Mustafa Kemal Atatürk'ün Sanat Sevgisi Ve Sanata Kattıkları
57 yıllık ömrüne 11 savaş, 24 madalya, 7 nişan, 13 kitap, bir ülke ve milyonlarca özgür insan sığdıran Ulu Önder Atatürk, aynı zamanda bir sanat âşığıydı. Özellikle İstanbul’daki günlerinde sinemaya gider, önemli temsilleri kaçırmaz, opera eserlerinin ortaya çıkışında önemli bir rol oynardı. Asıl devrimlerinden birini de kültür-sanat dalında yaptı.
HARF DEVRİMİ ÖNCESİ BALO
Tertiplenen bu özel gecelerde saz heyetlerinin eserlerini dinlemek, Ulu Önder Atatürk’ün en büyük zevklerinden biriydi. 9 Ağustos 1927 Perşembe günü Sarayburnu Parkı’nda CHP tarafından düzenlenen balo da bu durumun en özel örneklerinden biridir. Atatürk, Latin harflerinin önemine dair bir konuşma yaparak Türk Harf İnkılabı’nın gerçekleşeceğini duyurduğu gecede, havai fişekler altında cazbant, mızıka takımı ve incesaz topluluğunun açık havada konserlerini dinledi.
D A N S E T M E Y İ S E V E R D İ
Dans etmeyi de oldukça seven Atatürk, katıldığı davetlerde kısa süreli de olsa danslara icabet ederdi. Buna en güzel örneklerden biri, 26 Temmuz 1927’de yaşandı. Çocuk Esirgeme Kurumu Kadıköy Şubesi’ne bağışta bulunduktan sonra kurumun Maarif Cemiyeti ile ortak düzenlediği özel baloya katılmış ve balo esnasında 3-4 defa dansa kalkarak bu süre zarfında Yunus Nadi, Hamdullah Suphi, İbrahim Alaadin, Ali Rıza Bey ve eşi, Ahmet Rafik, Sudi Bey ve eşi, Ali Naci (Karacan), İzzet Melih Bey ve eşini masasına davet ederek onlarla sohbet etmişti.
İDADİ YILLARINDA ‘ŞAİR ATATÜRK’
Manastır Askeri İdadisi yıllarından itibaren farklı alanlarda kitaplar okuyan Atatürk, şiire ayrı bir önem verirdi. Kendi anılarından öğrendiğimiz kadarıyla, gençlik yıllarında şiir yazardı. Şair ve hatip Ömer Naci Bey ile arkadaşlığı esnasında daha sık şiir yazmaya başlamıştı. Hocası Alay Emini Asım Efendi’nin “Bunlarla uğraşmak seni askerlikten uzaklaştır” uyarısı üzerine Atatürk, okumalarına eğitim ve askeri alanlarda devam etti.
MUSİKİ MUALLİM MEKTEBİ’Nİ AÇTI
Atatürk’ün sanat aşkının meyvelerini tüm Türkiye gibi İstanbul da topladı. Müziğe büyük önem vermesi sebebiyle 1 Eylül 1924’te ilk ‘Musiki Muallim Mektebi’ açılarak, yılları arasında öğretmen, orkestra elemanı ve askeri bando elemanı yetiştirmeye çalışıldı. 1925’te bir yarışma düzenlenerek sanatçı ve müzik öğretmeni yetiştirmek üzere Berlin, Paris, Budapeşte, Prag gibi Avrupa’nın önemli kültür şehirlerine yetenekli gençler gönderilmeye başlandı yılında Batı müziği bölümü eklenmiş olan Darülelhan konservatuara dönüştürüldü. Daha sonra ‘İstanbul Belediye Konservatuarı’nda geleneksel Türk sanat müziği eserlerinin saptanması için ‘Tesbit ve Tasnif Heyeti’ kuruldu yılında ‘Milli Musiki ve Temsil Akademisi Kanunu’ ve ‘Devlet Konservatuarı Kanunu’ çıkarıldı.
O’NUN DENETİMİYLE ‘ÖZSOY OPERASI’ YAZILDI
Atatürk, sahne sanatlarının kültürel kalkınmanın ana damarlarından biri olduğunu düşünüyordu. O dönem kültürel faaliyetlerin kalbi olan Dârülbedâyi, 1920 yılında Türk- Müslüman kadın sanatçı olan Afife Jale’yi ağırladı. 1927’de İstanbul’da teşkil edilen ‘Sanayi-i Nefise Birliği’, tiyatro eğitimine başladı. Devletin sanatı desteklemesi gerektiğine inanan Atatürk’ün emriyle 1930’da yürürlüğe giren Belediyeler Kanunu’nun 15. maddesinde, tiyatro binası yapma ve tiyatro topluluğu kurma hakkı belediyelere ‘ihtiyari’ bir görev olarak tanındı. 1 yıl sonra alınan bir kararla, Dârülbedâyi ‘Şehir Tiyatrosu’ adını aldı. Bu tiyatrolar günümüzde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı olarak Harbiye, Fatih, Kadıköy, Üsküdar ve Gaziosmanpaşa sahnelerinde faaliyetini sürdürmektedir. Operaya destek vermek için 1930’da ‘İstanbul Opera Cemiyeti’ kuruldu. 19 Haziran 1934’te Türkiye’yi ziyaret edecek olan İran Şahı Rıza Şah Pehlevi onuruna, Atatürk’ün yönergeleri ve denetimi ile ‘Özsoy Operası’ yazıldı.
Y Ü R Ü Y E R E K S İ N E M A Y A G İ D E R D İ
1930’lu yılların İstanbul’unda kültür sanat yaşamı oldukça hareketliydi. Düzenlenen balolar, konferanslar ve ardından gerçekleşen müzik dinletileri sanatsal bir şölen niteliğindeydi. Atatürk, bir yandan bu etkinliklere katılırken, diğer yandan da başka sanat kollarına ilgi duymaya ve destek vermeye devam etti. Zaman zaman sinemaya da gider ve filmleri takip ederdi. Buna en iyi örneklerden biri, 3 Aralık 1929 günü yaşandı. Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’ndan ayrılıp Gazhane Yokuşu ve Taksim yolunu kullanarak Elhamra Sineması’na gitti. Burada Atatürk’e saat 14.30’dan 17.10’a kadar özel bir seans düzenlendi. Sinemada Foks Şirketi’nin çektiği ‘Gazi Numune Çiftliği’nin yanı sıra Atatürk’ün Ankara’dan İstanbul’a olan yolculuğunun sessiz filmi ve Ankara’da düzenlenen Cumhuriyet Bayramı Resmi Töreni’nde Yunanistan Başbakanı Venizelos’un Türk-Yunan Dostluk Anlaşması’nı imzalayışı da gösterildi.
GÜZEL SANATLARI ES GEÇMEDİ
‘Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’ olarak 1908’de kurulan topluluğun, 1921’de ‘Türk Ressamlar Cemiyeti’, 1926’da ‘Türk Sanayi-i Nefise Birliği’ ve daha sonra da ‘Güzel Sanatlar Birliği’ adını alarak modern sanat akımlarının temel taşları arasında yerini almasını sağladı. 1927’de ‘Güzel Sanatlar Enstitüsü’ne dönüştürülen ‘Sanayi-i Nefise Mektebi, bugün hâlâ Mimar Sinan Üniversitesi bünyesinde Güzel Sanatlar Fakültesi olarak mevcudiyetini sürdürmektedir. Atatürk, heykel sanatına verdiği önemi “Dünyada medeni olmak, ilerlemek ve olgunlaşmak isteyen herhangi bir millet, mutlaka heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecektir” sözleriyle gösterdi. 3 Ekim 1926’da İstanbul Sarayburnu’nda açılan Atatürk Heykeli, yapılan ilk heykel oldu. 1929’da, Cumhuriyet’in ilk sanatçı topluluğu ‘Müstakil Ressam ve Heykeltıraşlar Birliği’ kuruldu yılının eylül ayında ise 5 ressam ve 1 heykeltıraş; Nurullah Berk, Zeki Faik İzer, Elif Naci, Cemal Tollu, Abidin Dino ve Zühtü Müridoğlu, bir araya gelerek ‘D Grubu’ adlı sanat topluluğunu kurdu.