Kur’an-ı Kerim Haşr suresi 18. Ayet; “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” Beşerin Efendisi (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: “Ruh'ul-Kuds benim kalbime şöyle ilham etti: İstediğini sev, elbette ondan ayrılacaksın! Dilediğini yap! Elbette onunla cezalandırılacaksın! İstediğin kadar yaşa! Elbette öleceksin!‘ Şirazi
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kim bir günah işlerse, bir daha dönmemek üzere ondan bir akıl ayrılıp gider!” İMAM-I GAZALİ “İHYÂU ULÛMİ’D-DİN CİLT 4” KİTABI Şeddad b. Evs (R.A.) Hz. Peygamber'den (S.A.V.) şöyle rivayet eder: “Akıllı o kimsedir ki nefsini hesaba çeker. Ölümden sonrası için amel eder! Ahmak o kimsedir ki nefsini hevasının peşine takar ve Allah'tan, amelsiz olduğu halde makamlar ister.” İmam Ahmed, Tirmizi, İbn Mace Hz. Ömer şöyle demiştir: 'Hesaba çekilmeden önce nefsinizi hesaba çekin! Amelleriniz tartılmadan önce amellerinizi tartın! En büyük mahkemeye hazırlanın!' Hesaba çekilmezden önce nefsini hesaba çekenin kıyamette hesabı hafifler. Soru sorulacağı gün cevabı hazır olur. Dönüş yeri güzel olur. İMAM-I GAZALİ “İHYÂU ULÛMİ’D-DİN CİLT 4” KİTABI
Mü'minin, yapıp ettiklerini hemen her gün gözden geçirip hayırlı faaliyetlerini ve güzelliklerini şükürle karşılaması; Hata ve günahlarını da istiğfarla gidermeye çalışması ve her zaman muhasebe duygusuyla dopdolu yaşaması gerekir. Bir hadis-i şerifte Efendimiz (aleyhi ekmelü't-tehayâ) en büyük mahkemede hesaba çekilmeden önce daha dünyadayken nefsi sık sık sorgulamayı akıllılık ve mü'minlik emaresi olarak zikretmiştir. Hazreti Ömer Efendimiz de Allah Resulü'nden işittiği bu hakikati farklı bir üslupla seslendirerek şöyle buyurmuştur: "Ahirette hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekin. Ötede amelleriniz tartılmadan önce onları burada kendiniz tartın. En büyük arz ve mahkeme için şimdiden gerekli hazırlıklarınızı yapın. Bilin ki, o gün huzura alındığınızda size ait hiçbir şey gizli kalmayacak ve bütün sırlarınız bir bir sayılıp dökülecektir.“ Zaman Gazetesi/Kürsü
Kur’an-ı Kerim Enbiya suresi 47. Ayet; Hak Teâlâ şöyle buyurur: "Biz kıyamet gününe has adalet terazileri kuracağız. Artık hiç kimse en küçük bir biçimde haksızlığa uğramayacaktır. İşlenilen amel bir hardal tanesi kadar da olsa onu getirir, tartıya koyarız. Hesabı görücü olarak da biz yeteriz.” Zümer suresi 54. ayet.. “-Rabbinize inâbede bulunun!..” İnâbe.. Günahları terk ile Hakka dönüş. Hakka tâbi bir yol göstericiye bağlanmak. İçinde bulunduğunuz anı bir bahar mevsimi gibi değerlendirin, imanınızın verdiği şuurla, o anın her dakikasına ayrı bir derinlik kazandırın.. Abdullah Yeğin “Sözlük”
ÇOK KORKTUM: Peygamber Efendimiz (s.a.v) anlatıyor: Geçmiş devirlerden birisinde, bir adam ölümünün yaklaştığını hissedince evlâtlarını yanına çağırmış. Demiş ki: “Evlâtlarım, ben Rabb'imin huzuruna bu hâlimle gitmek istemem. Ben vefat ettiğim zaman beni yakın. Külümü yüksekçe bir yere çıkıp savurun. Dağılıversin sağa sola, O’nun huzuruna çıkarılınca ben de diyeceğimi bilirim.” Mahşer gününde ruhu ve cesedi yine bir araya gelir. Allah (c.c): “Kulum, sana bunu yaptıran neydi?” diye sorar. “Allah'ım çok korktum, korkumdu.” “Ben, benden bu kadar korkana azap etmem,” buyurur Allah(c.c.). Mü'min, korku ile ümit arasında olmalı, Allah'ın büyüklüğü kadar, kendi küçüklüğü kadar, onun azabının şiddeti.. Kendi acziyeti kadar Allah'tan korkmalı, ona karşı saygılı olmalıdır.. Ürpermeyen, korkmayan bir kalbi insanın üzerinde taşıması onun için bir azap, bir yüktür.. M.F. Gülen Hoca Efendinin “Mesuliyet Duygusu” İsimli Vaazından Alınmıştır.
