METİN VE GELENEK
TİYATRO II.Subay :Canınızı sıkkın görüyorum komutanım. Mustafa Kemal :Nasıl sıkılmasın. Her şey elimizin altından akıp gidiyor. Ülke, küçüklü büyüklü dağılıp gitmekte. İstanbul’dan bir dur diyen yok. Bizim çabalarımıza da köstek olmak cabası. I.Subay :Biz elimizden geleni yapıyoruz. Mustafa Kemal :Yetmez. Bir ulusun esenliği, çocuğundan yetişkinine herkesin çabası üzerine kurulur. Ancak inanıyorum, halkımız kendine yeni bir çıkış yolu bulacaktır... Hem de her şeyiyle yepyeni. II.Subay :Yöneticiler yüzünden, kazanılan savaşlar bile, masalarda başkalarının yengisi oldu. Mustafa Kemal :Benim anlatmak istediğim de bu. Yöneticiler, kendi güvenceleri dışında bir şey düşünmüyorlar. Anadolu’nun, halkın acılı durumunu düşünen yok.
MASAL Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; pireler berber, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir karı koca varmış. Bu karı kocanın bir kızı olmuş. Kız, elbebek gülbebek büyütülmüş, ama hiç iş öğrenememiş. Bunun için adına Tembel Kız denilmiş. Bu kız o kadar tembelmiş ki yerinden kalkmaya üşeniyormuş. Anası babası ona bir gelberi yaptırmış. Kız da oturduğu yerden işini gelberiyle yapıyormuş.Kızının evlilik çağı gelmiş. Anası babası kızı bir avcıyla evlendirmiş.
DESTAN Oğuz Kağan her zaman bir alaca ata binerdi. O bu atı pek çok severdi. Yolda bu at gözden kaybolup kaçtı. Burada büyük bir dağ vardı. Üstünde don ve buz vardı. Onun başı soğuktan apak idi. Onun için adı Buz bağ idi. Oğuz Kağan'ın atı bu Buz Dağ'in içine kaçtı, gitti. Oğuz Kağan bundan çok eziyet ve ızdırap çekti. Asker arasında bir kahraman bey vardı. Ne tanrıdan ne de şeytandan korkardı. Yürüyüşe ve soğuğa dayanıklı bir erdi. O bey dağlara girdi, yürüdü. Dokuz gün sonra atı Oğuz Kağan'a getirdi. Buz Dağ çok soğuk olduğundan, o bey kara sarılmıştı, bembeyazdı. Oğuz Kağan sevinçle güldü ve: "Sen buradaki beylere baş ol ve senin adın ebediyen Karluk olsun." dedi. Ona çok mücevher bağışladı ve ilerledi.
HALK HİKAYESİ Yusuf, tayı sahiplerinden satın alır. Yavrunun şimdilik gösterişi yoktur. Hatta, çirkindir bile. Ama ileride mükemmel bir küheylan olacaktır. Yusuf bunu biliyor. Sevinerek geri döner. Bey, bu çirkin ve sevimsiz tayı görünce çok kızar, kendisiyle alay edildiğini sanır. Yusuf'un gözlerine mil çektirir. Tayı da ona verir, yanından kovar. Kör Yusuf köyüne döner. Olanı biteni oğluna anlatır. Bolu Beyi'nden öç alacağını söyler.Baba oğul, başlarlar tayı terbiye etmeye. Yıllar geçer Tay artık mükemmel bir küheylan olmuştur. Rüzgâr gibi koşmakta, ceylan gibi sıçramakta, türlü savaş oyunu bilmektedir. Bu arada Kör Yusuf'un oğlu Rıışen Ali de büyümüş, güçlü kuvvetli bir delikanlı olmuştur. O da her türlü şövalyelik oyunlarını öğrenmiş bir babayiğittir.
MESNEVİ Meğer bir gün ki âteş-i pâre-i Necd Şerer pervanesi Mecnûn-ı pür vecd Siyeh-mest-i şarâb-ı hayret olmış Kararmış gözleri Leylî'yle dolmış Dolaşdurmış perîşân seyr-i râha Tutulmış kendüsi çün dâm-ı mâha Dönüp ol şu'le-i cevvâle-i gam Yanup durmakda olmış şem'a hemdem
MANZUM HİKAYE Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın. "Açız! Açız!" diye feryad eden çocuklarının, Karıştırıp duruyorken pişen nevalesini; Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini: -Durunda yavrularım, işte şimdicek pişecek... Fakat ne hâl ise bir türlü pişmiyordu yemek! Çocukların yeniden başlamıştı nâleleri... Selamı verdi Ömer, daldı akıbet içeri.
HİKAYE Ben hep acı içinde yaşayan bir adamım! Bu sıkıntı âdeta kendimi bildiğim anda başladı. Belki daha dört yaşında yoktum. Ondan sonra yaptığım değil, hattâ düşündüğüm kötülüklerin bile vicdanımda tutuşturduğu sonsuz cehennem sıkıntıları içinde hâlâ kıvranıyorum. Beni üzen şeylerin hiç birini unutmadım. Anılarım sanki yalnız hüzün için yapılmış. Evet, acaba dört yaşımda var mıydım? Ondan önce hiç bir şey bilmiyorum. Bilinç, başımıza nasıl yakmayan bir yıldırım gibi düşer. Tolstoy, daha dokuz aylık bir çocukken kendisinin banyoya sokulduğunu hatırlıyor. İlk duygusu bir hoşlanma! Benimki müthiş bir sıkıntıyla başladı. Ben ilk kez kendimi Şirket vapurunda hatırlıyorum. Hâlâ gözümün önünde: Sanki dünyaya o anda doğmuşum, annemin kucağı…
ROMAN Bu hayatın ortasında Macide adlı acayip bir mahlûk vardı. Her şeyi, herkesi peşinden sürükleyen, bir büyü gibi değiştiren küçük bir kadın... Tatil günlerinde bu küçük kadın Mümtaz’ı mektepten alıyor, saatlerce aç karnına onunla mağaza önlerinde durarak, gelen geçene bakarak Beyoğlu’nda geziyorlar, öteberi alıyorlar, sonra iki mektep kaçağı gibi geç kalmış olmaktan korka korka eve dönüyorlardı. Mektebe gideceği saatte Macide yine yanı başındaydı. Çantasını o hazırlıyor, giyinişini o idare ediyordu. Bu bir anne değildi, bir kardeş de değildi, belki koruyucu bir melekti. (s. 38) (Huzur)