bir Alman kızı (G) ile evlenir. Türk kanunlarına göre, (G) evlenme ile aynı zamanda yasal rüştünü elde eder. Fakat bunu öğrenen Türk eşi (F)'nin açtığı dava üzerine (hukuken batıl sayılan) bu ikinci evlilik mahkemece iptal edilir. Acaba (G), evlenme ile kazandığı hukuki statüyü (durumu), evliliğin iptali ile kaybetmiş olur mu? Bu sorunun cevabı da, (G)'nin evlenme sırasında iyi niyetli olup olmamasına göre değişir. Eğer (G), evlendiği sırada eşinin (Türkiye'de bir başkası ile) evli olduğunu ve bu nedenle yaptığı ikinci evliliğin geçerli olamayacağını bilmiyor idiyse, evlenme ile kazandığı hukuki durumu koruyacaktır. Eğer kötü niyetli ise, reşit statüsünü kaybedecektir.
İyiniyetin Hak Kazandırma Rolü Bu durum, en açık şekilde, tasarruf yetkisine sahip olmayan bir kişiden bir menkul malın mülkiyetinin elde edilmesi örneğinde görülür. Burada, üçüncü kişi (C), hukuki işlem yaptığı kimsenin, o menkul malda tasarruf etme yetkisine sahip olmadığını bilmemektedir. Acaba her zaman iyi niyetli olduğunu varsaydığımız (C)'nin bu iyi niyeti korunacak mıdır?
2. İyi niyetin Dört Kuralı Birinci Kural: Bir taşınırın emin sıfatıyla zilyedinden o şey üzerinde iyi niyetle mülkiyet veya sınırlı aynî hak edinen kimsenin edinimi, zilyedin bu tür tasarruflarda bulunma yetkisi olmasa bile korunur (MK.m.988). Kanunun "emin sıfatıyla zilyed" dediği kişi, taşınır (menkul) bir malın, kira, rehin, tamir ya da saklama gibi bir amaçla belirli bir süre için kendisine bırakıldığı kişi demektir. Bu anlamda, intifa hakkı sahibi, kiracı, vekil, eşya emanetçileri ve tamirciler, "emin sıfatıyla zilyed" sayılır
Bu kuralın uygulama şartlarını altı başlıkta toplamak mümkündür: 1 Bu kuralın uygulama şartlarını altı başlıkta toplamak mümkündür: 1. Eşyanın sahibinin elinden rızası ile çıkmış olması, 2. Zilyetliğin devredilmiş olması, 3. Üçüncü şahıs tarafından hak kazanılmış olması, 4. Kazananın iyi niyetli olması, 5. Aynî hak kazanılmış olması, 6. Kazanmanın geçerli olması gerekir
Örnek: (A), saatini tamir etmesi için tamirci (T)'ye, bir hafta sonra almak üzere bırakıyor. (T), saati tamir edip vaad ettiği günde sahibine teslim etmesi gerekirken; saat üzerinde mülkiyeti nakledici bir işlem yapma (tasarruf) yetkisi olmadığı halde, saati (C)'ye satıp teslim etmiştir. (C), bu saatin gerçekte (T)'ye ait olmadığını, belki (A)'ya ait olduğunu bilmeyen ve bilmesi gerekmeyen (bilmek zorunda olmayan) iyi niyetli bir kişidir
Kural olarak, bir malda tasarruf yetkisine sahip olmayan kimseden mal satın alan kimse o malda mülkiyet hakkına sahip olamaz. Zira hiç kimse, sahip olduğu haktan fazlasını bir başkasına devredemez. Ancak burada emanet bırakılmış bir şeyi zilyedinden satın alan kimse iyi niyetli ise o mala malik olabilmektedir.
Burada iki önemli nokta vardır Burada iki önemli nokta vardır. Birincisi, (C)'nin menkul malı elde ettiği sırada iyi niyetli olması gerekir. (C) malı elde ettikten sonra, malın gerçekte (A)'ya ait olduğunu öğrenmişse, bu öğrenme (iyi niyetin kaybı) onun elde ettiği hakka zarar vermez. İkincisi önemli nokta, (C)'ye ait iyi niyetin korunması için, menkul mal üzerinde ayni hak (mülkiyet hakkı gibi) elde etmiş olması gerekir. Eğer bir nisbi hak (bir alacak hakkı) elde etmiş ise (C)'nin mülkiyet hakkından söz edilemez. Yukarıdaki örnek üzerinde bunu açıklayalım: Eğer (T), saati (C)'ye satıp teslim etmek yerine, bir hafta takması için iyi niyetli nişanlısı (N)'ye vermiş olsa, (N)'nin mülkiyet kazandırıcı iyi niyetinden söz edilemeyeceği gibi, (A), gördüğünde bu saati (N)'den isteyebilir ve alabilir.
İkinci Kural: Rızası dışında elden çıkan bir menkul malın zilyedi, o şeyi elinde bulunduran herkesten 5 yıl içinde iade talep edebilir "Rıza dışı elden çıkma" deyimi ile, bir menkul malın unutma, çaldırma, kaybetme gibi bir yolla ve sahibinin arzusu dışında elinden çıkması kastedilir. Ayırt etme gücü bulunmayan bir ehliyetsizin zilyetliği devretmesi de rıza dışı elden çıkma sayılır
Örnek: (A) dolmuşta unuttuğu timsah derisi çantayı, (C)'nin elinde görse, (C) elde ettiği çantanın gerçekte (A)'ya ait olduğunu bilmiyor (iyi niyetli) olsa da, (A), çantayı (C)'den isteyebilir. Meğer ki, kaybetmeden itibaren 5 yıl geçmiş olsun Burada rızasız elden çıkan eşyanın zilyetliğini devralma ve iyi niyetli olma yeterli görülmemekte; ayrıca 5 yıllık kazandırıcı zamanaşımı süresinin iyi niyetle ve kesintisiz olarak dolması aranmaktadır
Üçüncü Kural: Zilyedinin elinden rızası dışında çıkan bir menkul malı, açık artırmadan, pazardan veya benzer eşya satanlardan alan iyi niyetli üçüncü kişi, ödenen bedelin verilmesi halinde, o şeyi iade etmek zorundadır Örnek: Çok değerli ve antika bir ansiklopedinin bir cildini kaybeden (A), onu (C)'nin elinde görüyor. (C) ise, kitabı 50 milyon karşılığında bir eski eser kitapçısından satın aldığını, kitabın başkasına ait olduğunu bilmesinin mümkün olamayacağını ileri sürerek, kitabı (A)'ya vermek istemiyor. Kanun, bu durumda (A)'nın kendi kitabına yeniden bedel (50 milyon) ödeyerek onu geri alabileceğini kabul etmektedir.
Dördüncü Kural: Zilyedinin elinden rızası dışında çıkmış olsa bile, para veya hamiline yazılı senetleri iyi niyetle elde eden kişiye karşı iade davası açılamaz Örnek, kalabalık bir çarşıda cüzdanı (H) tarafından çalınan (A), hırsızı takip eder, fakat kalabalık yüzünden kaybeder. (H), cüzdandaki parayı alır cebine koyar, hamiline yazılı çek ile alış veriş yapar, cüzdanı da çöpe atar. Bu sırada alış veriş merkezinden çıkarken gördüğü (H)'yı takip eder, fakat yine yakalayamaz. Bu defa alış veriş yaptığı dükkana girerek, (H)'nın verdiği çekin kendisine ait olduğunu ve iade edilmesini talep eder. Halbuki, hamiline bir çek para gibi piyasada dolaştığından, (A)'nın talebi uygun görülmeyecektir.
DÜRÜST DAVRANMA İLKESİ (Objektif İyiniyet) Hakların kullanılmasında, hak sahiplerinin sınırsız yetkilerle donatıldığını kabul etmek imkanı yoktur. Yani, bir taşınmaz maliki, mülkiyet hakkının kendine sınırsız yetkiler tanıdığını zannederek, mülkünden istediği gibi yararlanmak adına, komşuları rahatsız edecek gürültüler yapamaz, fena kokular çıkartamaz veya duman, kurum çıkartarak çevresini rahatsız edemez
B. Dürüst Davranma İlkesi: "Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır" (MK m.2/I). Burada sözü edilen "dürüstlük kuralları", daha önce gördüğümüz sübjektif iyi niyetten farklıdır. Herkes için geçerli, bir “doğruluk ve dürüstlük” ilkesini anlattığından ve sübjektif iyi niyetle arasındaki farkı belirtmek üzere bu ilkeye "objektif iyi niyet" de denilmektedir
Hukukun bu genel ilkesi, hukuki sonuç doğuran tüm insan davranışları ve sosyal ilişkiler için geçerli bir davranış kuralı öngörmektedir. Yani, herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını ifa ederken, doğruluktan ayrılmayan, namuslu, makul ve yaptığı eylemin sonucunu bilen orta zekada bir kimse gibi davranmalıdır Dürüst davranma ilkesi, hukukun hemen her alanında geçerli çok temel bir ilkedir MK.m.2’de öngörülen bu ilke, Medeni Kanunun “başlangıç” hükümleri arasında yer verilen diğer hükümler gibi, bir genel ilkeyi ifade eder. Bu nedenle de, örneğin medeni yargılama hukukundan icra ve iflas hukukuna kadar pek çok alanda uygulama etkinliğine sahiptir
Kanunun yorumu ve boşlukların doldurulmasında, kanuna karşı hilenin önlenmesinde, hukuki işlemlerin kurulmasında, irade açıklamalarının yorumunda, sözleşme düzenindeki boşlukların doldurulmasında ve hakkın kötüye kullanılmadığının belirlenmesinde dürüstlük kuralı çok önemli bir role sahiptir. Örnek olarak, "eşler birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar" (MK.m.185/III) kuralı ile öngörülen, eşlerin birbirine sadık kalması ve yardımcı olması yükümlülüğünün ölçüsü ve kapsamı, dürüstlük kuralı ile belirlenecektir. Örnek olarak, taraflar arasında kurulmuş olan hukuki ilişkinin, bir "satış sözleşmesi" mi yoksa bir "bağış" mı olduğu, dürüstlük kuralından yararlanılarak belirlenecektir.
Bir kimsenin borca aykırı bir davranış içinde olduğu, bağlı olduğu sözleşme düzenine göre belirlenemese de, dürüstlük kuralı yardımıyla böyle bir sonuca varılabilir. Örnek olarak sözleşmeler hukukunun temel bir ilkesi var: Pacta sund servanda. Yani "anlaşmalar yerine getirilmelidir" veya "ahde vefa ilkesi". Bu ilke gereği mesela, kilosu 200 bin liradan 10 ton buğday teslim etme borcu altına giren borçlu borcunu her halükarda ödemek durumundadır. Fakat mesela, teslimden önce beklenmeyen bir şekilde ağır bir sel felaketi bütün mahsulleri telef etse, ya da kıtlık nedeniyle buğday fiyatları on kat artarak 2 milyona çıksa, yine de, borçlunun "ahde vefa ilkesi" gereği ne taahhüt etmişse, aynen yerine getirmesi ondan istenebilecek midir? Böyle bir talep "dürüstlük kuralı" ile bağdaşır mı?
İşte dürüstlük kuralını rencide eden bu durum karşısında hukukun bir başka kuralı devreye girer: O da, "clausula rebus sic stantibus" ilkesidir. Yani, öngörülemezlik ya da beklenmeyen haller nedeniyle sözleşmenin değişen şartlara uydurulması ilkesi. İşte bu ilke de, varlığını ve uygulamasını "dürüstlük kuralı"na borçludur.
MK.m.2/I’de ifadesini bulan dürüst davranma ilkesinin, tarafların başvurusu beklenmeksizin önüne gelen uyuşmazlıkta hakim tarafından re’sen uygulanacağı; fakat bu ilkenin emredici nitelikte olmadığı, yani BK.m.26, 27 ve MK.m.23 hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla tarafların aksine bir düzenleme yaparak sözleşmelerin bu ilkeye göre tamamlanması ve yorumlanmasını önleyebilecekleri genellikle kabul edilmektedir
Dürüst davranma ilkesine sıkça başvurmanın hukuk güvenliğini zedeleyeceği, bu ilkenin özel hükümlerin uygulanmasından sonra değer taşıyacak tali bir ilke olduğu ve özel hükmün adalet duygusu veya menfaatler dengesine aykırı sonuçlar doğurması halinde bu aykırılığı düzeltmek amacıyla bu ilkeye başvurulabileceği benimsenmektedir
Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı Tanım: Haklar kullanılırken ve borçlar ifa edilirken, dürüstlük kurallarına aykırı davranılması "hakkın kötüye kullanılması" yasağı olarak nitelendirilmektedir MK.m.2/II'e göre "Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz" Hakkın kötüye kullanılması, hukuk kuralının bu konulma amacına (varlık nedeni=ratio legis) aykırı şekilde davranılmasıdır.