İnsan gerçek bir muhasebe duygusu içerisinde, tevâzû ve mahviyetle iki büklüm olup başıyla ayaklarını aynı noktada birleştirdiği sürece.. Gök kapıları ardına kadar açılır ve kendisine: “Gel ey sâdık ki, mahremsin, bura mahrem makamıdır; seni ehl-i vefâ gördük...” denir ve her gün ayrı bir semâvî seyâhatle şereflendirilir. M.F. Gülen’in “Kalbin Zümrüt Tepeleri cilt 1” Kitabından Alınmıştır.
RİSALE-İ NUR... Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerimim! Benim sû'-i ihtiyarımla (irademi kötüye kullanmamla) ömrüm ve gençliğim zayi' olup gitti. Ve o ömür ve gençliğin meyvelerinden elimde kalan, elem verici günahlar, zillet verici elemler, dalalet verici vesveseler kalmıştır. Ve bu ağır yük ve hastalıklı kalb ve hacaletli yüzümle kabre yakınlaşıyorum... Risale-i Nur “Onyedinci Lem’a”
Hz. Ömer (r.a.) buyuruyor ki: “Hesaba çekilmezden evvel nefsinizi hesaba çekin.” Ayrıca Mümin için denilir ki;. “İyi bir mü’min, daima kendi nefsine karşı savcı.. başkalarına karşı avukat gibi davranır.” Asla kendini büyük görmez.. Hutbesini dinlemek için İbn Abbas’ın Mekke’den Medine’ye yollara düştüğü Hz. Ömer (R.A.), bir gün hutbede ortaya koyduğu fevkalâde talâkat ve fesâhat karşısında birden durur ve “Haydi be ordan, deve çobanı sen de!” gibi ifadelerle nefsini tokatlar. Kendimizi büyük görme korkusundan, tir tir titremeli; her başarı ve muvaffakiyetten sonra o işe layık olup olmadığımız hususunu (liyakatimizi) masaya yatırmalı.. M.F. Gülen’in “Fasıldan Fasıla” Kitabından Alınmıştır. Çok büyüten bir mercekle tavır ve davranışlarımıza bakmalıyız; “Acaba biz böyle bir ihsan-ı ilahi ve nimet karşısında şükür ve vefa vazifemizi yerine getirebiliyor muyuz? M.F. Gülen’in “Kırık Testi” Kitabından Alınmıştır.
İnsan kuru üzüm çubuğuna benzer. Nasıl ki o kuru çubuğun, üzümler üzerinde bir hak iddiası söz konusu değildir. Öyle de insan, kendindeki meziyetleri sahiplenemez ve bunların kendisinden kaynaklandığını iddia edemez. Gurur, kendini bulamamış küçük insanlara ait bir boşluktur. Üstadın dediği gibi: Cemiyet hayatında herkesin görünmek istediği bir pencere vardır. Boyu kısalar görünmek için ayak parmaklarının ucuna doğrularak uzun görünmeye çalışırlar ki, bu durum esasen onların kısalığını ele verir. Boyu uzunlara gelince onlar da görünmemek için iki büklüm olurlar. Bu itibarla tevazu, bir büyüklük emaresi, tekebbür de küçüklük emaresi sayılmıştır. Evet büyüklerde büyüklüğün işareti küçük görünmek, küçüklerde küçüklüğün işareti de büyük görünmektir. M.F. Gülen’in “Fasıldan Fasıla” Kitabından Alınmıştır.
MÂİZ HADİSESİ VE VİCDAN İRTİBATLI KONTROL SİSTEMİ Bir gün Allah Resulü’nün huzuruna girer ve O’nun yanına kadar sokulur. Ayakta kadri bükülmüş, rengi sararmış.. benzi solmuş ve laf söyleyecek hali kalmamıştır. İşte bu bitkin insan şöyle der: “Ya Resûlallah! Beni temizle” Allah Resûlü yüzünü öbür tarafa çevirir.. Şefkat İnsanı, onun diyeceğini duymak istemez. Bu defa da Maiz öbür taraftan gelir ve aynı şeyleri söyler. Derken bu durum tam dört defa tekerrür eder..! Her defasında Allah Resûlü yüzünü çevirir. Maiz de O’nun yüzünü çevirdiği cihetten gelerek, kendisini temizlemesini ister. Dördüncüde Allah Resûlü: “Seni hangi günahtan temizleyeyim?” sorusunu sorar. O da: “Zinadan Ey Allah’ın Resûlü” cevabını verir. Herkes donup kalmıştır. Allah Resûlü’nün devrinde “zina” kelimesi belki ilk defa telaffuz ediliyordu. İtiraf şok tesiri yapmıştı. %
Daha dün zinayı meşru görenler, İslâm’la birlikte ondan o kadar uzaklaşmışlardı ki, bilmedikleri yeni bir şey duymuş gibi şaşırıp kalmışlardı. Sükûneti Allah Resulü’nün şefkat dolu sesi bozdu.. ve sordu oradakilere: - Maiz’de delilik var mı? - Hayır, Ey Allah’ın Resûlü, Maiz aklı başında biridir, dediler. -Acaba sarhoş mu? Ağzı koklandı ve yine; - Hayır, cevabı verildi. Maiz itirafında bu kadar ısrar edince, artık Allah Resulü’nün elinden bir şey gelmezdi. “Haddi tatbik edin” buyurdu. Aradan bir- iki gün geçmişti ki Allah Resulü’nün huzuruna bu sefer bir kadın çıkageldi. Bu Maiz’in suç ortağı olan kadındı.%
O da Maiz gibi: “Ya Resûlallah beni temizle” diyerek söze başladı. Allah Resûlü de Maiz’e yaptığı gibi yaptı ve: “Dön git tövbe et” dedi. Ama kadın ısrarlıydı. Bunun üzerine Allah Resûlü: “Belki sen hamilesindir. O masumun kanına giremeyiz” dedi ve kadını geri çevirdi. Aylar geçti ve kadın çocuğunu doğurdu. İlk fırsatta hemen Allah Resulü’nün huzuruna gelerek teklifini tekrarladı... Bu defa da Allah Resulü: “Bu çocuğun bakıma, süte ihtiyacı var” diyerek kadını geri gönderdi. Son geldiğinde, çocuğa ekmek yemesini de öğretmişti ve: “İşte artık bana ihtiyaç kalmadı. Ne olur ya Resûlallah bana haddi tatbik et ve beni şu vicdan azabından kurtar!” dedi; ve alıp götürdüler, vicdan huzuruna doğru kanatlanacağı bir rampaya.. vefat ederken mesut ve bahtiyardı. Biri başına taş atarken “Seni gidi...” deyince, uzaktan seyreden Rasûlullah kaşlarını çattı ve şöyle dedi: “Vallahi bu kadın öyle bir tövbe etti ki tövbesi bütün Medine halkına dağıtılsaydı yeterdi.” M.F. Gülen’in “Sonsuz Nur cilt 1” Kitabından Alınmıştır.
