SEVGİ DİYARI MASALI Yazan : Ö y k ü c ü.

Slides:



Advertisements
Benzer bir sunumlar
TÜRKAN YÜKSEL Tıkır Top.
Advertisements

KELİME TÜRLERİ ZARFLAR.
KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ.
Suyun Serüveni Hava bazen yağmurlu, sisli veya karlı olur. Yağmurun, sisin ve karın nasıl oluştuğunu hiç düşündünüz mü?
SLAYTI MUTLAKA SESLİ İZLEYİNİZ… İYİ SEYİRLER…
Küçük bir jest….
Hayat ertelenemez… Ümit Aydemir.
Boş ver be yaşı başı. gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver
UZAKTAN UZAĞA… Öyle gülüp harap etme içimi, İçimden bir şeyler düştü, düşecek.. Bilmem, nasıl aşık ettin ki beni, Ulaşamadığım, sen kaldın bir tek..
Orhan Veli Şiirler: Müzik: Ezginin Günlüğü
Annesini Arayan Kardan Adam
SİNAN AYTULU BUĞDAYIN YOLCULUĞU
Bir zamanlar bir ağaç varmış
HANSEL VE GRATEL.
Zaman Bırakır Seni Avuçlarıma Ben ne çabuk sen oldum, sarardı mevsimin tenindeki dokunuşu, Yağmurlarda üşüdüm, bekledim seni ey sevdiğim, Hasretine.
BİR KADINI BEKLEMEK ATAOL BEHRAMOĞLU
Paris ve sen Yağmur yağıyor Bu sonbahar Eskiden olduğu gibi
KURBAĞA PRENS Bir zamanlar yedi güzel kızı olan bir kral varmış. Bu kızların en güzeli en küçük olanmış.Güzel günlerde sarayın yakınındaki serin gölün.
Düzenleme: mynet.com. Düzenleme: mynet.com Şimdi sen işyerinde falansındır. Yanağına elin dayalı sıkılmaktasındır. Ya da gazeteyi.
Vaktiyle bir Keloğlan varmış… Bütün ailece çiftlikle meşgul olurlarmış
ÇOCUK MASALLARI HAZIRLAYAN: SİBEL KIRMACI
TIKANDI BABA Seval KEMERTAŞ tarafından düzenlenmiştir.
Ağlarsam sesimi duyar mısınız
KAFİYE VE REDİF ÖRNEKLERİ
Sevgili günlük, Bugün çok yoruldum. Neden mi bugün hem eğlendik hem öğrendik… Merak mı ediyorsun? Peki anlatayım…
UYUMAK İSTEMEYEN ZÜRAFA
Bir zamanlar bir ağaç varmış
KIRMIZI LÂLE Öykücü Can Özoğuz Beatles, “Till There Was You”
UYUMAK İSTEMEYEN ZÜRAFA
Gaye bir köyde yaşardı. Onun keçileri vardı. Keçilerini çok severdi
PAPATYANIN SEVGİSİ AKREP.
BAYKUŞ KARDEŞİN PARTİSİ.
Korkmuyorum Seni Sevmekten
MASAL KAHRAMANLARI Oyhan Hasan BILDIRKİ SEVGİYE SUSAMAK.
ses düğmesini açabilirsiniz ilerlemek için sadece “mouse”u tıklayınız.