Hakkın kötüye kullanılmasının unsurları: a. Bir hakkın, meşru bir menfaat olmaksızın, sırf başkasını zarara sokmak, güç duruma düşürmek veya haksız kazanç elde etmek üzere kullanılması Örnek olarak bir televizyon anteninin, çatıda değişik yerlere yerleştirilmesi imkanı varken, komşuya en fazla zarar verebilecek bir yere konulması gibi.
b. Hakkın kullanılmasının sağlayacağı menfaat ile başkasına vereceği zarar arasında aşırı oransızlık (dengesizlik) bulunması Örnek: Kira süresi sona erdiği için evi tahliye etmesi gereken kiracı, ağır hastalığını ileri sürerek makul süre istemesine karşılık, ev sahibinin derhal evi boşaltması konusunda ısrar etmesi gibi
c. Hakkını kullanırken ahlaka aykırı davranışına dayanan kişi de hakkını kötüye kullanmış sayılır. Örnek: Kocasından boşanmış kadının, kocasından aldığı nafakanın kesilmemesi amacıyla, birlikte yaşadığı erkekle evlenmemesi gibi d. Karşı tarafta uyandırılan güven duygusuna aykırı davranmak Örnek: Evleneceği kıza verdiği hediyeyi (bağışı), evlendikten 11 yıl sonra, bağış yaptığı sırada reşit olmadığı için iptal ettirmek isteyen eşin hakkını kötüye kullanması
Evrensel ve emredici bir hukuk kuralı olan "hakkın kötüye kullanılması yasağı", her olayda hukuk düzeninin sağlayıcısı ve adaletin temsilcisi olan hakim tarafından re'sen göz önünde tutulmalı ve yasağı ihlal eden taraf hukuki himayeden yoksun bırakılmalıdır.
D. Uygulama Örnekleri 1. Fransa'da bazı uçak hangarlarının sahibi olan Clement-Bayard Şirketi, komşu arsalardan birini satın almak istiyor fakat arsa sahibinin yüksek bedel istemesi nedeniyle anlaşma sağlanamıyor. Buna kızan arsa sahibi, uçakların havalanmasını zorlaştırmak ve şirket üzerinde bunu bir şantaj (baskı unsuru) olarak kullanmak amacıyla, arsasında pek yüksek tahta iskeleler kuruyor.
Şirket, uçaklarından birinin bu yüzden hasara uğraması üzerine açtığı davada, hem iskelenin yıkılmasını hem de uğradığı zararın tazmin edilmesini istiyor. Davalı arsa sahibi ise, mülkiyet hakkını kullandığı savunmasında bulunuyor. Fakat Fransız Yargıtayı, davalının bu savunmasını yerinde görmeyerek, davranışının hakkın kötüye kullanılması olduğunu vurgulamıştır
2. Almanya'da ölen bir kadın, kocasının mülkiyetinde olan bir araziye gömülüyor. Baba, oğlu ile arasındaki şahsi kırgınlıkları bahane ederek, kendi arsasında bulunan mezarın oğlu tarafından ziyaret edilmesine izin vermiyor. Alman Mahkemesi ise, bir çocuğun annesine ait mezarı ziyaret etmesine engel olmanın, mülkiyet hakkının kötüye kullanılması sayılacağı gerekçesiyle hüküm veriyor
4. Yargıtay'a göre, temyiz kudretine sahip olmayan bir kişinin, aldığı ödünç (borç) parayı, mümeyyiz bir insan gibi verimli şekilde kullanması, değerlendirmesi durumunda, temyiz gücünün yokluğu sebebiyle ödünç sözleşmesinin geçersizliğini talep ve dava etmek, hakkın kötüye kullanılması sayılır. 5. Yargıtay, başkasının deniz manzarasını kapatmak amacı ile, kendi bahçe duvarı üzerinde fazladan ve aşırı ölçüde ağaç parmaklık yapılmasını mülkiyet hakkının kötüye kullanılması olarak kabul etmiştir