BİR ANEKDOTTAN ALINACAK DERS Damat Efendi lakabıyla meşhur “Mecmeu’l-Enhür” sahibi Muhammed b. Süleyman, talebelik günlerinden birinde, gece yarısı, mum ışığı altında ders çalışmaktadır. Bir ara kapı çalınır. Açar. Karşısında bir genç kız durmaktadır. Yolunu kaybettiğini ve ortalıkta başkaca da bir ışık görmediği için buraya geldiğini söyler.%
Molla, onu içeriye alır. Sonra da kendini yine dersine verir.. verir ama, sabaha kadar ara sıra elini, yanan mumun üzerine tutmayı da ihmal etmez. Evet sabaha kadar bunu pek çok defa tekrar eder. Gün ışıdıktan sonra genç kız oradan ayrılır. Evine döner. Burası Osmanlı vezirlerinden birinin sarayıdır. Ve bu genç kız da, o vezirin kerimesidir. Saray halkı, ona geceyi nerede ve nasıl geçirdiğini merakla sorarlar. Çünkü bütün gece onu aramış ama bir türlü bulamamışlardır. Genç kız başından geçenleri ve gördüklerini bir bir anlatır. Vezir, mollayı sarayına davet eder ve niçin sabaha kadar elini yanan mumun üzerinde tuttuğunu sorar. Molla: “Yolunu kaybettiği için kapımı çalan genç kızı dışarıda bırakamazdım. Bu sebeple onu odama aldım. Nefsimin desiselerine karşı koyabilmek için de, elimi ara sıra mumun bana cehennemi hatırlatan alevi üzerine koydum. Ve böylece yanlış bir şey yapmaktan kurtuldum.” der. M.F. Gülen’in “Fasıldan Fasıla” Kitabından Alınmıştır.
SUÇLULAR İnsanların çoğu muallim olabilir ama mürebbi olan çok azdır. Haydar Bey, Nevzat Hoca'ya: -Yine kaçmışlar. Bunlara daha önce nasihat ettik. Hiç söz tesir etmiyor. Bu üçüncü oluyor... Dedi. O da sordu: - Niye kaçıyorlar? - Bilmiyorum. Serserice bir yaşayış arzuları var. - Daha önce nasıl bulmuştunuz? - Bir seferinde garajdan tuttuk getirdik... %
İkinci kaçtıklarında parkta kanepeler üzerinde uyuya kalmışlar. Sıkıyönetim olduğu için gece sokağa çıkma yasağında devriye gezen askerler görüp götürmüşler, daha sonra haber verdiler getirdik. Bu hareketlerinin kendilerine çok ağıra mâl olacağını uzun uzun anlattık. Fakat nafile... Öbür taraftan üç kafadar bu sefer trene binip kaçmayı kafalarına koymuşlardı. Biletlerini almak için başvurduklarında, tecrübeli biletçi bunların durumlarından kaçak olduklarını anladı. Ve: - Buraları tekin yer değil; hırsızlar çoktur. Biletlerinizi ve paralarınızı bana verin, tren gelinceye kadar muhafaza edeyim. Ben sizin babanız yerindeyim deyince, bu makul teklifi kabul edip paralarını ve biletlerini teslim ettiler. Biletçi gar polisine haber gönderip bu gençlerin kim olduğunu öğrenmesini ve okullarına, yurtlarına haber vermesini istedi. Polis babacan bir tavırla bunlara yaklaştı ve sohbete başladı…%
Durumlarını öğrenince hemen ilk fırsatta yurtlarına telefon etti. Haydar Bey, arabaya atlayıp gara, tren kalkmadan yetişti. Talebeleri alıp yurda hareket etti. Bu sefer iyi bir dayak atacaktı. Çünkü bunlara nasihatin her türlüsü daha önce yapılmıştı. Tam yurda gelince, Müdür Bey'le karşılaştı. Kendisi dövmekten vazgeçti ve durumu arzetti. Müdür Bey: - Haydar Bey, bana üç tane demir sopa hazırla. Bunların ayaklarını kırayım da bir daha kaçmaya yeltenmesinler. Şimdi ben derse giriyorum onlar da sınıfa gelsin. Sen git, dediğim gibi üç demir sopa getir, dedi. Haydar Bey, demir sopalar aramaya giderken kendi kendine: - Allah, Allah! Hey mübarek! Bir sopa yetmiyor mu? Ağaç değil ki kırılsın diye söylenmeye başladı. Sonra da "Elbette vardır bir düşündüğü; hikmetsiz olmasa gerek." dedi. Daha sonra üç demir çubukla geldi. Müdür Bey de dersini bitirmişti. Bizim üç kafadarın da işleri bitmişti. Ameliyat kapısında bekleyen hasta gibi ölüp ölüp dirilmişlerdi. Bunlara dönüp: - Haydi gelin bakalım, diye çağırdı. Yan odaya geçtiler.%
Müdür Bey: - Haydar Hoca çıkar gömleğini... Ben de çıkarıyorum. Alın oğlum şu demir sopaları ellerinize!.. Bu dayağı biz hak ettik. Eğer biz size güzel örnek olabilseydik, eğer gerçek insanlığı ruhlarınıza duyurabilseydik, siz böyle serseriliği arzulamayacaktınız. İşte çıplak vücudumuz istediğiniz kadar vurun dedi. Odaya girerken yüzlerinde kan ve ayaklarında derman kalmayan ve iki büklüm vaziyetteki talebeler böyle beklenmedik bir şeyle karşılaşınca, perişan bir vaziyette kendilerini yere attılar: - Bizim ister ayaklarımızı kırın, isterse cehenneme atın fakat ne olur sadece bizi affedin! Diye ağlaya ağlaya yalvarmaya başladılar. Müdür Bey çok ciddiydi, iç muhasebesini yaptıktan sonra buna karar vermişti. Çocukların tavırlarından iradeli bir dönüşü fark edince, ısrardan vazgeçti. Ve bir daha da kaçma hadisesi olmadı.. İbrahim Refik “Hayatın Renkleri” s:154
Resul (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: —Kulun kendi isteğiyle yaptığı her hareketi için onun önüne üç defter koyarlar. Biri: Niçin Yaptın? defteridir. İkincisi: Nasıl Yaptın? defteridir. Üçüncüsü de: Kimin için yaptın? defteridir. Birinci defterde her işi Hak Teâlâ için kılmalıydın! Niçin şehvete, şeytana uydun? İkinci defter her işin bir şartı, bir edebi, bir ilmi vardır. Sen, işlediğin bu işi şartlarına uygun olarak mı yaptın denir.. Üçüncü defterde işin,, Hak Teâlâ için yapman, ihlas üzerine yapman gerekti.. Eğer Hak Teâlâ için yapmışsan mükâfatını bulursun. Eğer riya ile başkası İçin yapmışsan mükâfatını o kişiden iste. Eğer dünya için yaptı isen zaten orada nasibini aldın. Burada sana mükafat yoktur. Eğer başka bir şey için yapmışsan azaba ve cezaya düşersin!" denir. İmam Gazali “Kimya-yı Saadet”
İnsan.. 1. İhlâslı olmalıdır. İşini kalp huzuru ile yapılmalıdır. Şartlara da tamamıyla uyulmalıdır. Kendisinde fazilet olan şeyler hiç bir zaman bırakılmamalıdır. 2.Günahlarından utanç, haya duyulmalı, tövbe edilmeli ve kefareti ile uğraşılmalıdır. Bir günahın kefareti, onun karşılığında bir iyilikte bulunmaktır. 3. Edepli olmalı, Allahü Teâlâ'nın nimetlerinde, nimeti veren Yüce Allah'ı görmeli ve şöyle bilmeli ki, kendisi her vakit nimet veren Rabbinin huzurundadır. Otursa, edepli oturmalı. Eğer yatacaksa edepli yatmalı. Eğer yemek yiyorsa düşüncelere dalmalı. Çünkü bu, üstün bir düşüncedir. Yemekte nice türlü acayip işler vardır ki, onlar düşünülmeli, tefekkür edilmeli. İmam Gazali “Kimya-yı Saadet”
İki Cihan Güneşi (sallallâhu aleyhi ve sellem), şahsi hayatının her ânını, muhasebe duygu ve düşüncesine bağlı yaşamıştır. O, insanlığa yapacağı ihtarlarını da ilk defa kendisine en yakın olanlarda ortaya koymuş ve başkalarına diyeceğini onları muhatap alarak seslendirmiştir. Nitekim bir gün en uzak daireden başlayıp, en yakın daireye kadar, bütün yakınlarını çağırmıştı. Yemekli olan bu toplantıda akrabalarına, "Ey Kâ'b b. Mürreoğulları, Ey Abdimenâfoğulları, Ey Abdülmuttaliboğulları!" diyerek ayrı ayrı seslenmiş ve "Nefsinizi Allah'tan satın almaya bakın; zira ben, ahirette sizin adınıza bir şey yapamam!" buyurarak herkesin kendinden sorumlu tutulacağını hatırlatmıştı. Burada muhasebeye davet edilip uyarılanlar sadece adı geçen kişiler değil, onların şahsında bütün insanlıktır. Zaman Gazetesi/Kürsü