Dünyanın Bütün Renkleri Bir Araya Toplanmışlar ve Hangi Rengin En Önemli En Özel Olduğunu Tartışmaya Başlamışlar:
Göl’ün Hikayesi.
BOZKIRDA YAZ SAATLERİ Ceyhun Atıf Kansu
AŞKLaRıM.
KALANIN ARDINDAN (sesli) Hep birlikteydik, masmaviydi hava; ne çok seviyordu herkes birbirini. Gitara yeni başlamıştım; çalacaktım ama utanıyordum.
İŞTE MASALIMIZ BAŞLIYOR.
Cemal Şimşek HÜZÜN YAĞMURLARI Venüs'ten GELİYORDU.
ÇİRKİN ÖRDEK YAVRUSU …
Sarı Yumak ile Kara Yumak arkadaş olmuşlardı
Büyük kurbağa, küçük kurbağaya diğer hayvanları tanıtmak istiyordu.
Hayatın Anlamı üzerine
CÜMLEDE ANLAM.
NOKTALAMA İŞARETLERİ ... ? . ‘’ , !.
Karanlıklar uzaklaştı
Konuş sevdiğim Yüreğinin şarkısını söyle bana Gece karanlık,
HAYATIN ANLAMI.
GiTTiĞiN YeR.
Tıkır Top
HAZIRLAYAN NECLA OĞUR.
YA KİMSEYE GÜVENEMESEYDİK
SEVGİ ZENGİNLİK BAŞARI
ÜŞENGEÇ YENGEÇ.
KÜL KEDiSi-SINDRELLA Hazırlayan: Emine KOÇAK- 7/A
DERS :ÖĞRETİM TEKNOLOJİLERİ VE MATERYAL GELİŞTİRME KONU :KARIN OLUŞUMU
AĞUSTOS BÖCEĞİ İLE KARINCA
DÜZENLİ OLMAK.
Uzak bir ormanın yamacında bir ördek yaşarmış
CANIN KUŞLARI Can, o gün annesine ne kadar çok sıkıldığını anlatıyordu: — Neden oyuncaklarınla oynamıyorsun? diye sordu annesi. — Ama onlar benimle oynamıyorlar.
SESLİDİR Sen Hiç..? MR CAN AKIN Sen; mehtaplı yaz gecelerinde sevginin coşkusuyla, yıldızlara dokunabildin mi hiç..? Sen; güneşli ılık bahar günlerinde.
GENEL TEKRAR - 6 CÜMLE ÖĞELERİ - VURGU – ARASÖZ FEM DERSHANELERİ
Keloğlan ve Kuyu Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir Keloğlan’la ninesi varmış. Bunlar çok yoksul insanlarmış. Keloğlan’ın.
Bir zamanlar, birbirine bitişik iki çiftlikte yasayan iki erkek kardeş vardı. Günlerden bir gün bu iki kardeş arasında bir anlaşmazlık baş gösterdi. İki.
bitmeyen sevgi Genç adam ellerinde bir buket çiçek, sahile koşarak geldi... Gözleri şöyle bir sahilde gezindi, aradığını göremeyince ilk gördüğü banka.
OKUMA ANLAMA ÇALIŞMASI
Kurbağa Prens Bir zamanlar yedi güzel kızı olan bir kral varmış. Bu kızların en güzeli en küçük olanmış. Güzel günlerde sarayın yakınındaki serin gölün.
Sunum transkripti:

