İŞ SÖZLEŞMESİNİN HAKSIZ FESHİNE İLİŞKİN ÖNGÖRÜLEN CEZAİ ŞART VE BU MAHİYETTE ÖDEMELER MAHMUT SALİH KOÇAK MELİKŞAH ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ÖZEL HUKUK ANABİLİM DALI
GENEL OLARAK CEZAİ ŞART Bir hukuki ilişkiden doğan borcun gereği gibi ifa edilmesinin alacaklı açısından önemi açıktır. Sosyal ve ticari hayatta kişiler arasındaki ilişkiler her geçen gün gelişip daha da karmaşık bir yapıya sahip oldukça, tarafların birbirlerine karşı olan yükümlülüklerine riayet etmesinin önemi daha da artmaktadır. Bu nedenle alacaklarını güvence altına alabilmek ve borçluyu borca uygun davranmaya zorlamak için alacaklılar, ceza koşulundan yararlanma yolunu tercih etmektedirler. Ceza koşulunun mevcut veya doğması muhtemel bir borcu temin etme bakımından en önemli işlevi, borçluyu zamanında, yerinde ve dürüst ifaya zorlamasıdır. Yukarıda anılan sebeple, ceza koşulu özel hukukun hemen her alanında karşımıza çıkmaktadır. Özellikle, kişiler arası iş ilişkilerini düzenleyen iş hukukunda ceza koşuluna hem bireysel hem de toplu iş sözleşmelerinde sıkça yer verilmektedir. Cezai şart, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 158. maddesinde düzenlenmekteydi sayılı yeni Borçlar Kanunu’nda ise 179. vd. maddelerinde düzenlenmiş olup, ceza koşulu adını almıştır. Bu maddelere göre taraflar, sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi ihtimaline karşı ceza koşulu kararlaştırarak, borcun ihlali halinde söz konusu cezanın ödenmesini talep edebilmektedirler. Yeni adıyla ceza koşulu, TBK’nın özel borç ilişkilerinde yer alan hizmet sözleşmelerinde de düzenlenmiştir. İşbu düzenleme 420. maddede yer almakta olup iş hukuku kapsamında da uygulanmaktadır. Keza 4857 sayılı İş Kanunu’nda buna ilişkin özel bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu kapsamda hizmet sözleşmelerinde sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir.
A- BORÇLAR HUKUKU GENEL HÜKÜMLER ANLAMINDA CEZA KOŞULU (CEZAİ ŞART)
1- KAVRAM VE AMACI Alacaklı alacağını, borçlunun sözleşme ile kararlaştırılmış olan edimi yerine getirmeme veya gereği gibi ifa etmeme ihtimaline karşılık, söz konusu edimi güvence altına alma ya da kuvvetlendirme yollarına başvurmak isteyebilir. Bu yollardan biri de; rehin ve kefalet gibi teminat sözleşmelerinin yanı sıra, edimin sözleşmeye uygun bir şekilde ya da hiç ifa edilmemesi durumunda borçluya belirli bir miktar para ödeme taahhüdünü kabul ettirilmesi şeklinde olabilir. Borcun yerine getirilmesi aşamasında bir zorlukla karşılaşmaktan çekinen alacaklılar, zararı ispat şartına bağlı olmayan bir yaptırımı sözleşme aracılığı ile borçluya kabul ettirdikleri takdirde kendilerini daha güvende hissederler. Borçlu, borcunu ihlal ettiği takdirde alacaklıya ödemeyi taahhüt ettiği ceza hususundaki anlaşmaya ceza koşulu (cezai şart) denir. Bu durumda ödenecek cezaya da sözleşme cezası denilmektedir. Yukarıdaki açıklamadan anlaşılacağı üzere, ceza koşulu, borçluyu borca uygun davranmaya sevk etmeyi amaçlar. Borçlu borca aykırı davrandığı takdirde, sözleşmede öngörülmüş olan ceza koşulunu ödemek zorunda kalacağını ve bu durumda malvarlıksal zorluğa düşeceğini göz önünde bulundurarak borca uygun davranacaktır. Örneğin inşaatı yirmi dört ay içinde tamamlayacağını taahüt eden yüklenici, teslimde gecikeceği her gün için on bin TL. ceza ödeyeceğini kabul etmişse inşaatı zamanında bitirmeye gayret edecek, aksi durumda kendisi için ağır bir mali yük teşkil eden cezayı ödemek durumunda kalacaktır. Ceza koşulu ekonomik değer taşıyan bir edim olup genellikle bir miktar para olarak kararlaştırılmaktadır. Bu miktar taraflarca TBK m. 182 sınırları içinde serbestçe belirlenebilir. Manevi değerlerin ceza koşulu olarak belirlenmesi mümkün değildir. Çünkü bu tip değerlerin cebri icra yolu ile takibi söz konusu değildir. Ceza koşulu ile kuvvetlendirilen borç, para borcunun yanı sıra her nevi borç olabilir.
