Sunuyu indir
Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz
YayınlayanTülay Umut Çelik Değiştirilmiş 8 yıl önce
2
MANİSA İLİ KULA İLÇESİ KULA EVLERİ Tümata: Türk Musikisini Araştırma ve Tanıtma Grubu ile Bir Çobanla Anadolu´da Yolculuk CAN AKIN ŞAİR VE FOTOĞRAF SANATÇISI KULAYI SİMGELEYEN DEĞERLER Yunus Emre ve Tabduk Emre
3
KULA BELEDİYE BAŞKANLIĞI
9
Dr. Rahmi Oruc Güvenc, Emre Başaran, Hande Odabaş, Serap Çelik, Gonca Ramoğlu, Can Akın, Yusuf Demirel, Uygar Acar, Aniol Gonzales Alfonso, Ivonne Ehrbar, Margarete Hetzer, Andrea Güvenc, Philippe Schoch, Ornella Tümata: Türk Musikisini Araştırma ve Tanıtma Grubu ile Bir Çobanla Anadolu´da Yolculuk Peygamberlerin bir çoğu çobandı. Onlar, tabiatın döngülerine bağlı olarak, hayvanlarıyla iletişim halinde ve onları koruma sorumluluğuyla yüz yüze gelerek yaşadılar. Bugün çoğumuz günlük hayatın gereklilikleriyle sınırlı olarak yaşıyor ve bir çobanın hayatı hakkında çok az şey biliyoruz. Bu sebeple, bir hafta boyunca bir çobanla bir araya gelip, onun nasıl yaşadığını birebir olarak deney imleyerek, dış dünyada tabiat hayatıyla ve iç dünyamızda da kendimizle derin bir bağ kurmak istiyoruz. Hayvanların ve bir çobanın hayatına olabildiğince uyum sağlamaya çalışarak geceleri çadırlarda geçireceğiz ve yemeğimizi kendimiz hazırlayacağız. Uygun koşullarda suyumuz mevcut olacak. Pek tabi müzik ve tefekkür (meditasyon) için epey zamanımız olacak; hem beraber hem de herkes kendi başına olmak üzere. Ve Oruç Güvenç ile sohbet imkânlarımız olacak.
11
Yûnus Emre'nin vesîka ve delillere dayanan gerçek hayatı hakkında çok az şey bilindiği halde, onun efsânevî - destânî hayatına dair bir hayli mâlûmât vardır. Efsaneye göre Yûnus, bir derviştir, şeyhinin kapısında 40 yıl hizmet eden bir derviş. Yûnus'un dervişliğe girmesi ve menkıbesi şöyle anlatılır: Yûnus'u Yûnus yapan nedir? Meşhur menkıbelere nazaran Yûnus Emre, çok fakir bir kimse olup geçimini çiftçilik yaparak temin etmekteydi. Bir ara büyük bir kuraklık oldu ve hiçbir mahsûl elde edemedi. Fakirliği büsbütün belini büktü. Naçar bir vaziyette idi. Bir çok kerâmet ve yardımlarını işittiği Hacı Bektâş-ı Veli Hazretleri'nin dergâhında herkesin muradına erdiğini duyarak yiyecek almak için Hazret-i Pîr'in yoluna düştü. Giderken " Boş giden boş döner " düsturundan hareketle yanına bir miktar alıç (dağ yemişi) aldı. Dergâha vardığında dervişlere: " -Ben fakir bir kimseyim. Bu alıcı Hazret'e hediye olarak getirdim. Ne olur bunu kabul edin de bana bir miktar buğday verin! Zira kıtlık, bizi perişan eyledi…" dedi. Durumu öğrenen Hacı Bektâş-ı Veli, fakir Yûnus'a, ondaki meknûz istidât ve cevheri keşfederek alâka gösterdi. Onu birkaç gün dergâhta misafir etti. Ancak Yûnus, ev halkının kendisinden yiyecek beklediğini ifâde ederek gitmek için dervişler vâsıtasıyla izin istedi. Dervişler, keyfiyeti Hazret-i Pir'e bildirdiler. Hacı Bektâş-ı Veli, haber gönderdi. " -Sorun Yûnus'a; buğday mı ister, yoksa erenlerin himmetini mi? " Bîçâre Yûnus, buğday istedi.Hacı Bektâş-ı Veli " -Arzu ederse, getirdiği alıç tanesince nefes eyleyelim! " Yûnus, buğday istediğinde ısrar ederek: " -Ben nefesi ne yapayım? Bana buğday lazım. " dedi. Hacı Bektâş-ı Veli, son olarak: " -İsterse alıçlarındaki her çekirdek sayısı kadar himmet eyleyeyim! " haberini gönderdi. Yûnus, bu defa da buğday'ı tercih etti.
