CAN PAZARI (bir Pazar günü, ma-aile AVM’de…) yazan & görsel: düş hekimi yalçın ergir müzikler: baklava (midi) hoşça kal şarkısı - yeni türkü (söz: cengiz onural)
AlışVerişMerkezi’nin, yerin altındaki yedinci katında yumruk yumruğa kavga vardı. Tıklım tıklım dolu otoparkın, son boş yerine tam arabasını park edecekken, ters yoldan o araç gelip park edivermişti. Yerlerde yuvarlanırlarken, etrafa rengarenk kredi kartları saçılıyordu. Çoluk, çocuk iki tarafın da aileleri kavganın bitmesini beklerken, çocuklardan teki elindeki ekranda, acayip sesler çıkartan oyunu oynuyordu. Sonunda ayrıldılar; bu kavga daha fazla devam edemezdi. Şikayetçi olarak da zaman kaybedemezlerdi - yapılacak dünya kadar alışverişleri vardı ve AVM kapanıncaya kadar yetişmeyebilirdi. ** ** **
O Pazar günü de, Avrupa’nın en büyük Can Pazarı’nın yürüyen merdivenlerindeydiler. Hiç konuşmadan, sanki nefes bile almadan yukarıya doğru bakıyorlardı. Zaten en son ne zaman konuşmuşlardı ki? Bir yaz önce, aynı anda buzdolabının önünde karşılaştıklarında, doğru dürüst bir “ketçap” bile diyememişlerdi. Merdivenden çıkarken sanki asırlar geçiyordu; sürekli “alın!-Alınn!- ALIIIINN!...” yazılı tabelaların altından geçiyorlardı. Yerin 7 kat dibinden, Zemin Kat’a ulaşmışlardı. Ortalık rengarenkti. Müşteri başına üç güvenlik kamerası düşmesiyle, çok prestijli bir Can Pazarı’ydı. Ortada ailesini kaybetmiş bir çocuk ağlıyordu. Kimse dönüp de bakmıyordu. Ama zaten çocuk da ailesini kaybettiği için değil, kendi başına bir şey alamayacağı için ağlıyordu. Derken bir güvenlik görevlisi gelip, onu en son çıkan elektronik oyunlar departmanına götürdü; orada dilediğini alabilirdi. Can Pazarı’ndan içeriye adım atmakla, elini vermekle, bütün aileler “Çocuklarının Sınırsız Harcamalarını Üstlendiklerine Dair Sözleşme”nin: “Kabul Ediyorum” kutucuğuna çentik atmış sayılırdı. ** ** **
Promosyon vardı ve otoparkta kavga ettikleri aile ile karşılaşmışlardı. Bu sefer ne olduklarını bilmedikleri, ama “tek kalmış” bir ürün için hanımlar saç saça, baş başa kavga etmeye başlamışlardı. Sonunda güçlü olan kazanmış, ürünü yırtık ambalajıyla birlikte Londra Otobüsleri gibi çift katlı market arabalarının üst sepetine atmışlardı. Sürekli alıyorlardı. Oturacak yer olmadığı için arada market arabasına dayanıyorlar, soğuk terlerini siliyorlar, sonra yine devam ediyorlardı. Derken bir alışveriş günü daha biterken, sıra ödemeye geliyordu. ** ** **
Burada sadece son jenerasyon kredi kartları geçeriydi. Eski jenerasyon kartlarda, insanlar gereksiz mallarını kapış kapış alırlarken: henüz kazanmadıkları, belki de asla kazanamayacakları paraları borçlanırlardı. Ama artık devir değişmişti. Yeni jenerasyon kartlarını cihaza koklattıklarında, hatta ceplerinden bile çıkartmadan algılattırdıklarında, hemen yaşayacakları günlerden, canlarından tahsilat yapılıveriyordu. Örneğin, “tuvaletteki nemi ölçen alet” alındığında, gelecekteki yaşamlarından “3 balık tutmaya gidilecek gün” düşülüyordu. Ya da “ekmeği yonca şeklinde kesen sayısal bıçak” alındığında, yaşamlarından “7 sarılıp yatma” tahsil ediliyor, “otomobil kokusunu el değmeden dikiz aynasına asan alet” (doğa kokusuyla birlikte 5 taksitte): “5 basket maçı”, “cep telefonu şeklindeki cep telefonu “: “33 bisiklet gezintisi”, “tersine işleyen jel saat”: “6 billur nehirde yüzmek”, “tam elektronik sohbet makinesi”: “14 duvar üstünde çekirdekli sohbet” ediyordu. Eğer ala vere, tüketici tükenmiş, yaşanacak günü kalmamışsa, cihaz suratlarına tükürüyordu. ** ** **
Kasalardaki sıraların ucu bucağı gözükmüyordu – “Satın Almasız Çıkış” zaten olmadığı gibi, civarda ellerinde lastik muayene eldivenleriyle Pitbull gezdiren güvenlik görevlileri dolanmaktaydı. Az ötedeki bir kasanın dibinde, müşteriler sıralarını kaybetmeden yere düşmüş bir müşteriyi tekmeliyorlardı. Galiba o müşterinin yaşamında bozuk “tiyatroya gitme”si çıkışmamış, herkesin alış veriş hızını kesmişti. Sırası en az kasa çok uzaklardaydı. Sallanmamalı; derhal koşulmalıydı. ** ** **
Ama koşamayacaklardı. Çünkü “koşmayı”, tek çekimde ikinci koşu bandını alırken harcamışlar; “coşmayı” ise 20. Yüzyılda, dükkanların kapalı olduğu bir canım Pazar’da; ma-aile gidilip, salıncak kurulmuş bir piknikte unutmuşlardı… düş hekimi yalçın ergir
SON Ama koşamayacaklardı. Çünkü “koşmayı”, tek çekimde ikinci koşu bandını alırken harcamışlar; “coşmayı” ise 20. Yüzyılda, dükkanların kapalı olduğu bir canım Pazar’da; ma-aile gidilip, salıncak kurulmuş bir piknikte unutmuşlardı… düş hekimi yalçın ergir 11 ocak 2011 / ankara
Ama koşamayacaklardı. Çünkü “koşmayı”, tek çekimde ikinci koşu bandını alırken harcamışlar; “coşmayı” ise 20. Yüzyılda, dükkanların kapalı olduğu bir canım Pazar’da; ma-aile gidilip, salıncak kurulmuş bir piknikte unutmuşlardı… düş hekimi yalçın ergir 11 ocak 2011 / ankara düz yazı olarak: SON