YARGILAMA TEŞKİLATI VE MAHKEME GÖREVLİLERİ Zirve Üniversitesi Hukuk Fakültesi GAZİANTEP
Tanzimat Öncesi Dönen Yargılam Teşkilatı Adliye Teşkilatı Şer’iye Mahkemeleri Osmanlı mahkeme teşkilatı Emevî, Abbasî ve Selçuklu mahkemelerinin devamı niteliğindedir. Şer’iye mahkemelerinde tek hâkimle yargılama yapılmaktadır. Aslında birden fazla hâkimin yargılama yapması İslam hukukuna aykırı değildir, ancak uygulamada çok hâkimli mahkemeler nadiren görülmüştür.
Kadı genelde evinde yargılama yapmakta olup bu esnada kadının evi mahkeme görevi görmektedir. Bununla birlikte cami ve mescidlerde de yargılama yapıldığı görülmektedir. İstanbul kadısı gibi mevleviyet kadılarının ve kazaskerlerin de görev yaptıkları ayrı bir mahkeme binaları bulunmamaktadır. Bunların konakları aynı zamanda mahkeme binası olarak kullanılmaktadır. Bu durum H.1253/M. 1837 tarihinde Rumeli ve Anadolu kazaskerlikleri ile İstanbul kadılığının Şeyhülislamlığa naklolunmasına kadar bu şekilde devam etmiştir
Divan-ı Hümayun Önceki İslam devletlerinde görülen mezalim divanları, Osmanlı’da daha gelişmiş bir şekilde Divan-ı Hümayun olarak ortaya çıkmıştır. Abbasiler, Selçuklular gibi İslam devletlerinde çeşitli adlar altında kurulmuş olan divanlar, Osmanlılar tarafından daha da geliştirilmiş ve padişah divanı anlamında Divan-ı Hümayun olarak adlandırılmıştır. Asıl yargı kurumu olan şer’iye mahkemelerinin yanında, Divan-ı Hümayun’un da yargılama yetkisi bulunmaktadır. İdarî ve siyasî görevlerinin yanı sıra hukukî görevleri de bulunan Divan-ı Hümayun, aynı zamanda bir mahkeme olarak kullanılmıştır. Burada bir kısım davalar ilk derece mahkemesi olarak, bir kısım davalar ise üst yargı mercii olarak karara bağlanmıştır
Cuma Divanı Cuma günleri Veziriazam konağında toplanan Cuma divanı Veziriazam başkanlığında ve sadece kazaskerlerin katılımı ile toplanırdı. Sadrazamın huzurunda davalar karara bağlandığı için huzur mürafaaları olarak da adlandırılırdı. Cuma divanında önce dava dilekçeleri okunur, veziriazam isterse kendisi bizzat karar verir ya da Rumeli kazaskerine davayı havale edebilirdi. Dava yoğunluğu halinde Anadolu kazaskeri de dava dinleyebilirdi. Önemli davalar Divan-ı Hümayun’da karara bağlanırken, ikinci derecede görülen davalara Cuma divanında bakılırdı
Mahkeme Görevlileri Kadı Tanzimat öncesi dönemin temel yargı teşkilatı olan şer’iye mahkemelerinde yargılamayı kadı yapmaktadır Osmanlı’da en önemli mülkî âmir olan kadı, bulunduğu yargı çevresinde pek çok idarî görevi de yerine getirmektedir. Kadının yargı ve yürütme yetkilerini kullandığı idarî birime “kaza” adı verilir. Günümüzde kaymakamlar tarafından yönetilen ilçeler, o dönemde kadı tarafından yönetildiği için kaza ismi yakın zamana kadar kullanılmaya devam etmiş, daha sonra kaza yerine ilçe kullanılmaya başlanmıştır Osmanlı Devleti’nde ilk kadı Osman Gazi tarafından Karacahisar’a tayin edilen Dursun Fakih’dir
Kadı Yardımcıları Naib Naib, kadıya yargılama ve diğer işlerde yardımcı olan ve kadı tarafından tayin edilen mahkeme görevlisidir. Çoğunlukla yargı çevresi geniş olan kadılar, kazalarına bağlı nahiyelere naib atamışlardır. İş yükü fazla ola kadılar ise bulundukları mahkemede bazı ikinci dereceden işleri görevlendirdikleri naiblere yaptırmaktadır. Mesela, İstanbul’da merkez, Eyüp, Galata ve Üsküdar kadıları iş yoğunlukları sebebiyle davalara bizzat bakmazlar, vekil olarak atadıkları bab naibleri yargılama yapardı. Bu şekilde kadıya yardım edenlere bab naibi ve ayak naibi ismi verilirdi
Muhzır Davalı ve davacıyı kimi zaman da şahitleri mahkemeye getirmekle görevli olan muhzırlar, günümüzdeki emniyet görevlileri ve savcıların işlerini yapmaktaydı. Muhzırlar maaş almazlar, hizmetlerine karşılık taraflardan ve ilgililerden belli bir ücret alırlardı. Birden fazla muhzırın görev yaptığı büyük mahkemelerde diğerlerinin âmiri olarak muhzırbaşı bulunurdu. Muhzırlar berat-ı şerif yani Divan-ı Hümayun tarafından kadıya gönderilen yazı ile tayin edilir ve genellikle yeniçeri bölüklerinden seçilirdi. Muhzırların hizmet süreleri bir yıldı.
Subaşı Eski Türk devletlerinde yaygın şekilde kullanılan bir unvan olan subaşı, Osmanlılarda anlam değişikliğine uğramış ve bir şehrin muhafızı anlamında kullanılmıştır. Subaşı ilk devirlerde merkez tarafından tayin edilirken 16. yüzyılın sonlarından itibaren beylerbeyi ve sancakbeyleri tarafından onlara bağlı bir memur olarak tayin edilmeye başlanmıştır. Her sancak, kazaya karşılık gelen subaşılıklara ayrılmış olup subaşı, bulunduğu bölgede bad-ı hevâ denilen vergileri (cürm ü cinâyet, niyabet, resm-i arusane gibi) toplamakta ve kolluk görevini yerine getirmekteydi Kolluk görevi kapsamında sorumluluk bölgelerinde güvenlik ve asayişi sağlayan subaşılar zanlıları suçüstü halinde yakalayıp kadı huzuruna getirirlerdi. Kadı tarafından hakkında hüküm verilen kimsenin cezasını infaz etmek subaşının göreviydi
Asesbaşı Asesbaşı Yeniçeri ocağı içerisinde idamların infazı, merasimlerde çevre güvenliğinin sağlanması gibi askerî görevleri yerine getirirdi. Bunun yanında şehirlerde özellikle geceleri güvenliğin sağlanmasından asesbaşı sorumluydu. Asesler şehrin çarşılarında ve mahallelerinde geceleri dolaşırlar ve yakaladıkları zanlıları ya kendileri cezalandırırlar ya da gerekli hallerde kadıya getirirlerdi. Şer’iye sicillerinde aseslerin geceleri hırsızlık, sarhoşluk ve zina gibi suçları işleyenleri kadı huzuruna çıkardıklarını ve durumlarını tespit ettirdiklerini gösteren belgeler yer almaktadır.
Çavuş Osmanlı’da ilk dönemler elçilik, haberleşme, memleket ahvalinin araştırılması gibi hizmetler görmüşler, daha sonra bu görevlerin başkalarına verilmesi sebebiyle Divan-ı Hümayun’da hizmet etmek, şehri dolaşmaya çıktıklarında padişahların önünde yürümek gibi işler yapmışlardır. Bunun yanında vezirlerin beylerbeyilerin ve benzeri itibarlı şahısların idamında görev alırlar, hazine ve defterhanenin mühürlenmesi veya mührünün açılması hizmetlerinde bulunurlardı Çavuşlar yukarıdaki gibi idari görevlerin yanında ilamların icrası, borçlunun mallarını satarak borcunun ödenmesi, borçlunun inad ve temerrüdü üzerine mahkeme kararı ile hapsedilmesi gibi hukukî görevleri de yerine getirirlerdi Çavuşların başında çavuşbaşı bulunur, halkın Divan-ı Hümayuna verdikleri dilekçeleri o takdim eder, dava için Divan-ı Hümayun’a gelenlere çavuşları ile mübaşirlik yapardı
Tercümanlar Osmanlı toplumu çok sayıda dilin herhangi bir sınırlama olmadan kullanıldığı bir milletler mozayiği olduğundan kadının görev bölgesinde farklı dilleri konuşan kimseler bulunabilmekte ve kadı da çoğu zaman onların dilini anlamamaktaydı. Bu durumda kadı, tarafların ve şahitlerin beyanlarını anlamak için tercüman kullanmak zorundaydı. İhtiyaç olan yerlerde, özellikle de gayrimüslimlerin yaşadığı bölgelerde bulunan mahkemelerde tercümanlar çalıştırılırdı. Belgelerde “kadı tercemanı” olarak isimleri yer alan bu görevliler, diğer kadı yardımcıları gibi görevlendirilir, haklarında bir şikâyet olursa teftiş edilir ve gerekirse görevden alınabilirdi
