Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

GRAMSCİ İDEOLOJİ VE HEGEMONYA

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "GRAMSCİ İDEOLOJİ VE HEGEMONYA"— Sunum transkripti:

1 GRAMSCİ İDEOLOJİ VE HEGEMONYA

2 Gramsci radikal siyasal düşüncede paradoks gibi bir seydir
Gramsci radikal siyasal düşüncede paradoks gibi bir seydir. Klasik Marksist gelenek içinde kültürel ve ideolojik;, siyasete en sempatik yaklaşım olarak çalışmasına çok hayranlık duyulur: Örnegin, Italya, Ispanya ve diger ülkelerde Euro komünizm stratejisinin benimsenen teorisini, Ingiltere'de isçi siyasetini yeni ve gerçekçi bir şekilde yeniden düzenlemek isteyen birçok kişinin esini oldu. ideolojiye yaklaşımı, hegemonya teorisi, entelektüellerin rolüyle ilgili anlatımı, taktiklerin ve iknanın öneminde ısrarı, kültür sorunlarına gösterdiği özenli ilgi ve gündelik kültür siyaseti, hem Marksist-Leninist hem isçi Partici solun ahlakçı kurallarından bıkan bir kuşak tarafından coşkuyla karşılandı.

3 Yine de Gramsci'nin çalışması, ideoloji teorisi alanında teorik bakimdan çözümlenmemiş birçok sorunu ortaya çıkardı -kısmen (olasılıkla Marx gibi) parlak sezgilerinin tek başına ya da birbirleriyle gerilim- içinde durmaları nedeniyle. Daha, ayrıntılı olarak tartışacağım bir örneği ele alırsak, ideolojiye yaklaşımının simdi ünlenen hegemonya tanımıyla ve hegemonya düşüncesinin tam olarak nasıl ilişkilendirildiği açık değildir

4 Ilk önce, Gramsci'nin doğrudan Marksist gelenekten ideoloji kavramını ele aldığı Hapishane Defterlerinden bir pasaja bakarsak, aşağıdaki belirlemeleri buluruz. Gramsci, ideolojinin Marksist gelenekteki anlamına (hatalı bir şekilde) ilişik hale gelen "olumsuz değer yargısına işaret eder; burada, Gramsci'nin, ideoloji konusunda "eleştirel" bir duruştan çok "olumlu" bir duruş benimseyen ilk ve tek kişi olarak saptanması gerekmektir.

5 Gramsci Marksist düşüncedeki zayıf ideoloji anlayışının suçunun ideolojiyi salt ekonomik temel tarafından belirlenmiş ve bu nedenle «saf görüntü,yararsız, süprüntü» olarak görenlere yüklenebileceğini ileri sürer. Daha sonra tarihsel olarak organik ideolojilerden zorunlu olanların psikolojik bir geçerliliğe sahip olduklarını ve insanların hareket ettikleri kendi konumlarının bilincini edindikleri mücadele ettikleri bir alan yarattıklarını vurgular. Marksist gelenekte Gramsci’yi eşsiz kılan psikolojik geçerliliğe gösterilen bu didaktiktir.

6 Gramsci, Marx‘ın popüler bir inanç çoğunlukla maddi bir güçle aynı enerjiye sahiptir görüşüne işaret eder ve «bu önermelerin çözümlenmesi biçim olmadan maddi güçler tarihsel olarak kavranamayacağı ve maddi güçler olmadan da ideolojiler bireysel kuruntular olacağı için, biçim ve içerik ayrımının salt didaktik bir değeri bulunmasına karşın kesinlikle maddi güçlerin içerik ideolojilerin biçim olgusu tarihsel blok kavrayışını güçlendirecektir.

7 Hegemaonya kavramı Gramscinin siyaset ve ideolojiyle ilgili düşüncesinin örgütleyici odağıdır ve kavramı farklı kullanması, genel olarak Gramscici yaklaşımın alameti farikasıdır. Hegemonya, en iyi rızanın örgütlenmesi olarak anlaşılır. Bu noktada, ideolojiyle ilgili anlamlı bir yorum farkını belirtmek gerekir. Gramsci'nin hegemonyayı kesinkes örgütlenmesinin zora dayanmayan yanlarına işaret etmek için mi kullandığı, yoksa rıza sağlamanın zora dayanan ve zora dayanmayan biçimleri arasındaki ilişkiyi açıklamak için mi kullandığı açık değildir. Stuart HaIl ve arkadaşları Gramasci'nin temel sorununun -devlet zora başvurmadan nasıl yönetebilir?- onun sinif egemenliğinin zora dayanmayan yanlarına dikkat çekmesine neden olan bir sorun olduğunu anımsatırlar.

8 Stuart Hall‘un "temel ve Üstyapi" üzerine makalesi Marksist ideoloji teorisindeki determinizm tartışmasının Koşullarını kesin bir şekilde saptadı. Hall, Gramsci'yi indirgemeci bir Üstyapı anlatımına karşı polemiğe giren olarak okur ve Gramscinin, kapitalizmin nasıl salt bir üretim sistemi olmayıp bütünsel bir toplumsal yasam biçimi olduğunu bize gösterdiğini ileri sürer. Hall ün Gramsci okumasında üstyapılar, kültür ve sivil toplumu sermayenin gereksinmelerine giderek daha fazla uygun hale getirdikleri için yaşamsaldır. Aile, hukuk, eğitim, kültürel kurumlar, klise ve siyasal partiler gibi çeşitli sivil toplum kurumlarıyla etkili olup yeni birey ve uygarlık tipleri yaratarak kapitalizmin egemenlik alanını genişletirler. Bu, yalnızca bir ekonomik çıkar meselesi değildir; zira, Gramsci ekonomik indirgemeciliğe karşı çıkar ve hegemonyayı siyasal kültürel ve toplumsa otorite olarak kavramlaştırır. Stuart Hall Gramscinin «üstyapılar bütün bunları sermaye için yapar» sonucuna vardığını savunur.

9 Gramsci, bazı ülkelerin işçi sınıfının devrimci bir bilinç ve ideolojiye sahip olmamasının onun burjuvaziye karşı mücadele verememesine neden olduğunu belirtmekte ve böylece, siyasal ideolojik bilincin yetersizliğinin alt yapının değişmesine set çektiğine işaret etmektedir. Hegemonya, kapitalist toplumda belirli bir egemen sınıfın başka sınıf kesimleriyle kurduğu ittifaklar ve siyasal uzlaşmalar sayesinde egemenliğini topluma kabul ettirebilmesini ve yönetici konumunu sürdürebilmesini, dolayısıyla işçi sınıfı devriminin engellenmesini ifade etmektedir. Burjuvazinin belirli bir kapitalist toplumda hegemonik bir konuma gelebilmesi için kendi sınıf kültürünü, kendi fikirlerini ve dünya görüşünü toplumun diğer sınıflarına kabul ettirmesi gerekmektedir. Bu konuda başarılı olmanın, ekonomiyle, yani para gücüyle doğrudan ilgisi yoktur.

10 Toplumun entelektüel hayatına damgasını basabilmek için, burjuvazinin kendi aydınlarını üretebilmesi gerekmektedir. Gramsci’ye göre siyasetin ve devletin ikili bir yapısı vardır. Bunlar, siyasal toplum ve sivil toplumdur. Sivil toplum, özel olarak niteleyebileceğimiz kesimin tümünü kapsamaktadır. Siyasal toplum, devletin baskı ve denetim aygıtlarından kurulu olmasından ötürü özellikle yaptırım mekanizmalarını harekete geçirerek kendini topluma kabul ettirebilmektedir. Devlet, toplumu ideoloji vasıtasıyla yönetmektedir ve bu ideoloji de toplumu oluşturan bireylerin çoğunluğu tarafından içselleştirilmiş değerlere dayanmaktadır. Devlet sadece bir baskı aygıtı değildir. Devletin kültürel iktidarı aracılığıyla ideolojik bir hegemonyası vardır. Devletin bu ideolojik-kültürel hegemonyası, ayakta kalması için çok büyük bir önem taşımaktadır. Sivil toplum Marksist terminoloji uyarınca üst yapısal bir öğedir ve ideolojinin yeşerdiği ve hükmünü sürdüğü alandadır. Batı dışı toplumlarda devlet mutlak olarak egemendir, çünkü bu toplumlarda sivil toplum gelişmemiş olup, ilkel bir düzeydedir. Bu durum devletin başlıca egemenlik aracı olmasına yol açmaktadır.

11 Gramsci’ye göre, Lenin iktidarı ele geçirebilmişse bu zaferi bir ölçüde Rusya’da sivil toplumun cılız olmasına borçludur. Gelişmiş toplumlarda ise, kültürel iktidarı ele geçirmeden siyasal iktidara sahip olmak mümkün değildir. İktidara sahip olmak ve proletaryanın egemenliğini sağlamak için sivil toplum içersinde uzun vadeli bir ideolojik çalışma yapmak gerekmektedir. Mücadele ideoloji ve kültür alanında da yürütülmelidir zira sosyalizme geçiş ancak sivil toplumda meydana gelecek olan fikirlerin dönüşümüyle sağlanabilecektir. Gramsci, devrimci Marksist partinin örgütsel mücadelesinin yanı sıra egemen sınıfa karşı bir proleter kültür hegemonyasının varlığının da zorunluluğuna işaret etmektedir. Mevcut burjuva hegemonyasına karşı proletaryanın kültür hegemonyasını geliştirmek zorunludur. Gramsci Batı toplumlarının devrimcileri için görevin sadece Lenin’in öngördüğü biçimde kapitalist devlet aygıtını yıkmak olmadığını savunmaktadır. Devrimcilerim mücadele alnı aynı zamanda kültürün ve ideolojinin de yer aldığı sivil toplum olmalıdır.

12 Egemen sınıfın değerleri diğer sınıflar tarafından kabullendiği ve içselleştirildiği ölçüde egemen sınıfın iktidarı meşru olarak algılanmaktadır. Gramsci’ye göre, tarihte hegemonyanın en tipik örneklerinden biri 17. yüzyıl Fransız burjuvazisinin sınıfsal iktidarıdır. Fransız burjuvazisi kendi dünya görüşünü ve değerlerini devrimden önce bile toplumun tüm kesimlerine öylesine başarı bir biçimde benimsetebilmiştir ki, 1789’da siyasal iktidarın ele geçirilmesini Fransız toplumu meşru görmüş ve tarihin doğal bir tecellisi olarak karşılamıştır. Gerçekten de, burjuvazinin ürettiği özgürlük, eşitlik ve hatta mülkiyet hakkı gibi kavramlar uyarınca geliştirilen fikir akımları sadece burjuva sınıfının değil, tüm toplumun kendine mal ettiği kavramlar olmuştur. Gramsci’ye göre, bir egemen sınıfın aynı zamanda hegemonik konumda olması aydınların ifa etmeleri gereken bir işlevin sonucudur. Gramsci bunlara egemen sınıfın organik aydınları adını vermiştir. Sivil toplumun fikir yapısını ve zihniyetini belirleyen ve ona yön veren bu organik aydınlardır.

13 Örneğin, feodal toplumda egemen sınıfların organik aydınları Kilise’ye bağlı din adamlarıydı. Günümüzde ise, bir kısım sinemacı, medya mensupları egemen sınıfın hegemonyasını gerçekleştiren ve pekiştiren toplumsal kategoriyi, organik aydınlarını meydana getirmektedirler. Devrimci güçlerin amacı egemen sınıf olmadan önce sivil topluma nüfuz etmek olmalıdır Gramsci’nin bu temel önermesi, Althusser de kendisine mal etmiş ve onun devleti bastırıcı aygıtları ile devletin ideolojik aygıtları tasnifine yol açmıştır. DİA’ların fonksiyonu egemen ideolojiyi üretmek ve idame ettirmektir. Genç kuşaklara egemen ideolojinin aşılanması gerekmektedir ki mevcut sistemin üretim ilişkilerine karşı koyma eğilimleri filizlenmeye başlamasın. Eğitim DİA’larında çocuklar en küçük yaştan itibaren sistemin öngördüğü ideolojiyle yoğrulmakta ve resmi ideoloji doğrultusunda toplumsallaşmaktadır. 

14 Gramsci sosyalist devrimin kapitalizme bağlı olarak kendiliğinden gerçekleşeceğine karşı çıkar. Ona göre devrim farklı tarihsel koşullarda bilinçli ve amaçlı olarak gerçekleşecektir ve bunun için Marsist kuramı felsefi ve siyasal açıdan gelişmiştir. Kuram ve eylem bir bütünlük içinde ve birlikte ele alınması gerektiğini söylenen praksis kavramının Gramscinin amaçlarını birleştirmeye yönelik işlevi olduğunu söyleyebiliriz. Gramsci için devrimci süreçte ideolojik mücadele önemlidir. İdeolojinin siyasal mücadeledeki önemi hegemonya kavramından kaynaklanmaktadır. Kapitalist toplumda sınıf egemenliğinin, devletin tekelinde bulunan fiziki güç kullanma olanağı dışında birde çoğunluğun rızasını sağlamaya yardımcı olan eğitim, basın, hukuk, kültür vb. ideolojik üstyapı kurumları tarafından desteklendiği düşüncesinden hareket eden Gramsci sosyalizmin kurulmasına yönelik devrimci mücadelenin başarılı olabilmesi için devrimlerin de bir karşı-toplumsal iktidar ideolojisi ya da yeni bir bütüncül, kültürel yapı geliştirmeleri gerektiğini vurgulamıştır.

15 Siyasal Toplumla sivil toplum arasında yaptığı bir ayrımdan kaynaklanmaktadır. Siyasal toplum geleneksel anlamda devleti özellikle devletin zorlayıcı gücünü ,sivil toplum ise, devletin ideolojik sürecin işleyişinden yararlanıp topluma nüfuz ederek çoğunluğun desteğini kazanacak siyasal, toplumsal ve kültürel ortamı yaratması durumunu kapsamaktadır. Bu çerçevede geliştirilen yorumlarda birleştirici nokta Gramsci’nin devlet kuramı ile tekelci kapitalist devlete(ekonomik yapıyı aşarak toplumsal yapıda egemenlik kurmaya yönelen) özdeşleştirilmesi olgusudur. Gramsci’nin Marksist siyaset bilimine katkısı yalnızca gelişmiş kapitalist ülkelerin gerçekleriyle sınırlandırılmaz, adı geçen kuram herhangi bir toplumsal durumda da geçerlidir. Çünkü Gramsci ekonomik altyapının tek belirleyici olduğunu ileri süren yaygın marksist yaklaşımı reddederek çok daha genel bir kurumsal yapı geliştirmeyi amaçlar.

16 Hegemonya terimi, hem yönetici bir sınıf olarak proletaryaya hem de bu yönetimin uygulanmasına ilişkindir. Bu, egemen sınıfın, kaşıt gruplar üzerinde zorunlu olarak uygulayacağı zorlama demektir. Fakat bu proletarya ile işbirliği yapmaya razı olan ve tutumuna etkinlik kazandırılması söz konusu olan müttefiklerinin fikir ve kültür alanında yönetilmesi de demektir. Hegemonya yönetimin olumlu cephesini de geliştirir. Böylece hükmedenle yöneten arasındaki ayrım ortaya çıkar. İktidarın ele geçirilmesi hükmetmeyi sağlar, bundan sonra yönetimi ele geçirmek söz konusudur. Bu iki durum birbirine diyalektik olarak bağlıdır. Bir grup, iktidarı ele geçirmeden yönetici olabilir. Hükmeden olduğu zaman bu yönetici rolünü kaybederse, bu onun için felaket demektir.

