Sunuyu indir
Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz
1
Küreselleşme Tartışmaları
7
2
TEK KUTUPLU DÜNYA 1980’li ve 1990’lı yıllarla birlikte soğuk savaş döneminin sona ermesi ekonomik açıdan küreselleşmeye daha da bir hız kazandırmıştır.
3
1990’lı yıllar ile birlikte dünyamız tek kutuplu bir küreselleşme sürecini derinden yaşamaktadır.
Sovyetler Birliğinin oluşturduğu doğu bloğunun yıkılmasını kapitalizmin ve onu sembolize eden ABD’nin bir zaferi olarak değerlendirenler bulunmaktadır.
4
Örneğin; Francis Fukuyama (1999) soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte tarihin sonuna gelindiğini ve artık liberalizmin tek çıkış yolu olarak benimsenmesi gerektiğini öne sürmektedir. Soğuk savaş nedir?
5
İkinci dünya savaşı sonrasında batıda ABD’nin liderliğinde oluşan blok ile doğuda Sovyetler Birliği’nin liderliğinde oluşan blok arasında dünya ölçeğinde ortaya çıkan güç mücadelesi olarak tanımlanabilir. Her iki bloğun da dünyada egemen olabilmek için sürdürdükleri psikolojik gerginlik, yıldırma ve sınırlı çatışma politikaları 1989 yılında Berlin duvarının yıkılmasıyla birlikte son bulmuştur.
6
Sosyal bilimciler tarafından soğuk savaş dönemi iki kutuplu ya da çift kutuplu dünya olarak da tanımlanmaktadır. Çünkü; bir tarafta ABD, diğer taraftaysa Sovyetler Birliği, soğuk savaş döneminin etkili ve güçlü taraflarıydılar. Ancak, 1989 yılında Berlin duvarının yıkılması sonrasında Sovyetler Birliğinin çözülmesi ve ABD’nin küresel düzeyde hegemonik bir güç haline gelmesi artık tek kutuplu bir dünyada yaşadığımızı ifade etmektedir.
7
ABD liderliğindeki tek kutuplu dünya gerginliklerden, çatışmalardan ve yıkıcı savaşlardan giderek yıpranan bir dünyadır. Bu yıpranma yalnızca sosyal alanda değil doğal alanda da başta küresel ısınma, ozon tabakasının delinmesi ve iklim değişiklikleriyle kendisini hissettirmektedir (Beck, 1992).
8
Ünlü Alman sosyal bilimci Ulrich Beck’e göre (1992) içinde yaşadığımız toplum tam anlamıyla bir risk toplumudur. Beck kapitalist modernitenin küreselleşmesiyle birlikte, insan eliyle üretilmiş yeni risklerin ortaya çıktığını, bu risklerin doğal dengeleri alt üst ettiğini, do- ğal dengenin bozulmasıyla birlikte öngörülemez ve hesaplanamaz risklerle karşı karşıya olduğumuzu öne sürmektedir.
9
KÜRESELLEŞME İLE ULUS-DEVLET GÜÇ KAYBINA MI UĞRAMAKTADIR?
Küreselleşme ile birlikte tartışılan bir diğer noktada ulus-devlet’in giderek güç kaybına uğrayıp uğramadığı sorunudur. Martin Albrow’a göre (1996) küresel çağda ulus-devletler hızla güç kaybetmektedir.
10
Çünkü; küreselleşme ile birlikte gerek ekonomik, gerek siyasal ve gerekse askeri düzeyde çokuluslu kuruluşların sayısı ve gücü artmakta ve bu kuruluşlar ulus-devletlerin gücünü azaltıcı faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Hatta yıllık cirosu birçok ulus-devlettin milli gelirini aşan çokuluslu şirketler bulunmaktadır. Dünya ekonomisine ulus-devletlerin değil, sayıları 100 civarında olan çokuluslu büyük şirketlerin yön verdiği öne sürülmektedir. Sorunun asıl kaynağıysa şudur: ulus-devletler kendilerinden çok daha güçlü olan uluslararası şirketleri nasıl denetim altına alacaklardır?
11
Eğer ulus-devletler bu çok güçlü uluslararası şirketleri denetleyemeyecek durumdaysalar bu devasa şirketleri hangi güç kontrol altına alacaktır? Eğer bu çok güçlü uluslararası şirketler, ulusdevlet tarafından değil de ulus-devlet sistemleri (örneğin Avrupa Birliği) tarafından kontrol edilebilecekse bu durum ulus-devletin küreselleşme ile birlikte bir güç kaybına uğradığının bir göstergesi değil midir?
12
Gerçekten de dünyada meydana gelen ekonomik, siyasal ve kültürel olaylar, belirli ölçülerde, ulus-devletlerin inisiyatifleri dışında gelişmiştir. Örneğin; bir kü- resel kriz söz konusu olduğunda, bir ulus-devletin kendi başına bu krizden kaçınması mümkün olamamaktadır. Çünkü; ulus-devletlerin sınırları içerisindeki ekonomik ve ticari ilişkiler, küresel ekonominin birer uzantısı haline gelmiştir. Dolayısıyla küresel bir krizden bir ulus-devletin etkilenmemesi diye bir şey artık söz konusu değildir. Sorun yalnızca ekonomik alanla sınırlı da değildir.
13
Örneğin; ozon tabakasının delinmesi sonucu ortaya çıkan küresel ısınma, iklim değişikliği ve kuraklıkla mücadelede ulus-devletler tek başlarına yetersiz kalmaktadırlar. Yine domuz gribi gibi salgın hastalıkların yayılmasını önleme konusunda da ulus-devletler tek başlarına çaresiz kalmaktadırlar. Diğer taraftan Internet yeni bir sanal toplum sal alan yaratmıştır.
14
ulus-devletler bu alanı denetlemekte büyük güçlükler çekmektedir
ulus-devletler bu alanı denetlemekte büyük güçlükler çekmektedir. Dahası sanal iletişim ortamları, büyük oranda, ulus-devletlerin bilgisi ve kontrolü dışında oluşmakta ve gelişmektedir. Uluslararası düzeyde çok etkili ve güçlü kuruluşlar ulus-devletlerin üzerinde ve onları bağlayıcı kimi kararlar alabilmektedirler. Örneğin; Birleşmiş Milletler (BM), NATO, Uluslararası Çalışma Teşkilatı (ILO) ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi kuruluşların küresel düzeyde aldığı karalara ulus-devletler uymak zorunda kalabilmektedirler. Ayrıca uluslararası düzeyde Greenpeace, çevreci hareketler ve küreselleşme karşıtı gibi yeni muhalif oluşumlar, kimi zaman, ulus-devletleri çok zor durumda bırakabilmektedirler.
15
Diğer taraftan Thomas Friedman (2006), günümüz kü- resel dünyasında başta Internet olmak üzere kitle iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte birçok sınırlamanın, engelin ortadan kalktığını öne sürmekte ve “dünya düzdür” demektedir. Friedman’ın ifade ettiği gibi dünya eğer düz ise ulus-devletlerin koyduğu siyasi sınırların günümüz iletişim çağında herhangi bir anlamı kalmış mıdır? Tüm bu ve buna benzer sorular literatürde çok yönlü olarak tartışılmaktadır. Ulus-devletlerin, başta çok uluslu şirketler olmak üzere, küresel güç merkezlerinden kendilerini korunmak amacıyla bir araya gelip oluşturdukları ulus-devlet sistemleri de başlı başına bir sorun olabilmektedirleR.
16
Örneğin; bir ulus-devletler sistemi olan Avrupa Birliğinin bizzat kendisi, kapsamındaki ulus-devletin üzerinde bir güç gibi durmaktadır. Birden fazla ulus-devlet tarafından oluşturulan bir ulusdevlet sisteminin küresel boyutta etkinliğinin artması, o birlik içerisinde yer alan ulus-devletlerin gücünün arttığı anlamına gelmeyebilir. Örneğin; ‹ngiltere, Avrupa Birliğine üye bir ülke olarak, siyasal ve ekonomik gücün tek bir elde yani Avrupa Birliği parlamentosunda tutulmak istenmesine şiddetle karşı çıkmakta bunun, üye ülkelerin ulusal gücünü zayışatacağını öne sürmektedir. Birçok ulus-devlet AB örneğinde olduğu gibi ulus-devlet sistemlerine “ulusal egemenliklerinin tehdit altında olacağı” kaygısıyla şüpheyle yaklaşmaktadırlar.
17
Ancak, ulus-devletler, ulus-devlet sistemlerinin dışında kaldıklarında da küresel ve bölgesel politikalarda etkinliklerini yitirebilme riskiyle karşı karşıya kalabilmektedirler. Benzer konular Türkiye’nin olası AB üyeliği konusunda da çok tartışılmaktadır. Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine ulusal egemenliği tehdit ettiği gerekçesiyle karşı olanlar olduğu gibi, AB üyeliğinin Türkiye’nin sosyal ve ekonomik kalkınmasını hızlandıracağı ve Türkiye’yi içinde bulunduğu bölgede daha etkili bir güç haline getireceği gerekçesiyle destekleyenler de bulunmaktadır.
18
Küreselleşme literatüründe ulus-devletin güç kaybetmediğini tersine güç elde ettiğini öne süren çok sayıda sosyal bilimci de vardır. Örneğin, Küreselleşme kavramına şüpheyle yakalaşan Hirst ve Thompson (2000) ulus-devletlerin küreselleşme ile birlikte daha da güçlendiklerini ve küresel gelişmelere karşı dirençlerini artıracak yeni yol ve yöntemleri çok başarılı bir şekilde geliştirdiklerini öne sürmektedirler.
19
Örneğin; ulus-devletler yeni vergi uygulamaları, sınır kontrolleri, vize, yeni göçmen politikaları ve mültecilere yönelik yeni yaptırımlar uygulayabilmektedirler (Hirst ve Thompson 2000). Kimi ulus-devletler belli uluslararası yaptırımları ve kararları (insan hakları evrensel beyannamesi gibi) hesaba katmaksızın bu yaptırımları ve kararları ihlal edebilmektedirler. Yine birçok ulus-devlet, küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda ortak mücadeleyi sağlamaya yönelik olarak oluşturulan ve Japonya’nın Kyoto kentinde 1997 yılında imzalanan protokole rağ- men atmosferdeki ozon tabakasının delinmesini en fazla etkileyen karbon dioksit ve sera etkisine neden olan beş gazın salınımını azaltma konusunda gerekli çabayı göstermemektedir. Türkiye ise 2004 yılında Birleşmiş Milletler ‹klim Değişikliği
20
Çerçeve Sözleşmesini (BM‹DÇS) imzalamasına rağmen bu sözleşme içerisinde yer alan Kyoto protokolünde belirtilen koşullara uyacağını ancak 2008 yılında açıklamış ve 2009 yılında imzalamıştır. Siyasal ve kültürel açından bakıldığında küreselleşme süreci, yerel ve bölgesel düzeyde belli tepkilere de neden olmaktadır.
21
Bu tepkiler, toplumların kendi sosyo kültürel kimliklerine daha fazla sarılma, küresel güç merkezlerine karşı direnç gösterme, dinsel değerlere yönelme, yerel ve etnik milliyetçilik arayışları şeklinde kar- şımıza çıkabilmektedir. Özellikle Türkiye’nin yakın coğrafyasında yer alan Kafkasya ve Balkanlarda son 20 yılda meydana gelen dinsel, etnik ve siyasi oluşumları bu bağlamda değerlendirebilir. Dolayısıyla küreselleşme, tüm dünyada büyük bir hızla yayılırken belli yerel ve bölgesel tepkilerle de karşılaşabilmektedir.
Benzer bir sunumlar
© 2024 SlidePlayer.biz.tr Inc.
All rights reserved.