Malik b. Dinar şöyle demiştir: 'Adn bahçeleri Firdevs bahçelerindendir. O bahçelerde Cennet çiçeğinden yaratılmış huriler vardır'. Malik'e 'O Adn cennetlerinde kim kalır?' diye soruldu. Malik cevap olarak dedi ki: Allah Teala şöyle buyurmaktadır: 'Adn cennetlerinde günah işlemeyi düşündüklerinde benim büyüklüğümü hatırlayıp beni gözetenler kalır. Onların belleri, benim korkumdan kamburlaşmıştır. İzzet ve celalime yemin ederim, ben yer ehline azap etmeyi düşündüğümde acıkmış ve korkumdan susamış kimselere bakınca onlardan azabı geri çeviririm'. İMAM-I GAZALİ “İHYÂU ULÛMİ’D-DİN CİLT 4” KİTABI
Hz. Peygamber (S.A.V.) Hz. Muaz'a (R.A.) hitaben şöyle demiştir: “Kişi, gözüne çektiği sürmeden, parçaladığı çamurdan ve kardeşinin elbisesine dokunmasından bile sorulacaktır.” Ebu Nuaym Hilye'de riva- yet etmektedir. Hz. Peygamber (S.A.V.) buyurdular; “İtaat edilen bir cimriliği, arkasından gidilen bir heva-i nefsi ve her görüş sahibinin kendi görüşünü beğendiğini gördüğünde, sadece nefsinle ilgilen!” Ebu Davud, Tirmizi ve İbn Mace Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: “Ömrü uzamış, ameli güzelleşmiş kimseye cennet vardır.”
Müridin himmeti, ilmi güzelce yapması, eğer dünyayı tamamen istemeyen alimi bulamazsa dünyadan yüz çevirmiş veya dünyayı az isteyen bir alimi aramaya koyulmaktır. Nitekim Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: “Allah Teala, şüpheler varit olduğunda tefrik edici gözü, şehvetler hücum ettiği anda kamil olan aklı sever!” Ebu Nuaym Dikkat edilirse Hz. Peygamber, ayırt edici göz ile kamil aklı bir araya getirmiştir; zira onların ikisi, hak nazarında birbirinden ayrılmazlar. Bu bakımdan şehvetlerden alıkoyucu aklı olmayan bir kimsenin şüphelerde tefrik edici gözü olamaz. İMAM-I GAZALİ “İHYÂU ULÛMİ’D-DİN CİLT 4” KİTABI
Kim nefsini kınamayı ve Rabbiyle münacat etmeyi terk ederse, nefsini gözetmiş olmadığı gibi, Allah da ondan razı olmaz! Ey nefis! Acele et! Helak olmaya yaklaştın. Uyarıcı geldi, ölüm yaklaştı. Ölümden sonra senin yerine kim namaz kılacak? Ölümden sonra senin yerinde kim oruç tutacak? Ölümden sonra Rabbini senden razı edecek kim var? Ey nefis! Senin için, ancak sayılı günler var!. Eğer o günlerde ticaret yaparsan onlar senin sermayendir. Zaten onların çoğunu zayi ettin. Eğer geri kalan hayatında zayi etmiş olduğun hayatından ötürü ağlasan, yine kendi nefsin hakkında kusurlu sayılırsın. Geri kalan kısmı zayi ettiğinde ve aynı şekilde yaşamaya devam ettiğinde acaba durum nasıl olur? İMAM-I GAZALİ “İHYÂU ULÛMİ’D-DİN CİLT 4” KİTABI
Hz. Ömer R.A. Hançerlenince son anlarında onu İbn Abbas (R.A.) onu şu mealdeki sözlerle teselli etmeye çalışır: "Ey Allah'ın peygamberinin halifesi! Seni Cennet'le müjdeleyebilirim; zira sen, Allah Resulü'nü ( S.A.V.) idrak edip Müslüman oldun. Resulullah, bir keresinde sağ ve soluna seninle Ebû Bekir'i (R.A.) alıp ellerinizden tutarak, "Biz kıyamet günü bu şekilde diriltileceğiz."; Başka bir keresinde ise, "Her nebinin sema ve arz ehlinden ikişer veziri vardır. Benim de gökte iki, yerde de iki vezirim var. Gökteki vezirlerim Cebrail ve Mikail; yerdeki vezirlerim de Ebû Bekir ve Ömer'dir." buyurmuşlardı ve Resûl-i Ekrem'in size teveccühleri bu istikamette idi. Ayrıca Allah Resûlü'nün (S.A.V.) yanı sıra ilk halife Ebû Bekir de senden memnundu ve kendisinden sonra hilâfete sizi tavsiye etmişti. Ona: "Ömer gibi sert ve şiddetli bir adamı tavsiye ediyorsun. Allah'ın huzuruna gittiğin zaman Allah sana sorarsa ne diyeceksin?" diyenlere de O, "Siz beni Allah ile mi korkutmak istiyorsunuz!%.
