MARKSİZM NEDİR? Marksizm, özgün bir siyasal felsefe akımı, tarihin diyalektik materyalist bir yorumuna dayanan ekonomik ve toplumsal bir dünya görüşü,

Slides:



Advertisements
Benzer bir sunumlar
MİLLİ GELİR VE İSTİHDAM TEORİSİ
Advertisements

Büyümenin Bileşenleri Yada Belirleyicileri
TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ VE OKUL YÖNETİMİ Ders Notları Eser ÇEKER (M.Sc.)
COĞRAFYA İÇERİSİNDEKİ YERİ
KARL MARX ( ).
Farklı Sistemlerde Kentleşme ve Kentleşme Politikası
MERKANTİLİZM TANIM Orta çağın sonları ile sanayi devrimi arasında kalan dönem. Ticaret Ev-sanayi şeklinde başlayan sanayi Kapitalist sınıf: sanayiciler,
Liberalizmin Tarihsel Kökenleri
Geçmişten günümüze demokrasinin gelişimi
…Tarih Kainatın Vicdanıdır...
DÜNYA ÜZERİNDE VAR OLAN YÖNETİM BİÇİMLERİ.
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ BÖLÜMÜ SOSYAL DEMOKRASİ VE ÜÇÜNCÜ YOL
Klasik ve Keynesçi İktisat
SEZGİN ÖZTEK ŞEREF AYAN
PSİKOLOJİ İLE DİĞER BİLİM DALLARI ARASINDAKİ İLİŞKİ
İŞLETMELERİN KURULUŞU
Copyright ©2004, South-Western College Publishing Uluslar arası İktisat By Robert J. Carbaugh 9th Edition 1. Bölüm: Uluslar arası İktisat.
TÜKETİMİ DİĞER ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Doç.Dr. Sebahattin DEVECİOĞLU Fırat Üniversitesi
BİR YAŞAM TARZI OLARAK SPOR Doç.Dr.Sebahattin DEVECİOĞLU
Bölümün Amacı Bu bölüm, yöneticilerin uluslararası çevre için örgütleri nasıl tasarladığını keşfediyor. Bölüme, öncelikle, küresel büyümeyi harekete.
III- Dış Çevre Analizi: Fırsat ve Tehditler
NÜFUS ÖZELLİKLERİ VE NÜFUSUN ÖNEMİ
Mühendislik Ekonomisi
BÖLÜM 3 EKONOMİLERDE TEMEL SORUNLAR
Soru 7 Gümrük Birliğinin Türkiye’nin ekonomisi üzerinde etkilerini Türkiye’nin beklentileri ve gerçekleşenler üzerinden tartışınız?
İSTİHDAM VE İSTİHDAMLA İLGİLİ KAVRAMLAR
KIRSAL KALKINMA ve ÖRNEK PROJELER
SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ.
ÜCRETLİ KADIN EMEĞİ İLE İLGİLİ KURAMLAR
KAPİTALİZM VE SOSYALİZMİN KARŞILAŞTIRILMASI
Klasik Sosyoloji Tarihi
SOSYALİZM NEDİR? Kara dayalı sistemindeki özel mülkiyet yerine ortak mülkiyetin, sermayeyi elinde tutan azınlık kitlenin kendi istekleri doğrultusunda.
Marksizm.
EĞİTİMİN EKONOMİK TEMELLERİ
1929 DÜNYA EKONOMİK BUNALIMI
EĞİTİMİN EKONOMİK TEMELLERİ
EĞİTİMİN POLİTİK TEMELLERİ
MERKANTİLİZM NEDİR ?.
PİYASA DENGESİ DOÇ. DR. AHMET UĞUR.
Tarih Sosyolojisi-4- Yöntem-1- Tarihsel Materyalizm.
İktİsadİ ve Hukukİ sİstemler ve polİtİkalar
Ü CRETSIZ AILE IŞÇISI Aile fertlerinden bir ya da bir kaçının sahip olduğu işletmelerde herhangi bir ücret almaksızın çalışan aile fertleridir. Bu kişiler.
EKONOMİK SİSTEMLER ÜZERİNE GENEL BİR BAKIŞ
SSCB’NIN KURULUŞU VE BOLŞEVİK İHTİLALİ
Buharla Çalışan Su Pompaları
GÜZ-V: ÇAĞDAŞ DÜNYANIN TEMEL KAVRAMLARI Fransız İhtilalını Hazırlayan Sebepler Ortaçağ’da Avrupa (Karanlık çağ) Siyasi yapısı: Derebeylik Sosyal yapısı:
İKTİSADA GİRİŞ.
FİYAT MEKANİZMASI.
Sosyalizm Karl marx.
MAKROEKONOMİYE GİRİŞ Oya Cesur Demir.
KAPİTALİZM VE PİYASA BAŞARISIZLIĞI
TEMEL MİKROEKONOMİ 1.GİRİŞ.
REFAH DEVLETİ.
1.Uluslar Arası Kooperatifler birliği 2- Uluslar Arası Çalışma Örgütü
Toplum ve Toplumsal Yapı
SHB-221 TÜRKİYE’NİN TOPLUMSAL VE EKONOMİK YAPISI
13. Hafta: Pax Americana Pax Americana küresel kapitalizmin savaş sonrası ihtiyaçlarına uygun olarak doğdu. Öncelikle Sovyet Sosyalizmi coğrafi ve siyasal.
MAKRO İKTİSAT I BÖLÜM 9 UZUN DÖNEMDE HASILA VE FİYAT DÜZEYİ: KLASİK MAKRO MODEL YRD. DOÇ. DR. OKTAY KIZILKAYA.
Liberalizmin Tarihsel Kökenleri
NEO LİBERAL POLİTİKALAR VE
. DERS.
Tarihsel ve ideolojik arka plan
TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİ. TOPLUMSAL CİNSİYET-1 Toplumsal cinsiyet, bireyin belirli bir cinsten olduğuna ilişkin bilgiye, bu bilgi dahilinde olmak üzere.
Laikliği Doğuran Nedenler Deniz ÇAPAR Kaan CANLI
İŞLETME YÖNETİMİNİN TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ
2. PİYASA EKONOMİSİNE GENEL BİR BAKIŞ
NİŞANTAŞI ÜNİVERSİTESİ
Siyaset Bilimi II 9. Hafta: milliyetçilik.
SOS407 – Kadın Çalışmaları
Sunum transkripti:

MARKSİZM NEDİR? Marksizm, özgün bir siyasal felsefe akımı, tarihin diyalektik materyalist bir yorumuna dayanan ekonomik ve toplumsal bir dünya görüşü, kapitalizmin Marksist açıdan çözümlenmesi, bir toplumsal değişim teorisi, Karl Marx'ın ve Friedrich Engels'in çalışmalarından çıkarılan bir düşünce sistemidir. Marksizm bir öğreti olarak siyasal, ekonomik ve felsefi bir bütünlük içerir. Marksizm, ideolojik alanda esas olarak sınıflar savaşımı teorisini ortaya atan ve bu savaşımın zorunlu sonucu olarak proletarya diktatörlüğüne ve oradan da toplumsal eşitlik ve özgürlük dünyası komünizme varılacağını öngören bir öğreti olarak tanımlanır.

KARL MARX (1818-1883)

Musevi asıllı bir aileden gelen K Musevi asıllı bir aileden gelen K. Marx 1818 de Almanya'da doğmuş, öğreniminde önce hukukta başlamış sonra felsefe ile devam etmiştir. Felsefe doktoru unvanını almış; felsefe hocalığı yapmış; aynı zamanda Köln‘de çıkan Rheinische Zeitung'un baş yazarı olmuştur.

Resmi makamların hoşuna gitmeyen bu gazete 1843 te kapatılınca, K Resmi makamların hoşuna gitmeyen bu gazete 1843 te kapatılınca, K. Marx Paris'e gitmek zorunda kalmış; Bu arada iktisat bilgisini artırmaya çalışan K. Marx 1844 te Friedrich Engels'le tanışmıştır. 1820 -1895 arasında yaşamış olan Friedrich Engels bir fabrikatörün oğludur ve tüccardır. Marx gibi felsefe öğrenimi yapmış; zamanının sosyalistleri ile tanışmış; sonradan K. Marx'm en yakın arkadaşı olmuştur.

K. Marx Paris'te de tutunamamış; 1845 te Brüksele gitmiş; burada Engels'le birlikte 1848 Komünist beyannamesini yayınlamıştır. Aynı yıl Fransa'da meydana gelen ihtilâlden sonra kurulan geçici hükümetin daveti üzerine tekrar Parise gelmiş; Burada da fâzla kalamıyarak, Londra'ya gitmiş ve ömrünün sonuna kadar İngiltere'de kalmış, 1883 te de ölmüştür.

Felsefe öğrenimi yapan K Felsefe öğrenimi yapan K. Marx İngiltere'de oturduğu sıra İngiliz işçilerinin durumunu yakından inceleme fırsatını bulmuş; 1859 da— İktisat Biliminin Eleştirisi — adlı kitabını çıkarmış; daha sonra bu yapıtını genişleterek, kendisine ekonomi düşünceleri tarihindeki ününü kazandıran «Das Kapital» — Sermaye adlı kitabını meydana getirmiştir.

Engels ile beraber Komünistler Ligi'nin programı olarak hazırladığı Komünist beyannamesinde kapitalist toplumun doğası ve geleceğini geniş bir biçimde ele almışlar; fakat öne sürdükleri düşünceler ispatsız bırakılmıştır. İsbatının «das Kapital» — Sermaye — adlı kitabına bırakılmıştır.

HEGEL’İN TARİHSEL DİYALEKTİK (Tez –Anti tez) K. Marx toplumsal süreçlerin sonucu sosyalizmin geleceğine inanmış bütün zamanını bu süreçlerin nasıl çalıştığını anlamaya, öğrenmeye hasretmiştir. K. Marx ölümüne kadar işçilerin örgütlendirilmesine çalışmıştır.

Altyapı ve üstyapı ilişkisi Ona göre, hukuk ilişkilerinin olsun, devlet biçimlerinin olsun, her şeyin kökü yaşamı çevreleyen maddi koşullarda yatmaktadır. Üretim ilişkileri, hukuki ve siyasal üst yapının gerçek temelidir.

MATERYALİST FELSEFE Ona göre, belli bir dönemde belli bir toplumun bütün ahlak ve görüş kuralları, o dönemde o toplumun ulaştığı ekonomik aşamanın bir ürünüdür. Bu görüşe göre, madde esastır, insanın manevi varlığı buna dayanmaktadır. Kuşkusuz bu görüşün gerçek yanı vardır. Ancak görüş müfrittir. Örneğin, hukuk düzeninin üretim ve mübadele biçimine etkisi inkâr edilebilirini?

K. Marx'a göre hukuki kurumlar ekonomik gelişmeyi geriden izler; üretim ve mübadele biçimi sınıf mücadelesini doğurmuştur. Eski çağlarda hürlerle köleler, kapitalist çağda maddi üretim araçlarına sahip olan sermayedarlarla (burjuva ile), emeği ile geçinen işçiler (proletarya) arasındaki mücadele gibi. K. Marx'a göre, kapitalist sistemdeki üretim ve mübadele biçimi toplanma ve tamamlanmaya yol açacak, sermaye belli ellerde toplanarak, bunun karşısında büyük işçi kütleleri bilinçlenecek;

burjuva sınıfı ile proletarya sınıfı arasında giderek şiddetini artıran mücadele maddi üretim araçlarının (arazi ve sermayenin) topluma mal edilmesine neden olacak; yani kapitalizm yıkılarak, sosyalizm kurulacaktır. Marx'a göre kapitalist üretim ve mübadele biçimi sosyalizmin kurulmasına yol açacaktır.

DEĞİŞİM i) K. Marx'ın düşüncelerinin felsefi temeli Hegel felsefesine dayanmaktadır. Bilindiği gibi, Hegel'e göre, evrensel niteliğe sahip olan tek şey değişmedir. Değişme çelişen ve çatışan güçlerin sentezinden meydana gelir.

TEZ ve ANTİTEZ Ancak çelişen ve çatışan öğeler gerçek varlıklarını insan zihninde bulurlar. Diğer bir deyimle, gerçek olan nesne (objektif varlık) değil, nesnenin insan zihninde aldığı şekildir. Evren idelerden (düşüncelerden) meydana gelmektedir, yoksa nesnelerden değil.

Hegel'e göre, insan zihninde her idenin karşısında onun zıddı başka bir ide vardır. Örneğin aydınlık idesinin karşıtı karanlık, gerçek idesinin karşıtı yalan idesi ...... gibi. Bu birbirine zıt idelerden biri «tez». öteki «antitez» olarak kabul edilirse, evrende meydana gelen her değişme bu «tez» ve «antitez»in çatışması ile onun ürünü olan «sentez»in bir sonucudur.

K. Marx sosyal olay ve kurumları izah etmek için bu diyalektik metodu kullanırken, toplumsal olay ve kurumlar içinde bir sınıflamaya giderek, ekonomik olay ve kurumlara daha yüksek bir yaratma gücü tanımıştır. Ona göre, temeldeki «tez», «antitez» ve «sentez»ler sadece ekonomik dünyada bulunurlar; ekonomik güçler toplumsal güçleri yaratır.

ALTYAPI ve ÜSTYAPI Kısaca toplumun bir alt yapısı, birde üst yapısı vardır. Üretim süreci toplumun alt yapısını; sosyal, politik, hukuki ve kültürel ilişkileri toplumun üst yapısını oluşturur. Toplumun alt yapısı üst yapısını belirler. Yani, tüm sosyal, politik, kültürel ve hukuki ilişkiler ekonomik yapı tarafından şekillendirilir.

DEĞER TEORİSİ ii) K. Marx'ın değer teorisi D. Ricardo'nun emek değer teorisine dayanmaktadır. O Ricardo gibi kullanım değeri ile mübadele değeri arasında ayırım yapmış; kullanım değerini faydanın, mübadele değerini emeğin belirlediğini ileri sürmüştür. Gerçi, mübadele için mübadele edilen şeylerin faydalı olmaları zorunludur. Ancak, mübadele değeri mübadele edilen şeylerin faydalı olmaları ile açıklanamaz.

Kullanımı bulunan (faydalı olan) bir malda değerin bulunması somut insan emeğinin o mala katılmış veya o malda maddeleşmiş olmasından ileri gelmektedir. Yani bütün mallarda ortak değer yaratıcı ve değer belirleyici öğe emektir. Bir şeyin değerini, o şeyin üretimi için kullanılan emek miktarı (emek süresi - iş saati) belirler. Mal, sosyal emeğin billurlaşmış şeklidir ve ancak bu sebepten değere sahiptir.

Burada bir noktaya açıklık getirmekte yarar vardır Burada bir noktaya açıklık getirmekte yarar vardır. Bir malın değerini belirleyen emek miktarından sadece o malın üretiminde doğrudan kullanılan emek miktarı anlaşılmamalıdır. Sözü edilen malın üretiminde kullanılan sermaye mallarının üretiminde kullanılan emek miktarları da değeri belirleyen emek miktarına dahildir. Diğer bir deyimle, bir malın değerini belirleyen emek miktarı, gerekli ham madde, enerji ve makinelerin üretildiği andan başlayarak, o malın bütün üretim aşamalarındaki bütün emeği kapsamına alır.

Bazen iddia olunduğu gibi, K Bazen iddia olunduğu gibi, K. Marx «bir üründeki emek miktarı ne kadar fazla olursa, o ürünün değeri de o kadar artar» biçiminde bir tartışma geliştirmemiştir. Ona göre, değer yaratıcısı sosyal emektir. Yani, bir malın değerini toplumun belirli bir durumda belirli ortalama sosyal üretim koşulları altında belirli bir ortalama sosyal yoğunlukta ve belirli bir emek miktarı tayin eder.

Kısaca, değer zaruri sosyal emek miktarına, zaruri sosyal emek süresine göre oluşur. Kalifiye emek ise, yoğunlaşmış basit kol emeğinden başka bir şey değildir.

BASİT EMEK ve KALİFİYE EMEK ve DEĞERİ SOSYAL EMEK BELİRLER K. Marx her çeşit ve derecedeki uzmanlaşmanın gerekli kıldığı kalifiye emeğin «basit emek zaman birimleri» olarak ifade edilebileceğini düşünmüştür. Örneğin, kalifiye bir makinistin bir iş saatinde ürettiği malın gerçek değeri basit bir kol işçisinin dört iş saatinde ürettiği malın gerçek değerine eşit ise, bir kalifiye makinist ve dört basit kol emekçisi bir iş saatlik ortak çalışmaları sonucu üretecekleri mala basit kol emeği zaman birimi üzerinden sekiz saatlik bir sosyal emek katmış olacaktır. Değer zaruri sosyal emek süresine (iş saatine) göre oluşacaktır

TEKELCİ KAPİTALİZM Tekel ve eksik rekabet piyasalarında değeri emekle izah etmeğe imkân yoktur. Kaldı ki, tam ve mükemmel rekabet mevcut olsa bile, emeğin yegane üretim faktörü olmaması, nitelik bakımından farklı oluşu değerin emekle izahını son derece güçleştirmektedir.

EMEK ve ARTIK DEĞER iii) K. Marx ücreti benzer biçimde açıklamaktadır. Ona göre, ücret iş gücüne ödenen bir fiyattır. Emek insanın her hangi bir kullanım değeri yaratmak için harekete geçirdiği fikri ve bedeni işgücüdür. Emek mübadele değeri olan bir ekonomik maldır, işveren işçinin işgücünü, yani işçinin produktif hizmetini satın almaktadır.

Emeğin değeri, emekçinin yaşamını sürdürebilmesi, üretimdeki produktif hizmetini sürdürebilmesi için gerekli olan geçim mallarının değerine, yani asgari geçim haddine eşittir.

iv) Malların değerinin ve ücret haddinin yukarıda anlatılan biçimde oluşumu K. Marx'a göre fazla değere yol açmaktadır. Çünkü emeği üretim gücünde tutan asgari geçim haddine eşit olan ücret haddi ile emeğin ürettiği malın değeri eşit değildir.

Kapitalist üretilen malları, bu malların üretiminde kullanılan emek miktarına eşit değerden satarken, emeğe üretim gücünü idameye yetecek kadar, yani asgari geçim haddine eşit bir ücret öder. Aradaki fark bir fazla değer olarak kapitaliste kalır. Gerçi kapitalist işçiyi soymaz. O emeğin mübadele değeri ile satın alır. Sömürü mübadelenin zaruri bir sonucudur.

ARTIK DEĞER Örneğin, işçi asgari geçim haddini karşılayan kıymeti 6 saatlik çalışma ile temin ediyorsa, kapitalist kendisini 10 -12 saat çalıştırmakta 4 - 6 saatlik çalışmanın yarattığı kıymeti fazla değer olarak kendisine alıkoymaktadır. Buna göre, fazla değerin sebebi fazla çalışmadır. Kapitalistin kârı buna bağlıdır. Kapitalist emeğe asgari geçim haddine eşit ücret öder. Fakat elde edilen ürünü daha fazla kıymete satar; aradaki farkı fazla değer olarak kendisi alır.

Buraya kadar yapılan açıklamalara göre, mübadele değeri üretimde kullanılan hammadde ve yardımcı maddelerin, değeri ile eskiyen ve aşınan makinelerin amortismanı (c), üretimde kullanılan iş gücünün değeri (v) ve fazla değer (m) den oluşmaktadır. Yani c + v+m e eşittir. K. Marx sermayenin faizini ve arazi kirasını nazara almamaktadır.

v) K. Marx'a göre kapitalist kendisine kalan fazla değeri artırmak için i) işçilerini daha uzun süre çalıştırmak ister. Ancak eğer ülkede sosyal kanunlar çalışma süresini tesbit etmişler ise, bu olanaksızdır. ii) İşçinin asgari geçim haddini düşürmeğe çalışır. Bu ise, hayat pahalılığını düşürmek suretiyle mümkün olabilir.

Tüketim kooperatifleri kurulması hayat pahalılığını düşürmede etkili olabilir. İşçinin asgari geçim haddini düşürmenin bir yolu da kadın ve çocuk işçiler kullanılmasıdır. Çünkü bunların asgari geçim hadleri yetişkin erkek işçilerinkinden düşüktür. Ancak sosyal kanunların kadın ve çocukların çalışmalarına çeşitli sınırlamalar getirmesi kapitalistin bu olanaktan yararlanmasını kısıtlar.

TEKNOLOJİK GELİŞME ve EMEK TASARRUFU iii) Sermaye yoğun üretim biçimine yönelir. Çünkü kapitalist rekabetin baskısı altında sabit sermayesini artırmak zorunda kalır. Eski makinelerle fazla işçi çalıştırarak fazla değer elde edilmesindeki güçlük onu bu yola iter. Sermayenin kompozisyonu sabit sermaye lehine değişir.

SERMAYE TEMERKÜZÜ iv) Toplanma ve tamamlanma (temerküz) — küçük işletmelerin yerine büyük işletmelerin kurulması — olayı meydana gelir. K. Marx'a göre, kapitalizmin başlangıcı XVI inci yüzyıla kadar uzanmaktadır. Bu tarihte bankaların, büyük sömürge şirketlerinin kurulmaya başlaması, merkezi krallıkların kurulması ile devlet borçlarının oluşması sermaye birikimine ve sermayenin başkalarının emeği ile gelir sağlayan bir araç haline gelmesine yol açmış;

sanayileşme hareketi ile birlikte bir yandan zengin ve nüfuz sahibi bir burjuva sınıfı doğarken, öte yandan gelişen sanayi ile rekabet edemeyerek malını satamaz duruma gelen küçük sanatkârların emeğini satmak zorunda kalmaları, köylü nüfusun kentlere göç ederek, buralarda kurulan sanayide iş aramaları, küçük mülk sahibi ve üreticilerin başkalarının yerlerinde çalışan proletarya durumuna geçmelerine neden olmuştur.

Rekabet baskısının sermayedarları giderek sermaye yoğun üretim biçimlerine itmesi, sermayenin kompozisyonunun sabit sermaye lehine değişmesine, rekabet gücünü yitiren teşebbüslerin yıkılarak, sermayenin mahdut ellerde toplanmasına ve burjuva sınıfı ile proletarya sınıfı arasındaki tezadı artırarak, kapitalizmin yıkılmasına yol açacaktır.

Sermaye kompozisyonunun sabit sermaye lehine değişmesinin meydana getirdiği sanayi rezerv ordusu —işgücü fazlası— ile krizlerin neden olduğu devrevi işsizlikler sermayeye sahip burjuva sınıfı ile emeğini satmaktan başka geçim olanağı bulunmayan işçi sınıfı arasında gittikçe şiddetlenen bir mücadeleye sebep olacak;

MARSİST SOSYALİZMİN ÖNCEKİLERDEN FARKI i) Marxist sosyalizmde, kendinden önceki sosyalist düşüncelerde olduğu gibi, adalet ve kardeşlik ideolojisine yer verilmemiştir. Diğer bir deyimle, marxist sosyalizm idealist değil, materyalist düşünceye dayanmaktadır. Toplumun sosyal, politik, kültürel ilişkilerini ekonomik yapının (üretim ilişkilerinin) şekillendirdiği inancındadır.

Herkes Yerine Proletarya Sosyalizmi ii) Marx'tan önceki sosyalistler burjuva ve proletarya ayırımı yapmadan tüm insanlar için daha adil, daha mutlu bir toplum düzeni kurmayı amaçlarken, Marx sınıf mücadelesine dayanan bir proletarya sosyalizmi önermektedir.

SOSYALİST DEVRİM DEVRİM; bilimsel ve kültürel olarak başarılı bir şekilde EVRİMLEŞMİŞ birey ve toplumların kitlesel hareketi sonucunda var olan bir rejimi şiddet kullanımıyla başarıyla yıkarak yeni bir hükümet biçimi oluşturma sürecidir. EVRİM aşağıdan yukarıya düzgün bir hareket değildir. Evrim birikmiş değişikliklerin nitel bir değişiklik biçiminde patlaması sayesinde, devrimler ve dönüşümler sayesinde gerçekleşir. EVRİM ve DEVRİM aynı sürecin iki yanıdır.

TARİHTE EVRİMİN GETİRDİĞİ DEVRİMLER 1. İNGİLİZ DEVRİMİ 2. AMERİKAN DEVRİMİ 3.1789 FRANSIZ DEVRİMİ 4.ALMAN DEVRİMİ(KASIM DEVRİMİ) 5.RUS DEVRİMİ(EKİM DEVRİMİ)

1. İNGİLİZ DEVRİMİ İngiliz burjuva devriminin önderi Oliver Cromwell (1599-1658)’ di. Devrim patlak verdiğinde kral I. Charles “Uzun Parlamento” (1640-53) adı verilen parlamentoyu toplantıya çağırdı. Kralın oluşturduğu ve gereğinde dağıtabildiği bu parlamento burjuva devriminin kurucu organına dönüştü. İlk olarak 1640’ta toplanan bu parlamento kralın kişisel yönetimine karşı çıkarak kendi varlığını garanti edecek yetkiler talep etmiş, bunun üzerine kral ile karşı karşıya gelmişti. Tüccar sınıfı parlamentoyu desteklerken, soylular (aristokratlar sınıfı) kralı izlemişlerdi.1642’de iki taraf arasında iç-savaş patlak verdi. 1649’da parlamento Kral I.Charles ’in ölüm kararını onayladı ve İngiltere’de Cumhuriyet ilan edildi.

2. AMERİKAN DEVRİMİ Amerikan Bağımsızlık Savaşı (1775-1783) 1760’ların başında Britanya imparatorluğu ile Amerika’daki kolonileri ve Amerikan yerlileri (Indianlar) arasında patlak veren anlaşmazlıklar ve çatışmalar 1775/76’da Britanya (İngiliz) sömürge yönetimine karşı bağımsızlık savaşına dönüştü. Bu savaşın önderleri George Washington (Amerikan Kuvvetleri Komutanı), Benjamin Franklin, Thomas Jefferson ve Samuel Adams idiler. 4 Temmuz 1776’da Thomas Jefferson tarafından kaleme alınan Bağımsızlık Deklerasyonu (Bildirgesi) ile birlikte Amerika’daki 13 İngiliz kolonisinin bağımsızlığı ilan edildi. Bu deklerasyonda insan haklarının ilk formülasyonu yapıldı ve ilan edildiği tarih (4 Temmuz) ulusal bayram olarak benimsendi. Böylece Amerika’da “yeni bir ulus doğdu”.

3.1789 FRANSIZ DEVRİMİ Devrimden önce “Aydınlanma” adı verilen düşünsel (fikri, entellektüel) bir devrim yaşanmış ve bu dönemin akılcılık, milliyetçilik ve bireycilik (kişi hakları) gibi fikirleri öncelikle kentlerde tutunarak devrime katkıda bulunmuşlardı. Toplumun okur-yazar kesimlerinde bu dönemde bir fikirsel dönüşüm görülür. Fransız Devrimi’nin temel sloganı haline gelen “Liberty, Equality, Fraternity” (Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik) kavramlarını Aydınlanma düşünürleri koymuşlardı. Ulusçuluk olgusu da Aydınlanma döneminde gerçeklik kazandı. Fransa’da Aydınlanma denen evrenin en önde gelen düşünürleri Jan Jak Rouseau, Montesque ve Voltaire idiler. Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın etkisiyle 26 Ağustos 1789’da ilan edilen Fransız Devrimi’nin onyedi maddelik İnsan Hakları Deklerasyonu ilhamını demokrasi fikrinin babası olarak görülen Rouseau’nun fikirlerinden aldı (“Demokrasi” kavramı ilk kez antik Yunan’da doğmuştu, ama o sıra insan hakları diye bir kavram yoktu). “İnsan hakları” kavramı Fransız Devrimi’nin buluşu olarak kabul edilir. ABD’de daha önce orta çıkmış olsa da bu kavramı evrensel bir sorun olarak gündeme sokan Fransız Devrimi olmuştur.

4.ALMAN DEVRİMİ (KASIM DEVRİMİ) Ekim 1918’de, Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’nda askeri yenilgisinden artık şüphe kalmayınca, İmparatorluk Şansölyesi’ni Federal Meclis’in güvenine bağımlı kılan önemli anayasa değişikliği yapıldı. Meclisleşme sürecinin, galip gelen batılı demokrasileri yumuşak bir barış eğilimine getirmesi ve tabandan bir devrimi önlemesi amaçlanıyordu. Her iki hedefe de ulaşılamadı, ama demokrasi karşıtları için parlamenter sistemi “Batılı” ve “Alman olmayan” olarak karalayabilmek bundan böyle oldukça kolaylaşmıştı. Tabandan başlayan devrim Kasım 1918’de patlak verdi, çünkü Ekim reformu kağıtta kalmıştı: Askeriyenin büyük kısmı, meclise karşı sorumlu imparatorluk yönetiminin emrine girmeye hazır değildi. Ama, 1918/19 Alman Devrimi, dünya tarihinin büyük ya da klasik devrimleri arasında sayılamaz: 1789 Fransız Devrimi ya da 1917 Rus Ekim Devrimi tarzında olduğu gibi kökten bir siyasi ve toplumsal kırılma için, 1918 dolaylarındaki Almanya fazla “modern” sayılırdı. Ulusal düzeyde yaklaşık yarım yüzyıldır erkeklere genel eşit seçim hakkı tanıyan bir ülkede devrimci bir eğitim diktatörlüğünün oluşturulması değil, ancak daha fazla demokrasi söz konusu olabilirdi.

5. RUS DEVRİMİ(EKİM DEVRİMİ) Ekim Devrimi, Bolşevik Devrimi ya da Rus Devrimi (Rusça: Октябрьская революция / Oktyabrskaya revolyutsiya), Çarlık Rusyası'nda Jülyen takvimi'ne göre 25 Ekim 1917'de, (Miladi takvime göre 7 Kasım 1917) Petrograd'daki Kışlık Saray'ın Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin eline geçmesiyle başlayan ve Sovyetler Birliği'nin kurulmasına yol açan olaylar dizisidir. Ekim Devrimi, 1917 Şubat Devrimi ile başlayan devrimci sürecin ikinci aşaması olarak değerlendirilir. Ekim Devrimi ile Temmuz Günleri ile iktidarı tekleşerek ele geçiren ancak Kornilov Olayı ile güç ve destek kaybeden Geçici Hükümetten iktidar alınmış Bolşeviklerin ve müttefikleri olan Sol SR’ların çoğunlukta olduğu Sovyetlere verilmiştir. Bu gelişmelerin üzerine Bolşevik karşıtı monarşi yanlısı Beyaz Ordu, Rus İç Savaşını başlatmıştır. 1922 yılında iç savaştan galip çıkan Bolşevikler Sovyetler Birliği'ni kuracaklardır.

PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ Proletarya diktatörlüğü, Marksizm'deki tarihsel ve siyasal proleter düşünceye göre, kapitalizmle komünizm arasında uzanan geçiş döneminin siyasal biçimini ifade eder. Sosyalizm dönemi, komünizme yani sınıfsız topluma geçiş dönemi olması itibariyle proletarya diktatörlüğü dönemidir. Proletarya diktatörlüğü kavramı Marksist devlet anlayışına ve Marksist sınıf teorisine bağlı kesin bir önermedir. Marksizm'e göre, bu dönem zorunlu bir tarihsel dönemdir. Proleter ücret alan işçidir. Proletarya, Feodalizmin çözülmesiyle mülksüzleşen insanların, Emek gücünü belli bir ücret karşılığında satmaktan başka yaşam seçeneği kalmamasıyla ortaya çıkan, üretimdeki konumları itibariyle belirli bir grup oluşturan kesimin sınıfsal olarak tanımlanmasıdır.

SINIFSIZ TOPLUMA YÜRÜYÜŞ SINIFSIZ TOPLUMDA: Yüksek sosyalizmde sınıf yoktur. Her birey, toplumun eşit haklı, ortak çıkarlı bir parçasıdır. Bütün işler bir merkezden kurulu saat gibi işler. Kimse; "Bu benim mülkümdür, kimse karışamaz" diyemez. Her şey herkesindir. Birinin çıkarı bir diğerinin zararına olamaz. Birinin dileğine ötekisi karşı koymak şöyle dursun, yardım eder. O zaman toplum arabasını sağa itersek sağa, sola itersek sola götürürüz. Araba tıkır tıkır peşimizden gelir. Bireyler arabanın peşinden değil... Yani, sınıfsız toplumda bireyler topluma egemendir. Marksizm, işçi sınıfının toplumu hiza etme ve değiştirme bilimidir. Bugünkü toplumda hangi sınıf her şeyin olduğu gibi kalmasını ister? Sermayedarlarla büyük arazi sahipleri. Şu halde büyük zenginler, kodamanlar ölümden korkar gibi Marksizm'den korkarlar.

NEO MARKSİZM Çin ve Küba devriminin başarıları , Latin Amerika üniversitelerinde radikal jenerasyona yol açan ve NEO MARKSİZM olarak tanımlanan marksizmin yeni bir harmanlamasının yayılmasına yardım etti. Neo marksizm bazı özellikleri ile ortodoks marksizmden ayrlır. Birincisi, Ortodoks Marksizm emperyalizmi, Batı ülkelerinde monopol kapitalizmin bir aşaması olarak ‘’Merkez’in persfektifinden görünürken; Neo-Marksizim emperyalizmi ‘’Çevre’’ nin bakış açısıyla görerek, üçüncü dünyanın kalkınması emperyalizmin olumsuz etkileri üzerine odaklanmıştır.

İkincisi, Ortodoks Marksizm iki aşamalı devrim stratejesini savunma eğilimindedir. Burjuva devrimi, sosyalist devrim oluşmadan önce yer almak zorundadır. Birçok üçüncü dünya ülkesi geri olduğundan, Ortodoks Marksizm burjuva devriminin mevcut aşamasını gerçekleştirmek için ilerici burjuvaziden büyük umutlar beslemektedir. Bununla birlikte Neo-Marksizm, üçüncü dünyadaki mevcut durumun sosyalist devrim için olgunlaştığına inanmaktadır. Neo-Marksizm burada ve şimdi devrimi istemektedir. Burjuvazi, emperyalizmin oluşumu ve seçeneği olarak algılanır ve üretim güçlerinin kurtarıcısı olarak rolünü yerine getirebilme yeteneğindedir.

Son olarak, sosyalist devrim oluşursa, Ortodoks Marksizm kentlerdeki endüstriyel proleterya tarafından sosyalist devrimi geliştirmek ister. Diğer taraftan Neo-Marksizm, sosyalist devrimin Küba ve Çin yoluna cezbetmektedir. Neo- Marksizm, kırsaldaki köylülerin devrimci potansiyel gücü için yüksek oranda umut beslemekte ve devrimci favori stratejisi için gerilla savaşının gerektiğine inanmaktadır.

NEO MARKSİZM teorisi çizgisel evrim teorisini reddeder ve ilişkiyi şu şekilde anlatır: Az gelişmişlik, kapitalizmden önce gelen gerilik durumu değildir; bağımlı kapitalizm olarak bilinen kapitalist kalkınmanın özel bir biçimi ve sonucudur. Bağımlılık şartlandırıcı bir durumdur. Bu durumda bir grup ülkenin ekonomisi diğer bazılarının kalkınma ve genişlemesiyle koşullandırılır. Bu ekonomiler arasında veya bu ekonomilerle dünya ticari sistemi arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkisinde, bazı ülkeler kendi gücüyle genişler ve diğerleri, bağımlı durumda oldukları için, ancak egemen ülkelerin gelişmesinin bir yansıması olarak genişleyebilirler. Bağımlılık bu ülkelerin geri kalmasına ve sömürülmesine neden olur. Bağımlılık uluslararası işbölümüne dayanır. Bu işbölümü bazı ülkeleri kalkındırırken, dünyanın güç merkezleri tarafından koşullanmış ve bu merkezlere bağlı olan diğerlerininkini engeller. Bağımlılığın tarihsel biçimleri şunlardır: (a) dünya ekonomisinin temel yapısı; (b) kapitalist merkezlerdeki egemen ekonomik ilişki biçimleri, ki dışa doğru uzanır; (c) yan (bağımlı) ülkelerdeki var olan ekonomik ilişkiler, ki bunlar kapitalist yayılmayla ortaya çıkan uluslararası ekonomik ilişkiler şebekesi içinde bağımlılık durumuna sokulan ülkelerdir.

Neo Marksist teoriye göre, dünya sisteminde bir parçanın gelişmesi ve kalkınması diğer parçaların sırtından olmaktadır. Bu oluşum mekanizmaları; ticaret ve dengesiz mübadele, artı değerin merkez ülkelere transferi, teknolojinin az gelişmiş ülkelere yayılmasını önleyen sınırlı koşullar altında bu ülkelere transferi ve bu transferin metropolitan sahiplerine kazanç sağlamasıdır. Azgelişmişlik, bu ülkelerin dünya kapitalist sistemine entegrasyonuyla ortaya çıkmış kendine özgü birer sosyal ekonomik yapı tipidir. Bağımlı ülkeler, özerk, kendi kendini yürüten ve besleyen büyüme kapasitesine sahip değildir ve sadece metropolün gelişmesiyle gelişebilirler.

1.PAUL BARAN VE NEO MARKSİZM Baran, Neo Marksizm’ in babası olarak tanımlanır. Baran, Frank, Wallerstein ve diğer Neo Marksistler belli noktalarda birbirlerinden ayrılsalar da, hepsi de özellikle milletlerarası siyasal ekonomide ticaret kalıbına eğilmiş ve ticari kapitalin devri ve egemen dünya kapitalist sisteminin uydu(yan) sahalara etkisiyle ilgilenmişlerdir. Baran, Marksist teoride ilk kez az gelişmişliği ele almış ve kapitalizmle azgelişmişlik üzerinde durmuştur. Baran'a göre az gelişmiş ülkelerdeki ekonomik kalkınma, ileri kapitalist ülkelerin egemen çıkarlarına esasında ters düşer. Endüstrileşmiş ülkelere birçok önemli ham maddesi ve bu ülkelerin firmalarına geniş ölçüde çıkar ve yatırım alanları sağlayan geri kalmış dünya, kapitalist Batı için daima vazgeçilmez bir yaşama alanını temsil etmiştir. Bu nedenle, Amerika'daki yönetici sınıflar “kaynak ülkeler” denen bu ülkelerin endüstrileşmesine şiddetle karşı çıkmışlardır.

Baran, tekelci sermayenin kişiye ve topluma etkisiyle ilgilendi ve az gelişmiş ülkelerdeki kapitalizmin usdışılığını ve adaletsizliğini inceledi. Kalkınma konusunda Baran, Marx, Lenin, Rosa Luxemburg ve benzerlerinin, kapitalizmin “durgunluğa”, emperyalizme ve siyasal krizlere doğru evrim yöneliminde olduğuna ilişkin görüşlerinin doğrulandığını öne sürmüştür. Baran günümüzde koloniciliği bağımlılıkla eşitlemiştir ve bağımlı ülkelerin gelişmiş ülkelerin eskiden yaptığı şekilde birikim elde edemeyeceklerini ve tekelci kapitalin üstesinden gelemeyeceklerini savunur. Baran'a göre, az gelişmiş olan ülkelerin sömürüsü kapitalizmin Batı'da gelişmesinde hayati bir rol oynadı ve bu ülkelerin kendilerinin gelişmesini engelledi.

2. ANDRE GUNDER FRANK ve METROPOL-UYDU BAĞIMLILIĞI Frank da birçokları gibi Batı'nın gelişmesini ve diğerlerinin gelişmemesini, Batı'nın diğerlerini sömürmesine ve ekonomik artı değerlerinin gasp edilmesine bağlar. Gelişme ve az gelişme kapitalizmin bazı içsel çelişkilerinin sonucudur. Birinci çelişki: Kapitalizm diğerlerinin tahribi üzerinde yükselir, yani diğerlerinin ekonomik artı değerlerinin gaspı ve kaynaklarının kullanılıp tüketilmesi üzerinde... İkinci çelişki: Kapitalizm metropolitan merkez ve yan uydulara kutuplaşır. Kapitalizm uydunun iç ekonomisini aynı çelişkiyle gebe bırakır ve böylece “metropolis - uydu” kutuplaşması uydularda da yaratılır. Bu durum az gelişmiş ülkelerin metropolist kapitalistlerinden az gelişmiş ülkelerin işçilerine kadar uzanan metropolis - uydu ilişkileri zincirini oluşturur. Kimsenin uydusu olmayan Batı sermayedar ve yönetici sınıfları az gelişmiş ülkelerin başkentleri için metropol olarak, başkentler de kendi ülkelerinin bölgesel ve yerel merkezleri için metropol olarak faaliyet gösterirler.

Yerel toprak sahipleri ve tüccarlar kendi köylüleri, kiracıları ve topraksızları için metropolis görevi görür. Bu en alttaki gruplar herkesin uydusu ve hiç kimsenin metropolisi değildir. Her ara uydu kendi uydusunu sömürerek ekonomik artı değerin bir kısmını kendine bir kısmını da sisteme emer. Bu süreçte toplanan artı değer sonuçta dünya metropolisine ulaşır ve oradaki burjuvaziyi zenginleştirir (Frank, 1970:7). Frank'a göre, az gelişmiş ülkelerin burjuvazisi, metropolis burjuvazisi gibi, kendi boyunduruğundaki sınıflardan artı değeri gasp etmede araçtır. Fakat kendisi metropolis tarafından sömürüldüğü için, Batı burjuvazisinin Batı'da gördüğü klasik kalkınma rolünü yapamayacak kadar zayıftır. Dolayısıyla lumpen burjuvaziden başka bir şey değildir.

3.NOVACK VE MANDEL Novack'a göre kapitalizmin yayılmasıyla bir dünya pazarı ortaya çıktı ve kapitalizm, bütün kapitalist öncesi biçim ve ilişkilere girdi, fakat bu kapitalizm-öncesi ilişkilerin çoğu kaldı. Belçikalı ekonomist Ernest Mandel'in düşünceleri Novack'ın görüşlerinin çoğunun kaynağıdır. Mandel “geç kapitalizm” (late capitalism) görüşüyle, Marks, Lenin ve Troçki'nin fikirlerini birleştirip dünyanın İkinci Dünya Savaşı'ndaki durumuna göre “yenilemeye” çalışmıştır. Mandel’in yaklaşımında “Kapitalizm, üretimi sınırsız ölçüde genişletmek, etki alanını bütün dünyaya yaymak ve bütün insanları potansiyel satın alıcılar olarak hesaba katmak eğilimindedir”. Kapitalist gelişme ve az gelişmişlik konusunda Mandel, devletlerin, bölgelerin ve endüstrinin dengesiz ve birleşik gelişmesine işaret ederek, bir gelişme ve az gelişmişlik sistemi belirlemiştir. Bu sistemde her parça birbiriyle karşılıklı ilişkidedir.

Böylece artı-değer kar şeklinde, az gelişmiş ülke ve bölgelerin (kolonilerin ve yarı kolonilerin) sırtından sağlanır. Dolayısıyla kalkınma ancak az gelişmeyle birliktelik içinde olur: Az gelişmişliği sürdürür ve kendini bu sürdürme sayesinde kalkındırır .Mandel'e göre, az gelişmiş bölgeler olmaksızın artı değerin endüstrileşmiş bölgelere transferi olamazdı, çünkü kapitalist dünya sistemi bütünleşik ve hiyerarşileşmiş bir gelişme ve az gelişme bütünüdür ve bu, farklı dönemlerde farklı biçimler almıştır. Serbest rekabet kapitalizmi döneminde, gelişme ve az gelişme bölgesel yan yanalık içindeydi. Klasik emperyalizm döneminde, 1945’den önce, bu emperyalist devletlerin gelişmesi ve koloni ve yarı koloni ülkelerdeki az gelişme uluslararası yan yanalıktaydı. Geç kapitalizm döneminde büyüme sektörlerindeki gelişmenin ve diğerlerindeki az gelişmenin genel endüstriyel yan yanalığında yatar.

4.Wallerstein ve Kapitalist Dünya Ekonomisi Wallerstein'e göre 16. yüzyıldan beri dünya kapitalist ekonomisi vardır ve coğrafya olarak üç bölgede toplanırlar: Merkez, yarı perifer (yarı yan) ve perifer (yan). Merkez, sisteme egemendir; perifer ve yarı periferin ekonomik artı-değerini süzer alır. Milli devletler ayrı veya paralel tarihe sahip olan toplumlar değildir. Bir bütünü yansıtan parçalardır. Dünyanın farklı ülkeleri kapitalist dünya ekonomisinde farklı roller oynarlar. Farklı iç sosyo-ekonomik profillere ve farklı politikalara sahiptirler. Bir ülkenin iç sınıf çelişkisini ve siyasal mücadelelerini anlamak için önce bu ülkeyi dünya ekonomisine yerleştirmek gerekir. Böylece, belli bir devlet içindeki belli grupların avantajına veya dezavantajına olan çeşitli siyasal ve kültürel girişimlerin, bu dünya ekonomisi içinde bir pozisyonu değiştirme veya tutma yollarını anlayabiliriz.

Wallerstein'e göre, merkez, yarı perifer ve perifer, günlük tüketim için gerekli mallardaki dünya pazarı ticaretiyle birbirine bağlıdır; merkez (Batı) sisteminin “yan” sayesinde gelişir ve “yan” bu süreç sonucu gelişmez. Wallerstein'e göre, bugün üç parçalı dünya egemenliği sistemi vardır: 1. Endüstri üretimi ve ticarileşmiş tarım yapan “merkez” kapitalist devletler; 2. Merkez tarafından sömürülen ve “yan”ı sömüren “yarı yan” devletler (Kanada, Avustralya, Japonya ve İtalya gibi); 3. Temel olarak ihracat ve merkezde tüketim için üretilen sınırlı çeşitteki temel ürünler üzerine uzmanlaşmış “yan” devletler . Wallerstein'e göre, bağımlılık ve az gelişmişlikten kurtulmanın tek yolu Batı ile ilişkilerin kesilmesidir; bunun barışçıl yolla yapılması olanaksızdır, dolayısıyla tek çare alttan gelen protesto ve devrimdir.

5.AMİN VE EMPERYALİST MERKEZ VE UYDU HALKLARI Mısırlı Samir Amin, kapitalizmi dünya seviyesinde iki kategoride inceler: merkez ve uydu. Merkez ve uydu arasındaki temel fark şudur: Merkezdeki kapitalist ilişkiler içsel süreçlerin neticesidir ve uydudaki kapitalist ilişkiler dışarıdan sokulmuştur. Dolayısıyla, merkez ekonomiler otosentriktir. Otosentrizm, kitle tüketim mallarını üreten sektörle sermaye malları üreten sektör arasındaki içsel ilişkinin dengeli olması demektir. Bunun aksine, uydu ekonomileri kendilerine hükmeden merkezdeki birikimin mantığına tabidirler. Uydu ekonomilerde düşük ücretler, ve dolayısıyla yüksek işgücü verimi dengesiz mübadele ve süper sömürü için temel olur. Amin'e göre, emperyalist dönemde yeni kapitalist merkezlerin kurulmasına kapılar kapalıdır ve sosyalist devrim gereklidir. Amin'in bunu söylediği 25 sene önceki durumla bugün farklıdır: Gerçekte, uluslararasılaşma, Japonya'nın güçlenmesi ve Avrupa’nın ekonomik birlikle getirdiği mücadeleyle ekonomik tek merkezlilik anlamını yitirmeye başlamıştır.

Amin'de dünyadaki temel çelişki emperyalist merkez ile uydu halklarıdır. Dolayısıyla, uydu’da sosyalist devrim milli kurtuluştan farklı değildir. Yerel burjuvazinin liderliğinde ulusal kurtuluş imkansızdır; bu nedenle önderlik edecekler köylüler ve işçi kitleleridir. Amin, emperyalizmi ana düşman olarak gösterir. Uydunun içsel sınıf yapısını ve bu yapının ilişkisiyle sürdürülen sömürüyü görmemezlikten gelmektir. Bunun siyasal sonuçlarından biri, bu ülkelerdeki işçi hareketleri anti-emperyalist ve anti-kapitalist nutuklarla milliyetçi veya İran’da olduğu gibi dinci anti-emperyalist hükümetler tarafından bastırılır. Ecevit ve Papandreau gibi 1970'lerin sosyal demokratlarının, sosyalist yöne yönelmeksizin anti-emperyalist nutuklarla pozisyonları güçlenir.

Amin bağımlılık teorisini Afrika’ya uygulamıştır . Amin bağımlılık teorisini Afrika’ya uygulamıştır. Amin'e göre uydunun, özellikle Afrika'nın geriliği uydu ile merkez arasındaki dengesiz mübadeleden dolayıdır. Dünya sisteminin global dengesizliği alçak ve yüksek ücretin ülkeler arasında bölümü üzerine dayanır. Bir kez kuruldu mu, bu dengesizlik dünya pazarının işlemesiyle sürdürülür ve arttırılır; bu yolla merkez, uyduların ekonomilerini kendi ihtiyaçlarına uygun bir biçimde çarpıtır. (Dengesiz uzmanlaşma, peşin para ile satılan mahsul üretimi ve ihracatı, tarım işçilerinin iş yaratmadan proleterleştirilmesi ve üretim sürecinden çekilmesi gibi.). Bu çarpıtma ekonomiye geriletici etki yapar. Bu da modernleşme teorilerinin öngördüğü kendi kendine yeterli büyümeyi engeller.

SOSYAL DEMOKRASİ DAHA FAZLA İLGİ GÖRDÜ Bu niteliklerinden dolayı Batı'nın ileri sanayi toplumlarında devrimci Marksizm fazla taraftar toplayamamış, temel kişisel özgürlükleri ve güdüleri koruyarak, insanların insanca yaşamasını engelliyen aşırı ekonomik ve sosyal eşitsizlikleri ortadan kaldırmayı amaçlayan sosyal demokrasi ve demokratik sosyalizm akımları Marksist sosyalizmden daha fazla rey toplamıştır.

SOSYAL DEVLET GELİŞİMİ Esasen zamanımızdaki kapitalizm Marx'ın yaşadığı dönemde olduğu gibi, liberal bir kapitalizm de değildir. İşçilerin sendika kurarak çalışma koşullarının kendi lehlerine düzeltilmesi yolunda güç birliği yapmaları, sosyal sigorta ve sosyal yardım organizasyonu ile sosyal güvenliğin sağlanması, devletin sosyal mücadelede sermayedardan yana tutumunu değiştirmesi ve çalışma hayatını düzenleyerek, işçileri koruyan tedbirler alması, ekonomik ve sosyal hayata müdahale ederek ekonomik krizleri önleyebilmesi bizzat Marksistler tarafından Marksist teoride değişiklik yapılması gereğinin ortaya atılmasına neden olmuştur.