SEVGİ DİYARI MASALI Yazan : Ö y k ü c ü

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, akşam güneşinin denize kızıl bir top olup battığı sıcacık bir ülkede; sevimli, uslu, günlerini odasında hayaller kurarak, gerçekle düş arasında geçiren bir çocuk yaşarmış. Kim bilir, belki de onun hayalleri gerçek bizlerinki kocaman bir düşmüş.

Bir gün çocuk evinin hemen karşısındaki parkta, dibi kızılyaprak dolu bir bankta, gün boyu oturmuş hayal kurarken, çoğu zaman düşlediği uzak ülke, yine canlanıvermiş gözünün önünde. Arasam, tarasam, ne yapıp ne edip bulsam, sonsuza kadar yaşasam o düş ülkesinde diye hayallere dalıvermiş. Ama o yerin nerede olduğunu bilmiyormuş. Tam evine dönmek üzere kalkarken akşam güneşinin son ışıklarının vurduğu bankın arkasındaki taş duvara ağır ağır tırmanan bir salyangoz görmüş. Hemen ona seslenmiş.

“Salyangoz kardeş, hey salyangoz kardeş. Duyuyor musun beni “Salyangoz kardeş, hey salyangoz kardeş! Duyuyor musun beni? Diyecektim ki ben hiç sen kadar olamadım. Senden hızlı hareket etsem de dünyayı keşfe çıkamadım. Senin gibi hiç düşünmeden, plansız programsız yollara düşemedim. Karnım nerede acıkmışsa orada doyuramadım. Evim sırtımda bir göçebe gibi umarsız, hesapsız yaşayamadım. Kim bilir ne güzel olmalı bütün bunlar. Şimdi sana sorsam, doğru cevap belki sendedir! Hep hayalini kurduğum bir diyar var; o yerin haritası belki cebindedir! Sana nasıl desem, nasıl anlatsam da tarif etsem? Bu öyle bir diyar ki cıvıldaşıp durur hep içinde yaşayanlar, evleri pastadan, kanalları limonatadan… Nerededir, nasıl gidilir, bilir misin?” diye sormuş. “Duydum çok uzaklardaymış o yer; ismine Sevgi Diyarı derler. Öyküsünü pek sevdiğim yağmur bulutları anlatmıştı. Orayı bulabilmek için yollara düşmen, karlı dağları aşman, demir kurbağayı bulup şehrin yerini ondan sorman gerekir. Demir kurbağanın yerini de karlı dağların arasındaki gizli ovada yaşayan yağız at bilir. O gizli ova ise lapa lapa yağan karın ardından sular donduktan sonra bulunabilir,” demiş salyangoz.

Çocuk ertesi sabah gün doğarken sırt çantasına yedi gün yetecek yiyecek koymuş, yanına taklacı beyaz güvercinini alıp yollara düşmüş. Yağmurların, rüzgârların içinden, gökkuşağının altından defalarca geçip günlerce yürümüş. Sonunda salyangozun bahsettiği karlı dağları bulup tırmanmaya başlamış. Sabah başladığı tırmanıştan akşamüzerine doğru hayli yorgun düşmüşken bir düzlüğe ulaşmış. Orada yolun kenarında bekleyen çifte atlı bir kızak görmüş. Hemen seğirtmiş yanına varmış. Atlı kızağın sürücüsüne; “Bu dağların gizli ovasında yaşayan yağız atı bulmam lazım!” demiş. “Atla bakalım kızağa, gizli ova nerede bilmem ama belli ki üşümüşsün, sen önce gir şu kürk battaniyenin altına, ısın biraz; ondan sonra yolda sorar, gizli ovayı arar tarar buluruz,” demiş arabacı.

Çocuk kızağa binmiş. Kürk battaniyenin altında ısınmaya çalışırken arabacı freni boşlayıp meşin kırbacıyla atlara hafifçe dokunmuş. Hareket eden kızak, atların boyunlarındaki minik çıngıraklardan çıkan hoş bir sesle karlı yolda yağ gibi kayarak yol almaya başlamış. Epeyce bir yol gittikten sonra yaklaştıkları dümdüz geniş bir alanı göstermiş arabacı. “Burası bahar geldiğinde masmavi bir göle dönüşür. Kış mevsimindeyse yoğun kar ve ayazlar bastırınca sular buz keser, göl bahara kadar donar,” deyince çocuk aradığı -lapa lapa kar yağıp sular donduktan sonra bulunabilen- gizli ovanın burası olduğunu anlamış.

“Atlarını daha hızlı sür arabacı, karşıda gölün kıyısında bir ev görünüyor, bir an evvel hava kararmadan oraya varalım. Belki yağız atı orada buluruz,” demiş. Bunun üzerine arabacı yoldan çıkıp kestirmeden donmuş göle sürmüş arabasını. Atlar dörtnala o buz tutmuş ovada uçar gibi koşmaya başlamışlar. Gizli ovada ilerledikçe atların nallarından çıkan seslere altlarındaki kalın buz tabakasının çatırtıları da karışmış. Çok zaman geçmeden karşı tarafa varmışlar. Uzaktan gördükleri ahşap evin ıssız olduğunu o zaman anlamışlar. Kızak durmuşken o yorgun argın, terli atlar kendiliklerinden ağır adımlarla ilerleyip kızağı ahşap evin arka tarafına döndürmüşler.

Çocuk orada, evin ahırının önünde duran iki yağız atı heyecan içinde görmüş. Hemen cebinden çıkardığı şekerleri avuçlarına koyup atlarla uzatmış. İkisi birden yanına gelmişler. Atlar şekerleri yerken çocuk onlarla konuşmaya başlamış. “Söyleyin bana yağız atlar, hanginiz demir kurbağanın yerini biliyor? Çok uzun yolların yolcusuyum, hayli yorgunum, yağmurların, rüzgârların içinden, gökkuşağının altından defalarca geçip günlerce yürüdükten sonra bu karlı dağın yamacına varıp düzlüğe tırmandım, atlı kar kızağına binip gizli ovayı yıldırım gibi aştım ve sonunda size ulaştım. Ne olur söyleyin bana hanginiz biliyorsunuz? Hayalimdeki sevgi diyarının sırrını bana açıklayacak demir kurbağanın yerini hanginiz bana söyleyecek?” demiş.

O zaman yağız kısrak delikanlıya biraz daha yaklaşıp dile gelmiş; “Sevgi Diyarı ise aradığın eğer, onun sırrını bilen demir kurbağa, şu karşıdaki karlı dağın ardında durgun akan nehrin kıyısındaki küçük şehirde yaşıyor. Oraya vardığında demir bir kapı eşiğinde sohbet eden demirden iki genç kız göreceksin. Onlarla sakın bir şey konuşma zira o zaman demir kurbağayı bulamazsın. Fısıltıyla konuşmalarına, seni meraklandıracak sorularına kanma. Cevap verirsen seni yanlış yere yönlendirecekler onlara sakın inanma. Sen sağır ol, dilsiz ol, onlar ne kadar tatlı dilli olsalar da... Yapman gereken onların arasından, hiçbir şeye aldırmadan o demir kapının içinden geçmek. O zaman nehir kıyısına vardığında sevimli demir kurbağayı bulacaksın hemen karşında. O senin bütün sorularını dinleyebilir, sen de onun cevaplarıyla sevgi diyarını bulabilirsin,” demiş. Çocuk bunları duyunca sevincinden yağız kısrağın boynuna sarılıp yelesini dakikalarca okşamış. Cebinde kalan şekerlerin hepsini avucuna koyup ona yedirmiş. Sonra arabacıyla sabah gün doğarken buluşmak için sözleşip geceyi dağ evinde geçirmek üzere eve yerleşmiş. Şöminenin yanında kuru odun, çıra, kibrit bulup yakmış. Ateşin karşısında sırt çantasından çıkardığı azıkla karnını doyurmuş. Sonra ısınmaya başlayan odada kürk yorganların altına girip sabaha kadar deliksiz uyumuş.

Sabah gün doğarken uyandığında arabacıyı kapıda bekler bulmuş Sabah gün doğarken uyandığında arabacıyı kapıda bekler bulmuş. Yağız atlarla vedalaşıp erkenden karlı dağın arka yamacına doğru yola çıkmışlar. Arabacı onu durgun akan nehrin kıyısına kadar götürüp bırakmış. Delikanlı nehri nasıl geçeyim diye düşünürken ileride suyun yüzeyinde çınar yapraklarından yapılmış bir geçit görmüş. Hemen oraya koşmuş. Sararmış çınar yapraklarına parmak uçlarıyla basıp sekerek nehrin karşı kıyısına ulaşmış.

Yağız atın anlattığı gibi orada demir bir kapı sahanlığında birbiriyle fısıltıyla konuşan demirden iki genç kız varmış. Saçını iki yandan atkuyruğu yapmış olan sevimli demir kız, çocuğa en tatlı sesiyle: “Günaydın sevimli çocuk, uzak yoldan geliyorsun değil mi? Mutlaka yorgun, belki de aç olmalısın; bizimle biraz dinlenip en sevdiğin yemeklerden yemek istemez misin?” demiş. Çocuk hiç cevap vermemiş. Ardından sırtı demir kapıya yaslı düşünceli görünen diğer kız çocuğa fısıltılı şarkı gibi sesiyle “Hoş geldin güzel çocuk, söyle bana hangi oyunları seversin? Seni bekliyorduk, bizimle oynamak ister misin?” demiş. Çocuk yağız kısrağın öğütlerini hiç aklından çıkartmadığı için demir kapının içinden, demir kızların arasından onlara hiç bir şey sormadan öbür tarafa geçmiş. Sonra nehrin kenarına doğru yürüyünce güleç yüzlü demir kurbağayı birden karşısında bulmuş.

