KIRMIZI LÂLE Öykücü Can Özoğuz Beatles, “Till There Was You”
Bıçak gibi soğuktu hava. Çoktan kararmıştı. Kızıl saçlı kız, kırmızı Lada’sını, Tuna Nehri kenarında, otele yakın kuytu bir ağacın altına çekti. Ertesi gün İstanbul’a dönecek olan genç adama orada veda edecekti. Güleç yüzü, şimdi biraz mahzun, hatta sanki mahcup bakıyordu. “Bu bizim sırrımız olsun,” diye fısıldadı yanında somurtup oturan genç adama. Sonra başka bir şey söylemeden arabanın teybine bir kaset koydu ve “Dinle!” dedi, sevecen, yumuşacık bir sesle. Yavaş yavaş buğulanmaya başlayan küçük arabanın camları gibi, o güne kadar hiç duymadığı bir Beatles şarkısı, genç adamın bütün benliğini sarmalamaya başladı birden. Müzik, önce karşı tepedeki dışı aydınlatılmış tarihi binalardan nehre yansıyan parıltılara, oradan zincirli köprünün kaidelerindeki aslanların gölgesine, sonra bütün panoramaya doğru sızıyordu sanki arabadan.
Tepede çanlar vardı. Ama çaldıklarını hiç duymadım, Hayır, onları hiç duymadım Sen gelene kadar. Gökyüzünde kuşlar vardı. Ama kanat çırptıklarını hiç görmedim, Hayır, hiç görmedim Sen gelene kadar. Sonra müzik ve harika güller Bana mis kokulu çayırların seher vaktini Ve çiğ tanesinin öyküsünü anlattılar. Her yerde aşk vardı. Ama seslenişini hiç duymadım, Hayır, hiç duymadım Sen gelene kadar.
“Bu bizim şarkımız olsun,” der gibi, gözleri aşkla parıldadı ceylan bakışlı kızın. Şarkıyı sessizce dinleyen somurtuk suratlı genç adamın yüzü gülümsüyordu artık. “Olsun!” işareti yaptı, göz kapaklarını indirip. Sonra kaseti geri sarıp defalarca dinlediler. Önlerinden durgun akan Tuna’yı seyre daldılar; eller sıcacık. Vedalaşmayı böylesi uzatmak, ıstıraplı oluyordu. Yine de epeyce kaldılar orada. Birbirlerinden ayrılırken, Beatles kasetini sevdiği adama verdi güleç yüzlü kız. Yaşadıkları iki ayrı şehir, böyle zamanlarda, olduğundan çok daha uzakmış gibi geliyordu ikisine de. Budapeşte’de zaman çok çabuk geçmişti. Genç adam arabadan inip kaldığı otele doğru yürürken keskin bir soğuk çarptı yüzüne. Macaristan’a ilk geldiğinde, Tuna kıyısında yürürken, hava yine çok soğuktu böyle. O zaman, bu iklim ona, Kızıl Ordu Korosunun marşlarını anımsatmış, sonraki gelişlerinde ise ülkenin özgün sesi olan Macar Çigan müziğini hatırlatır olmuştu. Ama o anda Beatles’ın “Till There Was You” su ile atıyordu nabzı.
Ertesi sabah erkenden kalktı. Öğlen kalkacak uçağı için havaalanına gitmeden önce, ona çok sevdiği kırmızı lâlelerden alıp göndermeyi planladı. Váci Caddesi’ndeki kapısı çıngıraklı çiçekçinin sabah dokuzda açılacağını umuyordu. Kahvaltısını çabucak bitirdi. Koşar adım çiçekçiye gitti. Minik bir saksı içinde tek bir kırmızı lâle aldı. Çiçekçiden çıkıp on adım gitmişti ki onunla karşılaştı yolun ortasında. O da onu tekrar görmeye otele gelmiş, bulamayınca yollara düşmüştü, belki görebilirim gitmeden önce diye. Çünkü bir daha ne zaman görüşebileceklerini ikisi de bilmiyorlardı. Kırmızı lâleyi, sevdiği kıza uzattı genç adam ve otele doğru birlikte yürüdüler pek bir şey konuşmadan…
Yirmi yıl sonra, adam, onu daha tanımadan, yıllar yıllar önce, Sessizliğin koynunda, Ormanlar ortasında, Kocaman çamların arasında, Nohut oda bakla sofa, Bir evimiz olsa… diye, hayalinde kurduğu evlerinin bahçesindeki, kendi elleriyle diktikleri ağaçlara mutfak penceresinden bakarken, denizlikteki küçük saksılarda kırmızı lâleleri görüp gülümsedi. “Captain” ve “Sailor” yazdırmışlardı yüzüklerinin içine ve yaptıkları en güzel şeye “Tuna” adını vermişlerdi.
Sailor! Hayat seninle güzel, Son 20 yıl için teşekkürler. C a p t a i n Ö y k ü c ü, Şubat 2008, İstanbul.
1. Kitabın öykülerine dönüş Öykücü Can Özoğuz Ana sayfaya dönüş: