Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Peygamber Efendimizin Pâk Soyları ve Kısaca Hayatları

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "Peygamber Efendimizin Pâk Soyları ve Kısaca Hayatları"— Sunum transkripti:

1 Peygamber Efendimizin Pâk Soyları ve Kısaca Hayatları

2 Pâk Soyları Detaylı bilgi için isimlerin üzerine tıklayınız!

3 Hz. Muhammed (S.A.V) Yetim doğmuştu.
Doğar doğmaz şahadet parmağını kaldırarak secdeye kapanmıştı ve üç defa “ümmetim” demişti. Sırtında peygamberlik mührü vardı ve sünnetliydi. 6 aylıkken annesinden ayrılarak süt anneye verildi. 8 aylıkken konuşmaya başladı. 9 aylıkken konuşması oldukça düzgün ve pürüzsüzdü. 10. ayında ise artık diğer çocuklarla ok atacak kadar kuvvetli ve gürbüz olmuştu. 2 yaşında sütten kesildi. Bu yaşlarda, göğsü yarıldı ve kalbi çıkartıldı. Daha sonra kalbi de yarılarak içerisinden siyah bir kan pıhtısı çıkarıldı. Göğsü ve kalbi kar ile temizlendi. 4 yaşındayken annesine getirildi. 5 yaşında yüzmeyi öğrendi. 6 yaşında annesini kaybetti. Dedesinin himayesine girdi. 8 yaşında dedesini kaybetti. Amcası Ebu Talib’in himayesine girdi. 10 yaşında koyun güderdi. Bu yaşlarda iki defa eğlencelere (Masal geceleri) katılmaya teşebbüs etti ve Allah tarafından uyutuldu. 12 yaşında amcası ile bir ticaret kervanına katıldı ve Rahip Bahira ile tanıştı. 20 yaşında 4. ficar muharebesini (Arapların cahilliye devrindeki savaşları) gördü. 25 yaşında Hz. Hatice’nin mallarını Şam’a ticaret yapmak maksadıyla götürdü ve bu vesile ile Hz. Hatice ile tanıştı. 25 yaşında Hz. Hatice ile evlendi. 38 yaşında gaib’den bazı sesler duymaya başladı. 39 yaşında sadık rüyalar devri başladı. 40 yaşında Peygamber oldu. Sırasıyla Müslüman olanları görmek için tıklayınız. 45 ve 46 yaşlarında iki Müslüman grup Habeşistana hicret etti. Bu yıllarda ay’ın ikiye bölünmesi ve Hz. Ebubekir’in Übey ile Roma’nın İranlılara galip geleceği konusunda bahse girişi ve Kuranda Romanın galibiyetini bildirişi mucizeleri gerçekleşti. 47 yaşında Müslümanlar üzerinde 3 sene süren şiddetli bir boykot başladı. 50 yaşında, sırasıyla erkek çocuklarından Kasım ve Abdullah sonrada amcası Ebu Talib ve hanımı Hz. Hatice vefat etti. Bu yıllarda, Hz. Aişe ile nişanlandı ve Hz. Sevde ile evlendi. İslam’ı anlatmak için gittiği Taif’te kışkırtılmış genç ve çocuklar tarafından taş yağmuruna tutuldu. 51 yaşında, İsra ve Mirac mucizeleri ve Medine’de İslam nurunun alevlenmeye başlaması hadiseleri gerçekleşir. 53 yaşında Medine ye hicret etti. Bedir savaşında 54 yaşındaydı. Uhud savaşında 55 yaşındaydı. Hendek savaşında 57 yaşındaydı. Yine bu yıl içerisinde müşrikler ile Hudeybiyye antlaşması yapıldı. 58 yaşında, Hükümdarların İslamiyet'e davetleri gerçekleşti. Hayber fethedildi. 59 yaşına Hz. Zeynebin vefatı ile başladı. Beni Murre, Mute ve Zatüs-Selasil savaşları yapıldı. Mekke’nin fethi gerçekleşti. Huneyn savaşı ve Taif kuşatması yapıldı. Ayrıca Hz. İbrahim dünyaya geldi. 60 yaşında Necaşinin vefatı haberini aldı. Tebük gazası gerçekleştikten sonra kızları içerisinden Hz. Ümmü Gülsümü kaybetti. Bu yıl Hac farz kılındı. 62 yaşında Veda Haccı ve Hutbesini yaptı. 63 yaşında son kez ordusunu topladı. Bu esnada şiddetli bir hastalığa tutuldu. Ordunun başına Mute savaşında şehîd düşen kumandan Hz.Zeyd b. Harise'nin oğlu Hz.Usame b. Zeyd'i (20 yaşında) geçirdi ve dünyadan ayrıldı. Dış Görünüşü: Ortadan uzun boylu, siyah dalgalı saçlıydı. Açık ve yüksek alınlı, kalın siyah kaşlıydı. Kaşları bir birine çok yakın ama bitişik değildi. Göz bebekleri, çok tatlı bir siyahtı.Uzun ve siyah kirpikleri bakışlarına apayrı bir tatlılık verirdi.

4 Hicret Medine’ye hicret için Peygamberimize (s.a.v) Allah tarafından müsaade gelmişti. O sıralarda müşriklerde her kabileden savaşçılar toplayarak Peygamberimizi (s.a.v) öldürme kararını almıştı. Peygamberimiz (s.a.v) durumdan Cebrail (a.s) vasıtasıyla bilgilendirildi ve o gece yatağında yatmaması tembihlendi. O’da kendi yerine Hz. Ali’yi yatağına yatırdı ve üzerindeki emanetleri sahiplerine vermesi için ona teslim etti. 200’e yakın genç gecenin üçte biri geçince Efendimizin evinin önünde toplandılar. Katiller, gecenin geçmesini, aydınlığın etrafı sarmasını ve Efendimizin evinden çıkmasını bekliyorlardı. Zira, adetlerine göre bir adamı evinin içinde katletmek, korkaklığın en adisi sayılırdı. Peygamberimiz (s.a.v) evinden çıktı ve yerden aldığı bir avuç toprağı başlarına attı ve Yasin Suresinin ilk sekiz ayetini okudu. Hiçbiri onu görmedi ve içlerinden çıkıp gitti. Bir müddet sonra, gençlere, hemşerilerinden biri gelip ”Burada ne bekliyorsunuz, Muhammed üzerinize toprak atıp gideli çok oldu” deyince, şaşırdılar ve eve girip yatakta yatanın Peygamberimiz olmadığını görünce telaşa kapıldılar ve derhal onu aramaya başladılar.

5 Veda Haccı ve Hutbesi (M. 632- H.1O)
Hicretin dokuzuncu yılında Hazreti Ebû Bekir, Hac Emîri seçilmiş ve 300 müminle Hac ibadetini yerine getirmişti. Hazreti Ali ile beraber kâfirlerin artık Kabe'yi ziyaret edemeyeceklerini bildirmişlerdi. Bunun üzerine Müslüman olmayan kabileler de imân ile şereflendiler. İslâm Dini Arap yarımadasında girmedik yer bırakmadı. Bir sene sonra, hicretin 11. milâdın 632'nci yılında, Peygamberimiz Aleyhisselâm 40 bin kişilik bir topluluk ile haccetmek üzere Mekke'ye gitti. O'nun gelişini duyan müminler Zilkade ayında Mekke'de toplandı. Böylece Peygamberimiz Aleyhisselâm hac sırasında 124 bin kişilik bir İslâm topluluğuna hutbe okudu. İslâm Dininin tamamlandığına işaret ederek, insanlığı maddî ve manevî huzura, kurtuluşa kavuşturacak şeriat hükümlerini, sonsuz nimetleri bildirdi, nasihatler etti. Büyük peygamber, Efendimiz Aleyhisselâm devesinin üzerinde idi. Devesinin yularından Amr b. Harice tutuyordu. Devenin ağzından çıkan köpükler, Amr b. Haricenin başına dökülüyordu. Efendimizin sözlerini tekrar edecek olan da gür sesiyle meşhur, Rebia b. Ümeyye b. Halefti ve daha sonra Resülüllah Efendimiz (sav) Veda Hutbesini yayınladı. Hutbeyi yayınladıktan sonra Peygamber Efendimiz, Şehadet parmağını havaya kaldırıp halka işaret ederek “Allahım şahit ol, Allahım şahit ol, Allahım şahit ol!“ Vesselamü Aleyküm ve Rahmetüllahi ve Berakâtühü buyurarak hutbesini sona erdirdi. Peygamberimiz Aleyhisselâm bundan sonra haccetmediği için, bu haccı ve hutbesi "Vedâ Hacı" ve "Vedâ Hutbesi" olarak anıldı. Bu hac emri sırasında 63 deve kurbanı kendisi kesti. Kalanlarını Hazreti Ali keserek 100'e tamamladı. Peygamberimiz Aleyhisselâm, her sene için bir kurban keserek ömrünün 63 senede sona ereceğine, İslâm Nurunun tamamlanmasıyla, dünyadan ayrılacağına işaret etti. Kabe'de 10 gün kaldıktan sonra Medine'ye döndü.

6 Mekke’nin Fethi (M H.9) Müminlerin Mute savaşından başarıyla ayrılması, Arap kabilelerini sevindirdi ve İslâm Dininin kuzeyde yayılmasına sebep oldu. Mekke'li müşrikler ise, Mute savaşının sonucunu müminleri küçültücü buluyorlar, düşmanlıklarından geri kalmıyorlardı. Bu arada kendi dostları olan Bekir Oğulları kabilesine gizlice yardım ettiler. Müslümanların dostu olan Huzâa kabilesine baskın yaparak 23 kişinin öldürülmesine yol açtılar. Huzâa kabilesi reisleri, Medine'ye gelerek yardım istedi. Peygamberimiz Aleyhisselâm Kureyşlilere haber gönderdi. Ölülerin diyetlerinin ödenmesini veya Bekir Oğullarını himayeyi bırakmalarını, yahut antlaşmaya uymalarını istedi. Kureyşliler andlaşmayı bozduklarını söylediler. Ancak yaptıkları hatânın farkına vardılar. Ebû Süfyan'ı Medine'ye elçi göndererek antlaşmayı yenilemek istediler. Ebû Süfyan'ın Medine'de çalmadığı kapı kalmadı. Fakat kimseden yüz bulamadı. Kendi kızı, Peygamberimiz Aleyhisselâmın zevcesi Hazreti Ümmü Habibe bile babasını tersledi. Ebû Süfyan'm eli boş dönmesiyle Kureyşliler endişeye kapıldı. Huzâa kabilesi Medine yolunu tuttuğu için müminlerin durumu hakkında bir haber de alamıyorlardı. Peygamberimiz Aleyhisselâm ise, 10 bin kişilik büyük bir ordu hazırladı. Ramazan ayı içerisinde Mekke'yi putlardan temizlemek üzere yola çıktı. Kan dökülmeden Mekke'ye girilmesi için hareket gizli tutuldu. Yolda Fahri Kâinat Efendimize imân ederek Medine'ye gitmekte olan son muhacir, amcası Hazreti Abbas ile karşılaştı. O da ailesini gönderip kendi orduya katıldı. İslâm ordusu gece binlerce ateş yaktı. Kureyşliler gördükleri bu büyük manzara karşısında dehşete kapıldı. Ebû Süfyan olup bitenlerden bir haber alabilmek için bir tepeye çıktı. Burada İslâm süvari karakoluna esir düştü. Hazreti Abbas kendisini Peygamberimiz Aleyhisselâmın huzuruna getirdi. Ebû Süfyan orada İslâm dinine girdi. Burada Mescid-i Haram'a sığınanlara, savaşmadan kendi evine kapananlara ve Ebû Süfyan'm hanesine girenlere dokunulmaması emri ile şereflendi. Hicretin sekizinci yılı 20 Ramazan, milâdî 11 Ocak 630'da öğle vakti İslâm Ordusu tekbirlerle dört koldan Mekke'ye girdi. Silâh kullanılmadıkça kan dökülmemesi emr olunmuştu. müminler sadece birkaç direnişe karşılık verdi. Kabe'de bulunan 360 put kırılıp atıldı. Beytullah tertemiz edildi. Kureyşliler, hayretler içersinde sabah taptıkları putların; öğleye kadar hepsinin yerle bir oluşunu seyrediyorlar, Hazreti Bilâl'in Kâbe üzerinde öğle ezanını okuyuşunu ve binlerce ağızdan tekbirlerle Allahü Teâlâ'ya yapılan şükür ve hamd nidalarını dinliyorlardı. Böylece yıllarca taptıkları putların faydasızlığını anlamakla lanetler okuyorlar, İslâm ile şereflenmeye koşuyorlardı. Müminler Kabe'de topluca namazlarını kıldılar. Peygamberimiz Aleyhisselâmın birlik ve eşitlik hakkındaki hutbesini dinlediler. Efendimiz (A.S), İslam'a çok zararı dokunan birkaç kişi dışında, bütün Mekke'lilere af ilân ediyordu. O'nun bu cömertliği karşısında Mekke halkı şimdiye kadar yaptıklarından ar duydular. Akın Akın müslüman olarak erkekli, kadınlı Fahri Kâinat Efendimize biat ettiler.

7 Huneyn Gazası (M H.8) Mekke'nin fethiyle Kureyş meselesi çözülmüş, onların tesirinde kalan Arap kabileleri de islâmı kabul etmeye gelmişlerdi. Ancak Arapların en büyük kabilesi olan Hevazin kabilesi, İslâmın üstünlüğünü istemiyorlardı. Müslümanların zafer rahatlığı içinde olduğu bir sırada 20 bin asker topladılar. Müslümanları hazırlıksız yakalamak istediler. Bunu duyan Peygamberimiz Aleyhisselâm Mekke'de bir vekil bırakarak 12 bin kişilik ordusu ile Hevazin üzerine yürüdü. Orduya bazı yeni müminler de katıldı. Hevazin ordusu, bir boğazda ani baskın yaptıkları İslâm ordusunu sıkıştırdı. Bu beklenmedik saldırı müminleri şaşırttı. Mekke'nin fethi gibi büyük bir zaferin verdiği rahatlık da onları aldattı, işi gevşek tutmalarına sebep oldu. Hazreti Halid b. Velid'in kumandasındaki birliğin bozulması da, morallerini iyice bozdu. Bu şaşkınlıkla gelen bozgun karşısında İslâm Ordusu dağılmaya başladı. Ancak Peygamberimiz Aleyhisselâm sahabilerine seslenerek etrafında toplanmalarını istedi. Düşmanın üzerine hücum edip askerin moralini düzeltti. Savaşta da en üstün kendisinin olduğunu gösterdi. Bozulan İslâm askerleri yeni bir hamleyle düşmanı hezimete uğrattı. Hevazin Ordusu bütün varlığını savaş meydanında bırakarak kaçtı. Müslümanların kovalaması ile iyice perişan oldular. Hevazin kabilesi, savaşta kaçmayı önlemek için kadın, çocuk, mal, servet neleri varsa yanlarında getirmişti. İslâmın zaferi karşısında bunlar da fayda etmedi. Müminlerin 4 şehîdine karşılık 70 ölü, 6 bin esir, 24 bin deve, 40 bin koyun ve 4 bin okka gümüş ganimet bırakarak kaçtılar. Esirler arasında Peygamberimiz Aleyhisselâmın süt kız kardeşi Şeymâ da vardı. Efendimiz (A.S) kendisine hürmet ve ikramda bulundu. Bir çok mal vererek memleketine gitmek üzere serbest bıraktı. Bu durumdan ümitlenen Hevazin kabilesi ileri gelenleri de ricada bulundular. Böylece 6 bin esir serbest bırakıldı. Eşine rastlanmayan bir fazilet örneği gösterildi. Peygamberimiz Aleyhisselâmın, cömertliği dillere destan olan Hâtemi Tâî'nin kızını da hediyeler vererek serbest bırakması, üstün ahlâkından bir örnek, iyiliklere gösterilen karşılığa bir delildir. Mekke'nin fethinden 16 gün sonra, milâdî 27 Ocak 630 tarihinde yapılan bu gazâ, Hevazin kabilesi ile Huneyn Vadisinde yapılmış, bu iki isimle anılmıştır. Peygamberimiz Aleyhisselâm savaştan sonra Mekke'ye döndü. Vekil bıraktığı 20 yaşındaki Hazreti Attab'ı, idaresinin iyi olmasından dolayı Mekke Valisi yaptı. Kabe'yi tavaftan sonra Mekke'den ayrıldı.

