Sunuyu indir
YayınlayanÖzgür Togan Değiştirilmiş 9 yıl önce
1
MUTEZİLE/Tanımı Mu’tezîle, H. I. asrın karmaşık sosyal ve siyasî yapısı içinde, devrin itikâdî problemleri çerçevesinde teşekkül eden ve bu problemleri aklî kelam metoduyla ortaya koyarak beş temel inanç esası etrafında sistemleştiren fırkaya denilir. Kelimenin ifade ettiği, ayrılma anlamı üzerinde duran kaynaklar, onların ayrılışlarına farklı izahlar getirmişlerdir. Mesûdî, onların iman ile küfrün arasını ayırdıklarını, Bağdâdî, büyük günah işleyen hakkında cemaatten ayrıldıklarını, Kadı Abdulcebbâr, batıldan ayrıldıklarını, İbn Murtaza, büyük günah işleyen konusunda bütün görüşlerden farklı ve tutarlı bir görüşle ayrıldıklarını, ifade eder. Mu’tezîle, bu adın içerdiği marjinal anlamı bertaraf etmek için itizali ifade eden Kur’an ayetlerine başvurmuştur. Mu’tezîle, Allah’ın adaletini ve birliğini ispat ettikleri için kendilerine Ehlü’l-Adl ve’t-Tevhid adını verirler. Muhalifleri ise, onlara, Muattıla, Cehmiye ve Kaderiye gibi isimler verirler. Mutezile, iki görüşle ilk Kaderîlerden ayrılır: Kaderîler gibi ilmi ezeliyi inkâr etmez; kulun fiillerindeki hürriyetin bizzat kendisinden değil, bilakis Allah’ın bahşettiği hâdis kudretten kaynaklandığını kabul ederler.
2
MUTEZİLE/Doğuşu Son araştırmalar Mu’tezîle’nin doğuşunun tarihî arka plânında, siyasi saikler ve bunlarla bağlantılı akademik tartışmaların yer aldığını göstermektedir. Tartışmaların merkezindeki konulardan birisi kader meselesidir. İslâm tarihinde kaderle ilgili tartışmaların kökeni Hz. Peygamber zamanına kadar uzar. Cahiliyye döneminden fatalist bir tavırla “dehr”e inanan ve yaptıklarını hayatın tabiî bir süreci olarak gören Arapların bu anlayışları Kur’an’ın bazı ayetlerinde dile getirilmiş ve her şeyin Allah’ın kudreti ve iradesine bağlı olarak geliştiği vurgulanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de insan hürriyetiyle ilgili müspet ve menfî anlamları muhtevî pek çok ayet vardır ve bu konu üzerinde tartışanlar kendileri için delil teşkil edebilecek ayetleri bulmakta pek zorlanmamışlarıdır. “Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helak eder. Bu hususta onların hiçbir bilgisi de yoktur. Onlar sadece zanna göre hüküm veriyorlar.. De ki: Allah sizi diriltir, sonra öldürür. Sonra sizi şüphe götürmeyen kıyamet gününde bir araya toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler.”, KK, Casiye 45/24, 26.
3
MUTEZİLE/Doğuşu Fitne hareketleri ve sahabenin birbiriyle kıtali Müslümanları olaylar üzerinde düşünmeye ve izahında zorlandıkları meseleleri geleneklerinde bulunan kader anlayışıyla kabullenmeye sevk etmiştir. Emevîlerin siyasî tavırları ve kendilerini meşrû gösterme gayretleri de bu kabullenmeyi kolaylaştırmıştır. Emevîlerin iktidarı ele geçiriş tarzları ve yönetim anlayışları Müslümanlar arasında tepkilere yol açmış ve onların bu davranış biçimlerinin doğruluğu sorgulanmaya başlamıştır. Mutezîlîlerin el-Menzile görüşü, fiilî isyanı tasvip etmeyen, Bağdadi’nin ifadesiyle Hariciliğin kaypak şeklidir. Bununla birlikte yaşadıkları coğrafi ve siyasi şartların da sonucu olarak fiilî isyanlara iştirak eden Mutezîlî kimselerden söz edilebilir. Nyberg, bu görüşün Abbasî tarafgirliğini ifade ettiğini belirterek şöyle söylemektedir: “Her şey Vâsıl’ın ve ilk Mu’tezilenin kelama dair telakkisinin Abbasî hareketinin resmî akîdesini temsil ettiğini kabul etmeğe zorlamaktadır”.