13
Yûnus, bu defa da buğday'ı tercih etti. Bunun üzerine Hazret-i Pir'in emriyle arzu ettiği buğday kendisine verilerek yolcu edildi. Arzusuna nâil olduğu için dergâhtan sevinçle ayrılıp köyüne doğru yola koyulan Yûnus, olup bitenleri düşünmeye başladı. Düşündükçe ne büyük yanlışlık yaptığının farkına vardı. Nihâyet yarı yoldan dönerek tekrar dergâha koştu. Telaş ve nedâmet içinde dervişlere: " - Erenler! Buğdayı geri alın ve Pîr Hazretleri'ne himmet istediğimi bildirin! Bahsettiği nasibi ihsan eylesin! " dedi. Ancak iş işten geçmişti. Hacı Bektâş-ı Velî: " -Biz onu Taptuk Emre'ye verdik. Artık nasibinin anahtarı Taptuk Emre'dedir. " dedi. Bunun üzerine Yûnus doğruca Taptuk Emre'nin dergâhına vardı. Ona olup bitenleri anlattı. Sükûnetle kendisini dinleyen Taptuk Emre de: " -Yûnus! Hizmet eyle, himmet eyleyelim! " buyurdu. Sonra da dergâha odun getirme işini ona verdi. Gönlü Hakk ve hakikat sırlarına erebilmenin vecd ve heyecanıyla tutuşan Yûnus, büyük bir aşk ve görülmemiş bir şevk ile verilen vazifeyi ifaya başladı. Yûnus Emre'nin Tabduk Emre'ye Hizmeti Yûnus Emre'nin Taptuk Hazretleri'nin dergâhındaki hizmeti ise, dillere destandır. Yûnus, kendisine verilen, dergâha odun getirme, vazifesini îfâda bir gün bile aksatmamak şartıyla nice yıllar tarifsiz bir gayret göstermiştir. Hem nasıl bir gayret! Getirdiği her odunun dümdüz olmasına dahî dikkatle dolu bir gayret... Bunun farkında olan Taptuk Emre Hazretleri, bir gün Yûnus'un getirdiği odunlardan birini eline alarak sordu: " –Yûnus! Sana nicedir sormadığımı bugün sorayım: Hepsi böyle mi bu odunların? Hepsi ok gibi dümdüz mü?.. "
15
" –Hepsi öyle sultanım! " " –Hiç eğrisi yok mu? " " –Yok sultanım! " " –Bunca yıldır dağda hiç eğri oduna rastlamadın mı Yûnus ?.. "Yûnus, şu meşhur cevabı verdi: " –Sultanım! Bilirim ki, sizin kapınızdan içeri hiçbir eğrilik girmez; odun bile olsa!.. " İşte Yûnus'un hizmeti böyleydi! Tasavvufta mürşid ile mürid arasındaki münasebetlerde muhtelif metotlar vardır. Bunlardan biri de, mürşidin, müridinin kaydettiği terakkîden bir kısım mânevî tehlike dolayısıyla onu haberdâr etmeyip talebesini seyr-u sülûk yolunda daha da ileriye götürme gayretidir. Taptuk Emre de, Yûnus'un mânevî yükselişinde nefsine bir pâye alıp terakkîsine mâni olmaması için uzun bir müddet bu metodu tatbîk etmişti. Öyle ki, Hacı Bektâş-ı Veli'nin dergâhında daha ilk vardığı gün himmet teklifine muhâtap olan Yûnus, bu dergâhda yıllarca kusursuz hizmet etmesine mukâbil kendisinde herhangi bir terakkî ve himmet emâresi kendince göremedi. Buna son derece üzüldü. " Bu işin neticesi nereye varacak? " diye hayıflandı. Ne yapacağını bilemez bir hale düştü. Halbuki o, vasıl-ı ilallâh yolunda menzil-i maksûduna nâil olabilmek için bu dergâha baş koymuş, yıllarca şevkle hizmet etmişti. Ancak hizmetle dopdolu bir şekilde fedâ ettiği bunca yıla rağmen kendisindeki olgunluğun farkında değildi. Sanki bu kapıda eli boş bir vaziyetteydi.
