Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

AİLE Sosyal yeniden üretimin odak noktasıdır.

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "AİLE Sosyal yeniden üretimin odak noktasıdır."— Sunum transkripti:

1 Sadece geleneksel olarak insanların biyolojik üremesinin gerçekleştiği ortam değildir.
AİLE Sosyal yeniden üretimin odak noktasıdır. Ayrıca cinsel farklılığın akrabalık, evlilik ve ortak ikametle etkileştiği yerdir.

2 1960‘ lardan beri dünyanın gelişmiş ülkelerinde aileler tüm cephelerde bir kargaşa içindedir.
Aile zor durumda. Bunda ilk uyarı işareti doğurganlıkta bir gerilemeydi. Bütün batılı ülkelerde on dokuzuncu yüzyılın sonundan beri sürekli gerilemekte olan doğum oranı II. Dünya savaşı’ndan hemen önceki yıllarda yükselişe geçti ve savaş sonrası yıllarda artış oranı hızlandı. Ancak yine de 1970‘lerin sonuna gelindiğinde bebek patlamasının sona erdiği açıktı.

3 Bugünün gelişmiş ülkelerindeki mevcut ölüm oranları dikkate alındığında , göç olmadan istikrarlı bir nüfusu sürdürmek için kabaca, kadın başına 2.1 lik bir doğurganlık oranı gereklidir. Birleşik devletlerde 1957’de 3.7 olan doğurganlık oranı 1975’te 1.8’e düştü Avustralya’ da 1960’daki 3.9 olan doğurganlık oranı 1980’de 1.9’a düştü Kanada’da 3.9’dan 1.7’ye Japonya’da 1947’de 4.5 olan doğurganlık oranı 1980’lerde 1.7’ye düştü.

4 Günümüzde ise halen batıdaki doğum aranı düşmektedir, hatta nüfüs gittikçe azalmaktadır. Bazı ülkeler çözümü çaresiz olarak göç almakta bulmakta, kimileri ise çocuk yapma teşvikinde bulunmaktadır. Doğuda örneğin Çin’de doğum oranları azaltılmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de ise kimi araştırmalara dayanılarak en az üç çocuk kampanyası sözel olarak başlatılmıştır. Ama diğer kaynaklarda en az üç çocuk kampanyasının geçersizliğini ortaya koymaktadır. Bu tartışma nüfusun nitelik olarak mı yoksa nicelik olarak mı üstün olması gerektiği sorusunu da beraberinde getirmektedir.

5 Japonya hariç tüm ülkelerde doğurganlık oranındaki gerilemeye evlilik dışı doğan çocukların sayısında oldukça belirgin bir artış eşlik etti. 1960’ların başında gayrı meşru doğum oranının oldukça düşük olduğu (%2) Avrupa ülkeleri bu oranın artışına tanık oldular. Akdeniz ülkelerinde ve Belçika’da artış geç ve vasattı.Oysa boşanmanın yasak olduğu İrlanda, Lüksemburg ve Hollanda’da artış hızlı ve anlamlıydı. 25 yılda % lük bir artış var. Eşitsiz de olsa evrensel olan gayri meşru doğum oranındaki artışın kendisi, evliliğin doğurganlık kadar bir darbe aldığını gösterir. Avrupa Birliği'nde (AB) evli olmadan dünyaya getirilen çocukların oranı son 20 yılda katlanarak, yüzde 35'i aştı. AB istatistik kurumu Eurostat'ın verilerine göre 1990'da yüzde 17,4 olan evlilik dışı doğan çocukların oranı 1998'de yüzde 25,1'e, 2008'de yüzde 35,1'e ulaştı.

6 1970’lerde batılı devletler ‘’evlilik patlamasını’’ kutlarken evlilik endeksleri birçok ülkede düşmeye başlamıştı. ( Evlilik endeksi: bir kişinin bugünkü koşulların değişmemesi durumunda elli yaşından önce evlenme olasılığının ölçüsüdür.) Evlilik endeksleri gerilemeye başlamadan önce de boşanma oranları pek çok batılı ülkede artmaya başlamıştır. Boşanma sadece genelleşmekle kalmadı, aynı zamanda evliliğin ilk yıllarında gerçekleşme eğilimindeydi. Örneğin 1959’da büyük Britanya ‘da bir yılda evlenen çiftlerin %14’ü nün boşanması ortalama 20 yılı almaktaydı. Bu rakam 1969’da on yıla, 1979’da 6 yıla düşmüştür. Bütün bu değişimlerin sonucu gelişmiş ülkelerde tek ebeveynli ailelerin oranında bir artıştı. Birçok ülke er yada geç eski rejimden yenisine geçişe tanık oldu. Eski rejimde tek ebeveynlerin çoğunluğu dul ya da bir eş ya da cinsel partner tarafından terk edilmiş bireylerdi. Yeni rejimde boşanma ve gönüllü ayrılık , çocukların ebeveynden biriyle birlikte yaşamasının baş nedeni haline geldi.

7 Yeni bir annelik rejimi: 1870’ten bu yana bir dizi buluş ile bilimsel ve teknolojik ilerleme ölüm oranını düşürdü ve gebelik ile emzirmenin bir kadının yaşamından aldığı oranı dramatik ölçüde azalttı, böylece cinsel işbölümünün ve iktidarın geleneksel temelini sarstı. Anne ve bebeklerin üremeyle bağlantılı ölüm ve hastalık riskleri, geçen yüzyılda hijyen ,tıp ve beslenme alanlarındaki ilerlemeyle önemli ölçüde azaldı.1930’da bebek ölüm oranı bir yaşından önce ölen çocukların oranı hiçbir yerde %3.5 ‘ten düşük değildi. Ve Akdeniz ülkelerinde , orta Avrupa da ve Japonya’da yüzde 10’un üzerindeydi. 1955’e gelindiğinde tüm batılı ülkelerde %5’in altına düşmüştü 1965’te Akdeniz ülkeleri hariç %de 2.5’un altındaydı. 1989’da Kanada’da kuzey ve batı Avrupa ‘nın çoğunda bebek ölüm oranı % de 0.8 ‘in altındaydı.İsveç ve Finlandiya’da % de 0.6’ya ve Japonya’da %0.5’e düşmüştü. Bu arada ortalama ömür hatırı sayılır biçimde arttı. 18. yüzyılın ortalarında Fransa’da doğan bir kadın ortalama olarak 30 yıldan az yaşamayı umabilirdi. Bir yüzyıl sonra ortalama yaşam süresi 40’a yükselmişti. 1930’da doğan bir kadın altmışına kadar yaşamayı umabilirdi, oysa 1987’de doğan biri seksen yedi yıllık bir ömre göz dikebilirdi.

8 Kadınların yaşam beklentisindeki artış erkeklerinkinden daha fazlaydı
Kadınların yaşam beklentisindeki artış erkeklerinkinden daha fazlaydı. 1950’de gelişmiş ülkelerde otuz yaşında bir kadının yaşam beklentisi, aynı yaştaki bir erkeğin ömründen 3 yıl fazlaydı. Uzmanlar, erkek ve kadın yaşam tarzları birbirine daha fazla benzedikçe bu dengesizliğin azalacağını beklemişti; fakat , özellikle jinekolojik tanı ve tedavilerdeki gelişmelerden sonra azalmak yerine arttı. Kadın ve erkekler arasındaki yaşam süresi beklentisi farkı her yıl daha da fazla büyüyor. 1970’lerde kadınlar 3 yıl daha kazanmış erkeklerde bir artış olmamıştı. 1980’lerin ortasında İsveç’te ve diğer pek çok gelişmiş ülkede altı ila yedi yıl fakat Birleşik devletlerde yedi yıldan fazla ve Fransa ile Finlandiya’da sekiz yıl olmuştu. Ölüm oranındaki anlamlı gerileme ‘’demografik geçiş’’ denilen şeyin arkasındaki itici güçtü. Gelişmiş ülkelerdeki çiftler ikisini yetişkin görmek umuduyla beş ila altı çocuk sahibi olmak zorunda olmadıkları için sadece doğum sayısını sınırlamayı istemekle kalmadılar; bunu yapmanın araçlarına da sahiptiler ve bu durum , düşük bir ölüm oranı ile düşük bir doğurganlık oranının karakterize ettiği ‘’yeni bir demografik rejim’’e yol açtı.

9 Batıda gerçekleşen gelişmeler, doğum kontrolünü güvenli ve kolaylaştıran yöntemler geliştirilmesine sebep olmuştu. Bu durum, kadınların hamilelik riski olmadan cinsellik yaşayabilecekleri anlamına geliyordu. Doğum kontrolü için, yasal olduğu ülkelerde kürtaj, yasal olmayan ülkelerde ise gizli gerçekleşen, tehlikeli, kısırlığa ve hatta ölümlere sebep olan çocuk düşürme yöntemleri dışında da alternatifler üretilmişti Doğum kontrolüne doğru hareket Fransa’da on sekizinci yüzyılın sonunda ve diğer pek çok batılı ülkede on dokuzuncu yüzyılın sonunda başladı fakat ancak 1950’lerin sonunda ‘’sonuç alıcı silahlar ‘’, ağız yoluyla gebelik önleyiciler ve rahim içi aygıtlar şeklinde kullanılabilir oldu. Ancak bu uygulama ve ilaçlar pahalıydı. Kadınlar, bu olanakların tüm kadınların hizmetine sunulması ve pek çok ülkede geçerli olan baskıcı yasaların ortadan kaldırılması için mücadele etmeye başladı. Feministler kürtaj ve doğum kontrolün yasallaşması için mücadeleye devam ettiler. Bu mücadeleler özellikle Kuzey Avrupa ve ABD’de güç kazandı. Fransa’da feministler, 14 yıl süren zorlu bir mücadele verdiler ve 1967’de doğum kontrolü yasallaştı Tüm bu gelişmeler tabi ki muhalefetle de karşılaştı. Buna rağmen bu tür yöntemlerin kadınlar arasındaki kullanımı günden güne arttı. Kadınlar bu yöntemlerle yaşamlarının hangi noktasında ve ne sıklıkla gebe kalmak istediklerini belirleyebiliyorlardı. Kadınlar bu doğum kontrolü biçimlerini tercih edince ,erkekler tarihte ilk kez kadınlara iradelerine rağmen gebelik riskini dayatamıyorlardı. Çocuk isteyen erkek, partneri de istemedikçe hiçbir şey yapamazdı.Dahası genetikteki ilerleme kendi kısırlıklarının suçunu partnerine yüklemeyi ya da sorumluluğunu almak istemedikleri bir çocuğun babalığını inkar etmeyi erkekler için zorlaştırdı.

10 Bebek ölüm oranındaki gerileme, ‘’doğum kontrolü devrimi’’yle birlikte , Batı toplumunda ortalama kadının gebelikte harcadığı zaman miktarını dramatik ölçüde azalttı. Eski demografik rejimde (Bir çok üçüncü dünya ülkesinde varlığını sürdüren ) gebelik tipik kadının yaşamında dört buçuk yıl işgal etmekteydi.. Son çocuğu doğurduğunda kadın ortalama kabaca kırk yaşında olurdu ve yirmi üç yıl daha yaşamayı bekleyemezdi. Yeni rejimde bir kadın yaşamının on sekiz ayında gebedir, son çocuğu doğduğunda otuzundan fazla değildir ve bir yarım yüz yıl daha yaşamayı bekleyebilir Dahası , geç on dokuzuncu yüzyıldan beri geliştirilen ve 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yaygın bir biçimde pazarlanan yeni bebek beslenme teknikleri sadece bebek ölüm oranlarını düşürmekle kalmadı, çocuk doğurma ile çocuk büyütme arasındaki bağı da kopardı: ortalama emzirme süresi azaldı ve bebek bakımında annenin yerini alabilecek insanların sayısı arttı. Sterilleştirilmiş hayvan sütünün, biberonların ve emziklerin gelişiyle , hazır mamaların ve bebek yiyeceklerinin kusursuzlaştırmasıyla birlikte , cinsiyeti ne olursa olsun -herkes ve dolayısıyla tarihte ilk kez baba – yeni doğana bakabilirdi. Yani bir bebeğin hayatta kalmak için annesine ya da emziren başka bir dişiye teknik olarak ihtiyacı yoktu.Bu yüzden ebeveynlerin ve aile üyeleri, komşular,arkadaşlar, dadılar,bakıcılar gibi öteki kişilerin bebek bakım işini paylaşması olanaklı oldu.

11 Kısa bir toparlamak gerekirse,
Tüm bunların kadına getirileri tabi ki faydalıdır. Doğum kontrol hapları gibi gebelik önleyiciler bu konudaki söz hakkını kadına geçirmiştir. Doğum sayısının azalması, bebeklerini besleme şekillerinin farklılaşması, bakım konusunda araya başka yardımcıların girmesi kadınların yıpranmalarını azaltmıştır. Tıbbın ilerlemesi kadının sağlığını korumaya yönelik tedbirleri ve bilinci arttırmış bu da kadının ömrünü uzatmıştır.


"AİLE Sosyal yeniden üretimin odak noktasıdır." indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları