Thomas Hobbes (1588-1679)
Leviathan (Ölümlü Tanrı) …
Leviathan (Deniz canavarı)
Hobbes Thomas Hobbes, mutlak iktidarın zorunluluğunu ortaya koymuş; bu mutlak iktidar anlayışıyla modern devletin temelini atmıştır. Hobbes’un siyasal teorisinde yaşadığı dönemin olaylarının önemli bir rolü vardır.
Hobbes Kral-parlamento sürtüşmesinin içsavaşa dönüştüğü İngiltere’de yaşamıştır. Kralın feodal beylerden, parlamentodan ve dinsel cemaatlerden özgür olmasını savunmuştur. Bu yönüyle mutlak monarşiden yanadır. Özgür monarşilerin gerçek yasası: Kral yasaların üstündedir, bütün yasaları keyfince yorumlamak- uygulamak hakkına sahiptir.
GENEL FELSEFESİ Siyaset kuramını genel felsefe içinde sunar. Siyasal iktidarın temelleri ve mutlak iktidarın zorunluluğu eserlerindeki başat temalardır. Hobbes’un kuramında beliren mutlak iktidar anlayışı, modern devletin ta kendisidir. Auctaritas ile potestas’ın tek merkezde toplandığı, bu merkezin de rasyonel bir meşrulukla donatıldığı siyasal yapı modern devlettir.
SİYASET FELSEFESİ “Doğal Hukuk’un ve Siyaset’in öğeleri hakkında açık bir düşünceye sahip olunmasında, insan doğasının bilinmesi önemli bir yer tutar. … Eğer insan eylemlerinin nedenleri, şekillerdeki niceliklerin nedenleri gibi kesin bir biçimde bilinirse, … insanlık saldırılamayacak denli durağan bir barışa kavuşur.” Bu nedenle insan doğasını araştırır ve toplum sözleşmesini de bu doğayla açıklar.
Toplum Sözleşmesi Sözleşme anı: Sözleşme devleti doğurur. Rasyonel bir panik gibidir. Ölüm korkusu herkeste aynı rasyonel davranışı uyandırır. Usavurmanın sonuçları, konuşma yoluyla bütün insanlara yayılır. Siyasal toplumu kurmanın gerekliliği üzerinde uzlaşılır. Devletin temelinde, herkesin davranışına aklın hakim olması yatmaktadır. İnsanların ortak bir erkin bulunmadığı yerlerde barış içinde yaşamaları olanaksızdır. Devletsiz toplum bir ütopyadır.
TOPLUM SÖZLEŞMESİ Bu nedenle insanlar, haklarını karşılıklı olarak bir üçüncü kişiye devrettikleri bir sözleşme yaparlar ve kendilerini bir ortak erkin buyruğuna sokmanın gerektiğini kavrarlar. Toplum sözleşmesini tek tek bireyler gerçekleştirir: Kalabalık. Temsilci ise bunları olduğu gibi yansıtmaz. Temsil, yansıtmaz, gerçekleştirir.
Bireyler devleti yaratır ama bir olan “halk” ancak devlet tarafından yaratılır. Kalabalık, temsil yoluyla “tek bir kişi”ye dönüşür. Yurttaşlar, siyasal birliklerini egemenin kişiliğinde bulur. Yurttaşlar, kendilerini egemenin eylemlerinin yapımcıları olarak kabul ettiğinden, kendi kendileriyle çelişmeden bunlara karşı çıkamazlar.
Toplum Sözleşmesi Sözleşme, aralarında eşitlik bulunan ya da birbirlerini eşit gören insanlar tarafından yapılır. Yöneten- yönetilen ayrımını doğal eşitsizlik yerine doğal eşitlik üzerine oturtarak klasik siyaset felsefesini baş aşağı eder. Bireysel güçlerin, erklerin bir başka kişiye devredilmesi doğal biçimde olamayacağı için bir vazgeçmeyi, feragat etmeyi gerektirir. Herkes güç kullanma hakkından vazgeçer; herkes bir diğerinin yolundan çekilir ve böylece elinde tuttuğu doğal hakkını özgürce kullanmasına olanak tanır.