17 Gramsci ekonomizme karşı çıkarak Marksist geleneğe farklı bir yorum katmıştır. Ekonomizme karşı çıkışı onun diğer Marksist düşünürlere göre farklı bir devlet tanımlaması yapmasına neden olmuştur. Gramsi’ nin ekonomizme karşı açtığı polemiğin temeli belirgin bir zaman içinde etkin olan güçlerin yanlışsız bir biçimde çözümlenebilmesi ve bunlar arasındaki ilişkilerin belirlenebilmesi için, yapı ve üstyapı arasındaki ilişkilere ilişkin sorunun doğru sorulması ve çözülmesi bakımından, sorunun yeniden oluşturulmasına olan gereksinmeye dayanmaktaydı. Ekonomist hipotez, yapının belirleyiciliği tarafından üretilen doğrudan bir güç öğesi iddia edilmektedir. Sonuç ise, sorunun yeni bir siyasal toplum düzeninin, hatta yeni bir sivil toplumun, kurulması yerine, yalnızca yönetici sınıfının partileri arasında iktidarın bir el değiştirmesi olarak gören devlet yapısı yerine, siyasal iktidarın ekonomi politikasını değiştirmeyi amaçlayan yönetici sınıfının belirli bir kesimine uygun olan devletin yalnızca siyasal iktidar ya da zora dayalı baskıcı aygıtla özdeşleştirilmesine yol açacaktır. Gramsci’ nin toplumsal iktidar kavramı belirli bir bir toplumsal oluşumdaki siyasal, kültürel ya da ideolojik çeşitli düzeylerdeki ya da alanlardaki özgül iktidar yapısını belirleyen etkenleri de göz önüne alacak biçimde, çağdaş toplumlarda, iktidarın niteliğini daha bütüncül bir çerçevede tanımlamak amacıyla bağlıdır.

18 İdeoloji ve güç kavramlarını incelediğimizde ikili anlamlı bir davranış biçiminde ideolojiden söz edebiliriz. Gramsci’ ye göre kapitalizmin hâkim olması ile baskı gerçekleşmez, kapitalizm fikirleri hegemonyası ile gerçekleşir. Sınıflar içinde yönetici sınıf üstün gelmeye başladı. Güç sadece yasak ve fiziksel üstünlükle değil dil, ahlak, kültür ve genel irade üstünde gerçekleşir. Halk fikirlerin empoze edilmesi yolu ile bastırılıp, şekil verilir. Hegemonik fikirler bağımlı kılınan sınıfların asıl fikirleri haline gelir. Geleneksel entelektüeller bu karmaşık hegemonik yapıyı oluştururlar. Burjuva hegemonu işçi sınıfının kişisel inanç, kuralar ve kamusal düşünüşünü belirler. Gramsci bunu “ideolojik düzeyde mücadele” olarak tanımlar. Bazı entelektüeller işçi sınıfının egemen hegemoniye karşı tavır olarak karşı hegemon geliştirmesi gerektiğini söylerken, geleneksel entelektüeller burjuva hegemonisini destekler. Gramsci ‘ de Marksist bilim ve ideoloji tezini görürüz. Diyalektik materyalizm basit-fikir tanımlaması, yanlış bilinçlenme tezi ve sosyalist ideoloji inceleme alanlarındadır. Gramsci’ de ideoloji dil, kültür ile bağlantılı olmasına rağmen daha çok politik doktrin olarak incelenir. İdeoloji, güç ve hâkim olan arasında ilişki vardır.

19 Marksist öğretiyi politik görüş açısından yeniden ele alan Gramsci’ nin devrimci stratejisinin içine yerleştirdiği aydınlar sorunun derinlemesine inceleyen tek Marksist düşünür olduğu söylenilebilir. Gramsci’ nin bütün anlatmak istedikleri üst yapıyla, devrimden önceki ideolojik değişimle ilgilidir. Aydınları hiçbir önyargıya saplanmadan, bir sınıf analizi üzerinde inceleyen Gramsci, bu konudaki “klasik” Marksist yaklaşımı yıkmış aydınları salt az veya çok önemli ittifaklar açısından değil, daha çok egemenliğin bir fethi için kurulacak yeni “tarihi blok”un iki organik bileşkenlerinden biri olarak düşünmüştür. Aydınların “tarihi bloktaki ve egemenlikteki rolleri nedir?”: işte Gramsci’ nin kalkış noktası.

20 Canlı ve yaratıcı Marksizm adına sosyalist yaklaşımları yeni ufuklar açmak isteyen” Gramsci devrimi” nin ana çizgilerini, aydınların proletaryanın “organik” aydınları olarak onunla kaynaşmaları ; bütün faaliyetlerde muhakemeyi getiren bir yan olduğundan, “kafasıyla çalışan” kavramının herkese uygulanması; “entelektüel ve moral reform” u gerçekleştiren bütün güçlerin “kollektif aydın” da, yani partide toplanmaları oluşturur.