2- HUKUKİ NİTELİĞİ Ceza koşulu, asıl alacağı kuvvetlendirmeyi amaçladığı için öncelikle kuvvetlendirecek asıl borcun mevcut olması gerekir. Asıl borç yoksa ceza koşulundan da söz edilemez. Bu nitelik kapsamında ceza koşulunun asıl borca bağlı bir yan borç olduğunu söyleyebiliriz. Asıl borç hukuki işlem neticesinde doğabileceği gibi, sebepsiz zenginleşmeden, haksız fiilden ve hatta nafaka borcu gibi aile hukukundan da doğabilir. Ceza koşulu, daima mevcut bir borç ilişkisinden kaynaklanan, bir tür geciktirici koşula bağlı edim borcudur. Sözleşme cezası ödeme borcu geciktirici şarta bağlı borç olduğu halde, kanunda özel hükümlerle öngörüldüğünden (TBK. m ), koşullara ilişkin TBK. m hükümlerinden önce bu özel hükümlere tabidir. Nitekim ceza koşulunda, koşula bağlı borçlara ilişkin hükümler de konu ile ilgili özel hükümlerde boşluk olması halinde niteliğine uygun düştüğü ölçüde uygulanabilir.
3- CEZA KOŞULUNUN TABİ OLDUĞU ŞEKİL Ceza koşulu ya asıl sözleşmenin yapıldığı anda asıl sözleşmenin bir parçası olarak içinde yer alır ya da daha sonra, ayrı bir sözleşme ile kararlaştırılır. Kanun her ne kadar ceza koşulunun bağlı olduğu şekil hakkında özel bir düzenleme içermese de, asıl borca uygulanacak şekle ilişkin hükümler burada da geçerli olmalıdır. Örneğin bir taşınmaz satışı için öngörülen ceza koşulu da satış sözleşmesinin tabi olduğu resmi şekilde yapılmalıdır. Asıl borcun şekle tabi olmadığı durumlarda ise ceza koşulunun da herhangi bir şekle bağlı olmadığını söyleyebiliriz.
4- CEZA KOŞULUNUN TÜRLERİ a- SEÇİMLİK CEZA KOŞULU Ceza koşulunun bu türü, TBK m. 179/1 hükmünde şu şekilde düzenlenmiştir. “Bir sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi durumu için bir ceza kararlaştırılmışsa, aksi sözleşmeden anlaşılmadıkça alacaklı ya borcun ya da cezanın ifasını isteyebilir.” Bu hükme göre, sözleşmede, borçlunun borca aykırı davranması halinde ya borcunu sözleşmeye uygun olarak ifa etmesi ya da ceza koşulunu yerine getirmesi taraflarca kararlaştırılmış olabilir. Bu hükme göre, aynı maddenin bir sonraki fıkrasında düzenlenen “ifanın zamanında veya yerinde” yapılmaması şeklindeki borç ihlalleri hariç olmak üzere, bütün borca aykırılıklarda alacaklı ifa ya da cezadan herhangi birini isteyebilir. Ancak hem cezayı hem de asıl borcun ifasını aynı anda isteyemez.
TBK m. 179/1 hükmü, borçluya borca aykırı davranarak ve ifası gereken edim yerine taraflarca belirlenen ceza koşulunu ödemek suretiyle borçtan kurtulmak için seçimlik bir hak tanımamaktadır. Alacaklı, sözleşmede ceza koşulu kararlaştırılmış olmasına rağmen, borca aykırı davranan borçludan aynen ifayı talep edebilir. Bu nedenle TBK m. 179/l hükmü, borçlunun aynen ifa ya da taraflarca kararlaştırılmış olan ceza koşulundan hangisinin yerine getireceğine karar verme yetkisini alacaklıya vermiştir. Seçimlik hak borçluya değil alacaklıya tanınmıştır ve bu nedenle ceza koşulunun bu türüne “seçimlik ceza koşulu” adı verilmektedir. Alacaklı, ilgili edimin ifası kendisine usulüne uygun olarak teklif edilinceye kadar ifa yerine cezayı seçtiğini bildirebilir. Alacaklı sözleşme ile kararlaştırılmış olan cezayı talep ettikten sonra, kararını değiştiremez. Cezayı istediğini bildiren alacaklı, artık ifayı isteyemez. Ancak cezayı istediğini bildiren alacaklı, gerçek zarar cezadan çok fazla ise aradaki farkı talep edebilir. TBK. m. 179/l hükmü, emredici değil düzenleyici nitelik taşıyan bir kuraldır. Bu nedenle aksi taraflarca kararlaştırılabilir. Örneğin taraflar ifa etmeme halinde alacaklı tarafından yalnızca ceza koşulunun talep edilebileceğine karar verebilirler. Nitekim maddede yer alan “aksi sözleşmeden anlaşılmadıkça” ifadesiyle de bu husus açıkça ortaya konmuştur.
b- İFAYA EKLENEN CEZA KOŞULU (İFAYLA BİRLİKTE İSTENEBİLECEK SÖZLEŞME CEZASI) Bazı borca aykırılık hallerinde alacaklının hem ifayı hem de cezayı bir arada isteyebilmesi durumu söz konusu olabilir. Bu durum TBK m. 179/2’de “Ceza, borcun belirlenen zaman veya yerde ifa edilmemesi durumu için kararlaştırılmışsa alacaklı, hakkından açıkça feragat etmiş veya ifayı çekincesiz olarak kabul etmiş olmadıkça, asıl borçla birlikte cezanın ifasını da isteyebilir.” şeklinde düzenlenmiştir. İfaya eklenen ceza koşulunda, söz konusu koşulun gerçekleşmesi durumunda alacaklı hem edimin ifasını hem de cezayı talep eder. Burada taleplerin toplanması söz konusudur. Bu durum pratikte özellikle rekabet yasağı ve bu yasağa aykırılık hallerinde görülür. Seçimlik ceza koşulunun aksine, alacaklı burada ya asıl borcun konusu olan edimin ifasını ya da sözleşme cezasını talep etmek zorunda bırakılmamıştır. Alacaklı yukarıda açıklandığı üzere her ikisini de talep etme yetkisine sahiptir. Örneğin: İnşaat işini zamanında teslim etmeyen yüklenicinin, geciktiği her gün için bin TL. ceza koşulu ödeyeceği taraflarca kararlaştırılmışsa, alacaklı hem inşaat işinin devam edip tamamlanmasını hem de gecikilen her gün için sözleşme cezasının ödenmesini talep edebilir.
İfayla birlikte istenebilecek sözleşme cezasını düzenleyen kanun hükmü de emredici değildir. Taraflar bunun dışındaki borç ihlallerinde de ifa ve cezanın birlikte istenebilmesini kararlaştırabilirler. Diğer yandan, belirli bir yerde veya zamanda ifa etmeme durumları için ceza kararlaştırıldığı hallerde ifa veya cezadan yalnızca birinin talep edileceğini de kabul edebilirler. Fakat aksi sözleşmeden anlaşılmadığı takdirde zamanında veya yerinde ifa etmeme halleri için kabul edilmiş bir ceza koşulu varsa, hem ifanın hem de cezanın birlikte talep edilmesi esası uygulanır (TBK m. 179/2). BK m. 179/2 de yer alan düzenlemeye göre, ifaya eklenen ceza koşulu, borcun zamanında ve yerinde ifa edilmemesi olmak üzere borca aykırılığın iki haliyle sınıRlandırılmış olmasına rağmen, tarafların sözleşme ile bunların dışındaki hallerde de ceza koşulu kararlaştırmaları mümkündür. Örneğin: Teslim edilen taşınabilir malın ayıplı çıkması durumunda, alacaklıya ayıpsız malın teslimini ve bunun yanı sıra teslim tarihine kadar geçen süre için ceza koşulu kararlaştırılması mümkündür.
Borçlunun temerrüde düşmesi neticesinde ifaya eklenen ceza koşulunun muaccel olduğu bir borç ilişkisinde, asıl borcun başkası tarafından üstlenilmesi veya alacağın temliki ile yeni borçlu veya yeni alacaklıya geçmesi halinde ceza koşulu da asıl borç gibi kendiliğinden geçmez. Ayrıca bu hususta da tarafların anlaşması gerekir. Nitekim asıl borcun takas veya ibra neticesinde ortadan kaldırılması, muaccel olmuş sözleşme cezasını ödeme borcunu bertaraf etmez. Lakin asıl borç ilişkisinin geçersizliği, iptal edilmesi, sözleşmeden geçmişe etkili dönülmesi halleride; muaccel olmuş ceza hükümsüzleşir. Gecikmiş ya da yerinde yapılmamış ifayı, alacaklı ihtirazi kayıt koymadan kabul ederse, TBK m. 179/2 hükmünden de açıkça anlaşıldığı üzere, cezayı talep etme hakkını kaybeder. Bu hak kaybını önlemek için alacaklı ya ifayı kabul etmeden ya ad en geç ifa anında, ifaya eklenen cezayı da istemeli veya kabul sırasında bu hakkını saklı tuttuğunu beyan etmelidir.
c- İFA YERİNE CEZA KOŞULU (DÖNME CEZASI) TBK. m. 179/3 hükmüne göre “Borçlunun, kararlaştırılan cezayı ifa ederek sözleşmeyi, dönme veya fesih suretiyle sona erdirmeye yetkili olduğunu ispat etme hakkı saklıdır.” Maddenin bu niteliği ceza koşulunun amacından farklı bir düzenleme öngörmektedir. Daha önce açıklandığı üzere, ceza koşulunun amacı, borçlunun borca uygun hareket etmesini garanti altına almaktır. Fakat anılan düzenlemeye göre borçluya, ifa yerine bizzat ceza koşulunu ödemek suretiyle borçtan kurtulma imkanı veren bir seçimlik hak tanınmıştır. Bir diğer deyişle, burada borçlunun borca aykırı davranışı söz konusu olmamakta, ceza koşulu ifanın yerini almaktadır. İfayı yerine ceza koşulunun aslında gerçek anlamda bir ceza koşulu olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü burada amaç borcun kuvvetlendirilerek teminat altına alınması ve bu suretle ifanın sağlanması değil, aksine borçlu dilerse cezayı ödemek ve sözleşmeden dönmek suretiyle borçlunun durumunun kolaylaştırılmasıdır. Bu işlevi yönünden dönme cezası daha çok cayma parasına benzer nitelik taşımaktadır.
Borçlunun ifa yerine ceza koşulu sayesinde gerekçe göstermeden sözleşmeden dönebilmesi için, söz konusu ceza miktarını ödemeyi teklif etmesi ya da ödemiş olması gerekmektedir. Bu gerçekleşmeden, yalnızca dönme bildiriminde bulunmak sözleşme bağını ortadan kaldırmaz. İfayı engelleyen ceza koşulunun varlığını öne sürerek sözleşmeden dönen borçlu, bu koşulun varlığını ispat etmekle yükümlüdür. Rekabet yasağına aykırılık halinde ödenecek dönme cezasına ilişkin olarak, TBK. m. 446/3’te bir karine öngörülmüştür. Buna göre, kural olarak işçi belirlenen ceza miktarını ödeyerek yasaktan kurtulabilir.
5- CEZA KOŞULUNUN BORÇLUNUN KUSURU VE ALACAKLININ ZARARI İLE İLGİSİ a- CEZA KOŞULU VE KUSUR Hukukumuzda tazminat isteme hakkı, kural olarak borçlunun kusurlu olması şartına bağlanmıştır. Buna paralel olarak, ceza koşulunun istenebilmesi için de borçlunun borca aykırılıkta kusurlu olması gerekmektedir. TBK. m. 182/2 hükmünde açıkça belirtildiği üzere, taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça, ifa imkansızlığına düşen borçlu cezayı ödemekten de kurtulacaktır. Kusursuz borç ihlallerinin diğer türlerinde de, her biri için kararlaştırılmış cezalar bakımından aynı sonuca varılacaktır. O halde ifa yerine istenen sözleşme cezası, ifanın borçlunun kusuru olmayan bir nedenden imkansızlaşması veya kötü ifanın borçlunun kusurlu davranışından kaynaklanmaması halinde talep edilemeyecek, ifa ile birlikte istenebilen ceza da borçlunun temerrüde düşmekte kusursuz olması veya ifanın kararlaştırılan yerde yapılamamasında kusurunun olmaması halinde istenemeyecektir.
Kusur, türü fark etmeksizin cezanın istenmesini mümkün kılar. Bu bakımdan borçlunun kastı, hafif ihmali veya ağır ihmali, borcun ihlali bakımından fark etmez. Fakat kusurun derecesi, yargıda cezanın indirilmesi bakımından göz önünde bulundurulabilir. Kusuru ispat bakımından, TBK. m. 112’de yer alan ispat hakkındaki düzenlemeye uygun olarak, borç ihlalini ispat etmek suretiyle sözleşme cezasını talep eden alacaklının ayrıca borçlunun kusurlu olduğunu ispat etmesi gerekmeyip, borçlunun kusursuzluğunu ispat edip edemediğine bakılacak ve buna göre cezayı ödemek zorunda kalacak ya da ödemekten kurtulacaktır. Kanunun düzenlediği kusursuz sorumluluk hallerinde, kusur aranmaksızın ceza istenebilecektir. Örneğin ifa yardımcısının ifayı geciktiren, imkansızlaştıran ya da ayıplı hale getiren bir davranışı söz konusu ise, TBK. m. 116 gereğince asıl borçlunun kusuru bulunmaksızın meydana gelen zararı tazminle yükümlü olacağı açıktır. Bu gibi hallerde, sözleşmede borç ihlali için kararlaştırılmış olan ceza, borçlunun kusuru aranmaksızın, alacaklı tarafından talep edilebilecektir.
c- CEZA KOŞULU VE ZARAR TBK. m. 180/1’e göre; “Alacaklı hiçbir zarara uğramamış olsa bile, kararlaştırılan cezanın ifası gerekir.” Kanunun bu hükmünden anlaşıldığı üzere, ortada muaccel olmuş bir ceza koşulunun varlığı halinde, cezanın ödenmesi alacaklının gördüğü zararının derecesine ve hatta zarar görüp görmemesine bağlı değildir. Fakat, zararı olsun olmasın, ceza koşulu uyarınca ceza talep etme hakkı olan alacaklı, borçludan ayrıca uğradığı zararı öne sürerek tazminat isteyemez. Böyle durumlar için yalnızca ceza tutarını aşan zararın giderilmesi istenebilir. Bu kural tüm ceza koşulu çeşitleri (ifa ile birlikte istenen ve ifa yerine geçen) için geçerlidir. Kimi durumlarda, borçlunun borca aykırı davranışı sonucu alacaklının uğradığı zarar, taraflarca kararlaştırılmış ceza koşulunun miktarından fazla olabilir. Bu takdirde alacaklı aşkın zararın giderilmesini borçludan talep etme hakkına sahiptir. Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, zararın tamamının değil, sözleşme cezası olarak kararlaştırılmış miktarı aşan kısmın tazmin edileceğidir. Ancak söz konusu düzenlemenin yer aldığı TBK m. 180/2 hükmü emredici nitelik taşımadığından taraflarca aksi kararlaştırılabilir.
İlgili kanun hükmünden de açıkça anlaşılacağı üzere, ceza miktarını aşan zararın tazmininde hem zararın borçlunun kusuru neticesinde meydana geldiğini hem de aşkın zararın varlığını ispat yükü alacaklıya aittir. Seçimlik ceza koşulu ve ifaya eklenen ceza koşulunda fazla zararın giderilmesi borçludan istenebilirse de, dönme cezasında borçluya ceza miktarını ödemek suretiyle sözleşmeden dönmek üzere seçimlik hak tanınmış olduğu için fazla zararın tazmini istenemez.
5- AŞIRI CEZANIN AZALTILMASI TBK. m. 182/1 e göre taraflar ceza miktarını serbestçe belirleyebilirler. Ancak aynı maddenin 3. Fıkrasında, “Hakim, aşırı gördüğü ceza koşulunu kendiliğinden indirir.” şeklinde bir ifadeye yer verilerek söz konusu ceza miktarının hakim kararı ile azaltılabileceği öngörülmüştür. Her ne kadar, sözleşme cezası miktarının hangi şartlarda aşırı kabul edileceğini ve ne kadar indirime gidileceğini hakim tayin edecekse de, bu değerlendirme yapılırken olayın tüm özellikleri adalet ve hakkaniyet çerçevesinde ele alınacaktır. Özellikle alacaklının, ifa tarafların baştaki anlaşmasına uygun olarak gerçekleşseydi elde edeceği faydayı, borçlunun davranışını, tarafların ekonomik durumunu göz önünde bulundurmalıdır. Hakim bu çerçevede hakkaniyete aykırı gördüğü ceza tutarını, ceza koşulunun borçluyu borcu ihlalden caydırıcı gücünü de dikkate alarak makul bir miktara indirmelidir. Yalnızca ceza tutarının alacaklının uğradığı zarardan fazla olması bir indirim sebebi değildir.
Bu kurala istisna teşkil eden bir durum TTK. M. 22’de düzenlenmiştir. Bu hükme göre, tacir sıfatını taşıyan borçlunun aleyhine konulmuş ceza koşulu tutarı indirilemez. Ceza miktarı aşırı olsa dahi hakim, tacir borçlu aleyhine konulmuş sözleşme cezasını indiremeyecektir. Bu hükmün uygulanmasında ceza koşulunun ticari bir borcu konu edinmesi yeterli değildir. Borçlunun tacir sıfatını taşıması gerekir. Özetle, ceza koşulunun miktarında indirime gidilebilmesi için, öncelikle geçerli bir ceza koşulu akdinin varlığı, borçlunun tacir sıfatının bulunmaması, ceza koşulunun muaccel olması ve ceza koşulunun aşırı miktarda yüksek olması şartlarının bir arada bulunması gerekir. Hakimin önüne gelmiş olan dosyada, borçlunun talebi olmaksızın, dosya içeriğinden ceza koşulunun fahiş olduğunu belirleyerek re’sen cezadan indirime gidip gidemeyeceği hususunda doktrinde farklı görüşler vardır. Bazı yazarlar TBK. m. 182/3. maddesinin ifade şeklinden hareketle, bu hükmün kamu düzenine ilişkin bir düzenleme olduğu sonucuna varmaktadırlar. Bu görüşe göre borçlunun indirim talebi aranmaksızın hakim cezanın fahiş olduğunu tespit ve re’sen indirmekle yükümlüdür. Uygulamada benimsenen görüşün bu yönde olduğunu söylemek gerekir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun söz konusu kanun hükmünün borçlunun istismarını önlemek amacıyla emredici nitelikte bir hüküm olduğunu yönünde kararları mevcuttur.
B- HİZMET SÖZLEŞMELERİNDE CEZA KOŞULU
Hizmet akitlerine ceza koşulu konulması, her türlü hizmet akdi için söz konusu olabilir. Uygulamada ise sıklıkla, hizmet akdinin makul bir sebebe dayanmaksızın haksız feshini önlemek için konulmaktadır. Söz konusu durumda ceza koşulu konulmasında iki hedef vardır. Bunlardan birisi hizmet akdinin uygun olmayan şekilde ve belirlenen süreden (belirli süreli sözleşmelerde) önce feshine karşı bir önleyici şart olarak konulması, diğeri ise bu şarta rağmen hizmet akdinin haksız feshi durumunda doğacak zararların güvence altına alınmasıdır. Hizmet sözleşmelerinde ceza koşuluna yer verilmesi, işçi bakımından daha ziyade işini koruma amacına yönelik bir düzenlemedir. TBK. m. 420/1’e göre: “Hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir.” 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 420. Maddesi ile yasa koyucu, emredici bir hükümle işçiyi ceza koşuluna ve ibraya karşı korunmuştur. Anılan kanun hükmü ile doktrinde tartışılan ve uygulamada kabul edilen görüşler çerçevesinde, cezai şartın geçerliliği konusunda önemli bir düzenleme getirilmektedir. Buna göre hizmet sözleşmesinde işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir. Ancak hizmet sözleşmelerinde işçi lehine ceza koşulu öngörülebilir. Çünkü hüküm nispi emredici nitelik taşımaktadır.
C- İŞ HUKUK ANLAMINDA CEZA KOŞULU
İş hukuku mevzuatında ceza koşuluna ilişkin açık hükümler yer almamaktadır. Bu nedenle, Türk Borçlar Kanunu’nun ceza koşulunu düzenleyen hükümlerinin, iş hukuku ilkelerini göz önünde bulundurarak yorumlanması neticesinde, ceza koşulunun unsurları ve şartları belirlenmiştir. Ceza koşulu hem toplu hem de bireysel anlamda iş hukukunda geniş uygulama alanı bulmaktadır. Ülkemizde uygulamada sıklıkla hizmet sözleşmeleri ve toplu iş sözleşmelerinde ceza koşuluna yer verilmektedir. Özellikle taraflarca iş akdinin yanında ek olarak yaptıkları rekabet yasağı sözleşmelerinde, haklı neden olmaksızın feshin ceza koşuluna bağlanması yerleşik bir teamül haline gelmiştir. Uygulamada toplu iş sözleşmeleri veya iş sözleşmeleri ile öngörülen bazı ödemelerin bir ceza koşulu mu yoksa tazminat mı olduğu tartışmalı bir konudur. Genel olarak tazminat olarak öngörülen ödemelerin çoğu ceza koşulu niteliği taşımaktadır. Yargıtay da, bu ödemelerin taraflarca tazminat adı altında düzenlenmiş olmasına bakmaksızın, mahiyetini dikkate alarak ceza koşulu oldukları yönünde karar vermektedir.
Nitekim bir Yargıtay kararında, işten çıkarmada sıraya uyulmaması halinde işçiye ihbar ve kıdem tazminatının üç katı tutarında ödeme yapılacağını öngören düzenleme ceza koşulu olarak nitelenmiş, bir başka kararda da sayılı İK m. 17/2 hükümleri dışında işçi çıkarıldığı takdirde kıdem tazminatının on katı tutarında iş güvencesi tazminatı ödeneceğine ilişkin toplu iş sözleşmesi hükmü de ceza koşulu olarak nitelendirilmiştir. Yine toplu iş sözleşmelerinde, kötü niyet tazminatı olarak düzenlenen ödemeler de ceza koşulu kabul edilmektedir. İşçinin korunması ilkesi, iş hukukunun temel ilkelerinden biridir. İşçinin işverene ekonomik ve sosyal anlamda bağımlı olması nedeniyle, onun işverene karşı korunması iş hukukunun ana kuralı olarak kabul edilmektedir. Güçlü karşısında güçsüzün korunması hukukun genel ilkelerinden olup, iş hukukunun doğuş nedeni de iş ilişkilerinde güçsüz olan işçinin koruması olmuştur. Bu durum ayrıca anayasamızda yer alan sosyal devlet ilkesinin zorunlu bir sonucudur. Yargıtay’a göre, iş hukukunun işçiyi koruma amacı, işçinin maddi ve ekonomik hakları yanında kişiliğinin ve onurunun korunmasını da kapsamaktadır.
İş akdinde işçinin, işverene ekonomik yönden bağımlı olması sebebiyle, işçinin korunması ilkesi gereği iş sözleşmesinin feshinde daha fazla serbestiden yararlanması gerekir. Bu nedenle kanun koyucu, yasada işçinin fesih hakkının sınırlandırılmasından mümkün olduğunca kaçınmıştır. Dolayısıyla iş akdinin feshine ilişkin yasal düzenlemeler daha çok nispi emredici nitelik taşıdığından, işçinin fesih hakkının sözleşmelerle sınırlandırılması kural olarak mümkün değildir. TBK m. 420/1’e göre hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir. Yargıtay da 6098 sayılı TBK yürürlüğe girmeden önce vermiş olduğu kararlarla, iş akdinde tek taraflı olarak yalnızca işçi aleyhine düzenlenen cezai şartın geçersiz olacağını hükme bağlamıştır. Bunun yanı sıra Yargıtay her iki taraf için de konulmasına rağmen işçi aleyhine kararlaştırılan miktarın işverene kıyasla yüksek tutulması halinde işçi bakımından da düşük miktarda olan cezanın geçerli olacağına karar vermektedir. Bir görüşe göre, belirsiz süreli iş sözleşmelerine, işçi aleyhine ceza koşulu konulması mümkün değildir. Çünkü irade serbestisi ve kişi özgürlüklerinin korunması kapsamında, işçi bakımından bildirimli fesih hakkının kullanımının sınırlamalara tabi tutulması mümkün değildir.
Kanaatimce de, süreli fesih hakkının dayanağı olan “tarafların süresi belirsiz bir sözleşme ile, sonsuza kadar bağlı olmasının” kabul edilemeyeceği gibi, belirsiz süreli sözleşmelerde de bu hakkı sınırlandırır nitelikte bir ceza koşuluna yer verilmeyerek aynı hakkın korunması gerekir. Nitekim iş hukukunda fesih hakkının sınırlanması esas itibariyle işverence yapılacak haksız fesih bakımından düşünülmüş olup, işçinin korunmasını ve sürekliliğinin amaçlar. İşverenlerin ayrıca bir eğitim vermeseler de, işçinin çalıştığı süre boyunca edindiği mesleki bilgi ve tecrübeleri, kendi işyerlerinde kullanmaya devam etmek amacıyla belirsiz süreli iş sözleşmelerinde işçi aleyhine ceza koşuluna yer vermeleri uygulamada sıkça karşılaşılan bir durumdur. Bu tür ceza koşulunun da geçersiz olduğunu söylemek doğru olacaktır. Belirli bir eğitime tabi tutulmayan işçinin, işin görülmesi sırasında bir takım teknik ve mesleki bilgiler edinmesi, o işte tecrübe kazanması hayatın olağan akışı içerisindedir. Aksi halde, işçi her iş ilişkisinde kendini geliştirmiş olacağından, tüm iş sözleşmelerinde ceza koşulu öngörülmesi sonucu doğar ki, bu durum hukuken kabul edilemez. Netice itibariyle iş sözleşmesinde, işveren aleyhine ceza koşulu öngörülmüş olduğu takdirde, sözleşmenin belirli veya belirsiz süreli olması aranmaksızın, işverenin haksız nedenle sözleşmeyi tek taraflı feshetmesi halinde işçi sözleşme cezası talep edebilir.
Buna karşılık işçi aleyhine ceza koşulu kararlaştırılması, ancak işveren aleyhine de kararlaştırılması şartıyla belirli süreli iş sözleşmesinin haksız feshinde mümkün olabilir. İş sözleşmesi haklı nedenle feshedildiği takdirde, sözleşme belirli süreli olsa dahi, her iki tarafa için de ceza koşulu uygulanamaz. Çünkü bu noktada, ceza koşulu, vadeden önce fesih halinde değil hukuka aykırı fesih halinde uygulanan bir yaptırımdır. Nitekim Yargıtay bir kararında, iş sözleşmesinin haksız feshine dayalı ceza koşulunun, taraflardan birince haklı nedenle fesih yapılması halinde talep edilemeyeceğini hüküm altına almıştır. Bazı işyerlerinde, işin niteliği gereği, daha vasıflı ve donanımlı elemanlar çalıştırmak amacıyla, işverenlerce önemli harcamalar yapılmakta, işçilere yurt içinde ve dışında, mesleki kurslar ve eğitimler verilmektedir. Bu eğitim sonucunda işçi vasıf kazanmakta, kendisine olan talebin de artmasıyla iş gücü piyasasında pazarlık gücünü artırmakta ve bundan parasal yararlar sağlayacak duruma gelmektedir. İşveren, işçisine bu yatırımları yaparken o işyerinde daha uzun süre çalışacağını düşünerek para ve kaynak ayırmaktadır. Böyle bir durum söz konusu olduğu takdirde, bir haklı neden olmaksızın sözleşmeyi sona erdiren işçi hakkında tek taraflı da olsa ceza koşulu getirilmesi menfaatler dengesine uygun düşer.
İşçinin, haklı nedenle bir fesih sebebi olmaksızın sözleşmeye tek taraflı olarak son vermesi halinde ödemek zorunda kalacağı sözleşme cezasının, kendisi için işverence yapılan eğitim harcamalarının karşılığı oluşturacaktır. Böyle bir durumun söz konusu olması halinde TBK. m. 420/1 hükmü sözleşmede işçi aleyhine cezai şart konulmasına engel teşkil etmez. Ancak belirtmek gerekir ki, bu şekilde tek taraflı cezai şartın gecerli olabilmesi için, işverenin yapmış olduğu eğitim ve kurs benzeri harcamaların neticesinde gerçekten de işçinin mesleki vasıfları artmış ve bu suretle bir takım kazanımlar elde etmiş olmalıdır. İşçinin yaptığı bu yöndeki masraflarla sözleşmede yer alan süre ve ceza arasında hakkaniyete uygun bir orantı bulunmalıdır. Eklemek gerekir ki, burada işçinin sözleşmeye aykırı davranması halinde ödeyeceği ceza koşulu, işverence kendisi için yapılan eğitim giderleri kadar olup, bu miktarın tespitinde işçinin çalıştığı süre, eğitim alan işçi sayısı da göz önünde bulundurulur. Eğitim giderlerine karşılık olarak öngörülen ceza koşulunun geçerli olabilmesi için, işveren tarafından işçiye yapılan katkıdan ve buna bağlı olarak ekonomik külfet altına girmesinden kaynaklanan haklı bir menfaatinin bulunması, eğitim giderlerinin işveren tarafından kanıtlanması, işçinin söz konusu eğitim sonucu önemli mesleki ve teknik yararlar sağlaması ve anılan giderlerle işçi aleyhine öngörülen ceza koşulu arasında hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gerekir.
İşçiye verilen eğitim, işyerinde, o işyerinin imkanları ve kendi personeli ile veriliyorsa, bu tip bir eğitim karşılığında ceza koşulu kararlaştırılması mümkün değildir. Yine verilen eğitim, iş mevzuatınca öngörülmüş bir eğitimse, bu eğitimle işçi bir takım nitelikler kazanıyor olsa dahi, bu durumda da eğitim karşılığı ceza koşulu kararlaştırılamaz. Yargıtay isabetli bir şekilde, işçiye eğitimin işyerinde düzenlenen bir proje kapsamında, satın alınan programların işyerinde kullanılması amacıyla verildiğini, bu eğitimin esas amacının işveren menfaatlerini korumaya yönelik olduğunu, dolayısıyla da eğitim gideri talep edilemeyeceğine karar vermiştir.
D- KONUYA İLİŞKİN YARGITAY KARARLARI
Y9HD., T., 1997/19361 E. 1998/389 K. Özet: Taraflar arasındaki hizmet akdi belirli süreli olduğundan süresi belirli olmayan hizmet akitleriyle ilgili olarak İş Yasası’nın 13. Maddesinde düzenlenen ihbar tazminatının olaya uygulanma olanağı yoktur. Hizmet akdinde düzenlenen ceza koşulu yalnız işçi aleyhine ve işveren lehine konulduğundan istikrar kazanan içtihatlara göre geçerli değildir. Dava: Davacı, ihbar tazminatı ile sözleşme alacağının ödetilmesine karar verilmesini istemiş, yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır. Karar: 1- Taraflar arasındaki hizmet akdi belirli süreli olduğundan süresi belirli olmauan hizmet akitleriyle ilgili olarak 1475 sayılı İş Yasası’nın 13. Maddesinde düzenlenen ihbar tazminatının olayımızda uygulama olanağı yoktur. Bu nedenle davacının ihbar tazminatı isteğinin reddi gerekirken kabulü hatalıdır. 2 – Hizmet akdinin 5. Maddesinde düzenlenen cezai şart yalnız işçi aleyhine ve işveren lehine konulduğundan dairemizin istikrar kazanan içtihatlarına göre geçerli değildir. Bu sebeple davacının cezai şart alacak isteğinin de reddine karar verilmelidir. Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, gününde oybirliğiyle karar verildi.
Y9HD., T., 2012/37968 E. – 2013/9223 K. Özet: İşçi lehinde tek taraflı ceza koşulu içeren sözleşme hükümleri geçerlidir. Bunun yanında ceza koşulunun özellikle işveren lehine geçerli olabilmesi için karşılıklı olması ve eşit koşulları taşıması, denk olması gerekir. Dava ve Karar: Davacı vekili, davacı işçinin davalı işverene sözleşmede kararlaştırılan cezai şart hükmünün geçersiz olması nedeniyle borçlu bulunmadığının tespitine ve sebepsiz alınan cezai şart alacağının geri ödemesine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir sayılı İş Yasasında cezai şarta ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Cezai şart, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun , tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddelerinde düzenlenmiştir sayılı TBK’nın 420. maddesinde de hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulunun geçersiz olduğu belirtilmiştir. Genel hüküm niteliğinde olması sebebiyle borçlar kanunu dışındaki uyuşmazlıklar bakımından da bu hükümler uygulanmamaktadır. İşçi lehinde tek taraflı ceza koşulu içeren sözleşme hükümleri geçerlidir. Bunun yanında ceza koşulunun özellikle işveren lehine geçerli olabilmesi için karşılıklı olması ve eşit koşullar taşıması, denk olması gerekir.
Somut uyuşmazlıkta hükme esas alınan taraflar arasındaki ceza koşulunu içeren sözleşmenin 10. Maddesi ve taahütname incelendiğinde, işçi açısından iş sözleşmesinin 4857 sayılı iş kanunun 24/2. maddesindeki nedenler dışında feshedilmesi halinde, işveren açısından ise aynı kanunun 25/2. maddesindeki nedenler yanında 18. maddesindeki nedenler dışında feshedilmesi halinde cezai şart ödenmesi öngörülmüştür. Kurala göre işverenin cezai şart tazminatı ödemesi nedenleri geçerli nedenlerde içerisine alınarak sınırlandırılmış ve işverene lehine, işçi aleyhine fesih nedenleri yönünde bir düzenleme getirilmiştir. Cezai şartın işveren lehine ve işçi aleyhine olması nedeniyle geçersiz olduğu kabul edilmelidir. Nitekim, aynı gerekçe ile Ankara 3. İş Mahkemesi tarafından cezai şartın davacı işçi açısından geçersizliğine ve davacının borçlu olmadığına dair verilen gün ve 2011/658 esas, 2012/59 karar Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 2012/6347 – sayılı ilamı ile onanmış ve kesinleşmiştir. Taraflar arasında sözleşmede düzenlenen cezai şart davacı açısından geçersiz olduğundan davanın tamamen kabulü gerekir. Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgili iadesine tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Y9HD., T., 1997/628 E., 1997/6836 K. Özet: Özel eğitim kurumunda, hizmet sözleşmesi ile çalışan öğretmen, istifa etmek suretiyle işi bırakırsa, sözleşme karşılıklı anlaşma ile son bulmadığından, işveren, sözleşme gereğince ceza koşulu isteyebilir. Ancak, hakim, aşırı bulduğu cezayı tenkis etmelidir. Dava: Davacı, cezai şart alacağının ödetilmesine karar verilmesini istemiş, yerel mahkeme, davayı reddetmiştir. Karar: Dosya içinde bulunan hizmet sözleşmesine göre davacı öğretmen – tarihleri arasında tarihleri arasındaki dönemi kapsayan belirli süreli sözleşme ile çalışırken tarihinde istifa etmek suretiyle işten ayrılmıştır. Davacı işveren sürenin bitiminden önce sözleşmenin feshini düzenleyen madde uyarınca cezai şart isteğinde bulunmuştur. Mahkemece karşılıklı anlaşma ile sözleşmenin sona erdiği sonucuna varılarak isteğin reddedilmiş olması hatalıdır. Gerçekten karşılıklı anlaşma ile akdin sona erdiği sonucuna varılması olanağı yoktur. Davacı sözleşmesini feshettiğini bildirmiş. Davalıda fesih keyfiyetini işleme koymuştur. Bu durumda borçlar kanununun 161/son maddesi de (TBK m. 182/son) dikkate alınmak suretiyle bir değerlendirme yapılarak isteğin kabulüne karar verilmelidir. O halde karar bu yönden bozulmalıdır. Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda belirtilen nedenle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, gününde oybirliği ile karar verildi.
Y9HD., T., 2010/16920 E., 2012/23424 K. Dava: …Davalı işçi tarafından imzalanan taahhütnamede, davacı bankanın açtığı tarihli sınavı kazandığını, uzman yardımcılığı görevinin gerektirdiği yetkinlikleri kazanmak için eğitime katılmayı, eğitimler sonrası bankanın belirleyeceği göreve her hangi bir nedenle başlamadığı veya göreve başladıktan sonra 5 yıl içinde bankadan istifa ederek ayrıldığı ya da bankaca iş sözleşmesinin İş Kanunu hükümleri doğrultusunda haklı nedenle feshedildiği takdirde bankaya eğitim ve konaklama bedelini ve TL. ödemeyi taahhüt ettiğini beyan etmiştir. Davalı işçinin tarihli dilekçesi ile istifa ettiği ve tarihi itibariyle istifasının kabul edildiği, davalıdan eğitim giderinin talep edilmesi üzerine davalının tarihinde 1.018, 10 TL eğitim giderini davacı bankaya ödediği, davacı bankanın dava dilekçesi ile taahhütnamede belirlenen TL nin tahsili için dava açmıştır. Davalı işçi tarafından tek taraflı olarak taahhüt edilen cezai şart koşulu geçerli değildir. Sonuç: Davacı banka tarafından aynı nedenle açılan eğitim gideri ve cezai şart alacağının tahsili için açılan ve cezai şart talebinin reddine ilişkin İzmir 8. İş Mahkemesinin 2009/ E.K. sayılı karan Dairemizin tarih ve 2009/46749 E. 2012/6701 K. sayılı ilamı ile Ankara 18. İş Mahkemesinin 2009/ /937 E.K. sayılı kararı Dairemizin tarih ve 2010/5979 E. 2012/12969 K. sayılı ilandan ile onanmıştır. Mahkemece eğitim giderine bağlı cezai şart talebinin reddi gerekirken yazılı şekilde kabulü bozmayı gerektirmiştir.