SONUÇTA, VAZGEÇİLEN GÜÇLERİN TOPLAMINDAN DAHA ÜSTÜN EGEMEN BİR GÜÇ, YANİ LEVİATHAN ORTAYA ÇIKAR.
Toplum Sözleşmesi Temsil, Yönetenleri yönetilenlerden ayıran mesafeyi kaldırır. Halkı bir kişi olarak yaratır. Halkın kişiliği, egemenin kişiliğinde erir. Kalabalık ise kişiliğe sahip değildir. Bu nedenle egemenin bunlara karşı sorumluluğu yoktur. Sözleşme sürekli olarak, egemenin her eyleminde yinelenmektedir. Temsil, süreklidir.
Toplum Sözleşmesi Sözleşmenin Özellikleri Leviathan güç kullanma tekelidir. Leviathan güç ilişkilerini tek bir eksende toplar ve kurumsallaştırır. Leviathan yurttaşlarına düşmanca davranmaz. Tek kişinin egemenliği ve diğerlerine buna bağlı üstünlüğü, onu hiç kimseye kötü davranmasını gerektirmeyecek bir duruma sokmuştur. Her şeye sahiptir, kimseyle rekabete ihtiyacı yoktur. O ÖLÜMLÜ TANRI’DIR.
Toplum Sözleşmesi Siyasal topluma geçiş oybirliğine dayanır ama egemeni seçenlerin oyçokluğu yeterlidir. İkinci sözleşme egemenin belirlenmesi ile ilgilidir. Yaratılan devletin sürekliliğini sağlamak salt güce dayandırılamaz. Siyasal iktidar kendisini bir otorite olarak ortaya koymak, kendisini yönetilenlere benimsetmek zorundadır. Ortak onay gereklidir ama siyasal bedeni oluşturmaya tek başına yetmez. Her birey kendi iradesini egemenin iradesine bağlı kılmalıdır. Egemenin iradesini kendi iradesi olarak tanımalıdır.
EGEMENİN ÖZELLİKLERİ Egemen mutlaktır ve ondan daha üstün bir erk yoktur: Siyasal rejim ne olursa olsun, egemen birdir ve tek bir iradeye sahiptir. Sözleşmenin tarafı olmadığından yükümlülüğü yoktur. Egemen tek başına doğa durumunda bulunur. Egemenin erki süreklidir ve bölünmez. Egemen yasaları yapar ve yaptığı yasalar bağımlı değildir: Elinde savaşın ve adaletin kılıcını birlikte tutar.
Egemene bu üstün kişiliğini veren, toplum sözleşmesinden doğan bu eşitsizlik durumudur. Egemenin sınırı: Devleti yıkıp dağıtamaz. Sözleşmeyi bozamaz. Erkini bölemez, devredemez.
JOHN LOCKE Liberalizmin Öncüsü
John Locke (1632-1704) A Letter Concerning Toleration (Hoşgörü Üzerine Bir Mektup) Two Treatises of Government (Hükümet Üzerine İki Deneme) An Essay Concerning Human Understanding (İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme) Some Thoughts Concerning Education (Eğitim Üzerine Düşünceler) …
Locke Locke en önemli eserlerini 1670-1690 yılları arasında vermiştir. Bu yönüyle, düşüncelerinin İngiltere’de 1688 Devrimini (Şanlı Devrim) hazırlayan koşullar içinde biçimlendiği belirtilebilir. Devrimin ardından 1689 yılında parlamentodan geçen “Haklar Yasası” ile (Bill of Rights), Kral’ın yasaları yürürlükten kaldırma yetkisi elinden alınmış, Parlamento’nun izni olmadan vergi ve asker toplaması engellenmiş, yargısız tutukluluk ortadan kaldırılmıştır. Bu gelişmeler, İngiltere’de Mutlak Monarşi’nin tamamen ortadan kaldırılması, Monarşi’nin yasaların ve parlamentonun onayına bağlı bir demokrasi olarak Anayasal Monarşi’ye dönüşmesi anlamına gelir.
LOCKE, en önemli çalışması olan Yönetim Üzerine iki İnceleme kimi yorumculara göre 1688 Devrimi’ni onaylayan ve haklı çıkaran bir yapıt olarak kaleme alınmıştır. Bazıları ise, bu kitabın devrimi haklı çıkarmak için değil, Devrim’in temellerini hazırlamak için yazıldığını iddia eder.