8 Taif Kuşatması ve Evtas Savaşı (M. 630- H.8)
Huneyn'den kaçan Hevazin askerlerinden bir kısmı Taif kalesine, bir kısmı da Evtas'a kaçmıştı. Peygamberimiz Aleyhisselâm Evtas'a bir birlik gönderdi. Kendisi de Taife hareket etti. müminler Evtas'tan zafer ve ganimetlerle döndü. Taif kalesi sağlam, halkı ise savaşa kararlıydı. 15 günlük kuşatma sırasında mancınık ve Debbâde" denilen ağaç tanklar gibi ağır âletler kullanıldı. Fakat müminler bir sonuç alamadı. Kaledekiler ise yiyeceklerini depo etmişler, sonuna kadar direnmeye niyetliydiler. Peygamberimiz Aleyhisselâm, kalenin alınması için çok kan döküleceğini anladı. Atılan oklarla 12 mümin de şehîd olmuştu. Sahabileriyle ne yapacaklarını konuştu. Her tarafı müslümanlar ve dostlarıyla sarılı Taif'lilerden bir zarar gelmeyeceği fikri kabul edildi. Müslümanlar kuşatmayı bırakıp çekildiler. Taif'liler ise, bir sene sonra kendiliklerinden gelip müslüman oldular. Taife sığınan Hevazin kabilesi reisi Malik ise, İslâm olmayı kabul ettiği için çoluk çocuğu serbest bırakıldı.

9 Tebük Gazası (M. 630-H.8) İslâm Dininin her tarafa yayılmaya başlaması Bizans Devletinin huzurunu kaçırdı. İranlılara üstünlük sağladıktan sonra, Müslümanların da ilerlemesini durdurmak istediler. Bu sebeple 40 bin kişilik bir ordu hazırladılar. Peygamberimiz Aleyhisselâm, bu haberi alınca asker toplanması için emir verdi. Hicretin 9'uncu milâdın 630'uncu yılının, sıcak aylarında 30 bin kişilik bir ordu hazırlandı. O sırada kıtlık hüküm sürdüğü için, müminler orduyu donatmak için yarışa girdiler. Münafıklar ise, sıcak ve iş zamanını, yolun uzunluğunu, düşmanın büyüklüğünü ileri sürüp bozgunculuk yapmaya çalıştılar. Peygamberimiz Aleyhisselâm İslâm ordusuyla Medine ile Şam arasında Tebük denilen yere kadar geldi. Ancak karşılarına düşmanın çıkmadığını gördü. Çünkü İslâm ordusunun büyüklüğü, her tarafa dehşet "salmıştı. Bizans Devleti ise iç çekişmelerle uğraşıyordu. Bu sebeple müminlerle savaşmaktan kaçınmışlardı. İslâm Ordusu Tebük'te 20 gün kaldıktan sonra döndü. Peygamberimiz Aleyhisselâm Şam'a girme teklifini kabul etmedi. Çünkü orada vebâ salgını vardı ve bu tehlikenin üzerine gitmekten sakındı. Düşman sindirildiği için, kuzeyden gelecek büyük tehlike de atlatılmış, istenen sonuç elde edilmişti. Bu arada civardaki bazı hükümetler ve kabileler ile ahid yapıldı, vergiye bağlanarak dostluk kuruldu.

10 Hükümdarların İslamiyet'e davetleri
Resul-i Kibriya Efendimiz, İslam’a davet maksadıyla aşağıdaki hükümdarlara mektup gönderdi: Hz. Dıhyetül-Kelbi’yi, Rum Kayseri Herakliusa Hz. Amr b. Ümeyye ed-Demri’yi, Habeş Necaşisi Ashame’ye Hz. Abdullah b. Huzafe’yi, İran Kisrası Hüsrev Perviz’e Hz. Hatıb b. Ebi Beltaa’yı, Mısır Firavunu Mukavkıs’a Hz. Salit b. Amr’ı Yemame Valisi Havza b. Ali’ye Hz. Şeca b. Vehb’i, Gassan Meliki Münzir b. Haris b. Ebi Şemir’e gönderdi.

11 Dünyadan ayrılışı Aleyhisselâmın hastalığı sıtma idi. Soğuk su ile rahatlamaya çalışıyordu. Son üç günde hastalığı iyice ağırlaştı. Hazreti Ebû Bekir'i imamlık yapmak üzere vekil seçti. Nihayet 13 gün süren hastalıktan sonra hicretin 11 nci yılı Rebiulevvel ayının 12 nci Pazartesi gecesi milâdî 632 yılında 63 yaşında mübarek ruhları uçup en yüce makama gitti. Sahabiler bu acı hakikat karşısında şaşırıp kaldılar. Diller tutuldu, kalbler dondu, feryadlar göklere yükseldi. Hazreti Ömer gibi sahabiler bile inanmak istemedi. Bu fırsattan faydalanmak isteyen bazı kimseler dinden çıkarak yalancı peygamberlik hevesine kapıldı. Ancak Hazreti Ebû Bekir'in soğukkanlı davranışı ve hâkim olucu sözleri karşısında herkes kendine gelebildi. Çünkü o büyük dost Hazreti Muhammed Aleyhisselâm'ın getirdiği Kur'an, ve Şeriatının rehberlik vazifesine devam ettiğini bildiriyor, bu büyük hakikati hatırlatıyordu. Kendilerini toparlayan müminler önce Hazreti Ebû Bekir'i Halife seçip emrine girdiler. Sonra da Fahri Kâinat Efendimize karşı son vazifelerini yaptılar. Erkekler, kadınlar ve çocuklar sırayla namazını kıldılar. Peygamberimiz Aleyhisselâm, dünyaya gözlerini yumduğu, Hazreti Aişe'nin saadetli hanesine defnedildi. Şimdi Ravza-ı Mutahhara denilen makamı meydana geldi.

12 Hudeybiyye Antlaşması
Peygamber Efendimiz(sav), bir gece rüyasında hiçbir korku ve endişe duymadan ashabıyla birlikte gidip Kabe-i Muazzama’yı tavaf ettiklerini, kiminin başını kazıttığını, kiminin de saçını kısalttığını görmüştü. Bunun üzerine Efendimiz (sav) 1400 sahabe ile birlikte silahsız bir şekilde umre yapmak niyeti ile Kabe’ye doğru yola çıktı. Fakat müşrikler Efendimizin Beytullahı ziyaretine müsaade etmediler. Bu nedenle ashabı ikram ile yapılan istişareden sonra, kanlarının son damlasına kadar tek vücut halinde Kureyşliler ile savaşma kararı alındı. Harem bölgesine girildiği anda Efendimizin(sav) Kasva adındaki devesi çöküverdi ve daha sonra Efendimizin sevkiyle Mekke’ye doğru değil Hudeybiye’ye doğru yürüdü. Devenin çöküşü direk kureyş üzerine yürümenin doğru olmadığı şeklinde yorumlandı. O esnada susuz kaldığının farkına varan müminler Efendimizin parmakları arasından akan su ile kana kana su içtiler. İki taraf bir birlerine elçiler gönderiyordu. Efendimiz (sav) önce Hz. Huleys’i daha sonra Hz. Osman’ı elçi olarak gönderdi ve sadece umre yapmak niyetinde olduklarını ifade etmelerini istedi. Elçi olarak gönderilen Hz. Osmanın şehit edildiği haberi gelince Efendimiz tüm sahabeler ile Rıdvan biatinı yaparak kanlarının son damlasına kadar çarpışma kararını aldı. Sonra alınan haberin asılsız olduğu ortaya çıkınca savaş kararı durduruldu. Resül-u Ekrem Efendimiz Kureyş müşriklerini bir musalaha yazısıyla bağlamak ve bu suretle İslam'ın siyasi kudret ve mevcudiyetini hem onlara hem de bütün Arabistan halkına göstermek ve tanıtmak gayesi ile Hudeybiye antlaşmasını imzaladı. Sahabe-i ikram antlaşma taraftarı değildi ve büyük bir hayal kırıklığı içindeydi. Fakat yapılan antlaşmanın İslam'ın yayılmasını ne derece hızlandırdığı sonraki dönemlerde anlaşılacak ve bu antlaşma ile İslam’ın maddi kılıcının değil manevi kılınıcının ortaya çıktığını göreceklerdi.

13 Mekke’nin fethi Ramazan ayı içerisinde, Kureyş kervanının halini anlamak ve hazırlık olmak için sahabeleriyle beraber Medine'den çıktı. İslâm Ordusunda ilk defa Medineli ensâr da yer almıştı. Müslümanların bu hareketini haber alan Ebû Süfyan, kervanının korunması için Mekke'ye haber saldı. Mekke'de koparılan yaygara üzerine büyük bir kâfir ordusu yola çıkarıldı. Müminlerden

14 Bedir savaşı Bedir Savaşı, İslâm'ın gelişinin 15'inci, hicretin ikinci, miladın 624'üncü yılında Medine'ye 80 millik mesafedeki Bedir köyünde meydana geldi. Peygamberimiz Aleyhisselâm Ramazan ayı içerisinde, Kureyş kervanının halini anlamak ve hazırlık olmak için sahabeleriyle beraber Medine'den çıktı. İslâm Ordusunda ilk defa Medineli ensâr da yer almıştı. Müslümanların bu hareketini haber alan Ebû Süfyan, kervanının korunması için Mekke'ye haber saldı. Mekke'de koparılan yaygara üzerine büyük bir kâfir ordusu yola çıkarıldı. Müminlerden önce gelerek Bedir'de su başını tuttular. Peygamberimiz Aleyhisselâm bir savaş maksadıyla çıkmamıştı. Ancak Kureyşlilerin bu kötü niyetleri karşısında sahabeleriyle görüştü ve düşmana karşı konulmasında birleşildi. Ebû Süfyan ticaret kafilesini sahilin kestirme yollarından geçirerek tehlikeli bölgeden uzaklaştırmıştı. Kervanı kurtardığını Kureyşlilere de bildirmişti. Ancak müslümanlarla savaşmak, onların birliğini dağıtmak için çoktan beri fırsat arayan müşrikler geri dönmediler. Ebû Cehil'in kumandası altındaki kâfirler, 100 atlı, 700 develi, geri kalanı yaya olmak üzere 950 kişiydi. Çoğu zırhlı ve ağır silahlarla donatılmıştı.Müminler ise 3 atlı, 70 develi 313 yiğitti. Hayvanlara nöbetleşe biniyorlardı. Ancak Peygamberimiz Aleyhisselâmın kızı olan, zevcesi Hz. Rukayye'nin ağır hastalığı sebebiyle Hz. Osman gibi bir kaç sahabeye izin verilmişti. Müslümanların sancağını Hz. Mus'ab, kâfirlerin bayrağını kardeşi Ebû Aziz taşıyordu. Peygamberimiz Aleyhisselâmın amcalarından Hz. Hamza kendi yanında, diğer amcası Abbas düşman safındaydı. Yine damatlarından Hz. Ali yanında iken; diğeri, Hz. Zeyneb'in kocası Ebû Âs kâfirler arasındaydı. Hz. Ebû Bekir'in oğullarından Hz. Abdullah yanında, Abdurrahman ise karşısında bulunuyordu. Diğerlerinin yakınları da bunlar gibiydi.

15 Bedir savaşı İki ordu 17 Ramazan'a rastlayan Mîlâdî 13 Mart 624 Cuma günü sabahı karşı karşıya geldi. Peygamberimiz (sav) müminlerin orucunu bozdurdu. Gece yağan yağmurla su ihtiyaçlarını da karşılamışlardı. Çünkü su kuyusu kâfirlerin elinde bulunuyordu. Peygamberimiz (sav) Allahü Teâlâ'ya dualarda bulunuyor, yalvarıyor, müminlere müjdeler veriyordu. Hz. Abdullah b. Cahş seriyyesinde öldürülen Amr'ın kardeşi Âmir, bir ok atarak Hz. Ömer'in âzadlı kölesi Hz. Mihca'yı şehîd etti. İslâm yolunda savaşta, ilk düşen şehîd o oldu ve çarpışma da böylece başladı. İlk hücumu ve öldürmeyi kâfirler yapmış, müminler de karşılık vermek zorunda kalmış oluyorlardı. O zamanın âdetine göre, Kureyşliler ortaya üç kişi çıkardı. Müminlerden de Hz. Hamza, Hz. Ali ve Hz. Ubeyde karşılık verdiler ve düşman kâfirleri yere serdiler. Artık savaş, iyice kızışmış, Kureyşliler korkunç bir saldırıya geçmişti. Müminler iman kuvvetiyle karşı koydular ve büyük bir azimle dayandılar. Sonunda Allahü Teâlâ'nın yardımına kavuştular. Zafer Müslümanların Savaşın sonunda kâfirler bozguna uğramış, galib gelenler Allah ve Rasûlüne inananların olmuştu. Aralarında Ebû Cehil gibi büyük kâfirlerin de olduğu 70 Kureyşli öldü, 70 kişi de esir düştü. Canını kurtarabilenler de ölülerine, mallarına bakmadan kaçtı. Müminler jse 14 şehîd verdi, bol ganimet aldı. Peygamberimiz Aleyhisselâm esirlere hoş davranılmasını emretti. Kâfirlerin ölüsünü ise bir çukura doldurttu. Haber Mekke'ye ulaşınca kimse inanamadı. Şehir halkı mateme büründü. Savaşa gelmeyen ve yerine paralı asker gönderen Ebû Leheb, bir hafta sonra kahrından öldü. Müslümanlar büyük ve mühim bir zafere kavuştu. Ancak Peygamberimiz Aleyhisselâmın kızı Hz. Rukayye'nin ölüm haberi gelmekle, sevinmeleri uzun sürmedi.

16 Uhud savaşı Kureyş kâfirleri Bedir hezimetinden sonra, öc almak için bir yıl hazırlık yaptılar. Mekke'nin idarecisi de Ebû Süfyan olmuştu. Medine'yi basmak, müminlerden intikamlarını almak düşüncesiyle 3000 kişilik bir ordu hazırladılar. Orduda 700 zırhlı, 200 atlı ile 3000 deve bulunuyordu. Orduya, yakınlarının öcünün alınması için askerleri gayretlendirmek maksadıyla bazı Kureyş kadınları da katılmıştı. Ayrıca düşük ahlâklı kadınlar ile çalgı ve içki âlemeri ile ordunun rezilliği arttırılmıştı. Kısaca kâfirlerin gayretini arttırmak için her türlü çare düşünülmüştü. Ebû Süfyan'ın karısı Hind gibi kadınlar da, askerlerinin Bedir'deki gibi kaçmalarını önlemek için orduya katılmışlardı. Katılmalarını istemeyenlere karşı da bu fikirlerini açıkça söylüyorlardı.Peygamberimiz (as) Mekke'de bulunan amcası Abbas, Kureyşlilerin bu büyük hazırlığını özel olarak tuttuğu bir adamla gönderdiği mektubta yeğenine bildirdi. Peygamberimiz (as) ve dostlarının zarar görmesini istemiyordu. Peygamberimiz Aleyhisselâm gönderdiği keşif kolları ile, bu haberin doğruluğunu ayrıca öğrendi. Düşmanı karşılamak için hemen hazırlıkları başlattı.İstişarePeygamberimiz (as) sahabîlerini topladı ve nasıl hareket edeceklerini konuşmaya başladı. Kendisi gördüğü bir rüya üzerine şehirde kalarak düşmanı püskürtmek fikrinde olduğunu söyledi. Sahabelerin bir kısmı da bu düşüncede olduklarını bildirdiler. ancak Bedir savaşma katılamayanlar, gençler ve yiğitler, düşmanla göğüs göğüse çarpışmak için Medine dışına çıkılmasını istediler. Bu fikirlerinin kabulü için de çok İsrarlı davrandılar. Peygamberimiz (as) bunun üzerine İslâm ordusu ile hazırlandı. Dışarıda savaşmak için İsrar edenler, Peygamber (as) fikrine göre hareket etmenin daha iyi olacağını anladılar. Bu fikrin uygulanması için İsrarlarından vazgeçtiler. Ancak Peygamberimiz (as) , verilen karardan dönmesinin uygun olmadığını bildirdi. Tarafların Kuvvetleri Peygamberimiz (as) 1000 kişilik bir kuvvetle Cuma namazından sonra Medine'den çıktı. Yolda yahudilerden bir kısmı da savaşa katılmak istedi. Fakat Peygamberimiz (as) kabul etmedi. Yahudilerle dost olan münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selül, bazı bahaneler göstererek 300 adamıyla birlikte İslâm Ordusundan ayrıldı. Onların Medine'ye dönmesiyle müminler 700 kişi kaldı. Bunlardan 100'ü zırhlı, ikisi atlı idi.İslâm Ordusu Uhud dağına vardığı zaman, düşman askerleri oraya yerleşmişti. Kâfirlere gözükmeden şafak vakti dağın eteklerine varıldı. Arkaları Uhud dağına gelerek Medine'ye karşı saf bağladılar. Düşmanın geriden saldırısını önlemek için 50 kişilik bir okçu bölüğü, dağın sol taraftaki boğazına yerleştirildi. Peygamberimiz (as) okçulara, savaşın sonucu ne olursa olsun, kendilerinden habersiz yerlerini terk etmemelerini emretti.

17 Uhud savaşı Uhud Savaşı Başlıyor (M H.4) İslâmın 16'ncı, hicretin 3'üncü, miladın 625'inci yılının 25 Mart'ında, 11 Şevval Cumartesi günü Uhud gazası başlamış oldu. Mekkeli kadınların çalgıları arasında ortaya çıkan ve çarpışmak için adam isteyen kâfir askerleri Hz. Hamza ve Hz. Ali'nin kılıçları ile yere düştüler. Kureyşliler ölülerinin öcünü almak, putlarını korumak için var güçleriyle saldırıyor, onların üçte birinden daha az müminler ise Allah yolunda, O'nun hak dâvası uğrunda karşı koyuyorlardı. Savaş kısa zamanda kızışmış, imanlı İslâm askerleri düşmanın merkezine kadar ilerlemişti. Onların kılıç darbeleri altında hemen 20 kâfir ölmüş, düşen bayraklarını kaldıracak kimse bulunamaz olmuştu. Okçular Tembihe Uymuyor: Çok geçmeden Kureyş ordusu bozulmuş, kadınlar panik içerisinde dağa kaçışmaya, bağırışmaya başlamışlardı. Müminlerin bir kısmı kaçan düşmanı kovalamaya çalışırken, diğer bir kısmı ise savaş zaferimizle bitti, diyerek ganimet toplamaya başlamıştı. Ganimetler pek çok olduğundan düşmanı sonuna kadar kovalama işini bıraktılar, ele geçen büyük bir fırsatı tam değerlendiremediler. Ayneyn adındaki boğaza yerleştirilmiş bulunan okçular da savaşın, kendilerinin zaferiyle bittiğini söyleyerek ganimet toplamaya koştular. Kumandanları Hz. Abdullah b. Cübeyr'in, hiç bir halde buradan ayrılmamakla emrolunduklarına dair gösterdiği çabalar bir sonuç vermedi. Boğazda kumandanla beraber sekiz okçu kalıverdi. Kureyş kumandanlarından Halid b. Velid, bu fırsatı çok kollamış fakat ele geçirememişti. Okçuların dağıldığını görünce, 250 kişilik süvari birliği ile boğaza daldı. Kalan okçuları şehit ettikten sonra, ganimet toplamaya dalan mümin askerleri arkadan sardı. Diğer taraftan da dağılan Kureyş askerleri toplanıp saldırmaya başladı. Müslümanlar iki taraftan da kıskaca alınmıştı. Müminler aralarındaki parolayı bile unutmuşlar, birbirlerine girmişlerdi. Bu şaşkınlık içerisinde savaşı kazanmışken kaybeder hale düştüler. Dağlardan inen Kureyş kadınları tekrar kâfirleri çalgılar ve şarkılar ile coşturmaya çalışıyorlardı. İslâm Ordusu pek sıkışık bir halde kaldı. Kendilerini toparlamaya çalıştılarsa da, Kureyş’liler üstünlüğü ele geçirmişti. Bazı sahabeler Kureyş'in amansız saldırılarına, yer yer mukavemet gösteriyorlar ise de, umumî gidiş kâfirlerin lehine idi. Mübarek Dişi kırılıyor:Kureyş askerleri bu fırsattan faydalanarak Peygamberimiz (sav) öldürmeyi gözetliyordu. Sahabelerden Hz. Mus'ab'ı, Efendimiz (A.S) sanarak şehit etmişler ve bunu bağırarak savaş meydanına duyurmuşlardı. Peygamberimiz (sav) öldürüldüğüne dair yayılan bu yanlış haber de, Müslümanların moralini iyice bozdu. Halbuki, dağın tepesinde bir avuç Müslüman Peygamberimiz (sav) etrafını sarmışlar, O'na bir zarar gelmemesi için canlarını veriyorlardı. Bu arada Peygamberimizin mübarek dişi kırılmış, yanağı yarılmış, bazı yaralar almıştı.

18 Hendek savaşı Medine'den sürülen Kaynuka ve Nadir Oğulları Yahudileri, İslama karşı olan kinlerini arttırmışlar, öc almak hevesine kapılmışlardı. Bunun için sığındıkları yerlerde hazırlıklar yaptılar. Mekke'ye giderek Kureyşlilerle beraber Islama karşı anlaştılar. İslâm düşmanlığını körüklemek için puta tapmanın Allahü Teâlâ'ya ibadet etmekten üstün olduğu sapıklığını bile söylemekten çekinmediler. Kendileri kitap sahibi olduklarını bilip putperestliğe karşı durdukları halde, İslâm düşmanlığı için böyle alçaklığa düştüler.. Müslümanlarla savaş için kâfirlere büyük yardım ve vaadde bulundular. Hendek Aşılamıyor: Ebû Süfyan kumandasında 10 bin kişilik bir ordu hazırlayan müşrikler, hicretin altıncı milâdın 627'nci yılında Medine üzerine yürüdüler. Peygamberimiz Aleyhisselâm sahabileriyle görüştü. Medine'de kalarak düşmanı karşılamak kararını aldı. Üç bin kişilik bir İslâm Ordusu hazırlandı. Ancak düşman çok kalabalık ve hazırlıklı olduğu için başka tedbirler araştırıldı. Sahabilerden İranlı Hazreti Selman'ın fikri üzerine, şehrin etrafına hendekler kazıldı. Bu kazı işleri çok güç oldu. Peygamberimiz Aleyhisselâm çalışmalar sırasında büyük müjdeler verdi. Kureyş'in topladığı ordu, Medine'ye gelince, gördükleri hendek karşısında şaşırıp kaldı. Çünkü Arabistan'da şimdiye kadar böyle bir savaş tekniği görülmemişti. Bu hâl onların moralini bozdu. Karargâhlarını kurup beklemeğe başladılar. Hendeği geçemedikleri için karşılıklı ok ve taş atmalarla kuşatma 20 güne yakın sürdü. Şehirde açlık ve kıtlık müslümanları güç durumda bıraktı. Bu arada Kaynuka ve Nadir Oğulları Yahudileri, müslümanlarla andlaşma halinde olan Kurayza Oğulları Yahudilerini de kandırdı. Kuvvet çok büyük olduğu için, müslümanların işi bitirilecek gözüyle bakılıyordu. Müminler bu ihanet ile iki düşman arasında sıkışıp kaldı. O sırada Gatafan kabilesi büyüklerinden Nuaym, gizlice müslüman oldu. Bu nazik devrede iyi bir hizmet yapmak istedi. Kureyşliler ve yahudiler arasındaki birliği hile ile bozdu. Bu arada Allahü Teâlâ'nın lütfuyla çıkan bir fırtına her tarafı alt üst etti, soğuk ve yağmur da bastırınca müşrikler barınacak yer bulamadı.. Yahudiler ise kalelerine çekildi. Moralleri iyice bozulan Kureyş ordusu da çareyi çekilmekte buldu. Müslümanlar en sıkışık bir halde, umulmadık şekilde kurtuluşa erdi. Çekilen düşman askerlerinden pek çok mal ve yiyecek kaldı. Açlık ve kıtlık da giderilmiş oldu.

19 Hendek savaşı "Hendek" veya bir çok hiziplerden, kabilelerden asker toplandığı için "Ahzab Gazası" adı verilen bu savaşta müminlerden 5 kişi şehîd düştü. Kâfirlerden ise 4 kişi öldü. Hendeğin dar bir yerinden atlayan Arap yarımadasının çok ünlü pehlivan savaşçısı Amr b. Abdivüdd, Hazreti Ali'nin yiğitçe ve kurnazca karşı koymasıyla can verdi. Savaşın en sıkışık bir gününde müminler namazlarını hiç kılamamışlar, gece kazâ etmişlerdi. Bu gazadan sonra Peygamberimiz Aleyhisselâm, Kureyş'in artık saldıramayacağını, nöbetin kendilerine geldiğini müjdeledi. Kurayza Yahudilerinin Cezalandırılması: Hendek gazasının en nazik devresinde ahidlerini, andlaşmalarını bozan ve vatanlarına ihanet eden Kurayza Oğulları yahudileri kalelerine çekilmişlerdi. Peygamberimiz Aleyhisselâm, müminlere silâhlarını çıkarmadan onların üzerine hareket emrini verdi. İhanetin cezası geciktirilmeden verilmesi için ilâhî ilham gelmişti. Eğer bu hainlik cezasız kalırsa, müslümanlar için tehlike devam edecekti. Yahudiler, müslümanları görünce 900 kişilik kuvvetleriyle karşı koydular. Kalenin kuşatılması ile süren savaş, 25 gün sonra yahudilerin teslim olmasıyla bitti. Yahudiler kendileri için verilecek karar hakkında, dostları olan Evs kabilesinin reisi Hazreti Sa'da b. Muaz'ın hakemliğini istediler. O da yahudilerin arzusu üzerine Musa Aleyhisselâm şeriatı ve Tevrat'a göre hüküm verdi. Yahudiler hükmün Tevrat'a uygun olduğunu kabul ettiler. Buna göre, eli silâh tutan erkeklerden 400 kişi idam edildi, kadınlar ve çocuklar esir sayıldı, mallar ise ganimet olarak alındı.

20 Sırasıyla ilk müslümanlar
Detaylı bilgi için isimlerin üzerine tıklayınız!

21 Hz. Ebubekir (R.A) Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Islâm'i teblige baslamasindan sonra ilk iman eden hür erkeklerin; rasit halifelerin, asere-i mübesserenin ilki. Câmiu'l Kur'an, es-Siddîk, el-Atik lakaplariyla bilinen büyük sahabi. Kur'ân-i Kerim'de hicret sirasinda Rasûlullah'la beraber olmasindan dolayi, "...magarada bulunan iki kisiden biri..." (et-Tevbe, 9/40) seklinde ondan bahsedilmektedir. Asil adi Abdülkâbe olup, Islâm'dan sonra Rasûlullah (s.a.s.)'in ona Abdullah adini verdigi kaydedilir. Azaptan azad edilmis mânâsina "atik"; dürüst, sadik, emin ve iffetli oldugundan dolayi da "siddik" lâkabiyla anilmistir. "Deve yavrusunun babasi" manasina gelen Ebû Bekir adiyla meshur olmustur. Teym ogullari kabilesinden olan Ebû Bekir'in nesebi Mürre b. Kâ'b'da Rasûlullah'la birlesir. Anasinin adi Ümmü'l-Hayr Selma, babasinin ki Ebû Kuhafe Osman'dir. Künyesi Abdullah b. Osman b. Amir b. Amir... b. Murra ...et-Teymî'dir. Bedir savasina kadar müsrik kalan oglu Abdurrahman disinda bütün ailesi müslüman olmustur. Babasi Ebû Kuhafe, Ebû Bekir'in halifeligini ve ölümünü görmüstür. Hz. Ebû Bekir'in Rasûlullah (s.a.s.)'den bir veya üç yas küçük oldugu zikredilmistir. Islâm'dan önce de saygin, dürüst, kisilikli, putlara tapmayan ve evinde put bulundurmayan "hanif" bir tacir olan Ebû Bekir, ölümüne kadar Hz. Peygamber'den hiç ayrilmamistir. Bütün servetini, kazancini Islâm için harcamis, kendisi sade bir sekilde yasamistir. Hz. Ebû Bekir, Fil yilindan iki sene birkaç ay sonra 571'de Mekke'de dünyaya gelmis, güzel hasletlerle taninmis ve iffetiyle söhret bulmustur. içki içmek câhiliye döneminde çok yaygin bir âdet oldugu halde o hiç içmemistir. O dönemde Mekke'nin ileri gelenlerinden olup Araplarin nesep ve ahbâr ilimlerinde meshur olmustur. Kumas ve elbise ticaretiyle mesgul olurdu; sermayesi kirk bin dirhemdi ki, bunun büyük bir kismini Islâm için harcamistir. Rasûlullah'a iman eden Ebû Bekir (r.a.) Islâm dâvetçiligine baslamis, Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkas ve Talha b. Ubeydullah gibi Islâm'in yücelmesinde büyük emekleri olan ilk müslümanlarin bir çogu Islâm'i onun dâvetiyle kabul etmislerdir.

22 Hz. Ömer (R.A) İkinci Raşid Halife. İslâmı yeryüzüne yerleştirip, hakim kılmak için Resulullah (s.a.s)'ın verdiği tevhidî mücadelede ona en yakın olan sahabilerden biri. Hz. Ömer (r.a), Fil Olayından on üç sene sonra Mekke'de doğmuştur. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre o, Büyük Ficar savaşından dört yıl sonra dünyaya gelmiştir (İbnül-Esîr, Üsdül-Ğâbe, Kahire 1970, IV,146). Babası, Hattab b. Nüfeyl olup, nesebi Ka'b'da Resulullah (s.a.s) ile birleşmektedir. Kureyş'in Adiy boyuna mensup olup, annesi, Ebu Cehil'in kardeşi veya amcasının kızı olan Hanteme'dir (bk. a.g.e., 145). Kaynaklar Hz. Ömer (r.a)'in müslüman olmadan önceki hayatı hakkında fazlaca bir şey söylemezler. Ancak küçüklüğünde, babasına ait sürülere çobanlık ettiği, sonra da ticarete başladığı bilinmektedir. O, Suriye taraflarına giden ticaret kervanlarına iştirak etmekteydi (H. İbrahim Hasan, Tarihul-İslâm, Mısır 1979, I, 210). Cahiliyye döneminde Mekke eşrafı arasında yer almakta olup, Mekke şehir devletinin sifare (elçilik) görevi onun elindeydi. Bir savaş çıkması durumunda karşı tarafa elçi olarak Ömer gönderilir ve dönüşünde onun verdiği bilgi ve görüşlere göre hareket edilirdi. Ayrıca kabileler arasında çıkan anlaşmazlıkların çözümünde etkin rol alır ve verdiği kararlar bağlayıcılık vasfı taşırdı.

23 Hz. Osman (R.A) Osman b. Affân b. Ebil-As b. Ümeyye b. Abdi'ş-Şems b. Abdi Menaf el-Kureşî el-Emevî; Raşid Halifelerin üçüncüsü. Ümeyyeoğulları ailesine mensup olup, nesebi beşinci ceddi olan Abdi Menaf'ta Resulullah (s.a.s) ile birleşmektedir. Fil olayından altı sene sonra Mekke'de doğmuştur. Annesi, Erva binti Küreyz b. Rebia b. Habib b. Abdi Şems'tir. Büyükannesi ise Resulullah (s.a.s)'ın halası Abdülmuttalib'in kızı Beyda'dır. Künyesi, "Ebû Abdullah'tır. Ona, "Ebu Amr" ve "Ebu Leyla" da denilirdi (İbnul-Hacer el-Askalânî, el-İsabe fi Temyîzi's-Sahabe, Bağdat t.y., II, 462; İbnül Esîr, Üsdül-Ğâbe, III, ; Celaleddin Suyûtî, Târihul-Hulefâ, Beyrut 1986, 165). Resulullah (s.a.s) risaletle görevlendirildiğinde Osman (r.a) otuz dört yaşlarındaydı. O, ilk iman edenler arasındadır. Ebû Bekir (r.a), güvendiği kimseleri İslâma davette yoğun gayret göstermekteydi. Onun bu çalışmaları neticesinde, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebi Vakkas, Zübeyr b. Avvâm, Talha b. Ubeydullah ve Osman b. Affân iman etmişlerdi. Hz. Osman, cahiliyye döneminde de Hz. Ebû Bekir'in samimi bir arkadaşı idi (Siretu İbn İshak, İstanbul 1981,121; Üsdü'l-Gâbe, aynı yer; Askalanî, aynı yer). Hz. Osman, iman ettiği zaman bunu duyan amcası Hakem b. Ebil-Âs onu sıkıca bağlayarak hapsetmiş ve eski dinine dönmezse asla serbest bırakmayacağını söylemişti. Hz. Osman (r.a) ebediyyen dininden dönmeyeceğini söyleyince, kararlılığını gören amcası onu serbest bırakmıştı (Suyûtî, 168). Peşinden o, Resulullah (s.a.s)'ın kızı Rukayye ile evlenmişti. Bazı tarihçiler bu evliliğin Peygamber'in risaletle görevlendirilmesinden önce olduğunu kaydederler (Suyûtî, a.g.e., 165). Mekkeli müşriklerin iman edenlere yönelttikleri baskı ve işkenceler yoğunlaşıp çekilmez bir hal alınca, Resulullah (s.a.s), ashabına Habeşistan'a hicret etmeleri tavsiyesinde bulunmuştu. Hz. Osman'ın Habeşistan'a ilk hicret edenler arasında olduğu hakkında kaynaklar ittifak halindedirler. İbn Hacer birçok sahabiye dayandırarak Hz. Osman'ın, eşi Rukayye ile birlikte Habeşistan'a hicret eden ilk kimse olduğunu kaydetmektedir (İbn Hacer, aynı yer). Mekkelilerin iman ettiklerine dair yanlış bir haberin Habeşistan'a ulaşmasıyla birlikte muhacirlerden bir bölümü Mekke'ye geri dönmüştü. Hz. Osman da geri dönenler arasındaydı. Ancak onlar kendilerine ulaşan haberin asılsız olduğuna şahit olduklarında tekrar Habeşistana gitmek için yola çıktılar. Hz. Osman, hareket etmeden önce Resulullah (s.a.s)'e şöyle demişti: "Ya Resulullah! Bir defa hicret ettik. Bu Necaşi'ye ikinci hicretimiz oluyor. Ancak siz bizimle değilsiniz". Resulullah (s.a.s) ona; "Siz Allah'a ve bana hicret edenlersiniz. Bu iki hicretin tamamı sizindir" karşılığını vermişti. Bunun üzerine o; "Bu bize yeter ya Resulullah" dedi.

24 Hz. Ali (R.A) Hz. Ali (a.s), Resulullah (s.a.a)’in vasisi, halifesi ve on iki imamın ilkidir. Hz. Ali (a.s), Amm’ul- Fil’in 30. yılının on üçüncü günü,bazı rivayetlere göre Zilhicce ayının yedinci günü Kabe’de dünyaya geldi. Değerli babası, Ebu Talib, annesi ise Esed kızı Fatıma’dır. Zeyd ve Haydar da onun diğer mübarek isimlerindendir.İki meşhur künyesi de Ebu’l- Hasan ve Ebu Turab’dır.Hz.n hiç kimsenin ortak olmadığı kendisine has lakabı ise “Emir’ul- Muminin”dir; Murtaza, Hadi, Sıddık, Faruk, Veli, Şahid...de onun yüzlerce lakaplarından sadece bir kaç tanesidir. Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s)’ın çocukluk dönemi, Resulullah (s.a.a)’in çocukluk döneminin geçtiği evde geçmiştir; o evde büyüyüp olgunlaşmıştır. Bu büyük şahsiyetlerin her ikisi de Ebu Talib’i bir baba ve yönetici olarak tanıyorlardı; Esed kızı Fatıma’ya da anne diyorlardı. Bu iki yüce şahsiyet arasındaki köklü ailevi bağlılık, Resulullah (s.a.a)’in Hz. Ali’yi iyi eğitmesi ve onu özel lütuflarından yararlandırması için uygun bir zemin hazırlamıştı.

25 Hz. Bilal-i Habeşi (R.A) Hz. Peygamber'e ilk iman edenlerden biri ve sonradan ona müezzin olan sahabî. İslâm tarihinde unutulmaz yeri olan Bilâl-î Habeşî, aslen Habeş'lidir. Anasının adı Hamâme, babasının adı Rebah, künyesi Abdullah'tır. Bilâl, islâm'ın ilk tebliğ yıllarında Ümeyye b. Halef'in kölesiydi. İslâm'ın ortaya çıktığı yıllarda bir çok kimse, soy ve soplarının yüksekliğine, şirk toplumu içindeki nüfuzlarına bakarak kavim ve kabîle taassubuna düşmüş, islâm'a cephe almış ve sapıklıkta kalmışlardı. Bilâl b. Rebah gibi kimseler de zayıf ve acizliklerine rağmen hak davete uyup şirkten kurtulmuşlardı. İşte Bilâl b. Rebah (r.a.) islâm davetine ilk icabet edenlerden biriydi. Ümeyye b. Halef, kölesi Bilâl'in müslüman olduğunu anladıktan sonra, onu islâm'dan çevirmek için yapmadığı eziyet ve işkence kalmamıştı. Ümeyye, öğlen vakti güneşinin bir yanardağ kesildiği anda, Bilâl'i alır, kızgın kumların üzerine yatırır, sırtına kocaman bir taş koyar ve şöyle derdi: "Muhammed'e küfret; Lat ve Uzza'ya iman et. Yoksa onlara iman edinceye kadar böylece kalacaksın." Bilâl'in kızgın kumlar üzerinde sırtı yanar, göğsü yanar, nefesi tıkanır, bu müthiş işkence altında saatlerce kıvranırdı. Fakat dudaklarında daima şu sözler dökülürdü: "Allahu Ahad, Allahu Ahad", Onun bu durumu, müşrikleri bile hayrete düşürürdü.

26 Hz. Zeyd b. Harise (R.A) Zeyd b. Hârise b. Surâhîl el-Kelbî. Üsâme'nin babası. Ashâbın ileri gelenlerinden olup, Resûlullah (s.a.s)'ın en çok sevdiği arkadaşlarındandır. Bu yüzden sahâbe arasında "el-hubb" diye anılırdı. Kaynakların ifadesine göre; cahiliyye döneminde, Zeyd'in annesi Su'dâ, yanında oğlu olduğu halde akrabalarını ziyarete gider. Bu sırada Benî el-Kayn b. Cisr'e mensup bazı atlılar, Su'dâ'nın akrabaları olan Benî Ma'n evlerine baskın yaparlar. Zeyd'i de bu arada beraberlerinde alıp götürürler. Zeyd, bu sırada temyiz çağında bir çocuktur. Onu, Ukaz Panayırına götürüp satışa arzederler. Hz. Hatice'nin yeğeni Hakîm b. Huzâm b. Huveylid de o esnada panayıra uğrayıp Mekke'ye götürmek üzere birkaç köle satın alır. Zeyd b. Hârise de bu köleler arasında bulunmaktadır. Hakîm, Mekke'ye döndüğünde, halası Hz. Hatice kendisini ziyarete gider. O da halasına köleleri göstererek, dilediği köleyi seçip götürebileceğini söyler. Hz. Hatice de Zeyd b. Hârise'yi seçer. Daha sonra O'nu, Resûlullah (s.a.v)'a bağışlar. Zeyd b. Hârise, Resûlullah (s.a.s.)'ın cefakâr dostlarından biriydi. Hemen hemen tüm sıkıntılı zamanlarında O'nunla birlikteydi. Nitekim, çevre kabileleri İslâm'a davet etmek kabilinden Tâif'e giden Rasûlüllah'ı yalnız bırakmamış, Tâiflilerin attığı taşlar Peygamber (s.a.s.)'e isabet etmesin diye kendi vücudunu siper etmiş ve başından çeşitli yaralar almıştı.

27 Hz. Talha b. Ubeydullah (R.A)
Hz. Talhâ bin Ubeydullah, Resûlullah efendimizin; "Talhâ ve Zübeyr, Cennette komşularımdır" hadîs-i şerifiyle medhedilen sahâbidir. Hz. Talhâ, ticâretle uğraştığı için sık sık Mekke dışına çıkardı. Bu seyâhatlerinden birinde Şam yakınlarında Busra kasabasında bir panayıra gelmişti. Burada bir râhip; - Panayıra gelenlere sorun; içlerinde Mekke'den gelen var mı? diye seslendi. Talhâ bin Ubeydullah: - Evet, ben Mekkeliyim, dedi. - Ahmed zuhûr etti mi? - Ahmed kimdir? - Abdullah bin Abdülmuttalib'in oğludur. Orası O'nun zuhûr edeceği şehirdir. O, peygamberlerin sonuncusudur. Kendisi Harem-i şeriften çıkarılacak, hurmalık, taşlık ve çorak bir yere hicret edecektir. Olan bir şey var mı? Râhibin sözleri Hz. Talhâ'nın kalbine yer etti. Acele Mekke'ye geldi ve; - Olan biten bir şey var mı? diye sordu. - Evet var. Abdullah'ın oğlu Muhammed-ül-emin, peygamberliğini ilân etti. Ebû Bekir de ona uydu, dediler. Bunun üzerine doğruca Hz. Ebû Bekir'in yanına gitti. Ona: - Sen Muhammed aleyhisselâma tâbi' mi oldun? diye sordu. Hz. Ebû Bekir: - Evet, tâbi oldum. Sen de hemen O'na git, huzûruna gir, kendisine tâbi ol! Çünkü O, Hak ve gerçeğe da'vet ediyor, dedi. Bunun üzerine Talha bin Ubeydullah, râhibin söylediklerini anlattı. Sonra birlikte Resûlullaha gidip, Müslüman oldu. Râhibin sözlerini Peygamber efendimize de anlattı. Resûlullah efendimiz tebessüm ettiler. Talhâ bin Ubeydullah, Müslüman olduğu zaman, en yakın akrabâları dâhil olmak üzere Mekke müşriklerinden çok işkence gördü. Evine hapsedildiği gibi, aç ve susuz bırakıldı. Kardeşi Osman da, onun vâsıtasıyla îmân etmiş, bu işkencelere o da tâbi tutulmuştu. Hele namazlarını edâ edecekleri zaman çektikleri sıkıntı ve kendileri revâ görülen işkence, tahammülü mümkün olmayan cinstendi. Nevfel bin Huveylid bin Adeviyye, adamları ile birlikte Hz. Ebû Bekir ve Hz. Talhâ'yı yakalayarak iple bağladılar ve işkence yaptılar. Teymoğulları da onlara sâhip çıkmadı. Bu hâdiseden dolayı Ebû Bekir ve Talhâ'ya bitişikler mânâsına gelen karînân dendi.

28 Hz. Halid b. Said (R.A) İslâma gizli davet devri henüz devam ediyordu. Bu sırada Müslümanlar safına Kureyş'in mümtaz bir şahsiyeti daha katıldı: Halid bin Said. Hz. Halid, Kureyş'in ileri gelen ve zengin bir âilesine mensuptu. Arap edebiyat ve ilmini gayet iyi bilen Hz. Halid, bir gece rü'yâsında; babasının kendisini tutup Cehenneme atmak istediğini, fakat Resûlullahın yetişip kendisini Cehenneme düşmekten kurtardığını gördü. Feryad ederek uyandı. Böylesine berrak bir rüyânın mânâsız olamayacağını idrak eden Hz. Halid kendi kendine, "Vallahi, bu rü'yâ gerçektir" dedi ve vakit kaybetmeden Hz. Ebû Bekir'e koştu. Rüyâsını anlattı. Sıddık-ı Ekber, "Hakkında hayırlı olmasını dilerim," dedi. "Seni, o Resûlullah kurtaracaktır. Hemen git, ona tabi ol! Sen, ona tâbi olacak, İslâm dinine girecek, onunla birlikte bulunacaksın. O da seni, rü'yâda gördüğün gibi Cehenneme düşmekten kurtaracaktır." Hz. Halid hemen Resûlullahın yanına vardı ve "Yâ Muhammed! sen, insanları neye dâvet ediyorsun?" diye sordu. Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Ben," dedi, "halkı, tek olan ve şeriki bulunmayan Allah'a, Muhammed'in de Onun kulu ve Resûlü olduğuna îmân etmeye; işitmez, görmez, hiçbir fayda ve zarar vermez, kendisine tapınanları da tapınmayanları da bilmez birtakım taş parçalarına tapmaktan vazgeçmeye dâvet ediyorum." Bu sözleri dikkat ve hürmetle dinleyen Hz. Halid derhal şehâdet getirdi: "Ben, şehâdet ederim ki, sen, Allah'ın Resûlüsün!"1 Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu zâtın İslâm dairesine girmesine fazlasıyla sevindi. Hz. Halid, Müslüman olur olmaz, evinde ve etrafta da İslâmiyetten bahsetmeye başladı. Bir müddet sonra zevcesi Ümeyne de Müslümanlar safında yer aldı. Oğlunun Müslüman olduğu haberini alan Kureyş'in zenginlerinden ve ileri gelenlerinden Ebû Uhayha Said, fazlasıyla hiddetlendi.