Rabbime kavuştuğumda bana soracak olursa, ben de 'Yâ Rabbi! O ümmet içinde onların en hayırlısını seçip halife bıraktım.' diyeceğim." şeklinde cevap vermişti. Allah sana birçok şehirler kurdurdu. Seni vesile kılarak nifakı ortadan kaldırdı. Yine senin vasıtanla Müslümanlara çok şey lütfetti. Resûlullah'a (S.A.V.) uzun zaman arkadaşlık ettin. Halife oldun, taviz vermedin, vazifeni de hakkıyla yaptın.. ve şimdi de yaralandın, O'na şehit olarak gidiyorsun. Sen, Ebû Bekir gibi olmasa bile kendi kametince "sıddîk"dın, Sen, "Fâruk" olmayı tam manasıyla yaşadın ve yeryüzünde adaleti ikame ettin "Adalet mülkün temelidir." diyerek onu âdeta sinelere perçinledin.. cihan, adaleti senden öğrendi... Senin için sadece bir şehitlik kalmıştı; Allah'ın huzuruna giderken kazanmadığın hiçbir şey kalmasın diye sen sineni şehitliğe de açtın." İbn Abbas (R.A.) bu mealdeki sözlerini bitirdiğinde Hz. Ömer'in (R.A.) birden gözleri parıldadı.%
İbn Abbas'a yanına oturmasını söyleyerek ondan biraz önce sarf ettiği sözleri tekrar etmesini istedi. İbn Abbas sözlerini tekrar edince de, Koca Halife (R.A.) ona: "Mahşerde Allah huzurunda da böyle şahadet eder misin?" diye sordu. İbn Abbas "Evet" deyince de artık dünyalar onun olmuş gibi seviniyordu. Hz. Ömer'deki muhasebe duygusunun derinliğine ve kendini kontroldeki inceliğe bakın ki, daha dünyada iken Cennet'le müjdelenmiş olmasına rağmen, yaptığı şeylere değil; Peygamber'in amcasının oğlunun şahadetine değer vermektedir. hikmet.net Tarih : 12/28/2011
Hz. Huzeyfe'nin (R.A.) naklettiği hâdisede şunlar anlatılır: Kalbine Allah korkusu düşen Ensardan bir genç evine kapanmış ve gece-gündüz ağlıyordu. O kadar ki, zayıflamış ve tamamen güçten, takatten kesilmişti. Bu durum Resûlullah'a (S.A.V.) haber verildi. Allah Resûlü (S.A.V.) gencin yanına gelince, genç son bir kere daha gücünü kullanarak dizlerini zorladı ve Nebiler Severi'nin teşrifini istikbal için ayağa kalkıp kendisini O'nun kollarına attı. Allah Resulü (S.A.V.) de ona sımsıkı sarıldı. Biraz sonra Allah Resulü kollarını gevşettiğinde, genç ayaklarının dibine yığılıverdi. Bunun üzerine sevgi, şefkat ve merhamet peygamberi Efendimiz (S.A.V.), gözleri çok derinlere dalmış şöyle buyuruyordu: "Kardeşinizi defnedin. Korku onun ciğerlerini parçalamış. Kuvvet ve iradesi ile yaşadığım Allah'a yemin ederim ki, Allah onu Cehennem'den korumuştur. Kişi umduğunu ister, korktuğundan da kaçar. “ hikmet.net Tarih : 12/28/2011