Pencere… Sunum: Ö y k ü c ü
kendine vereceğin en değerli ödül, sevdiklerinle paylaşacağın sade bir yaşam olmalı;
alacağın en değerli ödülse, mahcup bir gülümseme, iki damla sevinç gözyaşı ya da sessiz bir teşekkür…
çünkü yaşam bir düş; emek vermeli sevgiye, dostluğa, arkadaşlığa…
ve yaşam bir pencere, göz açıp kapayana kadar bakacağın…
bir şeyler kazımalı, iz bırakacak oraya…
zira günün birinde, pencereden bakma süren bittiğinde yaptıkların hatırlanıyorsa , yaşayacaksın hâlâ;
ve eğer bu kubbede kalmışsa senden hoş bir seda bir de evladına onurlu bir isim bırakmışsan ardında,
bil ki ismin kazınmış demektir pencerenin pervazına…
Türkan Saylan, yaşam penceresinin pervazına çok derin izler bırakmış büyük bir insandı… Kardelenlerse onun bizlere hediyesi ve emaneti…
Kardelenler… Kış gelince sıcak diyarlara uçup giden yavru gurbet kuşları gibiydi onlar…
o ilk göçlerinde, hepsi biraz endişeli, hepsi ürkek, ve güzel yuvalarının kokusu burunlarında tüterek, sıla hasretiyle, alışamaya çalıştılar yeni odalarına …
yabancıydılar tabii, bu uçsuz bucaksız şehre, çektiler başlarına battaniyelerini yatakhanede ve ağladılar gizli gizli sessizce…
günler günleri kovalarken bir gün fark ettiler ki artık sabahları çay evdeki gibi tüter olmuştu demlikte,
okul, dersler, öğretmenler, Fahrettin Hoca, kuş cıvıltılı bahçe ve sıcacık yatakhane
kar yağarken bakmak pencereden karşı tepeye; hepsine alışıvermişlerdi işte…
fakat küçüklerden biri epey bir zaman mahzun kaldı,
akşamüstü oldu muydu pencerenin önüne gider güneşin batışını yaşlı gözlerle seyreder dururdu…
sanırdı ki evi, ailesi, kardeşleri hemen pencerenin karşısındaki o tepenin ardında ve koşup gidiverse kavuşuverecekti sanki onlara…
sonra gün geldi, hepsi serpilip büyüdüler ve yine gurbet kuşu olup Anadolu’nun dört bir yanına uçup gittiler
fakat şimdi hepsi biliyor ki okul onların ikinci evi, çocuklar onların kardeşleri, öğretmenler; babaları, anneleri,
ve onlar bizim kızlarımız…
mayıs’ın on dokuzu
Mayıs’ın on dokuzuydu… Okul töreninde bir kardelen, Mustafa Kemal’in kızına yazılmış, Livaneli dizelerini okurken, göz pınarları dopdoluydu. Gün, İstanbul sokaklarında papatya olmak, sevgi seli içinde onun ardından, dimdik umuda yürümek zamanıydı. O güzel dizelerde ozan:
Doğu’da bir köy gördüm dağların arasında, öyle mahzun, çaresiz, kalakalmış. Çıplak kavakları bile hüzünlü kalemler gibi kara saplanmış. Köyün ortasında bir okul Ve tezek sobasıyla ısınmaya çalışan çocuklar.
Bir bıcırık kız, Yanında bir karamuk oğlan. Buz gibi elleri ama gözleri ahu, gözleri ceylan. Adın ne dedim kıza Dedi: Benim adım Türkan. Oğlan ekledi: Benimki de Saylan.
Dedim; Dayan yüreğim dayan. Madem ki bu çocuklar Türkan Madem ki bu çocuklar Saylan Gelecek onlarındır, Gerisi yalan. Değişir bu düzen Döner bu devran. * * * diyordu.
İmdi onun son yolculuğundan kalan anılar, kitap yaprakları arasında kuruyacaklar. Attığı tohumlarsa filizlenip sonsuza kadar bu topraklarda yaşayacaklar. Ö y k ü c ü
Huriye , Elektronik Mühendisliği öğrencisi
Berin; Kimya Fakültesi öğrencisi
Ceylan, İç Mimarlık öğrencisi
Eda , Gıda Mühendisliği öğrencisi
Elif , Hukuk Fakültesi öğrencisi
Esma , Gıda Mühendisliği öğrencisi
Esra, Kimya Mühendisliği öğrencisi
Eylem , Çevre Mühendisliği öğrencisi
Gizem , Endüstri Mühendisliği öğrencisi
Gözel , Sağlık Kurumları Yöneticiliği öğrencisi
Hilal , Fen Fakültesi Biyoloji öğrencisi
Kader , Hukuk Fakültesi öğrencisi
Melek, Uluslararası İlişkiler Fakültesi öğrencisi
Neriman, Gıda Mühendisliği öğrencisi
Özge, Kimya Fakültesi öğrencisi
Şükran, Elektronik Mühendisliği öğrencisi
Tuna, Psikoloji öğrencisi
Canan, Okul Öncesi Öğretmenlik öğrencisi
Gülizar, Dış Ticaret öğrencisi
Fon müziği: Beethoven, Pastoral Senfoni Sunum metin ve Şiirler: Can Özoğuz Türkan Saylan şiiri: Zülfü Livaneli
Sunumun canlı videosu için link: Bu masal gibi gerçek öykünün yaşandığı yer İstanbul Beykoz’daki yeşil bir yuvadır… Sunumun canlı videosu için link: http://www.youtube.com/watch?v=6mC-EEZiPu4&feature=youtu.be