29 Hz. Sad b. Ebi Vakkas (R.A) Sa'd b. Ebî Vakkas Malik b. Vuheyb b. Abdi Menaf b. Zühre. Babasi Malik b. Vuheyb'dir. Malik'in künyesi Ebî Vakkas olup, Sa'd bu künyeye nisbetle Ibn Ebî Vakkas olarak çagrilirdi. Rasûlüllah (s.a.s)'in annesi Zuhreogullarindan oldugu için, anne tarafindan da nesebi Rasûlüllah (s.a.s) ile birlesmektedir. Sa'd'in annesi Hamene binti Süfyan b. Ümeyye'dir. Sa'd (r.a), Ilk iman edenlerden biridir. Kendisinden yapilan rivayetlere göre o Islâmi üçüncü kabul eden kimsedir. Ancak, Hz. Hatice, Hz. Ebu Bekr, Hz. Ali ve Zeyd b. Harise'den sonra müslüman olmussa besinci müslüman olmus oluyor. Sa'd (r.a), müslüman oldugu gün henüz namazin farz kilinmamis oldugunu ve o zaman on yedi yasinda bulundugunu söylemektedir (Ibn Sa'd, Tabakâtül-Kübrâ, Beyrut (t.y), III, 139). Sa'd (r.a) Islâma girisine sebep olan olayi söyle anlatir: "Müslüman olmadan önce rüyamda kendimi hiç bir seyi göremedigim karanlik bir yerde gördüm. Bu arada ay dogdu ve ben onun aydinligina tabi oldum. Benden önce bu aya kimlerin uymus olduguna bakiyordum. Onlar, Zeyd b. Harise, Ali b. Ebî Talib ve Ebû Bekir'di. Onlara ne kadar zamandan beri burada olduklarini sordugumda, onlar; "Bir saat kadardir" dediler. Arastirdigimda ögrendim ki, Rasûlüllah (s.a.s) gizlice Islâm'a davette bulunmaktadir. Ona Ecyad tepesi taraflarinda rastladim. Ikindi namazini kiliyordu. Orada Islâmi kabul ettim. Benden önce bu kimselerden baskasi imân etmemisti”.

30 Hz. Hamza (R.A) Hz. Peygamber'in amcasi, Sehidlerin efendisi.
Künyesi; Ebn Ya'la veya Ebû Ammâre; Lakabi; Esedullah (Allah'in Aslani)dir. Babasi Abdulmuttalib, annesi Hâle'dir. Hz. Hamza, Peygamberimizin amcalarinin en küçügüdür. Dogumdan bir kaç gün sonra, Peygamberimizi emziren Ebû Lebeb'in câriyesi Süveybe daha önceleri Hz. Hamza'yi da emzirmis oldugundan, Hamza Peygamberimizin süt kardesi idi. Hz. Hamza, orta boylu, güçlü kuvvetli, heybetli, onurlu bir sahabîdir. Hz. Hamza (r.a) iyi bir avci, keskin nisanci, Kureys'in en sereflilerindendir. Mazlumlara yardim etmeyi seven cesur bir savasçiydi. Av dönüsü evine gitmeden Ka'be'yi tavaf edecek kadar kutsal kabul ettigi degerlere saygili, karsilastigi sahislara selâm verip sohbet etmesini seven mürüvvetli bir insandi. Onun gençlik dönemine ait bilgilerimiz yok denecek kadar azdir (Ibnu'l-Esîr, Isdit'l-Gâbe, II, 52). Peygamberimiz yakinlarina Islâm'i teblig etmis olmasina ragmen, Hz. Hamza henüz müslüman olmamisti. Ebû Cehil'in Peygamberimize yaptigi bir hakaret sonucunda müslüman olmustur. Peygamberimiz bir gün Safâ tepesinde iken Ebû Cehil ve arkadaslari onun yanina gelirler. Ebû Cehil Peygamberimize hakaret eder. Abdullah b. Cüdâ'nin câriyesi bu olayi seyredin av dönüsü Kabe'ye ugramayi âdet edinen Hz. Hamza'ya anlatir. Hz. Hamza, eve gitmeden Ebû Cehil'in yanina ugrayarak elindeki yayi Ebû Cehil'in kafasina çalar, basini yaralar ve hakaret eder. Bir gün sonra da Allah Rasûlünün yanina giderek (Bi'set'ten iki yol sonra) müslüman olur.

31 Hz. Habbab b. Eret (R.A) Islâm ile sereflenen ve Islâm'a girdigi için müsrikler tarafindan iskence edilen ilk sahabelerden biri. Nesebi; Habbâb b. Eret b. Cendele b. Sa'd b. Huzeyme b. Ka'b b. Zeyd. Temim kabilesinden, küçükken esir edilerek Mekke'ye getirilmis Huzâali Ümmü En'mâr'in kölesi, Zühre ogullarinin anlasmalisi. Islâm ile sereflenen ve Allah için iskence edilen ilk müslümanlardan olan Hâbbab b. Eret müslüman oldugunu açikladiginda ilk iskence edilen sahabeler arasinda idi. Ilk Müslümanlar; Hz. Peygamber (s.a.s), Hz. Ebû Bekir, Habbâb, Suheyb, Bilâl, Ammâr, Sümeyye (r. Anhûm)dir. Hz. Peygamber ve Ebû Bekir, kendi aileleri tarafindan nisbeten korunmus ancak Mekkeli olmayan diger dört kisi müsrikler tarafindan siddet ve baski ile yildirilmaya çalisilmistir. Bu insanlar kizgin günes altinda demir zirhlar giydirilerek ölesiye iskence edilmislerdir. Habbâb bu iskencelere sabrederek kâfirlerin Hz. Peygamberin risâletini inkâr etmesini istemelerini reddetmistir.

32 Hz. Sad b. Ebi Vakkas (R.A) Sa'd b. Ebî Vakkas Malik b. Vuheyb b. Abdi Menaf b. Zühre. Babasi Malik b. Vuheyb'dir. Malik'in künyesi Ebî Vakkas olup, Sa'd bu künyeye nisbetle Ibn Ebî Vakkas olarak çagrilirdi. Rasûlüllah (s.a.s)'in annesi Zuhreogullarindan oldugu için, anne tarafindan da nesebi Rasûlüllah (s.a.s) ile birlesmektedir. Sa'd'in annesi Hamene binti Süfyan b. Ümeyye'dir. Sa'd (r.a), Ilk iman edenlerden biridir. Kendisinden yapilan rivayetlere göre o Islâmi üçüncü kabul eden kimsedir. Ancak, Hz. Hatice, Hz. Ebu Bekr, Hz. Ali ve Zeyd b. Harise'den sonra müslüman olmussa besinci müslüman olmus oluyor. Sa'd (r.a), müslüman oldugu gün henüz namazin farz kilinmamis oldugunu ve o zaman on yedi yasinda bulundugunu söylemektedir (Ibn Sa'd, Tabakâtül-Kübrâ, Beyrut (t.y), III, 139). Sa'd (r.a) Islâma girisine sebep olan olayi söyle anlatir: "Müslüman olmadan önce rüyamda kendimi hiç bir seyi göremedigim karanlik bir yerde gördüm. Bu arada ay dogdu ve ben onun aydinligina tabi oldum. Benden önce bu aya kimlerin uymus olduguna bakiyordum. Onlar, Zeyd b. Harise, Ali b. Ebî Talib ve Ebû Bekir'di. Onlara ne kadar zamandan beri burada olduklarini sordugumda, onlar; "Bir saat kadardir" dediler. Arastirdigimda ögrendim ki, Rasûlüllah (s.a.s) gizlice Islâm'a davette bulunmaktadir. Ona Ecyad tepesi taraflarinda rastladim. Ikindi namazini kiliyordu. Orada Islâmi kabul ettim. Benden önce bu kimselerden baskasi imân etmemisti" (Ibnül-Esir, Üsdül-Gâbe, II, 368).

33 Boykot İslam’ın yayılmasına mani olmak için müşrikler aşağıdaki maddeler üzerinde anlaştılar ve bu kuralları Kabe duvarına asıp uymaya ant içtiler. Haşim ve Muttalib oğullarından kız alınmayacak ve onlara kız verilmeyecek. Haşim ve Muttalib oğullarına hiçbir şey satılmayacak ve onlardan hiçbir şey alınmayacak. Boykot 3 yıl sürdü ve müslümanlar bu süre zarfında çok büyük sıkıntılara maruz kaldılar. Boykotun 3. senesi idi. Cenab-ı Hak, müşriklerin Kabe içine astıkları malum sahifeye bir kurt musallat etti ve durumu vahiyle Resulüne bildirdi. Sahifede, kurt’un yemediği, “Bismike Allahümme! (Allahım senin isminle başlarım)” yazısı kalmıştı sadece. Peygamberimiz durumu Ebu Talibe bildirdi, O da müşriklere söyledi ve “Eğer yeğenimin dediği doğruysa boykottan vazgeçin, değilse Ona istediğinizi yapabilirsiniz” dedi. Bunun üzerine Kabeye koşan müşrikler Ebu Talibin anlattıklarının aynısını gözleri ile gördüler ama bu bir sihirdir diyip yine imana girmediler. Fakat boykotu ortadan kaldırma kararı aldılar.

34 Taif hadisesi Resûl-i Kibriya efendimiz İslam’ı anlatmak için gittikleri Taif (bağ ve bahçeleri ile meşhur Sakif kabilesinin kaldığı yer)’de ilk 10 gün her hangi bir netice alamadı. Hatta İslam’a her davet ettiğinde bir çok hakarete maruz kaldı. Taif sakinleri Peygamberimizin bu davetini kabul etmediler ve “Memleketimizden çık ta, nereye gidersen git! Kavmin ve hemşerilerin söylediklerini kabul etmeyince, çıkıp bize geldin! Vallahi biz de senden elimizden geldiğince uzak duracağız, isteklerini kabul etmeyeceğiz” dediler. Bununla da kalmayıp gençleri ve çocukları kışkırtıp Peygamberimizin üzerinde saldırttılar. Peygamberimizin ayakları kana bulandı. Öyle ki, acısından artık yürüyemez hale gelmişti. Hz. Zeyd, hayatını hiçe sayarak Peygamberimize siper olmaya çalışıyordu. Resûl-i Kibriya efendimiz (s.a.v) bu adice saldırıdan kendini bir bağ’a atmakla kurtarabildi ve şu hazin münacatta bulundu: “Allah’ım!.. Kuvvetsiz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hakir görüldüğümü ancak Sana arz eder, Sana şikayet ederim. Ey merhametlilerin merhametlisi olan Allah’… Herkesin hakir görüp de dalına bindiği, çaresizlerin Rabbi ancak Sensin. Benim Rabbim de ancak Sensin. Sen, beni kötü huylu, yüzsüz düşman eline düşürmeyecek kadar merhamet sahibisin. Allah’ım!.. Yeter ki, Senin gazabına uğramayayım. Ne çekersem ona katlanırım. Fakat senin af ve mağfiretin, bunları bana yaptırmayacak kadar geniştir. Allah’ım!.. Senin gazabına uğramaktan, İlahi rızandan uzak kalmaktan, Senin o zulmetleri aydınlatan ve ahiret işlerini yoluna koyan İlahi nuruna sığınırım. Allah’ım!.. Sen razı oluncaya kadar affını dilerim!. Allah’ım!.. Her kuvvet, her kudret ancak Seninle kaimdir. O esnada bağ sahipleri köleleri Addas ile Peygamberimize (s.a.v) üzüm gönderdiler. Resûl-i Kibriya efendimiz (s.a.v) üzümü “Bismillah” diyerek yemeye başlayınca Addas şaşırdı ve bu kelimeyi ilk defa duyduğunu söyledi. Peygamberimiz ona nereli olduğunu sorunca, Ninovalı ve Hristiyan olduğunu öğrendi. Peygamberimiz (s.a.v) ona Ninova halkını Allahın dinine davet eden Hz. Yunus peygamberden bahsetti. Addas, Yunus peygamberi bilirdi ve buna çok şaşırdı ve oracıkta İslam ile şereflendi… Peygamberimiz (s.a.v) bağdan ayrılınca, bir bulutun kendini takip ettiğini gördü. Dikkatlice bakınca Cebrail (a.s.) gördü. Cebrail (a.s.) seslendi: “Şüphesiz Allah kavminin sana neler söylediğini işitti; sana şu dağlar meleğini gönderdi. Kavmin hakkında dilediğini yapmak üzere ona emredebilirsin!”. Fakat şefkat ve merhamet kaynağı Resûl-i Kibriya efendimizin (s.a.v) arzusu başkaydı. Dağlar meleğine şu cevabı verdi: “Hayır! Ben böyle bir şey istemem. İstediğim tek şey Hak Teâlâ’nın bu müşriklerin sulbünden, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet edecek bir nesil ortaya çıkarmasıdır.”

35 İsra ve Mirac mucizeleri
Mezkur gecede Cebrail (a.s) geldi ve Resul’ü Zişan efendimizi (s.a.v) Mescid-i Haram’dan alıp Burak’la Mescid-i Aksâ’ya görütdü. Oradan da , gökyüzündeki harika icraat ve Cenab-ı Hakk’ın kudretine delalet eden ayet ve alametlerin birer birere gösterilmesi için, semava çıkartıldı. Sema tabakalarında bulunan bütün peygamberlerle görüştürüldü. Habib-i Hüda Efendimiz (s.a.v), sonrada Sidre-i Münteha makamına götürüldü. Oradan da “imkan ve vücub ortasında da Kab-ı Kavseyn’le işaret olunan” makama çıktı. Kendisine bir çok acip ve garip şeyler temaşa ettirildi. Ve bilemeyeceğimiz, anlayamayacağımız bir şekilde, mekândan münezzeh olan Cenâb-ı Hakk’ın bizzat kelâmını işitti ve Cemâl-i Pâkini müşahede etti. Aynı gece hane-i saadetine geldi.

36 Medinede İslam Nurunun alevlenmesi
İlk olarak 6 kişilik bir kervanın Peygamber efendimiz (s.a.v) ile karşılaşması ve yapılan sohbet sonunda İslamiyete girişleri gerçekleşir. Sonrasında bu 6 kişi bir sonraki senenin hac mevsiminde Peygamber efendimiz (s.a.v) ile buluşma söz verirler ve söz verildiği tarihte 12 kişi olarak Peygamber efendimiz (S.A.V) ile tekrar buluşurlar. Bu buluşma I. Akabe biatı olarak bilinir ve bu görüşme sonunda: Allah’a hiçbir şeyi eş ve ortak koşmamak Hırsızlık yapmamak Zina yapmamak Çocukları öldürmemek Kimseye iftirada bulunmamak Hiçbir hayırlı işe karşı çıkmamak kararları alınır. Daha sonra Medine’ye dönen 12 kişi kendilerine ve Medine halkına İslam’ı anlatması için Peygamber efendimizden (s.a.v) bir muallim istediler. Resûl-i Kibriya efendimiz onlara Mus’ab b. Umeyr (r.a.) gönderdi ve Medinede İslam nuru hızlı bir şekilde yayılmaya başladı.

37 Hz. Adem Hz. Adem , yeryüzünde ilk insan ve ilk peygamber, bütün insanlarin babasi'dir. Cesitli memleketlerden getirilen topraklari melekler su ile camur yapip, insan sekline koydular. Mekke ile Taif arasinda 40 yil yatip salsal oldu. Yani pismis gibi kurudu. Önce Muhammed aleyhisselamin nuru alnina kondu. Sonra Muharrem'in onuncu Cuma günü ruh verildi. Her seyin ismi ve faydasi kendisine bildirildi. Boyu ve yasi kesin olarak bildirilmedi. Allahü tealanin emri ile bütün melekler, Adem'e secde etti, ama Iblis (seytan) kibirlenip, bu emre karsi geldi ve secde etmedi : «Hani biz meleklere (ve cinlere): Adem'e secde edin , demistik. Iblis haric hepsi secde ettiler. O yüz cevirdi ve büyüklük tasladi, böylece kafirlerden oldu »(Bakara, 34) . Hz. Adem 40 yasinda Firdevs adindaki Cennet'e götürüldü. Cennet'de yahut daha önce Mekke disinda uyurken, sol kaburga kemiginden Hz. Havva yaratildi. Allahü teala onlari birbirine nikah etti. Yasak edilen agactan unutarak ve Iblis'in oyununa gelerek önce Havva, sonra Adem aleyhisselam yedikleri icin Cennetten cikarildilar. Adem aleyhisselam Hindistan'da Seylan (Ceylon) adasina, Havva ise Cidde'ye indirildi. 200 sene aglayip yalvardiktan sonra , tövbe ve dualari kabul olup, hacca gitmesi emr olundu: «Sonra Rabbi onu seckin kildi; tevbesini kabul etti ve dogru yola yöneltti.»(Ta'ha, 122) . Arafat ovasinda Havva ile bulustu. Kabe'yi insaa etti.

38 Hz. İbrahim Hz. Îbrahim Kur'an-i Kerim'de bildirilen peygamberlerdendir : «Kitap'ta İbrahim'i an. Zira o, sıdk’ı bütün bir peygamberdi» . Ülül'azm denilen peygamberlerin üçüncüsü olup Mezopotamya'daki Keldâni kavmine gönderilmiştir. Peygamberimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.)'dan sonra Allah katında insanların en üstünüdür, çünkü Allahü Teâlânin varlığını kendi akil ve mantığıyla bulmuştur. Allah ona Halil'im (dostum) diye buyurdu. Onun için «Hâlilürrahman» olarak zikredilir. Kendisine on suhuf (forma) verildi. Oğulları, İsmail ve İshak Aleyhisselam'dan ziyade soyundan daha birçok peygamber geldiği için «Ebü'l enbiya» (peygamberler babasi) da denilmiştir. Beni İsrail oğlu olan Hz. Ishak, Arap kavmi ise diğer oğlu Hz.İsmail'den türemiştir. Babasinin Âzer'in mi, Târuh'un mu olup olması hakkında ihtilaf vardır. Bir rivayete göre annesinin ismi Emile'dir . Hz.İbrahim peygamberimizin dedelerindendir .

39 Kusay Peygamber Efendimiz (asv), asıl ismi Zeyd olan dördüncü kuşaktaki dedesi Kusay, mühim bir şahsiyetti. Kendisinin sadece Zühre adında bir erkek kardeşi vardı. Büyük oğul olduğu için ailenin reisliği vazifesi de kendisine verilmişti. Teşkilatçılığı, idareciliği, adaletli kararları ile kısa zamanda Mekke’nin en mühim işleri onun evinde görüşülüp karara bağlanırdı. Yaşlanınca adetleri üzere aile reisliği vazifesini en büyük oğlu Abdu’d Dar’a “Sevgili oğlum!.. Seni bu kavme reis tayin ediyorum.” diyerek teslim etti. Fakat Abdu’d Dar bu vazifeyi yürütecek kabiliyete sahip değildi. Çünkü, Fahr-i Kainat Efendimizin kutsi nuru onun değil, küçük kardeşi Abd-i Menaf’ın alnında parlıyordu.

40 Abd-i Menaf Abd-i Menaf, peygamber efendimizin dedesinin dedesidir. Onunda 4 oğlu vardır. Haşim Abdu’ş-Şems Muttalib Nevfel

41 Haşim Haşim, Resul-i Ekrem Efendimizin (asv) ikinci kuşaktan dedesidir. Ticaret ile uğraşırdı. Son derece cömertti. Bir kıtlık yılında Mekke’de ekmek bulunamaz olmuştu. O, Şam’dan getirdiği has buğday unundan bembeyaz ekmekler yaptırmış, birçok deve ve koyun kestirmiş, ekmek, et ve et suyu ile bütün Mekke halkına büyük bir ziyafet çekmişti. Haşim, üstün seciyeli, kabiliyetli, dirayetli, cömert, faziletli ve herkes tarafından sevilen sayılan yüksek bir şahsiyetin sahibi olduğu için, ismi, ailesine ve soyuna ad olmuştur. Bu nedenle Peygamberimizinde arasında bulundukları bu yüce soya, kendilerinden sonra “Haşimiler” denilmiştir.

42 Şeybe (Abdulmuttalib)
Abdülmuttalib, Peygamber Efendimizin (asv) dedesidir. Vefatına kadar torununa en iyi şekilde baktıktan sonra, emaneti oğlu Ebu Talib'e devretmiştir. Künyesi Ebü'l-Haris Abdülmuttalib bin Haşim bin Abdülmenaf bin Kuseyy şeklindedir. Asıl adı Şeybe olan Abdülmuttalib Medine'de doğdu. Babası Haşim, annesi Selma'dır. Henüz sekiz yaşında iken babası vefat etti. Bu hadiseden sonra annesi ile birlikte bir süre Medine'de kaldıysa da, amcası Muttalib tarafından Mekke'ye götürüldü. Mekkeliler, onu Muttalib'in kölesi zannettiklerinden "Abdülmuttalib" (Muttalib'in kölesi) dediler. Bir rivayete göre, Şeybe'yi Muttalib'in yanında görenler kim olduğunu sorduklarında, nazar değmesin diye "kölemdir" dediği nakledilmektedir. Muttalib'in, kendi karısına da yeğenini kölesi olarak tanıttığı rivayet edilmektedir. Bu tarihten sonra Şeybe adı yavaş yavaş unutularak Abdulmuttalib diye anılmaya devam etti ve bu lakapla meşhur oldu.

43 Hz. Amine Peygamber Efendimizin şefkat yumağı annesi.
Alemlere rahmet olarak gönderilen peygamber onun varlığında hayat buldu. Amine adı elbette unutulmayacak, alemlerin efendisinin doğumuna aracı olduğu için inananların annesi olarak sonsuza kadar hayırla, ibretle ve minnetle anılacaktır. O, sapkınlığın her türlüsünde yüzen bir toplum içinde bütün kötü işlerden ve ihtiraslardan uzak yaşamıştır. Doğuşundaki iffet, temizlik ve saflığı korumuş ve bunları oğluna da aktarmıştır.

44 Hz. Abdullah Peygamberimizin babası Hz. Abdullah Kureyş’in ileri gelen delikanlılarından idi. Güzel yüzlü,iki gözü arasında peygamberlik nurunu taşıyordu.Mekkenin genç kızları onunla evlenmek için can atarlardı. Babasına o kadar itaatliydi ki, babasının izinden hiç çıkmazdı. Hatta birinde babası Abdulmuttalip a dua etmiş ve “Allahım eğer bana on erkek evladı verirsen onlardan birini senin için kurban edeceğim” demiş ,on evladı olunca da a verdiği sözü tutmak için oğlu Abdullahı kurban etmek istemiştir. Oğlu Abdullah babasına itiraz etmemiş ve boyun eğmiştir. Etraftan yapılan eleştiri ve baskı sonucu oğlunu kurban etmeyip onun yerine 00 Adet Deve kurban etmiştir. Hz. Abdullah hz. Amine ile evlendikten kısa bir müddet sonra gittiği ticaret kervanından dönerken yolda hastalandı. Medine’de dayısı Beni Adiy bin. Neccarin yanında bir ay hasta aldıktan sonra vefat etti. Hz. Abdullah vefat ettiği zaman Peygamberimiz henüz Anne karnında altı aylıktı.

45 Hz. Abbas Hz. Peygamber'in amcası. Künyesi Ebu'l-Fazl. Babası Abdulmuttalib, annesi Nuteyle'dir. Abbas Rasûlullah'tan bir iki yaş büyüktü. Abbas, çocukluğunda kaybolmuştu. Annesi onu bulunca Kâbe'nin örtülerini ipeklilerle yenilemişti. Rasûlullah çocukken annesi ölünce dedesi Abdulmuttalib'in himayesine geçtikten sonra Abbas'la çocuklukları beraber geçti. Gençliğinde Hz. Abbas ticaretle uğraşıp, zengin oldu. Araplar arasında Kâbe'ye hizmet büyük bir şeref sayılırdı. Kâbe hizmetleri Kureyş'in ileri gelenleri arasında bölüşülmüştü. Hz. Abbas da sikâye görevini yapıyordu. Hac günlerinde Abbas ile kardeşleri Zemzem kuyusundan su çekerek hacılara dağıtırlardı. Hz. Abbas su dağıtma görevini İslâm'dan sonra da sürdürdü. Peygamberimiz Veda Haccı'nda Zemzem kuyusunun başına gelip Hz. Abbas'tan su istemiştir.

46 Ebu Talib Ebu Talib Peygamber'in (S.A.V) amcası, en büyük destekçisi ve Hz. Ali'nin de babasıdır. Ebu Talib, Hz. Rasulullah'dan (S.A.V) 35 yıl önce doğdu. Vefat ettiği güne kadar, Peygamber efendimiz (S.A.V)’i kureyş müşriklerine karşı korumuş ona büyük bir destekçi olmuştur. Fakat İslam dairesine girmek kendisine nasip olmamış ve bu hal üzere ruhunu teslim etmiştir.

47 Ebu Leheb Kur'an'da ismi geçen hatta beddua ile anılan şahıslardan biride Ebu Leheb'dir. Ebu Leheb, Resulullah(s.a.v)'in amcası olmakla birlikte Mekke cahiliyesinde şehrin dört varlıklı adamından biridir. Kureyşin eşrafından olması hasebiyle toplum içerisinde saygın ve karizmatik bir kişiliktir. Sözü dinlenir, itibar görür bir adamdır. Resulullah (s.a.v)'in Mekke halkını tebliğ için topladığı bir ortamda kızarmış ve kızgın suratıyla, öfke dolu sözleriyle Ebu Leheb'in sahneye çıkışı hep akıllardadır. "Kahrolası" ve "Kahrolası din" ifadeleriyle Resulullah(s.a.v) ve İslam'a ağır sözler sarf etmesi acı ama tiksinti verici birer kare olarak zihinlere kazınır. Hep Resulullah(s.a.v)'e karşı halkı ve yakın akrabaları kışkırtıcı agresif tavırlar içerisindedir. Tek derdi Resulullah(s.a.v)'e ve ashabına "had bildirmek"mişçesine hareket eder. Bu arada en büyük yardımcısı Ebu Leheb'in, karısıdır. Anadolu tabiri ile "eşli çingen"dirler. Karı koca tam bir uyum içerisindedirler. Tek dertleri vardır; yaşadıkları coğrafyada kitap ve sünnet hakim olmamalıdır.

48 Hz. Hamza Hz. Peygamber'in amcası, Şehidlerin efendisi.
Künyesi; Ebn Ya'la veya Ebû Ammâre; Lakabı; Esedullah (Allah'ın Aslanı)dır. Babası Abdulmuttalib, annesi Hâle'dir. Hz. Hamza, Peygamberimizin amcalarının en küçüğüdür. Doğumdan bir kaç gün sonra, Peygamberimizi emziren Ebû Lebeb'in câriyesi Süveybe daha önceleri Hz. Hamza'yı da emzirmiş olduğundan, Hamza Peygamberimizin süt kardeşi idi. Hz. Hamza, orta boylu, güçlü kuvvetli, heybetli, onurlu bir sahabîdir. Hz. Hamza (r.a) iyi bir avcı, keskin nişancı, Kureyş'in en şereflilerindendir. Mazlumlara yardım etmeyi seven cesur bir savaşçıydı. Av dönüşü evine gitmeden Ka'be'yi tavaf edecek kadar kutsal kabul ettiği değerlere saygılı, karşılaştığı şahıslara selâm verip sohbet etmesini seven mürüvvetli bir insandı. Onun gençlik dönemine ait bilgilerimiz yok denecek kadar azdır (İbnu'l-Esîr, İsdit'l-Gâbe, II, 52). Peygamberimiz yakınlarına İslâm'ı tebliğ etmiş olmasına rağmen, Hz. Hamza henüz müslüman olmamıştı. Ebû Cehil'in Peygamberimize yaptığı bir hakaret sonucunda müslüman olmuştur. Peygamberimiz bir gün Safâ tepesinde iken Ebû Cehil ve arkadaşları onun yanına gelirler. Ebû Cehil Peygamberimize hakaret eder. Abdullah b. Cüdâ'nın câriyesi bu olayı seyredin av dönüşü Kabe'ye uğramayı âdet edinen Hz. Hamza'ya anlatır. Hz. Hamza, eve gitmeden Ebû Cehil'in yanına uğrayarak elindeki yayı Ebû Cehil'in kafasına çalar, başını yaralar ve hakaret eder. Bir gün sonra da Allah Rasûlünün yanına giderek (Bi'set'ten iki yol sonra) müslüman olur.

49 Hz. Hatice (R.A.) Hz. Peygamber’in (sav) ilk evlilik hayatı, Hz. Hatice validemizle başlar. Onunla evlendiğinde, Efendimiz’in yaşı 25, hanımının yaşı ise, 40’tır. Yani aralarındaki yaş farkı, 15’tir. Onun, Hz. Peygamberin yanındaki yeri, diğerlerinden biraz farklıdır. Risâletini tebliğde O’nun yanında olmuş, bütün insanların terk edip, O’nunla alay ettiklerinde O’na teselli vermiş, hattâ Hz. Peygamber’e ilk vahiy gelmesi esnasında böyle bir şeyle ilk karşılaşmanın verdiği heyecanla ürpermesi karşısında hiç tereddüt etmeden şu gönül okşayıcı ve heyecan yatıştırıcı sözleri söylemiştir: "Sana müjdeler olsun! Allah’a yemin ederim ki, Allah seni hiçbir vakit utandırmayacaktır. Çünkü sen, akrabana bakarsın, sözün en doğrusunu söylersin, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin. Fakire verir, kimsenin kazandırmayacağını kazandırır, misafiri en iyi şekilde ağırlarsın, Hak yolunda zuhur eden hâdiseler karşısında, halka yardım edersin." Bu nâdide kadın, aynı zamanda ilk Müslümanlardandır. Vahyin nüzulünün onuncu yılında, hicretten üç sene önce vefat etmiştir. Allah Resulü, Hz. Hatice’nin ölümü karşısında bir hayli üzülmüştü. Hz. Peygamber’in amcası ve müşriklere karşı koruyucusu olan Ebu Talib ile kendisiyle sükûnet bulduğu eşi Hatice’nin vefatı gibi üzücü olaylar peş peşe geldiği için bu yıla, hüzün yılı denilmiştir. Resulullah’ın bu evliliği 25 yıl sürmüş, İbrahim dışındaki bütün evlatları da yine bu nâdide kadından olmuştur. Vefatı esnasında Resulullah’ın yaşı 50’dir. Yani Hz. Peygamber evlilik hayatının büyük bir kısmını ve aynı zamanda gençlik ve olgunluk yaşlarını, sadece ve sadece, kendisinden 15 yaş büyük olan bir kadınla geçirmiştir.

50 Hz. Hatice (R.A.) Hz. Peygamber’in (sav) ilk evlilik hayatı, Hz. Hatice validemizle başlar. Onunla evlendiğinde, Efendimiz’in yaşı 25, hanımının yaşı ise, 40’tır. Yani aralarındaki yaş farkı, 15’tir. Onun, Hz. Peygamberin yanındaki yeri, diğerlerinden biraz farklıdır. Risâletini tebliğde O’nun yanında olmuş, bütün insanların terk edip, O’nunla alay ettiklerinde O’na teselli vermiş, hattâ Hz. Peygamber’e ilk vahiy gelmesi esnasında böyle bir şeyle ilk karşılaşmanın verdiği heyecanla ürpermesi karşısında hiç tereddüt etmeden şu gönül okşayıcı ve heyecan yatıştırıcı sözleri söylemiştir: "Sana müjdeler olsun! Allah’a yemin ederim ki, Allah seni hiçbir vakit utandırmayacaktır. Çünkü sen, akrabana bakarsın, sözün en doğrusunu söylersin, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin. Fakire verir, kimsenin kazandırmayacağını kazandırır, misafiri en iyi şekilde ağırlarsın, Hak yolunda zuhur eden hâdiseler karşısında, halka yardım edersin." Bu nâdide kadın, aynı zamanda ilk Müslümanlardandır. Vahyin nüzulünün onuncu yılında, hicretten üç sene önce vefat etmiştir. Allah Resulü, Hz. Hatice’nin ölümü karşısında bir hayli üzülmüştü. Hz. Peygamber’in amcası ve müşriklere karşı koruyucusu olan Ebu Talib ile kendisiyle sükûnet bulduğu eşi Hatice’nin vefatı gibi üzücü olaylar peş peşe geldiği için bu yıla, hüzün yılı denilmiştir. Resulullah’ın bu evliliği 25 yıl sürmüş, İbrahim dışındaki bütün evlatları da yine bu nâdide kadından olmuştur. Vefatı esnasında Resulullah’ın yaşı 50’dir. Yani Hz. Peygamber evlilik hayatının büyük bir kısmını ve aynı zamanda gençlik ve olgunluk yaşlarını, sadece ve sadece, kendisinden 15 yaş büyük olan bir kadınla geçirmiştir.

51 Hz. Sevde binti Zem’a (R.A.)
Bu hanımı da ilk Müslümanlardandır. Kocası Habeşistan’a yapılan hicretten sonra vefat etmiş olup, kimsesiz kalmıştı. Efendimiz, onunla evlenerek, bu kalbi kırığın da, yarasını sardı; onu perişan olmaktan kurtardı ve ona enis oldu. Zaten sadece Efendimiz’in nikahı altında bulunmayı düşünen bu büyük kadının, dünya adına istediği başka hiçbir şey de yoktu. Ve Allah Resulü’yle evlendiğinde yaşı 55’ti. Buradan da anlaşılacağı üzere, bu evlilikteki asıl amaç, kimsesiz ve yardımcısız kalan bir kadının elinden tutmak, emin bir yuvaya kavuşturmaktı.

52 Hz. Aişe (R.A.) Resulullah’ın bâkire olarak evlendiği ilk ve tek kadındır. O, daha sonra halife olacak olan Hz. Ebubekir’in biricik kızıdır. Ayrıca, Hz. Aişe çok zeki bir nâdire-i fıtrat ve nübüvvet dâvâsına tam vâris olabilecek yaratılışa sahip bir kadındı. Evlendikten sonraki hayatı ve daha sonraki hizmetleri de göstermiştir ki, O muallâ varlık, ancak Nebî zevcesi olabilirdi. Zira O, yerinde en büyük hadisçi, en mükemmel tefsirci ve en nâdide fıkıhçı olarak kendini gösteriyor, her yönüyle Hz. Peygamber’i temsil etmeye çalışıyordu. Resulullah Aişe’yi çok seviyor ve O’na karşı çok şefkatli davranıyordu. Hz. Aişe’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ben kızlarla oyun oynardım. Oyun arkadaşlarım gelir ve benimle oynardı. Resulullah’ı gördükleri zaman O’ndan gizlenirlerdi. Çok defa Resulullah, bu arkadaşlarımı benimle oynamaları için gönderirdi." O’nun Hz. Aişe ile evliliği, yanından hiç ayrılmayan, çektiği sıkıntılara beraberce katlanan,mağara arkadaşı Hz. Ebubekr için en büyük bir mükâfat idi.

53 Hz. Hafsa binti Ömer (R.A.)
Hz. Hafsa dul bir kadındır. Kocası Bedir Savaşı’nda şehid edilmiş bir mücahittir. Kocasının vefatına üzülmüş, yalnız başına kalmıştır. Babası Hz. Ömer, kızını önce Hz. Osman’a evlenmesi için teklif etmiş, ancak O kabul etmemiş, Hz. Ebubekir’e teklif etmiş, O da kabul etmemiştir. Daha sonra da duruma şahit olan Allah Resulü fazla beklemeden O’nunla evlenmek istediğini bildirmiş ve evlenmiştir. Bu evlilik de, zaruretlerin getirdiği bir evlilik olup, bununla o yüce insan Hz. Ömer’in gönlü hoş edilmiş, kocasının ölümüne üzülen ve yalnız kalan birisinin bu yalnızlığı giderilmiştir.

54 Hz. Zeynep binti Huzeyme (R.A.)
Resulullah (sav) Hafsa’dan sonra bu kadınla evlenmiştir. Onun kocası da Bedir’de şehit edilmiş olan, Ubeyde b. Hâris’tir. Yalnız başına ve kimsesiz kalan bu mübarek kadının yaşı da 60’tır. Bu kimsesizlik zamanında, kendisine yardım edecek bir ele şiddetle muhtaçtır. Onu bu ihtiyaç içerisinde gören şefkat ve merhamet Peygamberi, onu da nikâhlayarak kendi kanatları altına almak istemiştir. Zaten evlendikten iki yıl sonra da vefat etmiştir. Altmış yaşındaki bir kadınla evlilikte dünyevî bir arzunun bulunması elbette mümkün değildir. Bu evlilikteki tek gaye de, yalnız başına kalan birisine bir yardım eli uzatmaktan ibarettir.

55 Hz. Zeyneb binti Cahş (R.A.)
Hz. Zeyneb validemiz, Peygamberimizin halasının kızı olup, ilk iman edenlerdendi. Mekke'den Medine'ye hicret etti. Önceleri, Resulullahın azatlı kölesi olan Zeyd bin Hârise ile evli idi. Zeyd bin Hârise, Hz. Zeyneb'in hakkını gözetemediğinden ayrıldılar. Resul aleyhisselam, halasının kızının durumuna üzülüp, onun şerefini iâde etmek ve onu üzüntüden kurtarmak için, Hz. Zeyneb'i nikâh etmek istedi. Hz. Zeyneb bunu işitince, sevincinden iki rekat namaz kılıp, şöyle duâ etti: - Ya Rabbî! Senin Resulün beni istiyor. Eğer onun zevceliği ile şereflenmemi takdîr buyurdun ise, beni ona sen ver! Duâsı kabul olup, Ahzâb suresinin otuz yedinci ayet-i kerimesi gelerek, buyuruldu ki: - Zeyd, onun hakkında istediğini yaptıktan sonra [yani Zeyneb'i boşadıktan sonra], biz, onu sana zevce eyledik. Hz. Zeyneb'in nikâhını Allahü teâlâ yaptığı için, Resulullah ayrıca nikâh yapmadı. Hz. Zeyneb bununla her an övünür ve derdi ki: - Her kadını babası evlendirir. Beni ise, Allahü teâlâ nikâhladı. O zaman otuzsekiz yaşında idi.

56 Hz. Ümmü Seleme (R.A.) Bu da ilk Müslümanlardan olup, Habeşistan’a hicret edenlerdendir. Daha sonra da Medine’ye hicret etmiş, çok sevdiği ve kendisine sıkıntılı hicret yolculuklarında arkadaşlık yapıp, yanından hiç ayrılmayan biricik eşini Uhud Savaşı’nda şehit vermiştir. Yurdundan, yuvasından uzak, bir sürü yetimle, hayat külfetini yüklenmiş bu kadına, ilk şefkat elini, Hz. Ebubekir ve Ömer uzatırlar. Ancak o, bu talepleri reddeder. Daha sonra evlilik teklifini Resulullah yapar ve bu teklif kabul edilir. Böylece yetimleri, sıcak bir yuvaya kavuşmuş, babalarının ölümünden duydukları üzüntüyü, Allah Resulü vesilesiyle unutmuş, hiçbir zaman gerçek bir babayı aratmayacak bir babaya kavuşmuş oldular. Ümmü Seleme de Hz. işe gibi dirayet ve fetaneti olan bir kadındı. Bir mürşide ve mübelliğe olma istidadındaydı. Onun için bir taraftan şefkat eli onu, himayeye alırken, diğer taraftan da, bilhassa kadınlık âleminin medyûn-u şükran olabileceği bir talebe daha ilim ve irşad medresesine kabul ediliyordu. Yoksa, altmış yaşına yaklaşmış Resulullah’ın, bir sürü çocuğu olan, bir dul kadınla evlenmesini ve evlenip bir sürü külfet altına girmesini, başka hiçbir şeyle izah edemeyiz.

57 Hz. Ümmü Habîbe (R.A.) Mekke’de küfrün bayraktarlığını yapan Ebû Süfyân’ın kızıdır. Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarmaya muktedir Yüce Rabbimiz, gelecekte müminlerin annesi konumuna yükselecek bu kadına, İslâm’ın bidayetinde imanı nasip etmişti. Mekke’nin zor şartlarında inancını yaşayamayınca, kocasıyla birlikte Habeşistan’a hicret etme mecburiyetinde kalmıştı. Ancak bu esnada kocası önce Hıristiyan olmuş, sonra da ölmüş, Ümmü Habibe yalnız başına kalmıştı. Allah Resulü durumu öğrenince Necâşi’ye haber göndererek, tek başına kalan bu hanımın kendisine nikahlanmasını istedi. Durumu öğrenince fevkalâde sevinen Ümmü Habibe’nin nikahı, Necâşi huzurunda kıyılmış oldu. Şayet Hz. Peygamber böyle yapmayacak olsaydı, yalnız ve kimsesiz bu kadın, ya Mekke’ye dönecek babasının ve ailesinin şiddetli zulümleri karşısında dinini bırakacak, ya Hıristiyanlardan yardım dileyecek, ya da kapı kapı dilenip hayatını sürdürecekti. Ancak bu evlilikle en güzel yolu seçmiş oluyordu. Bu evlilik vesilesiyle, o gün için Müslümanların ve Peygamber’in azılı düşmanı olan Ebû Süfyan, inananlara yaptığı işkenceyi hafifletmiş, içinde Hz. Peygamber’e karşı olan azılı kini birazcık dahi olsa dinivermişti. Daha geniş dairede ise, Emevîlerle bir akrabalık te’sis edilmiş oldu ki, bu da onların Müslümanlığa girmelerini kolaylaştıran bir unsur oldu. Bundan sonra Ebû Süfyan hâne-i saâdete rahatlıkla girip çıkma avantajına sahip olarak, Müslümanlığı daha yakından tanıma fırsatını bulup, sonunda iman dairesine girmiş oldu. Açıkça görüldüğü gibi bu evlilikte de, kimsesiz kalan birinin yardımına koşup, onun elinden tutma, onun vesilesiyle Müslümanlara yapılan işkenceyi hafifletme ve azılı düşman biriyle akrabalık kurup, onun imana gelmesine vesile olma vardır.

58 Hz. Cüveyriye binti Hâris (R.A.)
Müslümanlar, yapılan Müreysi gazvesinde galip gelmiş, pek çok ganimet elde edilmiş, bunun yanında 700 kadar da esir alınmıştı. Esirlerin içinde, Benî Mustalik kabilesinin başkanının kızı olan Cüveyriye de bulunuyordu. Cüveyriye, Hâris b. Dırar’ın kızı idi. Hâris, Mustalikoğulları Yahudilerinin reisi idi. Cüveyriye önce Musâfi b. Saffan’la evlenmiş, Musâfi, Müreysi Muharebesi’nde ölmüştü. Cüveyriye, Hz. Peygamber’e müracaat ederek hürriyete kavuşmayı talep etmiş, Resulullah da onun fidyesini bizzat kendisi vererek hürriyete kavuşturmuştur. Babası gelip kızını götürmek isteyince, o Müslüman olarak Medine’de kalmayı tercih etmiş, bilahare de Resulullah ile nikahı kıyılmıştır. Resulullah’ın bu evliliğinden sonra, Abdulmuttaliboğullarının hissesine düşen esirler salıverilmiş, diğer Müslümanlar da bu durum karşısında, Resulullah ile akrabalık bağı bulunan bir kabilenin insanları esir edilemeyeceği düşüncesiyle alınan bütün esirleri salıvermişlerdir. Hz. Peygamber’in bu evliliği de altmış yaşları dolayındadır. Bu evlilikte O, önemli bir kabileyle akrabalık kurmayı hedeflemiş, pek çok esirin serbest bırakılmasını sağlamış, bundan da önemlisi pek çok Yahudi’nin İslâm’la şereflenmesine vesile olmuş ve kocası savaşta ölen, dolayısıyla İslâm’a ve Müslümanlara aşırı bir şekilde kinle dolu bir hanımı, şefkat kanatlarının altına alarak onu müminlerin anası mertebesine yükseltmiştir.