Siyasal teorisi Meşru ve sınırlandırılmış bir siyasal iktidar kuramı getirir. Mutlak monarşi kuramlarına güçlü bir eleştiridir. Doğa durumu, siyasal iktidarı doğru anlamak ve onu kaynağından türetmek için başvurduğu bir açıklamadır. Mutlak iktidarı yermenin bir aracıdır. Doğa durumunda, savaşa neden olan bir değişme. Savaş durumu, herkesin bir diğerini mutlak iktidarı altına alabilecek, onun özgürlüğünü, hatta yaşamını ortadan kaldırabilecek bir fırsatı ve olanağı elinde bulundurmasıdır.
Doğa durumundan siyasal topluma geçilmesinin nedenleri: “Eşit ve özgür insanlar kendilerini neden bir otoriteye bağlı kılıyorlar?” sorusunu sorar. Bunun nedenleri: İnsanlar arasındaki anlaşmazlıklarda başvurulacak, “ortak rıza” ile oluşturulmuş, yerleşik ve herkesçe bilinen bir yasanın bulunmayışı Anlaşmazlıklar durumunda böyle bir yasaya bağlı olarak karar verecek tarafsız bir yargıcın bulunmayışı Haklı olarak verilmiş bir cezanın arkasında duracak ve uygulamaya geçirecek bir “iktidar”ın (yargılama gücünün) bulunmayışı
Doğa durumundan siyasal topluma geçilmesinin nedenleri: Doğa durumu her an tehlikeler ve korkularla doludur. İnsanların doğal özgürlükleri ve hakları vardır ancak bunlar güvende değildir. İnsanlar canlarını, mallarını ve özgürlüklerini korumak için topluma, kendi aralarında bir sözleşme ile katılırlar. Sözleşmenin temel nedeni: Mülkiyetin (insanların mallarının, canlarının ve özgürlüklerinin) doğa durumunda olduğundan daha iyi biçimde korunacağı düşüncesi.
Toplum Sözleşmesi Doğa durumuna son verip siyasal toplum kurulduğunda insanlar iki iktidardan vazgeçerler: İlki, kişinin “toplum tarafından yapılan yasalarca düzenlenmek üzere son verdiği, kendisinin ve insanlığın geri kalanının korunması için gerekli bulduğu her şeyi yapma iktidarıdır”. Siyasal toplumdaki yasama gücü bu iktidardan kaynağını alır. İkincisi, “kişinin tümüyle son verdiği cezalandırma iktidarıdır”. Doğa durumunda, doğa yasasının yürütülmesinde kullandığı bu “doğal gücünü” insan, toplum haline geçtikten sonra yürütme gücüne yardım edecek şekilde kullanır.
Toplum Sözleşmesi Bazı yorumculara göre Locke’ta iki sözleşme söz konusudur: Birinci sözleşmede, insanlar bir araya gelerek TOPLUM’u oluştururlar. Doğa durumunda taşıdıkları iktidara son verirler. Bu sözleşme oybirliğiyle gerçekleştirilir. İkinci aşamada ise devlet oluşturulur. Toplum, yetkilerini yönetime devreder ve yönetim biçimini belirler. Toplumun alacağı bu türden kararlarda çoğunluğun rızası yeterli görülür.
Uygar Yönetimin Meşruluk Temeli: Rızadır. Önce toplumu oluşturmak için RIZA gösterilir; sonra ise çoğunluğun iradesine ve kararlarına uyulacağına dair örtük bir rıza işler. İktidara rıza göstermenin koşulu: Ortak yararı gözetmesi Yerleşik hukuk kurallarıyla bağlı olması (yasalarla bağlı olmayan keyfi ve mutlak bir iktidarın bulunduğu yerde hala doğa durumundayızdır) İnsanların mülkiyetini koruması
Bir kişi, belli bir devletin yurttaşı olarak kendini görüyorsa, o devletin yasalarına uyacağı konusunda rıza da gösteriyor demektir. Bu nedenle daha önceki kuşakların yapmış olduğu sözleşme sonraki kuşaklar için de geçerlidir.
Sözleşmeyle: Doğa durumunda tamamen özgür olan insan, yargılama ve yasaları uygulama hakkını bir insana veya kurula EMANET etmiştir. Bunun karşılığında yönetim SORUMLULUK altına girmiştir. Artık bu bir güven ilişkisidir. (TRUST) Hükümdar iktidarı kamu yararına uygun biçimde kullanmazsa bu ilkeye dayanarak görevden el çektirilebilir.
Doğal bir hak olarak mülkiyet Adaletsizlik mülkiyet hakkının gaspı anlamına gelir. Böyle bir durumda yönetime karşı devrim hakkı doğar. 17. yüzyılda mülkiyet, kralın lütfu ile edilen bir haktı. Locke, mülkiyeti her şeyden önce bir hak olarak tanımlar. Mülkiyetin iki anlamı: Sahip olunan mallar Yaşam, özgürlükler ve mallar İkinci anlamıyla mülkiyet, uygar yönetime geçerken korunması gereken şeydir.
Yönetimin sınırları Topluluk, hiçbir yönetime mutlak ve keyfi bir iktidar veremez. İnsanlar doğa durumunda kendi yaşamlarını ortadan kaldıracak ya da başkalarının yaşamlarını ve mülkiyetini ortadan kaldıracak keyfi bir iktidar kullanamaz. Böyle bir hakları olmadığına göre bunu siyasal iktidara devredemezler de. Yasalar kamu yararı dışında amaç gözetemez. Siyasi iktidar kimseden rızası olmaksızın mülkiyetini alamaz. Yasama iktidarını halktan aldığı için bu iktidarı başka bir kişiye ya da organa devredemez.
Direnme Hakkı Tek meşru yönetim keyfi olmayan, sınırlı yönetim Sınırsız, mutlak iktidar doğa yasasının çiğnenmesi demektir. Despotik iktidar, fetih ve gasp yoluyla gelen iktidar, tiranlık Meşru değildir. Tek meşru yönetim keyfi olmayan, sınırlı yönetim İnsanların özgürlüklerinin/mülklerinin ve canlarının teminatı olarak gördükleri yönetimin bunları tehdit eder bir hale gelmesi ile DİRENME hakkı doğar. Ama bu tehdit birkaç kişiye değil, halkın büyük kısmına yönelik olmalı.
JEAN JACQUES ROUSSEAU (1712-1778) HALK EGEMENLİĞİ
Discours sur les Sciences et les Arts. (Bilimler ve Sanatlar Üzerine Discours sur les Sciences et les Arts (Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev) Discours sur l’Origin et les Fondements de l’Inegalite (İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Temeli ve Kökenleri üzerine Söylev) Emile ou de l’Education (Emile ya da Eğitime Dair), Du Contrat Social (Toplum Sözleşmesi) Confessiones (İtiraflar) …
Aydınlanma düşüncesi ve Rousseau Aydınlanma filozofları, özgürlükler ve haklar adına, despotlukla bağdaştırdıkları merkezi egemen devlete karşı çıkarlar. Rousseau ise özgürlüğün (ve hakların) yalnızca mutlak bir egemenlikle bezenmiş merkezi bir devlette gerçekleşebileceğini ileri sürer. Ancak onun savunduğu egemen devlet, dönemin mutlak monarşisi değildir. Rousseau devleti halktan türetir ve halkla özdeşleştirir. Egemen olan halktır. Böylece Rousseau devleti demokratik bir nitelikle donatır.
Aydınlanma Çağı Her konuda akla öncelik tanıyan düşünce sisteminin etkisi ile 18. yüzyılda Avrupa’da bilimde ve felsefede büyük gelişmelerin olduğu döneme AYDINLANMA ÇAĞI denir. …
Aydınlanma nedir? Aydınlanma filozofu Immanuel Kant’a göre: “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. Sapere aude! Aklını kendin kullanmak cesaretini göster! Sözü imdi Aydınlanma’nın parolası olmaktadır.”
Rousseau- Siyasal teorisi Uygar toplumu, rekabetin, bencilliğin, hoşa gitme isteğinin ve sivrilme, üstün olma tutkusunun hüküm sürdüğü bir toplum olarak tanımlar. Bu toplumda yaşayan herkes “ne bir insan ne bir yurttaştır; yalnızca bir burjuvadır.” Kimse “olduğu gibi görünmeye cesaret edemez”, herkes var olan değerlerin, kalıpların, önyargıların, görünüşlerin etkisi altındadır.
Bu kötü toplumun kaynağında eşitsizlik olgusu bulunur: Bilimler ve sanatlar da bu nedenle kötüdür. “Eşitsizlikten zenginlikler ortaya çıkmıştır … Zenginliklerden lüks ile aylaklık doğmuştur; lüksten güzel sanatlar, aylaklıktan da bilimler kaynaklanmıştır”.
Siyasal teorisi Çözülmesi gereken temel sorun, erdemsizliğin hüküm sürdüğü ve her türlü kötülüğün kol gezdiği bozuk toplumun nasıl olup da ortaya çıktığıdır. Yani insanlar arası eşitsizliğin kaynağını araştırır. Bunun için çok çok gerilere, toplumsal yaşamın henüz belirmediği doğa durumunun ve burada yaşayan doğal insanın kavranması gereğine değinir.
“Bize insanları oldukları gibi görmekten başka bir şey öğretmeyen bütün bilimsel kitaplar … yalan söyleyen kitaplar” terk edilip “hiç yalan söylemeyen doğa”ya başvurulması gerekir. “Doğadan gelecek olan her şey doğru olacaktır”.
Doğa durumundan çıkış ve siyasal toplum Rousseau, ilkel durumun yitirilişi ile toplum durumuna geçiş arasında uzun bir sürenin bulunduğunu ileri sürer. Doğa durumu, tam anlamıyla insanların siyasal toplumu oluşturmalarıyla son bulur. İnsan, bu noktaya ulaşıncaya kadar “ikinci doğa durumu” içinde yaşar: 1. Evre: Dışsal bir engelle yalnız yaşamaktan vazgeçer. Kaynakların kıtlığı sonucunda, gereksinimleri karşılanana kadar, geçici birliktelikler ortaya çıkar. Konuşma bir gizilgüç olmaktan çıkar.
2. Evre: Farklılaşma ve mülkiyet ortaya çıkar. Barınaklar inşa edilir; ailelerin bir araya gelmesiyle daha büyük birlikler kurulur. İnsanlık patriarkal bir döneme girer. Toprak mülkiyeti henüz ortaya çıkmamıştır. Toplayıcılık ve avcılıkla geçinilir. Aile kurumu, mülkiyeti ve kadınla erkek arasındaki ilk farklılaşmayı ortaya çıkarır.
Doğa durumundan çıkış 3. Evre: Madencilik ve tarımın bulunması. Doğal işbölümünden toplumsal işbölümüne geçilir: İnsanlar madenleri işlemeye ve toprakları ekip biçmeye başlar. Yapay gereksinimler oluşur. Her şey kötüye gitmeye başlar. Doğal eşitsizlikler ekonomik eşitsizliğe dönüşür. Mülkiyetle birlikte rekabet, çıkar çatışması, başkalarından üstün olma tutkusu, kişisel çıkarı başkalarının zararına sağlama arzusu doğar.
4. Evre: Savaş durumu. İki sınıf belirir. Zayıflıkları ya da gevşeklikleri nedeniyle mülk edinemeyip hiçbir şey yitirmemelerine karşın yoksul düşmüş olanlar; mülk edinip zenginliklerine zenginlik katmaya çalışan insanlar. Zenginler, ilk oturma hakkına ya da ilk el koyma hakkına dayanarak toprakların mülkiyetinin kendilerine ait olduğunu ileri sürerler; ancak mülkiyetleri yoksulların gözünde birer hakka dönüşememiştir. Yoksullar da onlara karşı “güçlünün hakkı”nı ileri sürebilmektedirler. Bu durum kaçnılmaz olarak savaşı getirir. İnsanların homo homini lupus’a dönüştüğü bu genel savaş ortamı, Hobbes’un iddia ettiğinin aksine, doğa durumunun değil, toplumsallaşmanın bir ürünüdür.