4
MUTEZİLE/Doğuşu İsa’ya Kur’an’da Kelimetullah denilmesi Süryanî kilisesine mensup bazı Hıristiyanların, Müslümanların Allah’a nispet edilen sıfatlar konusundaki görüşlerini eleştirmelerine ve kendi lehlerine yorumlar yapmalarına yol açmıştır. Bu bağlamda Allah’a nispet edilen kelam sıfatının ne’liğinin ortaya konulması gerekmiş; ilk defa Ca’d b. Dirhem (124-5/742-3) ve Cehm b. Safvân (128/746) tarafından “Kur’an’ın mahluk olduğu” iddia edilmiştir. Bu iddia, Mu’tezîle tarafından da benimsenerek hararetle savunulmuştur Mu’tezîle, II. Asrın ikinci çeyreğinden itibaren büyük çoğunlukla Abbasî ve Kaderiyye taraftarı; aşırı Şîa’nın, Cehmiyye’nin ve ehl-i hadis’in düşmanı idiler. Bu konumları Mu’tezîle’nin kelam anlayışlarına etki etmiştir. Onlar, yaşadıkları zamanda, Mecusilik, Mazdekilik, Dualizm, Materyalizm, Mücessime, Müşebbihe gibi cereyanlara karşı koymuş onların İslâm’a verdikleri zararı gidermeye gayret etmişlerdir.
5
MUTEZİLE/Tarihçesi H. II. Yüzyıl, Mu’tezîle için teşekkül ve inkişaf dönemi olmuştur. Gelişen sosyal ve kültürel şartlar içinde zaman zaman idarecilerin desteğine mazhar olan Mu’tezîle, halife Me’mun ile birlikte altın çağını yaşamıştır. Onun 212/827 senesinde “Kur’an mahluktur” fikrini kabul ettiğini halka ilanıyla resmî mezhep haline gelmiş, bu problem özellikle vezir Ahmed b. Ebî Duâd’ın girişimleriyle âdeta imanın göstergesi haline getirilmiş 218/ /846’ya kadar ulema ve halk üzerinde sıkı bir baskı ve zulüm uygulanmasına girişilmiştir. Tarihçiler bu dönemi mihne diye adlandırmıştır. Halife Mütevekkil’in Sünnî itikâdı yeniden hâkim kılmasıyla Mu’tezîle’nin saltanatı da sona ermiştir.
6
MUTEZİLE/Tarihçesi III.asrın sonlarında Ebû Ali el-Cübbaî’nin talebesi Ebu’l-Hasan el- Eş’arî’nin hocasını eleştirerek, Mu’tezîle’den ayrılıp Ashâb-ı Hadis’e, tabi olmakla yetinmeyip, ayrıldığı Mu’tezîle’yi şiddetle eleştirmiştir. Artık, Mu’tezîle’nin İslâm’ı savunma görevi Sünnîlik tarafından üstlenilmiş; ilk defa Mu’tezîle’nin kullandığı kelamî metodoloji Sünnîler tarafından geliştirilerek kullanılmıştır. Bundan sonra Mu’tezîle merkezden uzak çevrelerde kısmen Şîîlik içinde kısmen de bağımsız olarak VIII. yüzyıla kadar varlığını sürdürmeyi başarmıştır. Rey’de ikamet eden Kadı Abdulcebbar (415/ )’ın burada kuvvetli bir mektep oluşturmasıyla Mu’tezîle, V. yüzyıldan itibaren Harezm ve Horasan’da belli bir olgunluğa erişmiş ve muhtemelen Moğol istilasına kadar varlığını devam ettirmiştir. Tuğrul Bey’in vezirî Mahmud b. Mansur el-Künderî (456/1063)’nin Mutezilî olduğu bilinmektedir. Yine Arapça’nın otoritesi olan ve Keşşâf adlı tefsiri sonraki âlimler tarafından kaynak olarak kullanılan Mahmud ez-Zemahşerî (538/1143) Mu’tezîle’nin sonraki önemli temsilcilerindendir.
7
MUTEZİLE/Görüşleri Mu’tezîle içinde yaşadığı toplumda sosyal şartlara ve ihtiyaçlara uygun olarak görüşlerini ortaya koymak için aklı esas alan bir metodoloji kullanmıştır. Zira Mutezilî âlimlere göre aklın, ilim elde etmekte rol oynayan bir nazarî yönü, insanı deliden ve içi güdü ile hareket eden canlılardan ayıran bir meleke olarak amelî yönü vardır. Geleneksel İslâm’ın aksine, akîdenin sistemli bir biçimde incelenmesine yol açan etkenler, onları, kendi muhakemelerini de geliştirmelerini sağlayarak alışılmışın dışında sistemli olarak düşünülmüş İslâm akîdesini ilk defa oluşturmalarına yol açtı. Mu’tezîle her ne kadar nassa aykırı bir görüş beyan etmiyorsa da, kabul ettikleri görüşle nassın arasında bir tenakuz olursa nassı manasından bir şey kaybetmeyecek şekilde te’vil ediyorlardı. Çünkü onlar aklın kabul ettiğini kabul eder, aklın kabul etmediğini terk ederlerdi. Hayyât ve Mesûdî, usûl-ü hamse’yi bütünüyle kabul eden herkese Mu’tezîle denildiğini belirtir. Bunlar et-Tevhîd, el-Adl, el-Va’d ve’l-Vaîd, el- Menzile beyne’l-Menzileteyn, el-Emr bi’l-Ma’rûf ve’n-Nehy ani’l-Münker prensipleridir.
8
MUTEZİLE/Görüşleri el-Menzile beyne’l-Menzileteyn
Mu’tezîle’nin büyük günah işleyenler hakkındaki görüşlerini ifade eden formüldür. Buna göre büyük günah işleyen ne mümindir, ne de kâfir. İman ile küfür arasında bir yerdedir. Yani bu dünyada kendisine Müslüman gibi muamele edilir. Eğer tövbe ederse ahirette de kurtuluşa erer. Ancak tövbe etmeden ölürse ahirette ebediyen cehennemliktir. Lakin cehennemde hiç iman etmeyen kâfirin azabından daha hafif bir azap görecektir. Bu sonuç, Haricîlerin görüşleriyle örtüşür. Aralarındaki fark, Mu’tezîle’nin büyük günah işleyene karşı bu dünyadaki belirsiz tavrıdır.
