Zor elde ettiklerinizin kıymetini bilirsiniz; bu küçük öykümüz de, bir zor elde edişle, bir kıymet bilişle ilgili... (ses düğmesini açabilirsiniz)
Dişlerinin diziliminde, çenelerinin kapanışında bozukluğu olan bir insan, yiyecekleri çiğnemede, dişlerini temizlemede, düzgün konuşmada ve sımsıcak gülüşte problemler yaşayabilir. Bu yüzden de düşleri tel kafesler içinde tutsak olabilir. Böyle zamanlarda Ortodonti yetişir imdada ve dişlere takılan tellerle, tel kafeslerin kapılarını açabilir, tutsak düşlere özgürce kanat çırptırabilir. Nasıl Orhan Veli’nin işi gücü, hepimiz uykudayken gökyüzünü boyamaksa her sabah, adımız Ebruli olmasa da, ortodontistlerin işi gücü, biraz gerçek, biraz düş, bu sihirli telleri dişlere uygulamaktır. Ancak özellikle iskeletsel bozukluklarda, bazen kuvvetlerin ağız dışı aygıtlarla kafadan, alından, enseden destek alınarak uygulanması gerekebilir. Hiçbir ortodontist kendi çocuğuna takmayacağı bir sistemi hastasına uygulamaz; ama uygulaması şart olan durumlarda da çocuğa bu ağız dışı aygıtı günde on altı saat takması söylenebilecektir. Bu görüntü, çocuğu sosyal yaşamında mutsuz edebileceğinden, bir süre sona hastanın gizlice ya da açıkça bu aygıtı hiç takmama riski vardır. Takmama riski genellikle tedavi olmayı çok istemeyen, hele ortodontik tedavi şansına kolaylıkla kavuşuvermiş çocuklarda daha sık görülmektedir. Çünkü aslında ortodontik tedavi olabilmek, hastanelerdeki sıralar açısından, ya da maddi nedenlerle o kadar kolay değildir. Bu zorlukları yaşamayan, elde ettiğinin kıymetini, bu zorlukları aşamayan kadar bilemeyecektir – tedaviden vazgeçivermesi de, başlayıvermesi kadar kolay olabilecektir. Çoğu zaman bir ortodontist yolda yürürken, verdiği ağız dışı aygıtı takmayan bir hastasına rastlayabilir. Çok nadiren de bir ortodontist yolda yürürken, verilmiş ağız dışı aygıtını sadakatle takan bir su satıcısı çocuğa rastlayabilir.
Ortodontist o anda hemen duracak; pek çok çocuk, dünya kadar para verilmiş aygıtları çenelerinde değil, çekmecelerinde dururken ve ılık sularda kulaç atarlarken – serin sular satarak ailesine destek olmaya çalışan ağız dışı aygıtlı bu çocuğa saygı ve sevgiyle bakacaktır. Yoksulluk hep vardır; dünya döndükçe yoksulluk da aşk gibi hep var olacaktır. Eskiden toprak testiyle su satan çocuklar şimdi pet şişelerle, ileride de kim bilir hangi sayısal sistemlerle sokaklarda su satacaktır ve bu kavurucu koşturmada, bir de enseden dolaşan bir kuvvet sistemini kimse görmese bile sadakatle uygulamak kolay değildir. Bir yandan meslek lisesine devam eden, babasının sağlık güvencesiyle bir üniversite hastanesinde tedavi imkanı yakalamış ve bunun kıymeti ruhunun taa derinliklerine işlediği belli olan çocuğun hemen dişlerini inceleyen ortodontist, ağzının bakımını da, üniversitedeki doktorunu da çok takdir edecektir. Elbette iyi giden bir tedavi devam edecektir, ama bir talihsizlikle tedavi devam edemezse endişesiyle kartını uzatacak, o durumda tedavisine gönülle devam edebileceği sözünü de verecektir.
Bu sadakat hepimize örnek olmalıdır; sadakat birilerine söylerken değil, birileri görmezken değerlidir. “Yüksek Sadakat”, sadece güzelim “Aşk Durdukça” şarkısını söyleyen grubun adı değil, su satan bir çocuğun kavuştuğu tedaviyi sahiplenişidir. Bu bir dediği iki edilmemiş pek çok yürek için küçük bir örnektir. Zaten topluma örnek olmuş büyük insanların çoğunun uygulamalarında, çocukluklarında, geçirdikleri zor dönemlerin izleri ve elde ettiklerinin kıymetini bilişlerinin öyküleri gizlidir… düş hekimi yalçın ergir müzik: çiçek abbas (giriş) / cahit berkay