21 Aydınlar konusunu incelerken Gramsci’ nin ilk işi, o güne kadar sol çevrelerde bile sınıf ilişkilerinin “dışında”, bağımsız, yani “saf düşünce”, bilgi ve bilim yayıcı kişiler olarak kabul edilen “aydınlar mitosu” nu yıkmak olmuştur. Bütünüyle bağımsız aydın gruplarının varlığını savunmanın saçmalığını anlatan Gramsci, aydınların hâkim sınıfa (iktidardaki veya “yükselmekteki” sınıf) göre asla bağımsız olmadıklarını söyler. Bu yargı “geleneksel büyük aydınlar” için daha da geçerlidir.

22 Aydınları burjuva toplumunun alt yapısını üst yapısına bağlayan ve “tarihi blok” a “egemenliğini” garanti eden öğeler olarak gören Gramsci’ nin ana tezi, onları kendi başına, ayrı bir sınıf meydan getirmedikleri, fakat “egemenliğin memurları” olarak hâkim zümreye organik bağlarla bağlı olduklarıdır. Bu bağ, aydınlar temsil ettikleri sınıftan geldikleri zaman daha sıkıdır. “Aydınlar bağımsız bir sınıf değildirler. Tersine, her toplumsal zümre kendi özel tabakasına sahiptir veya bu tabakayı yaratmaya çalışır. Aydın görevlerinin yapılmasında uzmanlaşmış gruplar tarih olarak bu şekilde ortaya çıkarlar. Bunlar bütün toplumsal zümrelerden ve özellikle en önemlilerinden gelirler. Hâkim toplumsal zümreden çıktıklarında daha geniş ve daha karmaşık bir hazırlığa tabidirler.

23 “… Tarih olarak ilerlemeye el verişli sınıfın aydınları bazı koşullarda öylesine bir çekicilik gücüne sahiptirlerdir ki, sonunda bütün öteki toplumsal zümrelerin aydınlarını kendilerine bağlar ve böylece tüm aydınlar arasında, psikolojik tutumlardan (kibir, kendini beğenme v.b.) ve bir kast zihniyetinde (adli –teknik, korporotif ilişkiler v.b.) temellenen bir dayanışma yaratılır. Gramsci aydınların bağımsız olmadıkları, onların ekonomik, korporotif ve kast ayrıcalıklarıyla başka aydınlara ve temsil ettikleri sınıfa bağlı olduklarını söylemekle yetinmeyip, iktidarı ele geçirmek isteyen her zümrenin, hâkimiyetini güçlendirmek için aydınlara ihtiyacı olduğunu belirtir.

24 Gramsci aydınları iki açıdan ele almaktadır:
a)Toplumsal yapıyla bütünleşmeleri açısından b)Tuttukları yer ve siyaset ve tarihte oynadıkları rolle tarih sürecinde yer almaları açısından; ki bu anlamda yükselmekte olan bir sınıfa organik olarak bağlı olabilirler.

25 GELENEKSEL AYDINLAR-ORGANİK AYDINLAR
Aydınlar eski ve yeni tip olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Gramsci bunlardan birincisine “geleneksel “, ikincisine “organik” aydınlar der. “Her ülkede aydınlar tabakası kapitalizmin gelişmesiyle köklü değişiklere uğramıştır… eski tip aydınlar ‘ başlıca köylü ve zanaatkâr tabanlı bir toplumun’ örgütleyici öğeleridir.” Tarımın önemli rolünü yitirmediği yerlerde hala bu tip aydınlar hâkimdir. Bunlara “geleneksel” denişinin nedeni bu tip aydınların hem bir önceki üretim tarzına bağlı ve hem de kaybolmakta olan bir sınıfın “organik” aydınları oluşları, şu anda yükselmekte olan sınıfa organik olarak bağlanmayışlarıdır.