18
Yûnus Emre'nin Arayış İçine Girmesi ve Seyahatleri Nihayet bîçâre Yûnus, düşünüp taşındı ve dergâhdan ayrılıp kendisini kemâle erdirecek bir başka kapı aramaya karar verdi. Sessiz – sedasız bir şekilde dergâhtan ayrılıp yollara düştü. Yolda kendisi gibi kâmil bir kapı arayan iki kişiyle dost olup birlikte dolaşmaya başladılar. Beraberliklerinin ikinci günü acıktıklarında dostlardan biri duâ etti ve kendilerine bir sofra ikrâm edildi. Yiyip içip şükrettiler. Yûnus bu hale son derece şaşırdı. Sonra: " -Bunlar, bir kapıya hizmet etmeden bu kemâle erdikleri halde ben onca yıldır yaptığım hizmetimden bir şey elde edemedim. İyi ki o dergâhtan ayrılmışım! " diye düşündü. Ertesi gün yine acıktıklarında ikinci derviş duâ eyledi. Tekrar bir sofra ikram edildi. Yiyip içip şükrettiler ve yollarına devam ettiler. Nihayet bir sonraki gün yemek için duâ sırası Yûnus'a geldi. Her iki derviş de: " –Haydi derviş! Sıra sende; duâ buyur! " dediler. Yûnus telâşa kapıldı: " –Dostlar! Benim duâmla bir yaprak bile kımıldamaz! Ne olur beni bu işte mâzur görün! Benim mertebem çok aşağılardadır. Öyle sizin gibi Hakk katında sofra ikram edilecek bir kimse değilim ben!.." dedi. Dervişler itirâz etti: " –Olmaz derviş kardeş! Usulümüzü bozamayız; haydi duâ buyur! " dediler. Ne söylese derviş arkadaşlarını râzı edemeyeceğini anlayan dertli Yûnus, çaresiz bir şekilde ellerini yüce dergâha kaldırdı: " –Ya Râb! Bu âciz miskin Yûnus kuluna şu dervişlere gönderdiğin sofradan ikram ettin. Şimdi o sofra için duâ ve ilticâ sırası bana geldi. Sen benim günahlarıma bakmayıp lütfunla muamele buyur; beni mahcûp eyleme Allah'ım! Onlar kimin hürmetine sana duâ edip lütfa nâil oldularsa, ben de o has kulun hürmetine sana niyâz eyliyorum!.." diye içli içli yalvardı.
20
Ellerini henüz yüzüne sürmüştü ki, kendilerine gâyet müzeyyen on kişilik büyük bir sofra ikrâm edildi. Hem Yûnus şaşırdı, hem de arkadaşları. Sordular: " –Hey, derviş kardeş! Hani sen duâ bilmezdin! Söyle bakalım; nasıl bir duâ ettin ki, Cenâb-ı Allâh böylesine bir ikrâm gönderdi? " Şaşkın ve dertli Yûnus, şâhid olduğu durum karşısında irâdesizleşti. Hiçbir şey söyleyemedi. Bu hâl, kendisine bir muammâ oldu. Bu mânevî sırrı henüz çözemediği için önce arkadaşlarından îzâh istedi: " –Evvela siz söyleyin dervişler! Sizler nasıl duâ ettiniz? " dedi. Onlar da: " –Derviş kardeş! Bizler Taptuk Emre Hazretleri'nin kapısında kırk yıldır dillere destan bir şekilde sadâkat ve ihlâsla hizmet eyleyen Derviş Yûnus'un yüzü suyu hürmetine duâ ve niyâz eyledik. " dediler. Bu gerçeği duyan Yûnus, mânevî bir şokla irkilerek gönlünün derinliklerinden kopan bir " Eyvah! " feryâdı ile yerinden fırladı. Önündeki sofradan tek bir lokma bile almadandiğer iki dervişe vedâ ederek onların hayret nazarları arasında gerisin geriye döndü. Eve Dönüş " Bizim Yûnus "Şeyhinin hânesine varıp kapıyı tıklattı. Hazret-i Pir'in hanımı çıktı. Yûnus'u karşısında gören vâlide hanım, ona: " –Evladım! Niçin böyle yaptın? Hocanı incittin. " dedi. Sonra da Yûnus'un nedâmetle ıslanmış gözlerine ve boynu büyük haline bakarak: " –Oğlum! Taptuk Hazretleri birazdan dışarı çıkacaklar. Bu eşikte bekle! Ayağı sana takılınca: Bu kimdir? diye sorar. Ben de: ' -Yûnus efendim! ' derim. Şâyet: Hangi Yûnus? derse, anla ki seni gönlünden çıkarmıştır. O zaman durmayıp gidersin. Eğer: Bizim Yûnus mu? derse, bil ki seni affetmiştir. " dedi.