“Sevimli kurbağa, ben çok uzak diyarlardan geliyorum “Sevimli kurbağa, ben çok uzak diyarlardan geliyorum. Dibi kızılyaprak dolu bir bankta oturmuş düşlüyordum. Arkamdaki taş duvara tırmanan salyangoz bana dedi ki içinde yaşayanların cıvıldaşıp durduğu, kanallarından limonata akan, evleri pastadan sevgi diyarının nerede olduğunu bir tek sen söyleyebilirmişsin. Bunun için yollara düştüm, yağmurların, rüzgârların içinden, gökkuşağının altından geçip, karlı dağları aşıp, gizli ovayı bulup, yağız attan sorup sana ulaştım. Eğer biliyorsan düşümdeki diyara nasıl gidilir bana yolunu tarif eder misin?” demiş. Kurbağa gülümsemiş; “O çok kolay yeter ki dünyaya baktığında güzellikleri görebilme, sevgiyi bulabilme yeteneğin olsun. Eğer ki küçücük şeylerden mutlu olabiliyor ve bunları sevdiklerinle paylaşabiliyorsan Sevgi Diyarı’nı bulmayı başarabilirsin. Bak ileride nehrin kıyısındaki çınar ağacını görüyor musun?” “Evet”

“İşte o ağaca gidip dallarında titreşen yağmur damlacıklarına dikkatle bakarsan aradığın sorunun cevabını orada görebilirsin,” demiş. Çocuk bunun üzerine hemen koşar adım gidip ağaca yaklaşmış. Dallarda dikenli kestaneler ve yağmur damlacıkları titreşiyorlarmış. Damlacıklara yakından bakarken birinin içinde ufka uzanan yemyeşil bir ova, ince uzun toprak bir yol ve yolun sonunda bir taş köprü görmüş. Hiç düşünmeden sevinçle havaya zıplamış ve ne olduysa o anda oluvermiş. Bir bakmış ki havada binlerce misli küçülüp o yağmur damlasının içindeki toprak yola pıt diye inivermiş.

Birazdan omzuna minik bir kuş konmuş Birazdan omzuna minik bir kuş konmuş. Ona bu yağmur damlasının içinde, toprak yolun sonunda, taş köprüyü geçince; gökleri gri, bulutları yağmurlu, mevsimleri sonbahar, yolları sarı yaprak dolu, parke taşları ıslak, kanallarına şirin tekneler bağlı, baharda rüzgâr değirmenli tarlaları silme lâle kaplı, tekne-evlerle bisikletlerin yaşadığı bir sevgi şehri var demiş. İçinde yaşayanların cıvıldaşıp durduğu, evleri pastadan, kanalları limonatadan bu şehre bir tek sınavlardan geçenler girebilir. Sen uzun yolları, dağları, nehirleri aşıp güçlük sınavını geçtin ki yağız atı bulabildin. Sonra irade sınavında demir kapı bekçilerine kanmadın ve demir kurbağaya ulaşabildin. Şimdi önünde bir tek akıl sınavı kaldı. Onların ipuçları sana verilmeyecek. Aşabilirsen bu engeli de o zaman sonsuza kadar mutlu yaşayabileceğin bir sevgi diyarına girmeye hak kazanacaksın. O diyarda daha başka neler olduğunu ancak oraya girebilirsen öğreneceksin,” deyip pır diye uçmuş gitmiş. Çocuk yağmur damlacığının içindeki o uzun ince toprak yolda bir hayli yürüyüp taş köprüyü geçtikten sonra yüksek taş duvarlarla çevrili gizemli şehrin kapısına gelmiş. Kapıda iki kaz bekçi çocuğu karşılayıp iki yandan kollarına girmişler. Çocuğun gözlerini kara bir bezle bağladıktan sonra kaz adımlarıyla biraz ilerideki sabır odasına götürmüşler. Üzerine kapıyı kapatıp onu epeyce uzun bir müddet orada yalnız bırakmışlar. Neden sonra sabır odasının kapısını tek gözlü, bir dudağı yerde bir dudağı gökte, kulağında kocaman bir küpe, kel başının tepesinde atkuyruk saçı olan bir dev açmış. Çocuğu dışarı çıkartmış ve yerden bir taş alıp şehir duvarına çok uzaktaki nehre kadar fırlatmış. Sonra “Haydi bakalım sen nereye kadar taş atabileceksin, görelim,” diye kükreyip ona bakmış. Onun üzerine çocuk elini torbasına sokup içindeki kafesten avucuna aldığı taklacı beyaz güvercininin kulağına bir şeyler fısıldayıp havaya ileri doğru fırlatmış. Güvercin taklalar atarak gözden kaybolana kadar ardından bakakalan dev bu işe çok şaşmış. Bu kez yerden bir taş alıp sıkıp suyunu çıkarmış. Çocuk da hemen sırt çantasındaki peynir kavanozuna elini daldırıp küçük bir kalıp beyaz peynir çıkartmış, avucunda sıkıp şapır şapır suyunu akıtmış. Bunu da görünce devin tek gözü korkudan yuvasından fırlamış, başını saygıyla önüne eğip şehrin kapısını ardına kadar açmış. Sonra çocuğa dönüp: “Hoş geldiniz sahip, emrinizdeyim,” diyerek yere kadar eğilmiş.