26 Kırsal tipli aydınların çoğu da gelenekseldirler, yani kapitalizmin henüz değişikliğe uğratmadığı kentlerdeki köylü ve küçük burjuva kitlelerine bağlıdırlar. Bu tip aydınlar merkezi yönetimle köylü yığınları arasında aracılık yaparlar. (avukat, noter v.b.) ve bu işlevleri nedeniyle de büyük bir siyasal-toplumsal rolleri vardır, çünkü mesleki karakterdeki bir aracılığı siyasal karakterli bir aracılıktan ayırmak güçtür Üretim alanında başlıca rolü oynadığı halde, köylü kitlesi ne kendi organik aydınlarını yaratabiliyor, ne de geleneksel aydınların herhangi bir bölümünü özümleyebiliyor. Oysa öteki toplumsal aydınlarının çoğunu kendi köylü kitlesinin içinden alıyorlar; böylece geleneksel aydınların büyük bir kısmı köylü kökenli oluyorlar.

27 “Egemenliğe yönelen her grup, geleneksel aydınları fethedip özümlemelidir. Bu grup aynı zamanda kendi özel organik aydınlarını yarattığı ölçüde bu özümleme ve fetih daha çabuk ve etkin olacaktır. Yeni tarihi blokun, özellikle temel sınıf organik aydınları Gramsci’ nin geleneksel diye nitelendirdiği eski tarihi blokun aydınlarına karşı çıkarlar ve yeni “temel sınıf” ın gelmesinden önce var olan çeşitli aydın tabakaları toplarlar. Yeni “temel sınıf”, egemenliğini sağlamak için bunları ya yutmalı ya da yok etmelidir.

28 Gramsci’ ye göre değişik biçimlerde “proletaryanın organik aydınları” olunabilir: bir burjuva aydını proletaryanın program ve öğretisini katıldığı ve proletaryanın içinde eridiğinde, özüne katılıp onun bütünleyici bir parçası olduğunda meydana çıkan” ideolojik fetih” ve özümleme yoluyla; veya aydının doğrudan doğruya organik olarak bağlı olduğu kitleden gelmesi halinde. Kitlelerin dünya görüşünden kalkarak, ona net ve aydınlık bir bilinç (görevinin ve kendisinin bilinci) vermek için, onu bütün engellerinden kurtararak ve belli bir homojenlik ve tutarlılık vererek, proletaryanın organik aydını haline gelinebilir.

29 Demek ki aydınlar “entelektüel ve moral reform” u veya başka bir deyişle “kültürel devrim” i yapmak için ekonomik koşulların olgunlaşmasını beklememelidirler. Tersine, alt yapıdaki değişimi çabuklaştıran ve bazı bakımlardan koşullarını hazırlayan, “ yenidünya görüşü” nün olgunlaşmasıdır. Gramsci bu fikirlerini örnek olarak Fransız burjuva devriminden önceki yoğun ideolojik hazırlanma dönemini gösterir. Diderot’ nun “encyclopedie” si Voltarie’ ler, Rousseau’ lar fikirleriyle devrimi hazırlamış ve dolaylı olarak gerçekleşmesini sağlamışlardır. Yani o dönemin “ ilerlemeye el verişli sınıfı” olan burjuvazi, egemenliğini önce ideolojik alanda sağlamlaştırmıştır.

30 ORGANİK AYDINLARIN NİTELİKLERİ VE ROLLERİ
Proletaryanın organik aydınları eski aydınların çizgisinde olmazlar; tersine onun karşıtı olmalı, ona göre bir kesinti noktası oluşturmalıdırlar. Yoksa tarihi durumun organik ifadesi olan yeni toplumsal zümreye bağlı sayılmazlar. Zaten yeni tarihi durum ortaya yeni bir üst yapı çıkarabilecek bir gelişim düzeyine gelmişse eski aydın tipi kendiliğinden silinecektir. “Her yeni toplumsal organizma yeni bir yapı yaratır ki, bu yapının görevli temsilcileri veya bayraktarları (aydınlar) önceki intelligentsianın mirasçıları değil, kendileri de yeni olan, yeni durumdan doğan aydınlardır”.(Ve Gramsci’ye göre öyle olması zorunludur.)

