Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Türk Basınındaki Değişime Kuramsal Bir Bakış Prof. Dr. Mustafa Şeker.

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "Türk Basınındaki Değişime Kuramsal Bir Bakış Prof. Dr. Mustafa Şeker."— Sunum transkripti:

1 Türk Basınındaki Değişime Kuramsal Bir Bakış Prof. Dr. Mustafa Şeker

2 Basınla ilgili konuların büyük bölümü sorunlardan ibaret. Bunların önemli bir kısmı da yapısal temellerden kaynaklanıyor. Aslında bir Batı kurumu olan gazeteler ve gazetecilik bizde baştan beri fazlasıyla politik amaçlar taşımıştır. Osmanlı’dan itibaren gazeteler siyasal amaçlar için çıkarılmış, gazeteciler aynı zamanda politikanın içinde olmuşlardır. Bu yapı İstanbul gazetelerinden sonra özellikle Milli Mücadele döneminde Anadolu’ya da aynı şekilde geçmiştir. Gazetelerin bir bölümü bizzat Milli Mücadele’yi yönetenlerce çıkarılmış, yönetilmiş, bir bölümü ise bu mücadeleyi zayıflatmak için yayımlanmıştır. Tek parti döneminde, Demokrat Partili yıllarda, 1960’tan sonra, 70’lerde bu partizan gazetecilik anlayışı egemen olmuş, gerçekleri vermek gibi bir endişe pek de taşınmamıştır.

3 Ancak 80’lerden sonra ekonomideki liberalleşme sürecine paralel olarak basın sektöründe de bir değişim yaşandı. Basın alanındaki sınırlı sermaye yerine, diğer sektörlerden yatırımcılar gazetelere ve 90’larda televizyonlara sahip oldu. Bu medyanın endüstrileşmesi süreci, zaten var olan siyasal amaçlar için gazetecilik geleneğini ekonomik amaçlar için gazetecilik yaklaşımıyla birleştirdi. Gazeteler ve televizyonlar iktidarlarla ilişkilerde bir güç olarak kullanıldı. Sahiplik yapısı basın dışındaki alanlarda da faaliyet gösterdiğinden, gazeteciliğin ekseni yansız ve dengeli bir habercilik yerine medya grubunun bütün olarak çıkarlarını gözeten önceliklere kaydı. Aslında bu yapı ABD’de öteden beri var olan, Avrupa’da da 80’li 90’lı yıllarda yaygınlaşan ekonomi politik yapıya geçişti.

4 Küreselleşme ve liberalleşme akımları tüm dünyayı sararken, basın dünyasındaki geleneksel yapı değişti, Türkiye’de de tıpkı Avrupa’daki gibi büyük sermaye, uluslararası sermaye medya alanına girdi. Bu yapı liberal ekonominin ve kapitalist sistemin ülkesi olan ABD’deki işleyişe geçiş demekti. Siyasi partilerin, sendikaların, farklı fikir akımlarının destekleyicisi olan, hatta bunlarla organik bağları bulunan medya yerine, temel amacı ekonomik kazanç olan yeni anlayış egemen oldu. Ekonomik amaçları gerçekleştirmek, büyük ölçüde politikayla ve politikacılarla, egemen gruplarla, güç ve iktidar sahipleriyle kurulan ilişkilere bağlıydı. Esasen bu dönüşüm iletişim bilimi açısından şaşırtıcı, beklenmedik ya da bilinmedik bir durum değildi. Özellikle ABD’de ve daha sonra Batı Avrupa’da iletişimciler medyanın işleyişini kuramsal olarak açıklamak için pek çok çalışma yapmışlardı.