Böylelikle çocuk şehrin kapısından geçip içeri girmiş Böylelikle çocuk şehrin kapısından geçip içeri girmiş. Fakat aniden etrafını yoğun bir sis kaplamış. Ne yapsın yazık, sisin içinde bir adım ilerisini göremeden yürümeye başlamış. Hayli zaman yürüdükten sonra yokuş aşağı giderek hızlanmaya daha sonra yuvarlanırcasına devam etmeye başladığını hissetmiş fakat durduramamış kendini. Sonunda sisten çıktığında fren yapıp durabilmiş. Bir bakmış ki hayal ettiği şehrin sokaklarındaymış.

Biraz ileride bir duvara yaslanmış dinlenen olgun bir çift görünce saygıyla onlara yaklaşıp şehrin gizemini sormuş. Öğrenmiş ki bu sevgi şehrinde yaşayan en büyük nüfus bisikletler, ardından gelen de teknelermiş. On iki yaşına kadar üç tekerlekli olan bisikletler sonra iki tekerlekli genç kız ya da delikanlı olurlar, zamanı gelince sevgililerini bulurlar, birlikte yaş almaya başlar, ellili yaşlarına geldiklerinde artık bu defa iki seleli, iki gidonlu tek bisiklet olurlarmış. Şehrin kanallarında tekneler, martılar, yeşilbaşlı ördekler, beyaz kuğular süzülürken, kanal limonatalarının üç kulaç altındaki kalın krema tabakasında ise emekli bisikletler yaşarlarmış.

Sevgililerin yaşadığı bu sevgi şehrinin pastadan yapılmış evleri krema zemine batmasın diye evlerin şekerden kolonlarının tam altlarında on beşer kulaç çikolatadan kazıklar çakılıymış. Kanal limonatası havalar biraz ısınınca çekildiğinde, çikolatadan kazıklar sıcaktan erimeye başlar, o zaman pasta evlerin üzüntüden başları yana eğilir birbirlerine küsmüş gibi dururlarmış. Şehrin her neresinde her nasıl yaşanırsa yaşansın hep sevgi, hep aşk varmış.

Sevgi şehri kurulduğundan beri yaşayanları birbirlerinden ayrılmaz, pek can cana, pek yan yana yaşarlarmış. Mesela bisikletli meydana bakan kanaldaki güvertesi çiçekli anne tekne-ev yavrusunu çok sever yanından hiç ayırmazmış.

Kocaman ahşap dümenli kırmızı cumbalı baba tekne-ev ise yan kanalda bütün gün çalışır akşamları yorgun argın kanala dönermiş. Biraz ötedeki bambulu tekne evde ise büyük bir aşkın kahramanı iki bisiklet yaşarmış. Pembe ile Kara’nın ölümsüz aşkları şehirde dillere destanmış.

Pembe’ye yıllar önce henüz üç tekerlekli olduğu günlerden beri karasevdalı olan Kara, Pembe’nin dikkatini çekebilmek, ona aşkını anlatabilmek için ne yapacağını bilemezmiş. On iki yaşına gelip artık iki tekerlekli olduğunda aşkını şarkılarla dile getirebilmek için çıngırağını çok iyi çalmayı öğrenip yazdığı şiirlere besteler yapmaya başlamış. Duygu yüklü şiirlerinden çıngırağı da öylesine etkilenmiş ve Kara onu çalarken o kadar çok ağlamış inlemiş ki lakabı sonunda ağlayan çıngırak olmuş.