31 Proletaryanın organik aydınları artık “özgür düşüncenin kanatlarında yüzen” bireyci aydınlar değildirler. Onlar aynı zamanda eski ahlakla ilişkilerini kesmiş, burjuva ahlakını –kendilerini tamamen kurtaracak derecede- bilimsel yoldan yıkmış aydınlardır. “Yeni politik egemenlik önce ahlaki alanda ifadesini bulur. ”İdeolojik alanın fethi için de ilk yapılacak şey burjuva ahlakını ve değerlerini yıkıp yerlerine yenilerini getirmektir (buhran dönemlerinde zaten önce bunlar yok olur).Kültürel devrim de, politik kavga, sendikal, ekonomik vb. eylemler kadar, işçilerin kurtulma hareketinin belirleyici, bütünleyici bir bölümüdür.

32 Yalnız, burjuvazi devrilmiş olsa bile, kitleleri baştan çıkarmaya, tahtına yeniden kurulmak için kültürü, düşünceleri, eski, gelenek ve görenekleri sayesinde kalplerini kazanmaya çalışır. Proletarya tam tersini yapmalıdır: İdeolojik alanda burjuvazinin her meydan okumasına derhal sert bir karşılık vermeli, proletaryaya özgü kültür, düşünceler, yeni gelenek ve göreneklerle tüm toplumun ahlaki çehresini değiştirmelidir. Sınıf bilincinin gelişmesine varan “zihniyetler devrimi” kavgası dini, cinsel, pedagojik, kültürel ve ahlaki tabuları yok etmelidir.

33 “Yeni aydınlar(…) durmaksızın ikna eden can vericiler, örgütleyiciler olarak faal şekilde pratik hayata karışmalıdırlar. Çünkü onlar artık salt birer konuşmacı değildirler; iş olarak teknikten kalkarak bilim olarak kalacakları tarihi bir kavrayışa varırlar: Uzman-politikacı(…).” Altyapıyla üstyapı arasında yeni bir bağ olan organik aydınlar, eski düşünme ve bilme biçimlerinin yıkılmasından doğan ve militan aydınlar olarak yaptıkları eylemlerini, “tarihi eylemde tamamen yaşanmış bir bağlamıbağlamı (taahhüt) haline getirmek için, uzman olarak aydın varlıklarını “politik bir varlıkla “ bütünlerler.

34 “İdeolojik panorama” nın değişiminin ön-koşulu, “entelektüel reformun” başlatılmasıdır. Bu reformun başında ise devrimci parti yer alır. Gramsci’ ye göre aydın, önce proletaryanın organik aydını olur ve sonunda “ortaklaşa aydın” da: yani “modern prens” adını verdiği partide erir. Modern prens “entelektüel ve moral bir reform” un örgütleyicisi ve yayıcısı olmalıdır. Başka bir deyişle, üstün ve topyekûn bir modern uygarlık biçimine varacak olan ve hem örgütleyicisi, hem de canlı ve faal ifadesi olduğu ortak iradenin gelecekteki bir gelişiminin koşullarını hazırlamalıdır.

35 Böyle bir reform yeni bir üst yapının oluşmasıyla bitmez
Böyle bir reform yeni bir üst yapının oluşmasıyla bitmez. Altyapıda bir devrim yapılmasını gerektirir. Gramsci bu iki ana partinin eyleminde kenetleneceğini, hatta giderek, gerçek bir ekonomik reform olmadan hiçbir fikrin olmayacağını söyler. Parti kendisine düşen bu önemli tarihi görevi yerine getirebilmek için, burjuva ahlakının engelleri aşmış tomurcuk halindeki bütün olumlayıcı öğeleri, bütün özgürlük ve ilerleme isteklerini devrimci eylemde birleştirme ve toplama yeteneğine sahip olmalıdır.

36 Parti karşımıza “egemenliğin” bir ön-koşulu olarak çıkıyor
Parti karşımıza “egemenliğin” bir ön-koşulu olarak çıkıyor. Çünkü egemenliğin işleyişi için bir “öncü parti-kitleler” ilişkisine ve kitle karakterli bir “ideolojik yetiştirme” hareketine gerek vardır. Aydınların özgün rolü konsensusu yaratmak ve altyapıyla üstyapıyı birbirine kenetlemek ise ortaklaşa aydını, yani partinin rolü, sağlamlığı ve tutarlılığı sayesinde tarihi blokun bağlayıcı dokusu olmaktır.


"GRAMSCİ İDEOLOJİ VE HEGEMONYA" indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları