Sunuyu indir
1
KARL MARX VE MARKSİST GELENEKTE İDEOLOJİ KAVRAMI
Hazırlayan: Özgür ŞAHİN
2
“Ol mahiler ki derya içredirler,
deryayı bilmezler”. (Hayali)
3
1.GİRİŞ İdeoloji kavramı sosyal bilimlerin en belirsiz kavramlarından birisidir. Şimdiye kadar ideolojinin tek ve yeterli bir tanımı yapılamamıştır. Kavramın bu belirsizliği ya da tanım yapılamamışlığı kavramın kendisine dair, var olan belirsizlik ya da tanım yapılamazlığından ziyade kavramı kullanan insanlarla ilgili bir durumdur. Kavram en ateşli devrimci militanlardan tutun da, sosyal bilimler alanında çalışan bilim adamlarına kadar pek çok kişi tarafından pek çok farklı biçimlerde kullanılagelmiştir.
4
Terry Eagleton, ‘İdeoloji’ adını taşıyan kitabında; “İnsanların, birbirlerini, zaman zaman, tanrı ya da böcek katına koymalarına yol açan şey ideolojidir…” demektedir.
5
2.İDEOLOJİ KAVRAMININ KÖKENİ VE GELİŞMESİ
Tanım Sorunu İdeoloji teriminin, tarihsel süreci içerisinde birbiriyle çelişen, anlam olarak bir biriyle kesinlikle bağdaşmayan pek çok tanımı yapılmıştır.
6
İdeolojinin ‘ne’liğine dair bu belirsizlik bu konu üzerine okundukça ve gerçek hayatta kavramın çok çeşitli, (olumlayan ya da olumsuzlayan) kullanımlarını gördükçe de pekişmektedir. Nur Betül Çelik’in de çok güzel ifade ettiği şekliyle “…kararsızlık, ideoloji kavramının en kararlı öğesi, belirsizlikse kavramın doğasının en belirgin niteleyeni…
7
1. Toplumsal yaşamdaki anlam, gösterge ve değerlerin üretim süreci;
Bu anlam çeşitliliğini ve belirsizliğini göstermek için Eagleton kitabında gelişigüzel on altı ideoloji tanımını saymıştır bunlar: 1. Toplumsal yaşamdaki anlam, gösterge ve değerlerin üretim süreci; 2. Belirli bir toplumsal grup veya sınıfa ait fikirler kümesi; 3. Bir egemen siyasi iktidarı meşrulaştırmaya yarayan fikirler; 4. Bir egemen siyasi iktidarı meşrulaştırmaya hizmet eden yanlış fikirler; 5. Sistemli bir şekilde çarpıtılan iletişim; 6. Özneye belirli bir konum sunan şey; 7. Toplumsal çıkarlar tarafından güdülenen düşünme biçimleri; 8. Özdeşlik düşüncesi; 9. Toplumsal olarak zorunlu yanılsama; 10. Söylem ve iktidar konjonktürü; 11. İçinde, bilinçli toplumsal aktörlerin kendi dünyalarına anlam verdikleri ortam; 12. Eylem-amaçlı inançlar kümesi; 13. Dilsel ve olgusal gerçekliğin karıştırılması; 14. Anlamsal (semiyotik) kapanım; 15. İçinde, bireylerin, toplumsal yapıyla olan ilişkilerini yaşadıkları kaçınılmaz ortam; 16. Toplumsal yaşamın doğal gerçekliğe dönüştürüldüğü süreç .
8
Tracy ve Napolyon’un İdeoloji Kavramını Kullanışları
İdeoloji teriminin ilk ortaya çıkışı Fransız Devriminin hemen ertesinde olmuştur. Terimi 1797’de icat eden Antoine Destutt de Tracy, 1801–1818 yılları arasında kaleme aldığı Elements d’ldeology adlı eserinde, diğer bütün bilimlere temel olacak yeni bir düşünceler bilimini yani ideolojiyi ortaya attı. Tracy’e göre ideoloji düşünce bilimiydi.
9
İlkin ideoloji çalışmalarına destek veren Napolyon daha sonra bu tavrından vazgeçti. (Eaglton sy:106) Onun gözünde bu düşünürler, aklın yasalarını araştırmak için çıktıkları yolculukta hızla, kendi kapalı sistemleri içinde kalıp pratik gerçeklikten psikozlu bir kimse gibi koparak yalnızlaştılar. İdeoloji böylece aydınlanma döneminde gerçekleştirilen birtakım materyalist kuramsal araştırmalara karşılık gelmek yerine, soyut, bağlantısız fikirlerden oluşan bir âlemi anlamlandırır olmaya başlamıştır. Daha sonra Marx ve Engels Alman İdeolojisi’nde sözcüğün bu anlamını devralmışlardır
10
Marx, Engels ve İdeoloji Kuramı
Bu iki düşünürün çalışmalarında da ideoloji kavramı belirli bir gelişim seyri izler. Bu gelişim nedeniyledir ki onların ölümünden sonra takipçileri ve karşıtları tarafından sayısız ideoloji anlayışı öne sürüldü ve savunuldu. Kavramın tartışılmasında kilit rolü oynayan, ideolojinin bir ‘yanılsama’ ya da ‘yanlış bilinç’ olup olmadığı, ekonomi tarafından belirlenip belirlenmediği ve buna benzer birçok tartışma ideoloji üzerine özellikle Marxist literatürde genişçe yer işgal etti.
11
Alman İdeolojisi (1844–1845) bu anlamda üzerinde en fazla tartışılan yapıtların ilkini teşkil eder.
İdeoloji burada ahlak, din ve metafizik ile yan yana konularak, ona olumsuz bir anlam yüklenir. (Alman İdeolojisi sy: 13)
12
Alman İdeolojisini özetleyen belki de şu cümledir: “Filozoflar dünyayı yalnızca değişik biçimlerde yorumladılar, sorun onu değiştirmektir.”
13
İdeolojiye verilen olumsuz anlam daha sonra, Marx tarafından, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın Önsöz (1859) bölümünde ikinci bir anlam daha verilerek kullanılır. Bu çalışmada ideoloji; “sömürülen insanların, bu duruma karşı çatışmanın bilincine vardıkları ve onu sonuna kadar götürdükleri alan” olarak daha olumlu bir anlamda kullanılmaktadır.
14
Marx’ın ölümünden kısa bir süre sonra ideoloji kavramı başlıca iki görünüme bürünmüştür: Toplumsal bilinç biçimlerinin bütünü anlamında bir ideoloji anlayışı -ki ‘ideolojik üstyapı’ kavramı ile ifade edilir olmuştur- ve bir sınıfın çıkarları ile bağlantılı politik görüşler anlamında bir ideoloji anlayışı.
15
Alman ideolojisi 1920’li yıllara kadar yayınlanmamış ve özellikle Plehanov, Labriola, Lenin, Gramsci ve ilk yazılarında Lukacs adı geçen eserde tanımlanan ideolojinin olumsuz yorumlarından habersiz kalmışlardır. Bu yüzden de ideolojiye olumlu bir rol vermişlerdir. İdeolojinin anlamının değişmesi süreci, Lenin’le birlikte zirvesine ulaşır. Bundan böyle ideoloji çelişkileri gizleyen zorunlu bir çarpıtma değil, proleter sınıfı da içermek üzere sınıfların politik bilincine işaret eden nötr bir kavram olarak kullanılmaya başlanır.
16
Lukacs: Şeyleşme ve İdeoloji
Lukacs’ın şeyleşme anlayışı, Marx’ın 1844 El Yazmaları’nda ele aldığı “yabancılaşma” (*1) sorununu ele alışı ve Marx’ın Kapital’de geliştirdiği “meta fetişizmi” (*2) kavramlaştırması ile yakından ilişkilidir.
17
Kapital’de Marx, meta fetişizmini ‘insanlar arası belirli bir toplumsal ilişki, kendi gözlerinde, şeyler arası gerçeksiz bir ilişki biçimine bürünmüştür’ şeklinde betimler. İnsan emeğinin ürünü olan metalar, yaratıcıları karşısında hayali bir nesnellik kazanırlar. Bu nesnellik giderek insanları ezen bir zorunluluk haline gelir. Meta üretiminin egemen olduğu bir toplumda, fetişizm olgusu ilkin, toplumsal gerçekliğin doğal gerçeklerle karıştırılmasını ve ikinci olarak da gerçeklerin bireylerin kendi ilişkilerinden ve eylemlerinden bağımsız sanılmasını ifade eder.
18
İnsan faaliyetinin pazaryerinden alınıp satılan bir metaya dönüşmesi, kişinin kendi eylemini bir başkasının boyunduruğuna sokması, eylemi ile benliği arasında bütünleşmeyi kaybetmesi demektir. Bu yabancılaşma sonucu, insan kendi faaliyetine, nesnel kanunların zorunluluğu altında güdülen bir şeymiş gibi bakar. Şeyleşme nesneler dünyasının özerkliğe kavuşması, insanların ise özerkliklerini kaybetmesi ile sonuçlanır
19
Lucaks, bu durumun ‘insanların tüm bilincine damgasını vurduğu’nu belirtir. Bu duruma son verecek olansa ‘proletaryanın pratikleşmiş sınıf bilinci’ olacaktır.
20
Antonio Gramsci ve İdeoloji
Antonio Gramsci (1891–1937) yirminci yüzyılın en özgün Marxist teorisyenlerinden biridir. Gramsci’nin çalışması kültür konusu ile tahakküm ilişkilerine verdiği özel önemle ayırt edilir. Mouffe, Gramsci’nin Marxizm içinde ekonomik indirgemecilik ile mücadele ettiğini ve indirgemeci olmayan bir Marxist yorum sunmaya çalıştığını ifade eder
21
Hegemonya ve İdeoloji Gramsci’de ideoloji anlayışını ortaya koyabilmek için kendisinin, ‘sivil toplum’ terimini kullanışını ve ‘hegemonya’ kavramını anlamak önemlidir. Sivil toplum, Gramsci’de yalnızca siyasal partiler ya da basın gibi kurum ve örgütleri değil, aynı zamanda ideolojik ve ekonomik kurumları birleştiren aileyi de içerir. “Ekonomik yapı ile devlet arasında yer alır.”
22
Gramsci’ye göre; Hâkim toplumsal sınıf, fraksiyonları yalnızca yönetmekle kalmayıp yönlendirdikleri -önderlik ettikleri- zaman hegemonya işler hale gelir. Yalnızca zor kullandıkları zaman değil, aynı zamanda sürüp giden yönetimlerine tabi sınıfların rızasını kazanacak ve bu rızaya hâkim olacak şekilde aktif olarak örgütlendikleri vakit hegemonya işler hale gelir.
23
Frankfurt Okulu ve İdeoloji
1923’te Frankfurt Üniversitesi bünyesinde yarı özerk bir araştırma kurumu olarak kurulan Toplumsal Araştırma Enstitüsü daha sonra Frankfurt Okulu adıyla belirginleşir. Bir bütün olarak ideoloji eleştirisi şeklinde görülebilecek olan Frankfurt Okulu’nun çalışmalarında, bilgi sosyolojisinden farklı bir analiz ve yaklaşım çerçevesi kullanılmış, ideolojinin ve bilginin toplumsal rolü karşılaştırılmıştır. Frankfurt Okulu, felsefe ve bilim tarihinde hem iç bütünlüğe sahip bir gelenek hem de içinde toplumsal araştırmaların yapıldığı bir kurum olarak anlaşılır.
24
Frankfurt Okulu dendiğinde düşünceleri ve çalışmaları ile en belirleyici olanlar Horkheimer, Adorno ve Marcuse’dür. Jürgen Habermas, Frankfurt Okulu’nun ikinci kuşağında yer alır.
25
Herbert Marcuse İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ve Nazilerin Almanya’da iktidarı ele geçirmesiyle Enstitü üyelerinin çoğunun ABD’ye göç etmesi, Enstitü’yü sosyalizme biçimsel olarak bağlı olmayan bir yığınsal işçi sınıfı hareketinden de, sağlam bir Marxist gelenekten de yoksun bir pratik ortama götürmüştür. Bu dönemde Marcuse Amerika’da iyimser arayışlar içinde eylemci tavrını tek başına sürdürmüştür. 1955’te yayımlanan Eros ve Uygarlık Freud’la başlayan bir serüvendir. İleri sanayi toplumuna sert eleştirilerini sunduğu Tek Boyutlu İnsan adlı çalışmasında Marcuse, üniversite öğrencileri üzerinde bomba etkisi yapmıştır
26
Marcuse’ün kuramsal yaklaşımının temelini Batı uygarlığına getirdiği eleştiriler oluşturur. Batı uygarlığına yönelik en sağlam suçlamanın Freud’cu kuramdan çıkan insan kavramı olduğunu söyleyen Marcuse, ileri kapitalist toplum eleştirisinde Freud’un psikanalizinden oldukça yararlanmış, kendi kuramını oluştururken Freud’un “Uygarlık insan içgüdülerinin sürekli boyun eğdirilişi üzerine dayanır” önermesini sorgusuzca kabul ettiğini açıkça ifade etmiştir. Tıpkı Freud gibi Marcuse da insanın içgüdüsel ihtiyaçlarının Özgür doyumunun ertelenmesini ya da doyuma ulaşmaktan vazgeçilmesini uygar toplumların ilerlemesi için önkoşul olarak görür. Ancak bu, Marcuse için onaylanacak bir durum değildir.
27
Jürgen Habermas Frankfurt Okulu’nun düşünsel mirasını sorgulayarak kuramsal yaklaşımının sınırlarını eleştirel bir bakışla belirleyen Habermas’ın en önemli çalışmaları arasında Bilgi ve İnsansal İlgiler (1971), Rasyonel Bir Topluma Doğru (1971), İletişimsel Eylem Kuramı (1984) adlı eserleri sayılabilir.
28
İdeoloji Anlayışı Habermas, Eleştirel Kuram’ın öncüllerinin başlattığı ileri kapitalist modernliğin eleştirel teorisini canlı tutma çabasını sürdürür. Modernizmi eleştirirken onun, ilerici bulduğu öğelerini de güçlü bir şekilde savunan Habermas, 1968 ‘de yayımlanan Bilgi ve İnsansal İlgiler’de pozitivist teoriye karşı eleştirel ve özgürleştirici bir kuram geliştirme sorunsalını dile getirmiştir. Habermas’ın özgürleştirici ilgi kavramlaştırması, aynı zamanda modernizmin özgürleştirici boyutlarını keşfetme çağrısı olarak da düşünülebilir.
29
Yapısalcılık ve İdeoloji
İdeoloji çalışmalarını etkileyen yapısalcı yaklaşım birçok kaynaktan beslenmektedir. Sassurre’ün dilbilimi, Levi-Strauss’un yapısalcı antropolojisi, Roland Barthes’in semiyotiği, Lacan’ın psikanalizi yeniden yorumlayışı ve nihayet Althusser’in Marxist yapısalcılığı bunlar arasındadır.
30
Althusser, Lacan: İdeoloji, Öznenin Oluşumu ve Dilin Önemi
İdeoloji birçok siyasal bilimci için vazgeçilmez bir kavram olmuştur. Siyasetçiler bu terime istedikleri anlamı vermeye çalışmışlardır. Ancak onu yalnızca bir kişi çok iyi irdeleyip yerli yerine oturtmuş ya da yaşanılana uygun bir kalıp biçip, onu tanımlamıştır: Louis Althusser
31
Althusser’e göre ideoloji, toplumsal yaşantıyı farklı biçimde fakat her zaman ve her aşamada kendiliğinden etkileyen bir oluşumdur. Daha doğrusu toplumsal pratik ile ideoloji iç içedir. Tüm sisteme yayılmış, toplumsal varoluşun tüm biçimlerinde yer etmiştir. Althusser sadece siyasal bilim değil iletişim bilimleri açısından da çok önemli sonuçlar doğuracak, ideoloji ile ilgili üç ana tez ileri sürmekte ve bunları şöyle sıralamaktadır: a. İdeolojinin tarihi yoktur. b. İdeoloji bireylerin gerçek varoluş koşullarıyla aralarındaki hayali ilişkilerini temsil eder, bu ilişkilerin bir tasarımıdır. c. İdeoloji bireyleri özne olarak çağırır.
32
Althusser’in öznelerin ideoloji tarafından çağrılması ve oluşturulması tezleri Lacan’ın psikanaliz kuramından etkilenmiştir. Lacan bu anlamda dil, ideoloji ve kültür arasındaki ilişkinin çözümlenmesi açısından ideoloji kuramcılarına önemli katkılar sağlar. Bu nedenle Lacan’ın geliştirdiği kuramın, ideoloji ve söylem çözümlemelerine yaptığı katkıların ana hatlarını ortaya koymak yararlı olacaktır.
33
Öznenin ve kimliğin oluşmasında Lacan, ‘imgesel’, ‘simgesel’ ve ‘gerçek’ olmak üzere üç düzeyden bahseder. ‘İmgesel düzey’; hem bilinçli hem bilinçdışı imgeleri ve fantezileri kapsar. Bebeğin konuşma öncesi deneyiminin düzeyidir. ‘Simgesel düzey’; simgeleştirme ve dil alanıdır. Bu simgesel düzenin toplumsal ve kültürel süreçleriyle özne arzuyu ifade edebilir ve dolayısıyla oluşturabilir. ‘Gerçek düzeyi’; Biçimsel olarak öznenin dışında olandır.
34
Söylem ve İdeoloji Söylemin en basit tanımı sözlü ifadedir. Söylem kavramı bir toplumsal çözümleme haline Saussure’ün dilin bireysel kullanımı olarak tanımladığı ‘söz’ kavramının, dilin toplumsal kullanımını tanımlamak üzere genişletilmesi ile başlar.
35
İdeoloji ve söylem kavramlarının birbirlerinin yerine kullanılıp kullanılmayacağı konusunda ise iki farklı bakış açısı gelişmiş durumdadır. Bu iki kavramın birlikte kullanılamayacağı ve epistemolojik kökleri itibariyle birbirini dışladığını söyleyenlerin başında Foucault ve Derrida gibi post-yapısalcı filozoflar gelir. Bu gruba post-Marxist olarak ele alınan Laclau ve Mouffe da girer.
36
Foucault: Söylem Yaklaşımı
Foucault’nun söylem kavramı onun iktidar kavramı ile yakından ilişkilidir. Foucault , “iktidar bir kurum, bir yapı değildir, bazılarının baştan sahip olduğu belirli bir güç değil, karmaşık bir stratejik duruma verilen addır” der. İktidar bağıntıları ekonomik süreçler, bilgi ilişkileri ve cinsel ilişkiler gibi ilişki türlerine ‘içkindir’. Onlara göre dışsal konumda değildir. Bu bağıntılar iktidar içinde oluşan bölüşüm, eşitsizlik ve dengesizliklerin dolaysız etkileridir. Bu yüzden bir ‘üstyapı’ konumunda değildirler ve var oldukları yerde doğrudan üretici rol oynarlar. “iktidar aşağıdan gelir” Yani toplumun bütününe yayılmış vaziyettedir ve bedenler üzerinden işler.
37
4. SONUÇ İdeoloji insanlara özneler olarak hitap eden ya da Althusser’in deyişiyle, seslenen söylem olarak iş görür. Ve ideoloji insanlara özneler olarak seslendiği yerde insanı nesneleştirir de aynı zamanda. Şöyle ki; seslenilen, sesleyenin, seslediği şeye bilinçli ya da bilinçsizce tabi olur ya da reddeder. “Doğru tutulursa, her araç bir silahtır” Ani Di Franco
38
Hiçbir toplumsal sistem salt zor ile ayakta kalamaz
Hiçbir toplumsal sistem salt zor ile ayakta kalamaz. Kendini tekrar tekrar üretmek isteyen her toplumsal sistem, kitlelerin en azından belirli bir bölümünü kazanmak zorundadır. Çünkü en büyük üretici güç ve tarihin yapıcısı geniş kitlelerdir.
39
“Doğru tutulursa, her araç bir silahtır”
Ani Di Franco
40
Beni Dinlediğiniz İçin Teşekkür ederim
Özgür ŞAHİN
Benzer bir sunumlar
© 2024 SlidePlayer.biz.tr Inc.
All rights reserved.