Müşavirler Şer’iye mahkemelerinde kadı kendi bilgisine göre hüküm verebileceği gibi ihtiyaç duyduğu takdirde hukuku iyi bilen müşavirlerden de faydalanabilirdi. Hukuk bilgisinden faydalanılanlar o bölgede ya da başka bir yerde bulunan âlimler ve müftülerdi. Müftüler verdikleri fetvalarla kadılara müşavirlik yaptıkları gibi bazı hukukî problemlerin mahkemeye götürülmeden fetva yoluyla çözülmesini sağlamaktadır. Ulemanın reisi olan şeyhülislamlar da vermiş oldukları fetvalar ile mahkemelere yol göstermekte ve hukukun gidişatını yönlendirmektedir.
Mübaşirler Mübaşirler mahkemede bugün olduğu gibi celp ve tebliğ işlerini yaparlar, aynı zamanda mahkemenin düzen ve intizamını sağlarlardı. Mübaşirler bazı durumlarda mahkemede sorgu hâkimi olarak da görev yaparlardı
Kâtipler Mahkemede yazışmalar, tarafların iddia ve savunmaları ile şahitlerin beyanlarının zapta geçirilmesi kâtipler tarafından yapılmaktadır. Kâtiplerin ilamların yazılma usûlünü (ilm-i sakk) bilen, güvenilir kimselerden olması aranmıştır. Kâtiplerin atanmalarında kadının arzı şarttır. Kâtipler genellikle medrese çıkışlı kimselerdir ve mahkeme uygulamaları konularında tecrübe sahibidirler Kâtipler genelde kaza çevresinde yaşayan bilgi sahibi kimselerden seçilmiştir. Özellikle şairliğiyle tanınan pek çok kimsenin mahkemelerde kâtiplik yaparak geçindikleri bilinmektedir
Kassamlar Osmanlı Devleti’nde ölen kimselerin mirasını mirasçılar arasında taksim eden memurlara kassam adı verilmektedir. Kassamlar, kazasker kassamları ve şer’iye mahkemelerinde bulunan kassamlar olmak üzere iki guruba ayrılır. Kazasker kassamları askerî sınıfa mensup olan kişilerin terekelerini taksim eden görevlilerdir. Askerî sınıf dışında kalanların (reaya) terekeleri ise şer’iye mahkemelerinde bulunan kassamlar tarafından taksim edilirdi. Kazasker kassamları taksim ettikleri miraslardan aldıkları resm-i kısmetleri, o yerin kadılıklarında bulunan sandıkta saklayarak bunları teslim almak için gelen askerî kassam müfettişi veya suvari kassamlarına teslim ederlerdi
Mahkemelerin Yetki ve Görevleri Osmanlı’da bölgeler kaza denilen yargı çevrelerine ayrılmış ve buralara kadılar tayin edilmiştir. Her kadı kendi yargı çevresinde yaşayan kişilerin davalarına bakmakla yükümlüdür. Bir kadı kendi yargı çevresinde bulunan bütün yerlerde davalara bakabilir, yargı çevresi dışındaki davalara bakamaz.
Görev Kadılar kural olarak yargı çevrelerindeki bütün davalara bakmakla görevlidir. Buna göre bir yargı çevresinde bulunan halkın, günümüzdeki noterlik işlemlerine benzer işleri, evlilik sözleşmeleri, vasiyetnamelerinin infazı, miras paylaşımı, yetim ve gaiblerin mallarının korunması, vasi ve naiblerin atama ve azilleri gibi bütün hukukî meseleler o yerin kadısı tarafından karara bağlanmıştır Kadıların görevleri padişah tarafından belirlenmektedir. Bu sebeple padişah bir kadının görevini sınırlandırıp, genişletebilir