Devlet temelinde mülkiyet bulunan yalancı bir sözleşmeyle kurulur. Yalancı Sözleşme: Devlet temelinde mülkiyet bulunan yalancı bir sözleşmeyle kurulur. “Bize gereksiniminiz var, çünkü biz zenginiz, siz ise yoksul; öyleyse aramızda bir sözleşme yapalım: Sizi yönetme zahmetimizin karşılığı olarak elinizde kalan birkaç şeyi de bize vermeniz koşuluyla bize hizmet etme onurunu size bağışlayacağız.”
Bu yalancı sözleşmeyle, güç hak, boyun eğme ödev haline gelir. Siyasal eşitsizlik: doğa, yasaya; güçlü halk, zayıf olana boyun eğer. Doğal özgür insan, toplumsal köle insana dönüşür. Toplumsallaşan insan, doğasını yadsır.
TOPLUM SÖZLEŞMESİ Her bireyi özüne yabancı kılan ve bölünmüşlüğe uğratan toplumsal ilişkiler, insanları sürekli bir rekabet ortamı içine sokmakta ve aralarında sonu gelmez bir savaş durumu yaratmaktadır. İlk sözleşme oybirliğiyle. Sözleşme tek tek bireyler ve kamusal bütün arasındadır. Sözleşmeyle doğal insan kendini tüm haklarıyla birlikte toplumun tümüne bağlar. Tüm haklarını kolektif bütüne devreder ve yasalar yoluyla bunları geri alır.
Toplum Sözleşmesi Her birey kendini tümüyle topluma verdiğinden ve herkes aynı durum içinde bulunduğundan gerçekte her birey hiç kimseye bağlanmamış olur. Toplumun her üyesi, kendisi üzerinde başkalarına tanıdığı hakların aynısını elde eder. “Her birimiz, varlığımızı ve bütün gücümüzü hep birlikte genel iradenin yüce yönetimine veriyor ve her üyeyi bütünün bölünmez bir parçası kabul ediyoruz.”
Toplum sözleşmesi Sözleşmenin yapılmasıyla birlikte, katılan bireylerin kişisel varlığı yerine moral ve kolektif bir beden, bir bütün ortaya çıkar. Bu bütün, kendine özgü bir yaşamı, bir ortak benliği ve bir iradesi olan ve cumhuriyet ya da siyasal beden olarak adlandırılan kamusal kişidir. Üyeleri ona, edilgin olduğu zaman devlet, etkin olduğu zaman egemen, benzeri devletlerle kıyaslarken de egemen güç derler. Üyeler ise, bir birlik olarak halk, egemen otoriteye katılanlar olarak teker teker yurttaş ve devletin yasalarına boyun eğen kişiler olarak da uyruk adını alırlar.
Devlet, egemen, egemen güç aynı kavramdır: Devlet edilgen, egemen etken, egemen güç diğer devletlerle kıyaslandığında. Uyruk, yurttaş, halk aynı kavramdır: Uyruk edilgen, boyun eğen Yurttaş egemen otoriteye katılan, etken Halk, birlik
Birey Uyruk Yurttaş Halk Kendi iradesi, kişisel çıkarı olan, boyun eğen soyut insan Yurttaş Genel iradeye katılan soyut insan. Salt bilinç, salt vicdan. Aklını dinler Halk Soyut halk: yurttaşlardan oluşan Somut halk: uyruklardan oluşan
Yani egemen varlık sözleşmeyi kendi kendisiyle yapar. Sözleşme, egemen olan halkın bütünü ve uyruk olan yurttaşlar arasındadır. Egemenin üyesi olarak kişiler kişilere Devletin üyesi olarak kişiler egemene bağlanırlar. Yani egemen varlık sözleşmeyi kendi kendisiyle yapar. Kamusal bütün, kendini yarattığı varsayılan bireylerden sözleşmenin bir tarafı olarak bağımsızlık ve üstünlük kazanır.
Toplum sözleşmesinin amacı ORTAK İYİLİK’tir. Ortak iyilikle bezenmiş bu toplumun, amacını tam anlamıyla gerçekleştirebilmesi için ise ortak olanı, genel olanı gözeten kendine özgü bir iradesi olması gerekir.
GENEL İRADE Ortak iyiliği gözeten değişmez iradedir. Bireysel iradelerin toplamından farklıdır. Değişmez, bozulmaz, her zaman var. Devredilemez. Akıl ile yönetilir ve ahlakidir. Yanılmaz. Herkesin eşitliğini ve özgürlüğünü dile getirir. Geneldir, hem özünde hem de konusunda. Oylamayla ortaya çıkar ama “herkesin iradesi”nden farklıdır.
Genel irade Genel irade, yurttaşların, dolayısıyla yurttaşları içeren halkın iradesidir. Sözleşmeyle yaratılan ortak gücü (devleti) ortak iyiliğe doğru yönlendirmek genel iradenin işidir. Bu ilişki egemenlik adını alır. Rousseau’ya göre siyasal bütünün ya da devletin var olması egemenlikle bezenmiş olmasına bağlıdır. “Bir devlette mutlak üstün bir gücün, her şeyin ona bağlı olduğu bir merkezin, her şeyin ondan kaynaklandığı bir ilkenin, her şeyi yapabilen bir egemenin olması gerekir.” Egemen, yurttaşların bütünü anlamındaki halktır.
Rousseau’da egemenlik: Egemenlik genel iradenin uygulanması demektir. Egemen soyut halktır. Özgürlük gibi egemenlik de devredilemez. Temsil edilmez. Bölünmez. Mutlak ve doğrudur. Egemenin gücü YASALARdır. (Soyut düzeyden somut düzeye geçmesinin aracıdır) Rousseau’nun devlet kuramının temelinde yasalara itaat ederek özgür olmak yatar.
CUMHURİYET: Yasalarla yönetilen her devlet cumhuriyettir. Her meşru yönetim cumhuriyetçidir. Meşruiyet, yönetimin genel iradenin güdümünde olmasıyla gerçekleşir. Hem auctoritas, hem potestas halktadır.
Egemenlik bölünmez ancak her siyasal toplumda iktidar iki ayrı parçadan oluşur: Edimi belirleyen irade ve edimi gerçekleştiren güç. İradeye yasama erki, güce de yürütme erki denir. Egemenin ya da genel iradenin her türlü işlemi salt genel (kamusal) olanı kapsadığından, halkın elinde doğrudan doğruya yalnızca yasama erki bulunur. Yasaların yürütülmesi ya da devletin yönetimi özel edimlerle ilgili olup özel konulara yöneliktir; bu nedenle egemenin yetki alanının dışında kalır. Halk, kendini yasama erkiyle sınırlı tutup yasaların uygulanması işini, yani yürütme erkini kendisinin dışında olan bir görevliler kurumuna ya da aracı bir bütüne bırakır.
İktidar iki parçadan oluşur: 2) Potestas: Edimi gerçekleştiren güç: Yürütme Özel edimler, devlet yönetimi yetkililere devredilmiş. Hükümet yasaları uygular, özgürlüğü korur. Halkın görevlisidir. Egemenden aldığı buyruğu halka iletir. Yönetim, yürütme erkinin meşru biçimde kullanılmasıdır. Prens, yönetimi üstlenen kimsedir. Temsil var. 1) Auctoritas: Edimi belirleyen güç: Yasama Egemen olarak yasa yapan halk uyruk olarak uyar. Güç devredilir ama irade devredilmez. Özde güçler birliği Hükümet biçimini yasayla egemen halk saptar. Bu şekilde oluşan her hükümet CUMHURİYETtir. Hükümet üyelerinin seçimiyse özel bir edimdir.
Hükümet türleri: Demokrasi: Yönetim işini halkın tümü ya da büyük bir bölümü üstlenir; yönetici yurttaşların sayısı, sıradan yurttaşlardan fazladır. (Doğrudan demokrasi). Rousseau’ya göre hiçbir zaman var olmasa da ulaşılması için çaba gösterilmesi gereken bir idealdir. Aristokrasi: Orta büyüklükteki devletlere uygun düşer. Küçük bir azınlığın yönetimidir. Monarşi: Büyük devletlere uygun düşer. Yürütme erkinin tek kişinin elinde toplanmasıdır. Karma yönetim