Ağlayan çıngırağın gözyaşları dökerek çaldığı, Kara’nın yanık yanık söylediği şarkıları Pembe’ye taşıyan rüzgârlar gökleri griye boyamış, bulutlar yağmur dolmuş, mevsimler sonbahar olmuş. Yapraklar sararmış, dilim limondan yapılmış parke taşlı yollara dökülmüş. Ama bu karasevdadan Pembe’nin bir türlü haberi olmamış.

Sonunda dolunaylı bir gecede Kara, sevdasını Pembe’ye şarkılarıyla anlatmak için çıngırağını alıp penceresinin altına gitmiş ve ağlayan çıngırağıyla şarkılarını çalıp söylemeye başlamış. Fakat Pembe kuş tüyü yatağına yattığında öyle derin uyur öyle güzel rüyalar görürmüş ki hiç uyanmak istemez sabaha kadar rüyasında tatlı hayaller kurar dururmuş. Aslında rüyalarında hep uzaktan için için sevdiği Kara’yı görür sabaha kadar yüzünde bir gülümsemeyle uyurmuş. Onun için o gece de Kara’nın sevda şarkılarını duymuş ama bunları rüyasında gördüğünü sanıp hiç uyanmak istememiş.

Hâlbuki Kara onun balkonunun altında sabaha kadar aşk şarkıları çalmış durmuş. Şarkılar göğe yükseldikçe bulutları önce koyu griye sonra karaya boyamış. Bulutlar gülle gibi ağırlaşmış, havada duramaz olmuş. O kadar yağmur dolmuş ki sabahın ilk ışıklarıyla şarkı söylemeyi bırakan Kara daha pasta evine dönmeden bardaktan boşanırcasına sağanak başlamış. Yağmur hiç durmadan günlerce sürmüş, bütün çukur yollar dilim limon parke taşlarına karışan yağmur sularıyla dolup limonatadan kanallar olmuş.

Bu sağanak ve sel boyunca birçok pasta ev gibi Pembe’yle Kara’nın evleri de sulara gömülmüş. Selesine kadar suya batınca Pembe nihayet uyanıp Kara’nın karasevdasından haberdar olmuş ve ikisi o günden sonra sevgili olup bir tekne evde birlikte yaşamaya koyulmuş.

Bu hikâyeyi yaşlı çiftten dinleyen çocuk pek etkilenmiş Bu hikâyeyi yaşlı çiftten dinleyen çocuk pek etkilenmiş. Demek ki bu sevgi şehrinin kanalları aşk şarkılarının etkisiyle yağan yağmurlarla oluşmuş diye düşünüp bir köprünün üzerinden aşağıya bakarken sudaki yansımada bir anda kendisinin de iki tekerlekli bir bisiklet olduğunu görmüş.

Sevinsin mi üzülsün mü bilememiş Sevinsin mi üzülsün mü bilememiş. O anda evini, sevdiklerini ne kadar özlediğini, günlerdir ortadan kaybolduğu için onu ne kadar merak etmiş olabileceklerini düşünüp endişelenmiş.

Tam ağlamaya başlayacağı sırada yanaklarını sevgiyle okşayan bir elin sıcaklığını hissetmiş. Gözünü açınca annesinin sevgi dolu bakışlarını görmüş, onu ne kadar özlediğini anlayıp oturduğu banktan kalkmış, kollarına atılmış, başını göğsüne yaslamış, sıcaklığına sımsıkı sarılmış…

Sonra ikisi birlikte mutlu, sıcacık evlerine doğru yürümeye başlarken çocuk yine merakına engel olamayıp bir an için arkasını dönüp bakmış. Salyangoz duvarın üstünden ona antenlerinin ucundaki gözleriyle gülümsüyormuş… * * *

İstanbul, 23 Aralık 2012. MASAL ve FOTOĞRAFLAR : CAN ÖZOĞUZ Fotoğrafların çekildiği yerler sırasıyla: Budapeşte, Yalıkavak, İstanbul, Saint Moritz, Ankara, Zürih, Amsterdam. Müzik: Bülent Ortaçgil, “Benimle Oynar mısın?”