9
MUTEZİLE/Görüşleri-Tevhid
Mu’tezîle, Allah’ın her şeyden münezzeh olduğu fikrini samimi olarak korumak endişesinden hareketle Kur’an ve hadiste teşbih ifade eden bütün sözleri akılcı bir ruhla izah etmiş ve sonunda -Zattan ayrı olmaları anlamında- bütün İlahi Sıfatları inkâr etmişlerdir. Onlara göre Allah sırf Zat’tır. O’nun Zat’ından ayrı ezelî kadîm sıfatları yoktur. O’na ezelî isim ve sıfatlar nispet etmek bir nevi şirktir. Allah’a insanlara benzer sıfatlar nispet edilirse, Allah’ı teşbih ve tecsime varan anlayışlar doğar. Mu’tezîle’nin ilahi sıfatlarıyla ilgili kabulüne bağlı olarak, “kelâm” sıfatının Allah’a nispetini reddederler. Diğer bir ifadeyle “Kur’an’ın yaratıldığını” kabul ederler. Onlar bu görüşü, Hıristiyanlığın tecessüd (incarnation) görüşüne bir karşı çıkış sayılabilir. Gerçekten de Mu’tezîle’ye göre, “Kur’an gayr-ı mahluktur” demek, Hıristiyanların mesihin yaratılmamış “ilahî kelam” olup, zaman içinde ilahi bir varlık suretinde tezahür ettiği sözüne eşittir. Çünkü gayr-ı mahlûk Kur’an dogması ile tecessüd dogması arasında bizzat ilahi kelamın mahiyeti bakımından fark olmayıp, sadece tezahür ve şekil bakımından fark vardır. Bu husus h. III. yüzyılın başlarında ciddi boyutlarda tartışılmaya başlayınca resmî otorite Mu’tezîle’yi destekleyerek Hıristiyanları reddeden bir siyaset takip etmiştir. Ancak bu konudaki ifrat, mihne olgusunu beraberinde getirmiş ve halku’l-Kur’an’ın kabulü veya reddi, iman göstergesi haline getirilmiştir
10
MUTEZİLE/Görüşleri-Adalet
Mu’tezîle’nin anlayışına göre, Allah’ın adaleti denilince, Allah’ın mahlûkatından, kudretten mahrum ve icbar altında mecbur olarak bir şeyi yapmalarını veya terk etmelerini istememesi anlaşılır. Buna göre Allah’ın adaleti icabı, insanların irade hürriyeti vardır. İnsan hürdür, kendi fiilini kendisi yapar. Allah doğuştan kullarına bir şeyi yapıp yapmama gücü vermiştir. Dolayısıyla istitaat fiilden öncedir, insan kendisindeki potansiyel güçle fiillerini işler. Eğer insan her hangi bir şeyi yapmak hürriyetine sahip değilse, o insanın işlediği kötü veya iyi amellerden dolayı ceza veya sevap görmesi manasız olur. Eğer Allah insanları muayyen fiilleri yapmaya zorlamış farz edilirse, Allah’ın o fiillerden dolayı bir insanı cezalandırması zulüm olur. Hâlbuki Allah her türlü zulümden münezzehtir. Mu’tezîle’yi adalet prensibinde insanların fiillerinde mutlak sorumluluğa götüren şey, kötü fiillerin işlenmesi hususunda Allah’ı tenzih fikridir.
11
MUTEZİLE/Görüşleri el-Va’d ve’l-Vaîd
Mu’tezîle’nin adalet görüşünün bir neticesi olan bu görüşle onlar, ahiret hakkındaki ahkâmı beyan etmişlerdir. Buna göre, Allah va’dinde ve vaîdinde sadıktır. O iyilikleri mükâfatla kötülükleri mücazâtla karşılayacaktır. Kötülük işleyenler ancak tövbe ederse kurtuluşa ereceklerdir. Tövbe etmeden ölenler ise ebediyen cehennemde kalacaklardır. İman edip bu dünyadan iyilik ve itaat içinde gidenlere Allah’ın mükâfatı erişecektir. Bu görüşlerine binaen Mu’tezîle’nin şefaat anlayışı farklıdır. Onlara göre Allah adil olarak kimseye zulmetmediği için, O’nun şefaati sadece mûtî ve tevbe eden müminlere yöneliktir. Bu ise onların Allah katındaki derecelerinin yükseltilmesi ve sevaplarının artırılması şeklindedir. Tövbe etmeyen günahkârlara ise şefaat edilmeyecektir. Onlar konuyla ilgili ayetleri kendi görüşleri doğrultusunda yorumlamaya gayret ederler.
12
MUTEZİLE/Görüşleri el-Emru bi’l-Ma’rûf ve’n-Nehyu ani’l-Münker
Mu’tezîle bu esasla toplumun gidişatında hürriyet ve adalet prensiplerini bilfiil tatbiki hedeflemektedirler. Mu’tezîle iyiliği emretmenin ve kötülüğü yasaklamanın, kişinin gücü yettiği zaman vacip olduğunda ittifak etmiştir. Bu imkân ve güç, söz, el veya fiil ile olabilir. Mu’tezîle’ye göre ma’ruf ve münker akılla bilinmeleri bakımından husn ve kubh meselesiyle ilgilidir. Mu’tezîle’ye göre maruf, failin hüsnünü bildiği veya başkası vasıtasıyla öğrendiği her fiildir; münker ise, failin kubhunu bildiği veya başkası vasıtasıyla öğrendiği her fiildir. Akıl yalnız başına bir şeyin iyi veya kötü olduğunu anlayabilir. Yani insan tabiatı icabı bir şeyden ya nefret eder ve onu yapmaz veya bir şeyi sever ve onu yapar. Aklın bir yardımcıya muhtaç olmaksızın bunu anlayacağı aşikârdır. Bununla birlikte kişi maruf ve münkerin ahirete taalluk eden ahkâmını akılla bilemez, ancak şeriatla bilebilir.
13
MUTEZİLE/Fırkaları Basra ve Bağdat Mu’tezîlesinin kendi içlerinde de bir fikir bütünlüğü yoktur. Aralarındaki en belirgin fark onların gündelik siyasî tavırlarıdır. Bağdat Mutezîlesi başkentte olmanın avantajını kullanarak resmî otoriteyle daha iyi ilişkiler kurup, siyasetle içli dışlı olmuştur. Basra Mu’tezîlesi ise, gündelik siyasetten uzak daha bağımsız düşünme ve resmî otoriteyi eleştirme imkânına sahip olmuştur. Basra Mu’tezîle Ekolü Bunlar mezhebi ilk kuranlardır. Daha orijinal ve müstakil düşünebilmişlerdir. Vasıl b. Ata (131/748), Amr b. Ubeyd (143/760), Muammer b. Abbâd (225/840), İbrahim b. Seyyar en-Nazzâm (231/846), Ebu’l-Huzeyl el-Allâf (235/850), Ebû Bekr el-Asamm (235/850), Amr b. Bahr el-Câhız (255/869) sayılabilir. Bağdat Mu’tezîle Ekolü Basra’dan Bağdat’a göçen Bişr b. Mu’temir (210/ 825) tarafından teşekkül etmiştir. Önemli temsilcileri arasında uzun yıllar Abbasi vezaretinde bulunan Ahmed b. Ebî Duâd (239/854), Sümâme b. Eşres (234/849), Ca’fer b. Mübeşşir (234/849), Cafer b. Harb (235/850), el-Hayyât (290/8) ve el-Kâbî (319/) sayılabilir.
14
MUTEZİLE/Katkıları Onlar, cemaatten ayrılmış gibi görünmeleri pahasına, akla dayalı bir metodolojiyle İslâm inanç esaslarını akîdeleştirmişlerdir. Sünnî kelam kaynaklarının hemen tamamında Mutezîlî görüşlerin çürütülmesine sayfalar ayrılmasına rağmen, insaf sahibi âlimler onların hakkını teslim etmekten de geri kalmamıştır. Bu konuda en sert tavırlılardan birisi olan Ebu’l-Hüseyn el- Malâtî bile onlar hakkında şu önemli tespitleri yapmıştır: “Mu’tezîle ricali kelam erbabıdır. Onlar cedelle uğraşan, temyiz sahibi, aklî tefekkür yeteneği bulunan, nasslardan hükümler çıkaran, kendilerine muhalefet edenlere karşı deliller bulabilen, kelamın her çeşidini bilen, naklî ilimlerle aklî ilimleri tefrik eden hasımlarıyla münazarada insaf sahibi kişilerdir.”
Benzer bir sunumlar
© 2024 SlidePlayer.biz.tr Inc.
All rights reserved.