22
Dertli Yûnus, bütün rûhunu saran bir nedâmetle başını eşiğe koydu. Beklemeye başladı. Birazdan Taptuk Emre Hazretleri kapıda göründü. Zâhiri gözleri a'mâ, kalbi ise güneş gibiydi. Ayağı Yûnus'un başına değince: " –Bu kimdir? " dedi.Hanımı: Bir ân sükût eyleyen Hazret-i Pir, önünde tedirgin bir vaziyette gözyaşı döken Yûnus'un hâlini kalben temâşâ ederek tebessümle: " –Bizim Yûnus mu? " dedi. Ardından mânidâr bir şekilde konuştu: " –Yûnus, evlâdım! Bir meyvenin olgunlaştığını kendisi bilemez. Onu ancak bahçıvan bilir. Bunun gibi bir talebenin kemâlini de en iyi hocası bilir, fakat gayretlerine devam etmesi ve kendisinde bir varlık hissetmemesi için belli bir mertebeye kadar ondan hakîkati gizleyerek onu daha ilerlere götürür! " dedi. Yûnus'un Şiir Söylemesi Talebesi Yûnus Emre'yi daha birçok mânevî merhalelerden geçiren Taptuk Emre Hazretleri, mürîdleriyle sohbet eylediği bir gün ona: " –Evlâdım Yûnus! Bize hikmetli bir şiir söyle! " dedi. Böyle bir emirle ilk defa karşılaşan Yûnus Emre şaşırdı: " –Hocam! Ben ilahi söylemeyi bilmem! " mukâbelesinde bulundu. Taptuk Hazretleri tekrar: " –Haydi Yûnus, bize bir şiir söyle! " dedi. Yûnus Emre o âna kadar hiç şiir terennümünde bulunmamıştı. Şeyhinin emrini nasıl yerine getireceğini derin derin düşünürken bir anda dili çözüldü, gönlünde mevcud sükût ve sükûn hâlindeki hikmet deryâsı tuğyân etti ve kelimelerin muhtevâsına şiir halinde akmaya başladı:
24
Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni Ben yanarım dün ü günü, bana seni gerek seni Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim Aşkın ile avunurum, bana seni gerek seni Sûfîlere sohbet gerek, âhîlere ahret gerek Mecnûnlara Leyli gerek, bana seni gerek seni Yûnus'durur benim adım, gün geldikçe artar odum İki cihânda maksûdum, bana seni gerek seni Hazret-i Yûnus, derûnundaki bu Allâh muhabbetinin diğer bir tezâhürü olarak Hazret-i Peygamber - sallallâhü aleyhi ve selem-'in aşkıyla da yanıp tutuşmuştu. Bunu da şöyle dile getirdi: Aşkın ile aşıklar, yansın ya Rasûlallâh! İçip aşkın şerabın, kansın ya Rasûlallâh! Şol seni sevenlere, kıl şefâat anlara, Mü'min olan tenlere cansın ya Rasûlallâh! Aşıkım ol dildâre, bülbülem şol gülzâre, Seni sevmeyen nâre yansın ya Rasûlallâh! Bundan sonra Yûnus Emre'nin gönül iklîminden o meşhûr sehl-i mümtenî tarzındaki eşsiz terennümler ardarda sâdır oldu.
26
Yûnus Emre, devrinde cereyân eden, insanların birbiriyle nefsânî mücâdelesindeki asıl sebebin aşksızlık ve bunun netîcesi olarak da muhabbet eksikliği ve duygusuzluk olduğunu görmüştü. Böylece o bu eksiği gidermek için te'sîri zamanımıza kadar devam eden kuvvetli bir nefha (nefes) halinde Anadolu toprağı üzerinde esti ve Rumeli'den Orta Asya'ya kadar her yangın yerinde yeniden bir neşv u nemâ bereketi hâsıl eden mümbit yağmur bulutları gibi feyizli bir vazîfe îfâ etti. O, kendisinin aşk, vecd ve istiğrâk hâlinde yanışını şu şekilde arz eder: Ben yürürüm yâne yâne aşk boyadı beni kâne, Ne âkilem ne dîvâne; gel gör beni aşk n'eyledi? Gah eserim yeller gibi, gah tozarım yollar gibi, Gah çağlarım seller gibi, gel gör beni aşk n'eyledi? Aşk yoluna girenlere şu şekilde hitâp eder Yûnus: Canını aşk yoluna, vermeyen âşık mıdır? Cehd eyleyüp ol dosta ermeyen âşık mıdır? Nefs arzusundan geçüp, aşk kadehinden içüp, Sohbetlerde baş çatup durmayan âşık mıdır? Yûnus imdi ol dostun cefâsına sabreyle, Yüreğine aşk odun urmayan âşık mıdır? Yûnus Emre, aşksız bir gönlün kuruluğunu terennüm eder: İşitin ey yârenler, aşk bir güneşe benzer. Aşkı olmayan gönül, misali taşa benzer!
28
Yûnus Emre Hazretleri, bu terennümleriyle insanları düşünmeye, duymaya ve bilhassa kendilerini muhâsebe etmeye sevk etti. O, rûhânî bir dille insanın gönlündeki mânevî enerjiyi bütünüyle harekete geçirmesini bildi. Neticede acıları tada, bala çeviren bir mânevîyat kahramanı oldu. Çünkü o ballar balını bulmuştu: Canlar cânını buldum; bu canım yağma olsun! Assı ziyandan geçtim; dükkanım yağma olsun! Varlık çün sefer kıldı, dost andan bize geldi Vîrân gönül nûr doldu; cihânım yağma olsun! Ballar balını bulan Yûnus, gönlüne hitâp sadedinde herkesi bu mânevî lûtfun bahşedildiği dost kapısına, yani Rabbe davet etmeye başladı: Gel gidelim cân durmadan, sûret terkini urmadan, Araya düşman girmeden, gel dosta gidelim gönül Ölüm haberi gelmeden, ecel yakamız almadan, Azrâil hamle kılmadan, gel dosta gidelim gönül! Gerçek erene varalım, Hakk'ın haberin soralım, Yûnus Emre'yi alalım, gel dosta gidelim gönül! Hakiki ilim mektepte ve medresede alınan bilgiler değildir. Onlar hakiki ilme ancak birer vasıta olabilirler. Hakiki ilim, kainatın esrarlı bir kitap haline gelip gönülde okunmasıdır. Bunun dershanesi de, muhabbet ve aşktır.
30
Bunun içindir ki Yûnus Emre Hazretleri, ilmi gâye edinmedi. Onu ancak bir vasıta olarak kullandı. Onun bu husûstaki ifâdeleri, ayrı bir mânâ ve sır ile doludur: İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, Sen kendin bilmezsin, bu nice okumaktır? Okumaktan mânâ ne, kişi Hakk'ı bilmektir, Çün okudun bilmezsin, ha bir kuru emektir! Yigirmi dokuz hece, okursun uçtan uca, Sen elif dersin hoca, mânâsı ne demektir? Yûnus, bir gönle girmenin ehemmiyetinin idrakindedir: Yûnus Emre der hoca, gerekse var bin hacca, Hepisinden iyice, bir gönüle girmektir! O, mârifetullâh kitâbını okumuştur: Âlimler kitap düzer, karayı aka yazar, Gönüllerde yazılır, bu kitâbın sûresi Yaşanmaktan uzak gâfilâne bir ilim tahsîlîni kabul etmez: Dosttur bizi okuyan, üstümüzde şakıyan Şimdi üç buçuk okuyan derin danışman olur,
32
Yûnus, zühdü, yani dünyaya müstağnî kalma tavrını şöyle ifâde eder: Başında aklı olan ücrete amel itmez, Hûrîlere aldanmaz, göz ile kaştan geçer! Âriflere bu dünya, hayal ü düş gibidir Kendisini sana veren hayal ü düşten geçer! Yûnus Emre, yazmış olduğu şiirlerinde bu âleme âit günü birlik mevzûlara pek fazla yer vermemiştir. O, beşerin kader yolu üzerinde oturarak Allâh'a îman, münâcât, dini meseleler, kabir, ömrün fâniliği, aşkullâh, nasîhatler ve yüce gâye gibi ulvî hususları dile getirmiştir. O, her yerde, her şeyde ve her nefeste Allâh'ın zikrini duymuş, nice dilsiz zannedilen varlıkların harfsiz ve kelimesiz söyleye geldikleri ulvî ve lâhûtî sadâları işiterek terennümlerde bulunmuştur. O: " Dünyada garip bir yolcu gibi ol! " hadis-i şerifine imtisâl eden garip bir derviştir. Der ki: Acep şu yerde var m'ola şöyle garip bencileyin? Bağrı başlı, gözü yaşlı şöyle garip bencileyin? Bir garip ölmüş diyeler üç günden sonra duyalar, Soğuk su ile yuyalar şöyle garip bencileyin!.. Hey Emrem Yûnus bîçâre, bulunmaz derdine çare, Var imdi gez şardan şara şöyle garip bencileyin!.. O, bu dünya hapishânesinde yaşanan gurbet hâlini ve bu hâl dolayısıyla karşılaştığı nice elem ve keder tecellîlerini, husûsiyle Hüsn-i Mutlak'dan ayrılığını bülbüle sitem ile
34
şöyle ifâde eder: Sen bunda garîb mi kaldın, niçin ağlarsın ey bülbül? Yorulup iz mi yanıldın, niçin ağlarsın ey bülbül? Karlı dağlar mı aştın, derin ırmaklar mı geçtin? Yârinden ayrı mı düştün, niçin ağlarsın ey bülbül? Bir başka şiirinde de bu gurbet âleminde herkesin irfân ve esrâr-ı ilâhî iklîmine giremediğini ifâde sadedinde mânevîyat yolculuğundaki yalnızlığını ve ancak yâr ile mütesellî olduğunu söyler: Ben bir aceb ile geldim, kimse hâlim bilmez benim! Ben söylerim ben dinlerim, kimse dilim bilmez benim! Benim dilim kuş dilidir, benim ilim dost ilidir, Ben bülbülüm dost gülümdür, bilin gülüm solmaz benim! Varlığın aldatmacasından kurtulan Yûnus Emre Hazretleri, mal ve mülke, onlara esir olurcasına düşkün insanları ne güzel îkâz eder: Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi? Mal da yalan mülk de yalan; var biraz da sen oyalan! Hayatın kısalığını da bir beyitte hulâsa eder: Ana rahminden geldik pazara; Bir kefen aldık döndük mezara!..
36
Ayrıca bu aldanış mekânına konup göçenlerin halini ise ne güzel aksettirir: Yalancı dünyâya konup göçenler, Ne söylerler ne bir haber verirler!.. Üzerinde türlü otlar bitenler, Ne söylerler ne bir haber verirler!.. Kiminin başında biter ağaçlar, Kiminin başında sararır otlar, Kimi mâsûm, kimi güzel yiğitler Ne söylerler ne bir haber verirler!.. Toprağa gark olmuş nâzik tenleri, Söylemeden kalmış tatlı dilleri, Gelin duâdan unutman bunları Ne söylerler ne bir haber verirler!.. Kimisi dördünde, kimi beşinde, Kimisinin tâcı yoktur başında, Kimi altı, kimi yedi yaşında, Ne söylerler ne bir haber verirler!.. Kimisi bezirgân, kimisi hoca, Ecel şerbetini içmek de güç a! Kimi ak sakallı, kimi pîr koca Ne söylerler ne bir haber verirler!.. Yûnus der ki gör takdîrin işleri Dökülmüştür kirpikleri kaşları Başları ucunda hece taşları Ne söylerler ne bir haber verirler!..
38
Yûnus Emre Hazretleri, bir " sehl-i mümtenî " (imkansız derecede güç olan kolay söyleyiş) şeklinde terennüm ettiği şiirleriyle tefekkür ve tahassüs derinliği bakımından halkın rûhunu asırlarca beslemiş feyyaz bir menbâdır. Uçsuz bucaksın bir deryâdır. İnsan onun şiirlerini duyduğu zaman ilk anda: " –Ne kadar basit! Elbette ben de böyle bir şiir söyleyebilirim! " gibi bir hisse kapılır. Lâkin o kadar derin bir fikri böylesine basitçe ifâde etmek, her kula müyesser olabilecek bir kâbiliyet değildir. Meselâ: Ete kemiğe büründüm Yûnus diye göründüm! ifâdesi buna güzel bir misâldir ki, bu küçücük cümle tasavvufu baştan başa hulâsa etmektedir. Yûnus Emre'nin İrşâd Vazifesi Yûnus " Feyiz alamadım " diye şeyhinden kaçtıktan sonra, karşılaştığı dervişlerle başından geçen macera üzerine kendi mertebesini anlamış, şeyhinin büyüklüğünü tasdik ederek dergaha dönmüş ve eşiğe yatarak kendisini affettirmişti. Fakat, Tapduk Emre Hazretleri: " Mertebeni öğrendin, artık burada duramazsın. Âsâmı attığım yere gider, orada insanları irşâd edersin. " der. Rivâyete göre Yûnus, tam beş yıl hocasının âsâsını arar ve onu Karaman'da bulur. (Halk Rivayeti)
40
Mevlana demiş ki: "İlahi menzillerden her hangisine vardıysam bir Türkmen kocasının izini önümde buldum ve onu geçemedim." Bundan muradları Yûnus Emre'dir. (Köstendilli Süleyman Efendinin Bahr-ül-vilaye'sinde).Yûnus Emre, devrinde cereyân eden, insanların birbiriyle nefsânî mücâdelesindeki asıl sebebin aşksızlık ve bunun netîcesi olarak da muhabbet eksikliği ve duygusuzluk olduğunu görmüştü. Böylece o bu eksiği gidermek için, te'sîri zamanımıza kadar devam eden, kuvvetli bir nefha (nefes) halinde Anadolu toprağı üzerinde esti ve Rumeli'den Orta Asya'ya kadar her yangın yerinde yeniden bir neşv u nemâ bereketi hâsıl eden mümbit yağmur bulutları gibi feyizli bir vazîfe îfâ etti. Yûnus Emre Hazretleri, bu terennümleriyle insanları düşünmeye, duymaya ve bilhassa kendilerini muhâsebe etmeye sevk etti. O, rûhânî bir dille insanın gönlündeki mânevî enerjiyi bütünüyle harekete geçirmesini bildi. Neticede acıları tada, bala çeviren bir mânevîyat kahramanı oldu. Çünkü o ballar balını bulmuştu: Canlar cânını buldum; bu canım yağma olsun! Assı ziyandan geçtim; dükkanım yağma olsun! Varlık çün sefer kıldı, dost andan bize geldi Vîrân gönül nûr doldu; cihânım yağma olsun! Gel gidelim cân durmadan, sûret terkini urmadan, Araya düşman girmeden, gel dosta gidelim gönül Ölüm haberi gelmeden, ecel yakamız almadan, Azrâil hamle kılmadan, gel dosta gidelim gönül! Gerçek erene varalım, Hakk'ın haberin soralım, Yûnus Emre'yi alalım, gel dosta gidelim gönül!
42
Yûnus yolların tozuna toprağına bulanarak yüzlerini seçmeye, gönüllerini görmeye çalıştığı insanlara âhiretin, asıl vatanın kokusunu taşıdı. İnsanı fânî bir varlık olarak öğüten dünya değirmeninden kurtararak, en ulvî makama yükseltmek için yola çıkmıştı. Bu ulvî makama ulaşmanın ilk şartı; bu dünyanın gurbet, insanın da bu dünyada garîb olduğunu bilmesi, dünyayı avuçlamaya ve onu zimmetine geçirmeye çalışmamasıdır. Ömür atılmaya hazır, gerilmiş bir ok gibi her an yayından atılmaya fırlamaya hazırdır. Onu geri çevirmek, ona engel olmak mümkün değildir. Oku yayından fırlamış kabul etmek gerekir. Senin ömrün ok gibi yay içinde dopdolu Dolmuş oka ne durmak ha sen ânı attın tut Yorulmadı, usanmadı, bıkmadı Yûnus. Yollar hep açık, hep düz değildi, çok iniş – çıkışlar, çok yokuşlar çok kıvrımlar vardı. Yolunu kesen çok oldu. Karşısına dikilip suâl eden, hesap soran çok oldu. Fakat o yolunu yol bildi. Niyetinden sapmadı, taşlara aldırmadı. Âsânın peşinden seğirt demişti üstâdı, o da gün be gün yaşının ilerlemesine, kimsesizliğine, evsiz yurtsuzluğuna, takâtinin kesilmesine, dizinin bağının çözülmesine aldırış etmeden devam etti yoluna. Yûnus hangi yolu seçmiş olursa olsun, herkes için değişmeyecek doğruları daha açık ve anlaşılır bir şekilde söyledi: Çalış, kazan ye, yedir Bir gönül ele geçir Yüz kâbeden yeğrektir Bir gönül ziyareti Yûnus ruhu terbiye etmeyen, ahlâkı güzelleştirmeyen, insanı iyiliğe sevk etmeyen, aşksız – şevksiz yapılan zâhirî ibadetlerin anlamsızlığını ısrarla anlatıyordu:
44
Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil Yetmiş iki millet dahî elin yüzün yumaz değil Er odur ki alçak dura, ayık odur yola vara Göz odur ki Hakk'ı göre, gündüz gören göz değil Bundan rahatsız olup Yûnus'un ibadetleri hafîfe aldığı zannına kapılıp, sözlerini ta'n edenler oldu. Yûnus için nâm peşinde değildi, bu sebeple adının iyi veya kötü anılması fark etmiyordu. Onun için önemli olan anlattığı dâvânın doğru anlaşılmasıydı. Bundan dolayı basîret ve firâsetle hareket ediyordu. Yûnus Emre'nin Vefâtı Yûnus Emre'nin nerede öldüğü ve mezarının nerede olduğu da kesin olarak bilinmemektedir. Yûnus'un mezarı olduğu söylenen epeyce yer vardır.Kula (Manisa), Sarıköy (Eskişehir), Karaman, Bursa, Çayköy (Afyon- Sandıklı), Tuzcu (Erzurum), Keçiborlu (Isparta), Uluborlu (Isparta), Aksaray, Ünye(Ordu), Sivas, Tire (İzmir), Kırşehir, Bolu ve daha başka yerlerde Yûnus'un yattığı ileri sürülen mezarlar bulunmaktadır. Hiç şüphesiz, bunlar kabir (mezar) değil, birer makamdır. Tük halkı yer yer, çok sevdiği Yûnus için makamlar meydana getirmiştir. Yûnus emre'nin nerede yaşadığı ve nerede yattığı hususundaki münakaşalar devam etmektedir. Çünkü Yûnus Emre ayarındaki çok büyük şahsiyetler, şu veya bu şehrin veya bölgenin değil, bütün Türkiye'nin, hatta bütün Türk dünyasının kendine mâl ettiği şahsiyetlerdir. Yattıkları yer ise, bütünüyle Türk milletinin kalbidir. Yûnus Emre'nin nereli olduğu nerede tahsil gördüğü, nerelerde bulunduğu, nasıl yaşadığı hususlarında elde kesin bilgi yoktur. Ballar balını bulan Yûnus, gönlüne hitâp sadedinde herkesi bu mânevî lûtfun bahşedildiği dost kapısına, yani Rabbe davet etmeye başladı:" –Yûnus! " dedi., tekrar haber yolladı:
51
Can AKIN Düsseldorf ŞAİR VE FOTOĞRAF SANATÇISI Mr_canakin@yahoo.co.uk Mr_canakin@hotmail.com TIKLAYINIZ… http://www.turklider.org/TR/EditModule.aspx?tabid =1038&mid=8373&ItemID=13072&ItemIndex=0 Dr. Rahmi Oruc Güvenc, Emre Başaran, Hande Odabaş, Serap Çelik, Gonca Ramoğlu, Can Akın, Yusuf Demirel, Uygar Acar, Aniol Gonzales Alfonso, Ivonne Ehrbar, Margarete Hetzer, Andrea Güvenc, Philippe Schoch, Ornella
Benzer bir sunumlar
© 2024 SlidePlayer.biz.tr Inc.
All rights reserved.