5 Bilindiği gibi iletişimle ilgili kuramsal çalışmalar öncelikle ABD’de başlamıştır. Ana akım iletişim okulu, dayandığı liberal temel nedeniyle medyayı çoğulculuğun işlediği bir alan olarak tanımlar. Farklı fikirler, farklı çıkar talepleri çoğulculuğun bir gereği olarak medyada yer bulabilir. Böylece haberler nesnel bir şekilde gerçek gündemi yansıtır. Bu anlayışta, medya ile demokratik sistemin işleyişi birbirine bağlı görülür. Yöneten kesimler halkın seçimi ile belirlendiği için seçmenin medya yoluyla bilgilenmesi ve sağlıklı bir seçim yapması zorunludur. Aksi halde parlamenter sistem işleyemez. Medya, sonrasında seçilenlerin çalışmalarını da denetler ve yolunda gitmeyen işleri, olumsuz çalışmaları yine nesnel bir şekilde halka ileterek bir sonraki iradelerinin şekillenmesini sağlar.

6 Daha 1900’lerin başlarında gazetelerin haber üretirken nasıl bir seçim yaptıklarını saptamaya çalışan kuramsal ve ampirik çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Örneğin Lippmann 1920’de New York Times gazetesinin Rus devrimini habere dönüştürme sürecini incelemiştir. O günlerde, ana akım iletişim okulunca medyanın bir ayna olduğu ve haberleri bir ayna gibi değiştirmeden yansıttığı metaforunu sorgulayan Lippmann, haberlerin haber organizasyonunu üreten insanların yargılarına ve haberi tüketen okuyucunun beklentilerine uygun bir yapıya sokulduğunu ortaya koymuştur. Gerçek gündemle haber gündemi aslında örtüşmemektedir. Haber üretilirken gündemin bir bölümü görmezden gelinmekte, olay habere dönüştürülürken gerçekliğine yönelik birçok müdahalede bulunulmaktadır.

7 Kuramsal yaklaşımdaki nötr, yansız, nesnel habercilik idealinin uygulamada pek fazla işlemediği başka araştırmalarla da ortaya konulmuştur. Örneğin editörlerin haber seçiminde etkili olduğunu varsayan araştırmalar yapılmıştır. Bu yaklaşıma göre, haberi seçen ve biçimlendiren kişiler, yani editörler haberle ilgili en önemli belirleyicilerdir. Nitekim 1950’lerde yapılan bu yöndeki araştırmalar editörlerin siyasal yargılarının, kişiler tutumlarının, dini inançlarının belli ölçüde haber seçimini etkileyebildiğini göstermiştir. Ancak editoryal işlemin aslında mesleki formasyona ve teknik gerekliliklere daha çok dayandığı anlaşıldığında, bu kez haber kuruluşlarının yapıları, örgüt içindeki yükselme ve haber merkezindeki sosyo-kültürel dinamikler ve nihayet medyayı kontrol eden güçlerin haber seçimine etkileri araştırma konusu olmuştur.

8 Bugün gazetecilik meslek kodlarının temelini oluşturan liberal medya anlayışı, gazetecinin nesnel olabileceğini ve dolayısıyla yansız haber üretilebileceğini varsayar. Bu nesnellik, mesleki formasyonla, gazetecilerin gönülden bağlı olması beklenen etik kurallarla, meslek evrenindeki kültürle, toplumun duyarlılığıyla bir ölçüde sağlanabilir. Olayla ilgili taraflara eşit söz hakkı tanımak, kişisel ya da kurumsal yargıları haber metnine katmamak, enformasyonun belli bölümlerini kullanarak/kullanmayarak anlamı çarpıtmamak, yanlış anlamlar çıkaracak vurgulardan kaçınmak, haberi ilettiğimiz kitleye karşı dürüst olmak, yalan söylememek gibi evrensel meslek kodları bu dengeli ve tarafsız haberciliği kurmak için geliştirilmiştir. Nitekim bu kodların işlediği ülkelerde medyanın daha nesnel habercilik yaptığı bilinmektedir.

9 Ana akım iletişim okuluna göre nesnelliğin zaman zaman ihlal edilmesi de muhtemeldir. Ancak nesnellik kötü niyetli gazeteciler tarafından ihlal edildiğinde bu durum, haber metinlerinin çözümlenmesiyle ortaya konabilir. Bu nedenle uzun yıllar haberlerin nesnel olup olmadığı, farklı çıkar gruplarına dengeli bir biçimde yer verilip verilmediği, çoğulcu yapının bir gereği olarak toplumun tüm kesimlerinin medyada yer bulup bulamadığı ana akım araştırmacıların temel analiz konularını oluşturmuştur. İyi gazeteler ve televizyonlar da bu anlayışın gereği olarak haberlerinde dengeli, tarafsız ve nesnel bir yaklaşım sergilemeye çalışmışlardır. Fakat gazetecilerin önemli bir bölümünün meslek kodlarına yürekten bağlı olması, haber üretirken ve seçerken olabildiğince nötr davranması nesnellik paradigmasının sorgulanmasını önleyememiştir.

10 Örneğin Hackett, nesnelliği önemini yitiren bir paradigma olarak nitelediği çok bilinen bir çalışmasında, her durumda farklı görüşlerin dengeli bir biçimde haberde yer almadığını belirtir. Taraflardan birinin görüşü kabul edilemez özellikte ise, açıkça yalan, iftira içeriyorsa dengeli olmak adına bunlara yer verilebilir mi? Ya da örneğin milli menfaatler söz konusu olduğunda karşı tarafın görüşlerine nesnel bir yaklaşım mümkün müdür? Gazeteciler aynı zamanda o toplumda yaşayan bireyler olarak, içinde bulundukları kültürel ortamdan ne kadar kendilerini yalıtabilirler? Kurumun ekonomi politiği nereye kadar nesnel haberciliğe izin verir. Örneğin kendi kurumunun aleyhine olan bir olayı nesnel bir şekilde haberleştirebilecek kaç haber organizasyonu bulunabilir. Ya da nesnellik zaman zaman belli durumlarla sınırlı, belli durumlarda ise yürürlükten kalkan bir mesleki kural mıdır?

11 Medyanın nesnel davranışı sadece bazı alanlar içinde sergileyebildiğini savunan bir yaklaşım ortaya atan Hallin, üç ayrı alan belirlemiştir. Birinci alan meşru tartışma alanıdır. Bu alanda meşru kabul edilen görüşler, örneğin seçim çalışmaları, farklı siyasal söylemler nesnel ve dengeli bir şekilde haberleştirilir. Gazeteci bu alan içerisindeki olayları haberleştirirken taraf olmamaya ya da taraf olduğu izlenimi yaratmamaya özen gösterir. Çünkü bu alan içerisine giren haber konuları toplum tarafından meşru kabul edilen konulardır. Bu haberlerin kaynakları, aktörleri, büyük ölçüde legal yapının içinde yer almaktadır. Dolayısıyla gazeteci açısından bu farklı görüşler karşısında bir tutum almak, taraf tutmak, birini diğerine tercih etmek zorunluluğu bulunmamaktadır.

12 İkinci alan ise uzlaşma alanıdır. Gazetecilerin hepsinin üzerinde birleştiği temel ideolojik değerler bu alanın sınırlarını belirler. Gazeteci bu alanı ihlal eden olaylar karşısında nesnel olma, karşıt görüşlere yer verme, tarafsız davranma gibi mesleki kodlara aldırış etmez. Tam tersine uzlaşma alanının temelini oluşturan ortak ideolojik değerleri savunurken bir taraftar gibidir. Örneğin bizler için parlamenter yapı, demokratik hukuk devleti temel uzlaşma alanıdır. Buna ilişkin yapılacak tartışmada gazeteci uzlaşma alanını oluşturan görüşün yanındadır. Nesnel davranmış olmak için tarafsız bir şekilde haber üretmez. Açıkça temel ideolojiyi destekler. Karşı görüşlere ise ancak olumsuz bir şekilde yaklaşarak ve uzlaşma alanının kabul görmüş ideolojisi olan demokrasiyi referans alarak, bu alanı ihlal eden görüşe karşı son derece yanlı bir şekilde yaklaşarak haberi üretir.

13 Hallin, üçüncü alanı ise sapkınlık alanı olarak adlandırır. Gazeteci uzlaşma alanını ve meşru alanı tehdit eden, temel ideolojik değerlerin onaylamadığı fikirler ve olaylar karşısında tarafsız olmak, nesnel davranmak bir yana saldırgandır. Siyasal uzlaşmayı bozan ya da reddedenler karşısında, suçlama, afişe etme, kamusal gündemden dışlama tavrı gösterilir. Örneğin Türkiye’de laiklik karşıtlığı, üniter devlet yapısına yönelik eleştiriler, Ermeni sorunu gibi tarihsel olaylara ilişkin temel ideolojinin dışındaki söylem ve eylemler sapkınlık alanında değerlendirilir. Bu tür olaylar habere dönüştürülürken gazeteci saldırgan, mahkum edici, dışlayıcı, ötekileştirici bir yaklaşım sergiler. Dolayısıyla nesnel yaklaşım sadece meşru tartışma alanı içinde geçerlidir. Uzlaşma alanına dahil görüşlerde gazeteci zaten taraftır, sapkınlık alanındakilerin ise tam karşısında yer alır.

14 Liberal yaklaşım mensupları nesnelliğin ne ölçüde sağlanabildiğini, hangi durumlarda medyada çoğulculuğun işlemediğini ve bunlara karşı ne gibi çözümler bulunabileceğini tartışırken, Marksizm temelli eleştirel yaklaşımlar, bu soruna bambaşka bir bakış açısı getirmişlerdir. Ortodoks Marksist yaklaşıma mensup kuramcılar, medyanın zaten sınıf mücadelesinde egemen güçlerin proletarya üzerinde iktidarlarını sürdürme silahlarından biri olduğunu savunmuşlar ve dolayısıyla medyada çoğulculuğun, eşit temsilin, haber üretiminde tarafsız ve nesnel bir yaklaşımın olabileceğini reddetmişlerdir. İktidar, seçkinlerin ya da ekonomik güç sahiplerinin elinde yoğunlaşmıştır ve medya içeriği bu güç sahiplerinin iktidarını sürdürmeye yarar. Medya ekonomik altyapı tarafından belirlenen bir üstyapı ürünü olan egemen ideolojiyi yayarak ve işçi sınıfını bu ideolojiye inandırmak amacıyla çalışır.

15 Özellikle ekonomi politik Marksist yaklaşım, medyanın, medyaya sahip olanlar ya da onu kontrol edenlerin çıkarlarını yanlış bilinç üretimi yoluyla meşrulaştırmaktan başka bir işlevi olmadığını savunur. Bu yaklaşımın en şöhretli mensuplarından olan Chomsky, E. Herman’la birlikte geliştirdiği Kitle İletişimin Propaganda Modeli ile oldukça sarsıcı ve kapitalist ülkelerdeki medyanın işleyişini büyük oranda açıklayan bir model oluşturmuştur. Modele göre medya, devlet ve özel sektörün çıkarlarına, mevcut iktidara hizmet eder. Haber tekelleşmiş az sayıdaki kuruluş tarafından üretilir. Haber endüstrisi kâr için reklama, kaynak için hükümete bağımlıdır. Ayrıca güçlü baskı grupları tarafından sürekli denetim altında tutulur. Bu anlamda genel olarak Amerikan basının Sovyet dönemindeki Pravda’dan hiçbir farkı yoktur.

16 Esas olarak ABD’deki medyanın yapısal özelliklerini, haber kaynaklarıyla ilişkilerini, egemen gruplar ve ideolojilere olan bağımlılığını inceleyen Propaganda Modeline göre, iktidar aygıtlarının devletin elinde olduğu ülkelerde, resmi sansür bulunduğundan iletişim araçlarının egemen seçkinlerin amaçlarına hizmet ettiği kolayca görülür. Oysa kitle iletişim araçlarının özel sektöre ait olduğu ve resmi sansürün bulunmadığı ülkelerde propaganda sistemini fark etmek çok daha zordur. Medya kuruluşları her ne kadar sıkı bir rekabet içinde bulunsalar da aslında bir tekel oluşturmaktadırlar. Ara sıra şirketlerin ve hükümetlerin yolsuzluklarını ortaya çıkarması da medyanın toplum çıkarlarını savunma özelliğini vurgulamak için yapılan kısıtlı ve yüzeysel eylemlerdir. Model bu saptamalarıyla 1980 sonrasında Avrupa ve Türkiye’deki medya yapısını da açıklayıcı niteliktedir.

17 Propaganda Modeli, servet ve iktidar eşitsizliğinin haberlerin seçiminde ne şekilde etkili olduğunu, muhalif düşünceler kolayca dışlanırken, hükümet ve egemen çıkar çevrelerinin mesajlarının halka sınırsız bir şekilde ulaştırıldığını ortaya koymayı amaçlar. Bu modele göre medyanın beş temel haber eleme süzgeci bulunmaktadır. Bunlar; 1) egemen medya şirketlerinin büyüklüğü, yoğunlaşmış mülkiyeti, kâr amaçlı oluşu ve sahiplerinin serveti, 2) reklamın medyanın en önemli gelir kaynağı oluşu, 3) medyanın kaynak olarak hükümet ve iş çevreleri ile bunların desteklediği uzmanların görüşlerini kullanması, 4) medyayı hizaya sokmak amacıyla kitle iletişim araçlarına yönelik sürekli tepki üretimi, 5) ulusal bir din ve denetleme mekanizması olarak anti-komünizmdir.

18 Birinci süzgeç medyanın zaman içerisinde küçük yatırımlarla kurulamayacak ölçüde kapsamlı bir endüstriye dönüştüğünü belirtmektedir. Gazete çıkarmanın maliyeti, 1800’lü yıllardakine oranla yüzlerce kat artmıştır. Günümüzde kitle iletişim araçlarının sayısı artmışsa da bunlar temelde az sayıdaki medya tekelinin kontrolünde ya da onlara bağımlı bir şekilde çalışmaktadır. Medyadaki bu tekeller haberlerin seçiminde egemendir. Televizyonun öne çıkmasıyla birlikte medyadaki bu tekelleşme de artmıştır. Büyük televizyon kuruluşları aynı zamanda başka kitle iletişim araçlarının da sahibidirler. Medya kuruluşlarının büyüklüğüne ilişkin veriler, bu şirketlerin çok büyük ve kâr amaçlı endüstriler olduğunu ortaya koymaktadır. Büyük medya şirketleri piyasayla tam anlamıyla bütünleşmişler, medya dışı sermaye ile iç içe geçmişlerdir.

19 İkinci haber eleme süzgeci ise reklamverenlerin baskısıdır. Zaman içinde reklam gazete gelirleri arasında önemli bir orana ulaşmış ve böylece çok reklam alan gazeteler daha ucuza satılmaya başlanmıştır. Günümüzde sadece satış geliri ile ayakta duran bir gazete düşünülemez. Reklam verenlerin hükümetler ve egemen çıkar çevreleri olması, medya içeriğini ve haberlerin seçimini etkilemektedir. Reklam verenler, muhalif yayınlar yerine iktidarı ve çıkar çevrelerini destekleyen yayınları seçmekte, bu dağılım da muhalif yayınların yok olmasına yol açmaktadır. Reklamın gücü televizyonlar için çok daha önemlidir. Reklam veren şirketler televizyon yayınlarında kendi aleyhlerindeki hiçbir içeriğe izin vermezler, çıkarlarına uygun olan içerikleri ise sonuna kadar reklamlarla desteklerler.

20 Üçüncü haber süzgeci medyanın haber kaynaklarıdır. Haber kaynakları arasında hükümet ve egemen çevreler ön sırada yer alır. Günlük düzenli ve güvenilir haber hammaddesine ihtiyaç duyan medya bu ihtiyacını hükümet ve şirket kaynaklarından karşılar. Resmi kaynakların iddialarını aktarmak haberde nesnellik ilkesinin de bir gereği sayılır.. Hükümetler, iş çevreleri, büyük kuruluşlar, medyada kendi planladıkları gibi yer alabilmek için sürekli haber hammaddesi üretirler. Bu malzeme haber medyası için ucuz, kolay ulaşılabilen ve güvenilir haber anlamına gelir. Medya, haber kaynaklarını gücendirmemek ve ilişkilerini bozmamak için haberleri süzgeçten geçirir. Hatta haber kaynakları medya ile iyi ilişkilerini kullanarak muhalif görüşlerin haberlerini engelleyebilir.

21 Dördüncü haber süzgeci medyaya yönelik sürekli tepkilerdir. Bu tepkiler medyada yayınlanan içeriğe karşı çeşitli yollarla gösterilebilir. Tepki geniş çaplı olduğunda ya da tepki büyük parasal kaynaklara sahip birey ve gruplar tarafından gösterildiğinde medya zor durumda kalır. Medya yöneticileri yayınlarını, mahkemelerde veya çeşitli platformlarda savunmak zorunda kalabilir, reklam desteği geri çekilebilir. Bu yüzden kimi zaman yayınlanacak haberler, çekeceği tepkiden korkulduğu için elenebilir. Herman ve Chomsky de tepkilerin haber içeriği üzerine etkisi konusunda çok sayıda örnek tespit etmiştir. Medyayı tepki yoluyla kontrol etmek üzere birçok vakıf, dernek ve enstitü gibi örgüt kurulmuştur ve bu örgütler kendilerini destekleyen çevrelerin çıkarları doğrultusunda medyaya tepki göstererek, içerikler üzerinde etkili olmaktadır.

22 Propaganda Modelindeki beşinci haber süzgeci anti-komünizmdir. Herman ve Chomsky’ye göre anti-komünizm Amerika için bir ulusal bir din ve denetim mekanizması haline gelmiştir. Anti-komünist denetim mekanizması sistem aracılığıyla kitle iletişim araçları üzerinde esaslı bir etki sağlar. Komünizm yanlısı olmak Amerika’da önemli bir suç olarak gösterilir. Modelin 1988 yılında geliştirildiği düşünülürse bu süzgecin Soğuk Savaş döneminden sonra eski geçerliliğini yitirdiği söylenebilir. ABD’de bugün antikomünizm süzgecinin yerini muhtemelen İslam fobisi almış bulunmaktadır. Diğer yandan antikomünizmin Türkiye’de de uzun yıllar benzer bir baskı aracı olarak kullanıldığı, haber medyasında da haber eleme süzgeci görevi gördüğü rahatlıkla söylenebilir.

23 Herman ve Chomsky’ye göre bu süzgeçler birbirleriyle etkileşim halindedirler ve birbirlerini güçlendirirler İşlenmemiş haber malzemesi, bu süzgeçlerden art arda geçirilir, böylece söylemin ve yorumun ilkeleri belirlenir ve neyin öncelikle haber olacağı tanımlanır. Bu sistem öyle doğal bir şekilde işler ki, medya çalışanları haberleri nesnel bir şekilde ve profesyonel ölçütlere göre seçtiklerine kendileri de inanırlar. Kaldı ki, medya profesyonelleri bu süzgeçlerin izin verdiği çerçeve içinde gerçekten de nesneldirler. Fazla komplo teorisi içermekle eleştirilse de ekonomi politik yaklaşım medyanın makro yapısını ve işleyişini izah eder niteliktedir. Fakat medyanın zaman zaman muhalif, güç odaklarına karşı direnen, iktidarları devirebilen yaklaşımlarını açıklamakta yetersizdir. Buradaki sorun ise «iktidar sahiplerinin» yapısına ilişkin teorik yaklaşımdır.

24 Sorun aslında eleştirel yaklaşımların farklı Marksizm yorumlarından kaynaklanmıştır. Batı Marksizmi olarak bilinen ve Marx’ın bazı eserlerinin yeniden yorumlanmasıyla ortaya çıkan akım, kültürel bir Marksizmin yolunu açmıştır. Özellikle, Gramsci ve Althusser’in yaklaşımları; egemen güçler, altyapının üstyapıyı belirlemesi, ideoloji, kültür gibi konularda yeni yorumlar getirmiş ve bunlar medyanın işleyişini açıklamakta da kullanılmıştır. Gramsci ekonomik altyapının belirleyiciliğinin yanında siyasal ve kültürel unsurların da önemli olduğunu belirterek İtalya’da devrimin gerçekleşmemesini sağ ideolojiyi üreten papazlar ve gazeteciler gibi aydınlara, kilise, sendika gibi kurumlara bağlamıştır. Gramsci tek parçalı egemen güçler yerine toplumu ikincil konumuna ikna etmeye yönelik hegemonya kurmak için mücadele eden farklı egemen güç sahipleri bulunduğunu savunur.

25 Batı Marksizminin medya akımlarına etki eden diğer önemli kuramcısı Althusser’dir. Althusser’in ideoloji kuramı Marx’ın yanlış bilinç şeklindeki ideoloji yaklaşımını kabul etmez. Azınlığın çoğunluk üzerindeki iktidarını baskıcı olmayan araçlarla sürdürmesinde ideolojinin rolüne dikkat çeker. Üretim araçlarından oluşan bir ekonomik temel, politika ve hukuk sisteminden oluşan üstyapı ve kilise, siyasal inançlar vs’den oluşan bir ideolojik yapının bulunduğunu savunur. Üstyapı kapitalizmin sürdürülmesi için çalışır, devlet ve hukuk sistemi işçi sınıfı üzerinde baskı kurar, ideolojik sistem ise kapitalizme meşruiyet sağlar. Yaygın olarak bilinen nitelemesinde Althusser, gerektiğinde devletin polis, asker, cezaevi gibi baskı aygıtlarıyla zor kullanarak, ancak daha çok medya, kilise, okul gibi ideolojik aygıtlarıyla ikna ederek ideolojisini sürdürdüğünü belirtir.

26 Gramsci ve Althusser’in yorumlarıyla oluşan Batı Marksizmi medyaya ilişkin farklı açıklamaları olan bir akımı doğurmuştur. İngiliz Kültürel Çalışmalar Okulu, ideolojinin görece özerkliği, altyapının tam olarak belirleyici olmaması gibi yeni Marksist yaklaşımlara dayanarak ve yapısalcı dilbiliminden de etkilenerek yeni bir medya açıklaması geliştirmiştir. Okul, medyanın ideolojinin yeniden üretiminde önemli bir rol oynadığını savunur. Egemen güçler ve devlet, günümüzde en fazla medyayı ve özellikle de haber çıktılarını etkileyerek ideolojisini yeniden üretir. Siyaset modern demokrasilerde farklı konumlar arasındaki mücadeledir. Medya eleştirel düşünmeyi engelleyen tanımlar üretir. Aslında sorun olacak konular, dünyanın doğal hali gibi sunulur. Böylece özellikle kapitalist sistemin olumsuzlukları gizlenir.

27 İngiliz Kültürel Çalışmalar Okulu, bir incelemesinde İngiltere’de sağ eğilimli gazetelerin, sıradan sokak soygunu olaylarını toplumsal bir kriz ve ahlaki bir çöküş gibi ele alarak oluşturduğu haber söylemiyle büyük bir moral panik oluşturduğunu ve bunun sonucunda güçlü iktidar ihtiyacının çözüm olarak gösterildiğini saptamıştır. Özellikle Thatcher hükümetleri döneminde üretilen haberlerin aslında kapitalist işleyişi güçlendirmek, sendikaları, sol basını zayıflatmak ve sonuç olarak işçi sınıfını, aslında kendi aleyhine olan ideolojiye ikna etmek olduğunu ortaya koyan pek çok çalışma yapılmıştır. Okulun haber incelemelerine en önemli katkısı egemen güçlerin tek parça olmadığı, birbiriyle mücadele eden farklı egemen güçlerin bulunduğu ve bunların haber medyasının çıktılarını da kullanarak hegemonya üretmek, hegemonyalarını sürekli kılmak için çabaladıkları yönündeki yaklaşımıdır.

28 Okulun en önemli temsilcisi olan S. Hall haber üretiminde egemen güçlerin hammadde üretimine dikkat çekmiştir. Herman ve Chomsky’nin modelinde olduğu gibi en önemli haber kaynaklarının başta devlet bürokrasisi olmak üzere ekonomik, siyasal ya da başka şekilde güç sahibi egemenler olduğunu belirten Hall, habere ilişkin ana çerçevenin bu kaynaklar tarafından çizildiğini, birincil tanımlayıcıların egemenler oluğunu belirtir. Muhabirlerin ise haber üretirken bu bilgileri halk diline dönüştüren ikincil tanımlayıcılardır. Birincil tanımlayıcıların haber hammaddesi üretirken çizdiği çerçeve, haberle ilgili söylem ve yargılar çoğunlukla ikincil tanımlayıcı tarafından da korunur. Bağımsız, muhalif, nesnel bir yapısı olduğu izlenimi veren haber medyası aslında egemenlerin çizdiği sınırlar içinde halkı ikna etmek için bilgiyi habere dönüştürme işi yapan bir aracı konumuna indirgenir.

29 Kültürel Çalışmalar yaklaşımı, haberi bir söylem olarak alır ve inceler. Sözcüklerin düz anlamlarına, yan anlamlarına, metaforlara, haberi oluşturan cümlelerin yapısına, olumlu-olumsuz çağrışımları olan kelime seçimlerine yani metnin dilsel yapısına odaklanır ve çözümlemelerde söylemi ele alır. Günümüzde –Türk basınında sürüyor olsa da- haber medyasının açıkça yalan yazarak, yanlılık göstererek insanları ikna etme şansı bulunmadığı için haberi oluşturan söylem yoluyla ideolojilerin taşındığı savunulur. Aynı olaya dayanan bir haber, farklı ideolojik duruşu olan, farklı ekonomi politik yapıdaki haber organizasyonlarında kimi zaman tam tersi anlam üretilerek habere dönüştürülebilmektedir. Bu yapılırken doğrudan yalan söylemek, bilgiyi çarpıtmak, bir bölümünü kullanmak gibi kolay analiz edilebilecek yöntemler yerine daha örtülü olan söylemlerin kullanılması tercih edilir.

30 Sonuç olarak Türk basınının son dönemdeki, özellikle 80’li yıllardan bu yana artarak süren yapısal dönüşümü iletişim kuramları açısından kolaylıkla açıklanabilen bir yapıdır. Zira benzer yapılar daha önce ABD’de, ardından Avrupa ülkelerinde de kurulmuş ve çeşitli iletişim okulları tarafından çözümlenmiştir. Gramsci’nin belirttiği gibi, farklı egemen güçler hegemonyalarını kurmak ve sürdürmek için diğer araçlar yanında haber medyasını da kullanmaktadır. Elbette bu yapı makro özellikleriyle ekonomi politik yaklaşımın kolaylıkla açıklayabildiği özellikler taşımaktadır. Güçlü egemen çevreler, haber medyasının çıktılarına çeşitli yöntemlerle müdahale edebilmekte, kendi tanımladıkları şekilde haber ürettirebilmektedirler.

31 Bu işleyiş medyanın ekonomik organizasyonlara dönüştüğü, büyük sermaye tarafından çok büyük yatırımlarla kurulduğu, farklı ekonomik ve politik amaçlar için kullanıldığı tüm çağdaş kapitalist sistemlerle aynıdır. Türkiye’de özellikle 80’lerden bu yana yaşanan dönüşüm, bu işleyişi getirmiştir. Benzer sorunlar yani haber medyasının gerçekleri iletebilecek bir yapıdan giderek uzaklaşması sorunu kapitalist sistemin süregeldiği tüm ülkelerde yaşanmaktadır. İletişim bilimi bu sorunları açıklayabilmekle birlikte, henüz çözüme ilişkin bir kuram geliştirebilmiş değildir. Belki farklı hegemonya mücadelelerinin yönlendirdiği haber çıktılarını çapraz okuyarak gerçeklere ulaşmak mümkün olabilir gibi görünmektedir. Ancak bunu gerçekleştirebilecek olan okuyucunun Kültürel Çalışmaların belirttiği tartışmalı veya karşıt okumayı yapabilecek bilinçte olması gerekmektedir.

32 Teşekkürler


"Türk Basınındaki Değişime Kuramsal Bir Bakış Prof. Dr. Mustafa Şeker." indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları