TOO – ENOUGH “Aşırı, çok fazla – yeterli, yeterince, yeteri kadar” UNIT FOURTEEN TOO – ENOUGH “Aşırı, çok fazla – yeterli, yeterince, yeteri kadar”
TOO “aşırı, çok fazla” Difficult Zor Too difficult Too difficult to answer Too difficult to imagine Too difficult to think Zor aşırı zor (yapılamayacak kadar zor) Cevaplamak için aşırı zor “Cevaplanamayacak kadar zor” hayal etmek için aşırı zor “hayal edilemeyecek kadar zor” düşünülemeyecek kadar zor
Old: Too old: Too old to run: Yaşlı aşırı yaşlı Koşmak için aşırı yaşlı “koşamayacak kadar yaşlı” My grandfather is TOO OLD to run. Büyük babam koşamayacak kadar yaşlıdır.
The baby is TOO YOUNG to walk. Bebek yürüyemeyecek kadar küçüktür. Genç aşırı genç Yürümek için aşırı genç “yürüyemeyecek kadar genç (küçük)” The baby is TOO YOUNG to walk. Bebek yürüyemeyecek kadar küçüktür.
Durmak için aşırı hızlı “duramayacak kadar hızlı” Fast Too fast Too fast to stop Hızlı aşırı hızlı Durmak için aşırı hızlı “duramayacak kadar hızlı” The driver of the car is too fast to stop. Arabanın sürücüsü DURAMAYACAK KADAR HIZLIdır.
My tea is too hot to drink. Çayım içilemeyecek kadar sıcaktır.” İçmek için aşırı sıcak “içİLMEYECEK kadar sıcak “ My tea is too hot to drink. Çayım içilemeyecek kadar sıcaktır.”
üzerinde yaşamak için aşırı küçük Small Too small Too small to live on Küçük aşırı küçük üzerinde yaşamak için aşırı küçük “üzerinde yaşanamayacak kadar küçük” The world will be TOO SMALL to live on. Dünya üzerinde yaşanamayacak kadar küçük olacak.
Hard Too hard Too hard to imagine sıkı, zor aşırı zor Hayal etmek için aşırı zor “hayal edilemeyecek kadar zor” It is too hard to imagine life without technology. Hayat teknolojisiz hayal edilemeyecek kadar zor.
The problem is too difficult to solve. Problem çözülemeyecek kadar zor. “Problem çözmek için aşırı zordur.” Tea is too hot to drink. Çay içilemeyecek kadar sıcak. “Çay içmek için aşırı sıcaktır.”
The bag is too heavy to carry. Çanta taşınamayacak kadar ağır. “Çanta taşımak için aşırı ağırdır.” The city center is too polluted to live in. Şehir merkezi içinde yaşanmayacak kadar kirlidir. “Şehir merkezi içinde yaşamak için aşırı kirlidir.”
The weather is too cold to go out. Hava dışarı çıkılamayacak kadar soğuk. “Hava dışarıya çıkmak için aşırı soğuktur.” The car is too expensive to buy. Araba satın alınamayacak kadar pahalıdır. “Araba satın almak için aşırı pahalıdır.”
Yeterli, yeterince (yeteri kadar) E n o u g h Yeterli, yeterince (yeteri kadar)
adjective + ENOUGH (sıfat + yeteri kadar) Small Small ENOUGH: Small enough to travel küçük yeterince (yeteri kadar) küçük Seyahat etmek için yeterince küçük Robots will be SMALL ENOUGH to travel through the bloodstream. Robotlar kan dolaşım sisteminde seyahat edebilecek kadar küçük olacaklar.
Gelişmiş yeterince (yeteri kadar) gelişmiş Tedaviler bulacak kadar gelişmiş Developed Developed ENOUGH: Devoloped enough to find cures Technology will be developed enough TO FIND cures for some diseases. Teknoloji bazı hastalıklara çözüm bulacak kadar gelişmiş olacak.
yeterince (yeteri kadar) zeki Rehberlik edebilecek kadar zeki Intelligent Intelligent ENOUGH Intelligent ENOUGH to guide Robots will be intelligent enough to guide the students in education. Robotlar eğitimde öğrencilere rehberlik edebilecek kadar zeki olacaklar.
Yeterince (yeteri kadar) yaşlı Old Old enough Old enough to have yaşlı Yeterince (yeteri kadar) yaşlı Sahip olacak kadar yaşlı (yaşı müsait,uygun) Musa is not OLD ENOUGH to have a driving licence. Musa ehliyet almak için yeterince yaşlı değildir. (Musa ehliyet alacak kadar yaşlı değildir.)
Adjective (sıfat) + ENOUGH “yeter miktar, kafi, yeterli” Old enough Tall enough Clever enough Rich enough Yeterince yaşlı, Yeterince uzun Yeterince zeki Yeterince zengin
enough + NOUN Enough money Enough bread Enough time Enough friendS Enough eggS yeterli (miktarda) para Yeterli (miktarda) ekmek Yeterli (miktarda) zaman Yeterli (sayıda) arkadaş(lar) Yeterli (sayıda) yumurta(lar)
Enough money to buy a car Enough money - yeterli (miktarda) para Enough bread -yeterli (miktarda) ekmek Enough money to buy a car Bir araba satın almak için yeterli (kâfi) miktarda para Enough bread to eat Yemek için yeterince (kâfi) ekmek
Enough eggS to make an omelette Enough eggS - Yeterli (sayıda) arkadaş(lar) Enough friendS - Yeterli (sayıda) yumurta(lar) Enough eggS to make an omelette Omlet yapmak için yeterli sayıda (yeterince) yumurta Enough friendS to have fun Eğlenmek çin yeterli sayıda (yeterince) arkadaş
Furkan is TOO OLD to play basketball. Furkan basketball oynayamayacak kadar yaşlıdır. Kerim is not OLD ENOUGH to drive a car. Kerim araba sürmek için yeterince yaşlı değildir. (yaşı daha küçük, yaşı müsait değil)
Burak is TOO short to play basketball. Burak basketbol OYNAYAMAYACAK KADAR kısadır. Burak is not tall ENOUGH to play basketball. Burak basketbol oynamak için YETERİNCE UZUN BOYLU değildir.