59 Hz. Safiyye binti Huyey (R.A.)
Asıl adı Zeynep’tir. O dönemde Arabistan’da reislere düşen ganimet hissesine Safiyye denilmektedir. Bu kadın da Resulullah’ın (sav) hissesine düştüğü için Safiyye adını almıştır. Ana-babası, Yahudilerin ileri gelenlerindendi. Hatta babası Nadiroğullarının reisi, annesi de Kureyza oğullarının reisinin kızıydı. Hayber Gazvesi’nde, babası, kocası ve kardeşi öldürülmüş, kabilesinden pek çok kimse esir alınmıştı. Safiyye, İslâm’a karşı aşırı bir şekilde kin ve nefretle doluydu. Savaş sonrası Resulullah (sav) onu kendi nikahına alarak, yumuşamasını sağlamış oldu. Bu evlilikle de Yahudilerin önemli bir bölümüyle akrabalık kurulmuş, onların Müslümanlığı yakından tanımaları imkânı sağlanmış, düşmanların kötü bir kısım emellerinin, önceden bilinmesi kolaylaşmış ve Müslümanlığın sınırları bu vesileyle genişlemeye yüz tutmuştur.

60 Hz. Mâriyetü’l-Kıbtiyye (R.A.)
Resulullah(sav) İslâm’a davet için etraftaki hükümdarlara mektuplar gönderiyordu. Bunlardan birisi de Mısır hükümdarı Mukavkıs’tı. Mukavkıs, elçiyi güzel bir şekilde karşılamış, Hz. Peygamber’e birtakım hediyelerle birlikte iki de cariye göndermişti. Yolda bu iki cariye, Müslümanlık hakkında malûmat sahibi olduktan sonra, İslâm’ı seçmişlerdi. Bunlar Medine’ye varınca, Resulullah(sav) Mariye’yi kendisine almıştı. Bilahare azad ederek, onunla evlenmiştir ki, oğlu İbrahim, işte bu hanımındandır. Bu evlilik, bütün Mısırlılar üzerinde büyük bir te’sir icra etti. Müslümanlarla Mısır’daki Bizanslılar arasında çıkan savaşta, Mısırlılar tarafsız kalmış, Bizanslılara arka çıkmamışlardır. İşte bunun sebeplerinden birisi de, kendi milletlerinden olan bir kadının, Hz. Peygamber’le evli oluşudur.

61 Hz. Meymûne binti Hâris (R.A.)
Asıl ismi Berre olup, Resulullah(sav) tarafından Meymûne olarak değiştirilmiştir. Hz. Peygamber’in son evliliğidir. Hudeybiye antlaşmasından bir yıl sonra Hz. Peygamber’le Müslümanlar, Mekke’ye tavaf ziyaretine gitmişlerdi. Bu sırada Peygamberimiz’in amcası Abbas, Allah Resulü’ne Meymûne’yle evlenmesini teklifi etti. Zira Meymûne, Abbas’ın baldızı olup, nikah yetkisini ona vermişti. Peygamberimiz de bu teklifi kabul buyurarak, onunla nikahlandı. Bu durum karşısında Mekkeliler: "Demek ki, Muhammed hemşehrilerine hâlâ dostluk ve hayır duyguları besliyor." yorumunu yaptılar. Bu evliliği yaptığında da Resulullah, altmış yaşları civarındadır. Gayesi, yine dul kalan bir kadına yardım elini uzatma, Müslüman olduğu hâlde Mekke’de müşriklerin içinde kalan birini bu sıkıntıdan kurtarma ve Mekkeliler’e karşı bir jest yapma vardır.

62 Kasım Rasûl-i Ekremin (sav) ilk çocuğu Kasım idi. Bu sebepten künyesi: Ebül-Kasım (Kasımın babası) oldu. Hz. Peygamber, Ebûl-Kasım adiyle çağırılmasın-dan hoşlanırdı. Ashab da kendisini bu isimle çağırırlardı. İbni Sa'de göre, Kasım iki sene yaşadı. Mekkede vefat etti. Rasûl-i Ekremin (sav) çocukları içinde ilk ölen: Kasım oldu.

63 Zeynep Peygamberimizin en büyük kızıydı. Kasımdan sonra doğmuştu. Zeyneb doğduğu zaman, Rasûl-i Ekrem (sav) otuz yaşındaydı. Mekke'de doğmuş olan Zeyneb, Hicretin sekizinci senesi Medine'de vefat eyledi. Otuz yaşında bulunuyordu. Zeyneb, önce, teyzesinin oğlu Ebûl'as ile evlenmişti. Ebûl as bidayette müşriklerden ayrılmadığı için, "Bedr" gazvesinde müslümanların eline esir düşmüş, kurtulunca, Zeynebi Medine'ye göndereceğine söz vermişti. Rasûl-i Ekrem, ailesini getirmek için, "Harise oğlu Zeyd"i göndermişti. Zeynebi Medine'ye götüren Zeyd oldu. Zeyneb Medine'ye gitti ve fakat zevci Ebûl'as Mekke'de kaldı. Ebûl'as, bir seriyye esnasında yine müslümanların eline esir düştü ve fakat Hz. Zeyneb'in himayesi sayesinde serbest bırakıldı. Ebûl'as, ikinci defa esirlikten kurtulunca, Mekke'ye gitti. Emanetleri sahiplerine verdikten sonra, müslümanlığı kabul etti. Medine'ye hicret eyledi. Müslüman olduğu için nikâhları yenilendi. Ebûl'as, Hz. Zeynebe iyi muamele ederdi. Bu yüzden, Rasûl-i Ekremin takdirini kazandı. Zeyneb, kocasına tekrar kavuştuktan sonra çok yaşayamadı. Vefatında, cenazesi "Ümmü Eymen" ile "Hz. Sevde" tarafından yıkandı. Namazını Rasûl-i Ekrem kıldı. Mezarına Ebûl'as indirdi.

64 Rukayye Rasûl-i Ekremin ikinci kızıydı. Doğduğu zaman Hz. Peygamber Efendimiz, otuzüç yaşında bulunuyordu. Rukayye babasının Peygamberliğinden önce, Ebûlehebin oğlu, Utbe ile evlenmişti. Rasûl-i Ekrem, halkı İslama dâvete başlayınca Ebûleheb, oğlunu çağırdı: "Oğlum! Muhammed'in kızından ayrılmıyacak olursan, ben senden ayrılırım." dedi. Utbe de babası Ebûlehebin teşvikiyle "Rukayye"yi bıraktı. O zaman Rukayye, Hz. Osman ile evlendi. Habeşistana göç eden ilk kafileye Hz. Osman, zevcesi Hz. Rukayye ile birlikte katılmışlardı. Hz. Osman, Habeşistandan Mekke'ye dönmüş, oradan da Medine'ye hicret etmişti. Rukayye, Bedr gazası günlerinde hastalanmış, bu yüzden Hz. Osman, Bedr muharebesinde bulunamamış, hattâ zevcesi başında kaldığı için, mazeretliler arasına konulmuştu. Bedr gazası zaferini Harise oğlu Zeyd, Medineye ulaştırdığı gün, Hz. Rukayye vefat etmişti. Rasûl-i Ekrem de, Bedr savaşı yüzünden, kızı Ru-kayyenin cenazesinde bulunamamıştı.

65 Ümmü Gülsüm İslâmiyet gelmeden önce doğdu. Annesi hazret-i Hadîce’dir. Ümmü Gülsüm İslâmiyet gelmeden önce Ebû Leheb’in ikinci oğlu Uteybe ile nişanlanmıştı. İslâmiyet gelince Ebû Leheb îmân etmedi ve İslâmiyetin çok azgın bir düşmanı oldu. Onun hakkında (Tebbet) sûresi nâzil olunca oğluna Ümmü Gülsüm’den ayrılmasını söyledi. O da babasını dinleyerek ayrıldı. Bedr gazasının sonunda, Hz. Rukayyenin ölümünden bir yıl sonra, Hicretin üçüncü yılı, Hz. Osmanla evlendi. Buhârînin bildirdiğine göre, Hafsa dul kalınca, Hz. Ömer, Osman'a müracaat ettiği zaman, Hz. Osman tereddüt etmişti. O zaman Rasûl-i Ekrem, Ömere: - "Ben sana Osman'dan, Osmana'da senden daha iyi bir adam bulacağım. Kızını bana ver, ben de kızımı Osman'a vereyim.“ demişti . Hz. Osmanla evlenen Ümmü Külsûm, onunla altı yıl beraber yaşadı. Hicretin dokuzuncu senesi vefat etti. Cenaze namazı Rasûl-i Ekrem tarafından kılındı. Hz. Ali Hz. Fadl ve Hz. Üsâme tarafından gömüldü. Hz. Osman, Rasûl-i Ekremin iki kızı: Rukayye ve Ümmü Külsûm ile evlendiği için, "İki nur sahibi" mânâsına "Zinnûreyn" sıfatını kazanmıştı.

66 Fâtıme Rasûl-i Ekremin en küçük ve fakat en sevgili kızıydı. İlâhî vahiy ilk geldiği zaman, Mekke'de doğdu. Hicretin ikinci senesi Medinede Hz. Ali ile evlendi. Evlendikleri zaman Hz. Fâtıme 15, Hz. Ali 24 yaşındaydı. Rasûl-i Ekrem, kızı Fâtıme için, yatak çarşafı, iki değirmen, bir su tulumu hazırlamış, Hz. Fâtıme, değirmenlerle su tulumunu, bütün ömrü boyunca kullanmıştı. Rasûl-i Ekrem Hz. Ali ile Hz. Fâtımenin iyi geçinmesini ister, aralarında ihtilâf çıkarsa, onları barıştırırdı. Bir gün Ali, Fâtımeye şiddetli bir muamelede bulunmuş, Fâtıme de Rasûl-i Ekreme başvurarak Ali'yi şikâyet eylemişti. Fâtımeden sonra, Ali gelmiş, o da Fâtıme'yi şikâyette bulunmuş, fakat Rasûl-i Ekrem ikisin de barıştırmıştı. Bir defa da, Hz. Ali ikinci bir zevce almaya kalkmış, bunu haber alan Rasûl-i Ekrem çok üzülmüş bir hutbesinde; - Benim kızım benim ciğerparemdir. Kızımı kederlendiren her şey, beni de kederlendirir" demiş, bunun üzerine Hz. Ali teşebbüsünden vazgeçmiş, Hz. Fâtımenin sağlığında başka bir kadınla evlenmemişti: Hz. Fâtıme, Hicretin 11 inci senesi, babasından altı ay sonra vefat eyledi. Rasûl-i Ekrem Efendimizin irtihalinde kızı yirmibeş yaşındaydı. Rasûl-i Ekrem, kızı Fâtımeyi çok severdi. Hastalığı sırasında onu yanına çağırdı. Kulağına fısıldadı. O zaman Fâtıme ağladı. Sonra yine fısıldadı. Bu sefer, Fâtımenin yüzü güldü. Hz. Âişe sordu. Hz. Fâtıme de: - "Önce, Rasûl-i Ekrem, hastalığı sonunda öleceğini söyledi: Ağladım. Sonra, ailesi içinde kendisine ilk kavuşacak olanın ben olduğumu haber verdi: O zaman da sevindim."' diye cevap vermişti: Rasûl-i Ekrem Efendimizin soyunu yaşatan Hz. Fâtıme oldu. Fâtımenin beş çocuğu oldu: Hasen, Hüseyn, Muhsin, Ümmü Külsûm, Zeyneb isimlerinde idi. Bunlardan Muhsin, küçükken vefat etmişti.

67 Abdullah Hicretten önce, onbirinci senesi Mekke'de doğdu: Üç ay yaşadı. Küçükken öldü. "Tâhir ve Tayyeb" Abdullahın diğer isimleriydi.

68 İbrahim Rasûl-i Ekremin en küçük çocuğu ve en küçük oğluydu. Hicretin sekizinci senesi Medine'de doğdu. İbn İshaka göre, Resûl-i Ekremin İbrahimden başka bütün çocukları, Peygamberlikten önce doğmuşlardı. İbrahim, Mısırlı Hz. Mâriyeden dünyaya gelmiş, Hz. Âişenin rivayetine göre, onyedi veya onsekiz aylıkken vefat etmişti.Rasûl-i Ekrem, İbrahimin doğumundan çok memnun olmuş, yedinci günü bir ziyafet vermiş, fukaraya sadaka dağıtmış, oğluna Hz. İbrahimin adını takmıştı. Çünkü:Rasûl-i Ekremin Hz. Hadîceden doğmuş olan erkek çocukları küçük yaşlarındayken ölmüşlerdi. Diğer zevcelerinden de evlâdı olmamıştı. Ebû Rafiın zevcesi Selmâ, yeni doğan İbrahime sütannelik yapmıştı. Buhârî, "Ümmü Seyf'in ibrahimi emzirdiğini bildirmektedir. Rasûl-i Ekrem, sütanneye uğrar, İbrahimi görür, okşar ve öperdi. İbrahim, Ümmü Seyfin evinde öldü. Hz. Peygamber, çocuğunun hastalığını duyunca, Avfoğlu Abdurrahmân ile onun yanına gitmiş, İbrahimin ölüm pençesinde kıvrandığını görünce, dayanamamış ağlamıştı. Abdurrahmân: - "Yâ Resûlallah! Ne yapıyorsunuz," deyince, Rasûl-i Ekrem: - "Şefkat duygularım galeyana geldi." buyurmuştu. Rasûl-i Ekrem, oğlunun cenaze namazını kılmış, Abbâs oğlu Fadl, Zeyd oğlu Üsâme, Maz'un oğlu Osman, İbrahimi mezarına indirmişti.Beki' meza lığına gömüldü. İbrahim öldüğü zaman güneş tutulmuştu. Halk, güneş de mateme katıldı, deyince Rasûl-i Ekrem: - "Güneş ile ay, Allahın âyetlerindendir. Bir fânînin ölümü yüzünden tutulmazlar!" diye hitapta bulunarak, müslümanları böyle yanlış anlayışlardan uzaklaştırmışlardı.

69 Hz. Hasan Peygamber efendimizin, "Cennet gençlerinin seyyidi, efendisidir" buyurduğu, torunu Hz. Hasan, 625 senesinin Ramazan ayının ortasında doğdu. Peygamber efendimiz, kulağına ezan ve ikamet okuyup, ismini Hasan koydu. Doğumunun yedinci günü akika olarak iki tane koç kesti. Saçını da kestirip, ağırlığınca gümüş sadaka verdi. Annesi Hz. Fatıma onu severken, “Resulullaha benzeyen yavrum”!” derdi. Yine peygamberimiz Hz. Hasanı omuzlarına alıp gezdirir ve “Allah’ım! Ben onu seviyorum; Sen de sev; onu seveni de sev!” derdi. Şia çoğunlukla onu imamlarının ikincisi kabul eder, çok küçük bir fırkaya göre ise ikinci imam Hz.Hüseyindir. Bununla birlikte gerek Sunni gerekse Şii islam anlayışında çok önemli bir yeri vardır; onun, peygamberin ehli beyt’inden olduğu konusunda herkes hemfikirdir. Babası ile otuz yedi yıl, dedesi ile ise sekiz yıl birlikte bulunmuştur.

70 Hz. Hüseyin İmam Hüseyin (a.s), Hz. Ali ve Hz. Fatıma (Allah'ın selamı onlara olsun)'nın ikinci oğludur. Hicretin dördüncü yılı Şaban ayının üçüncü veya beşinci günü Medine’de gözlerini dünyaya açtı. Künyesi Ebu Abdullah’tır; lakapları ise Raşid, Tayyib, Vefî, Zekî, Mübarek, Sibt, Seyyid ve Seyyid’üş- Şüheda’dır. İmam Hüseyin (a.s) yaklaşık yedi yıl Resulullah (s.a.v)’in, otuz yıl Emir’ul- Muminin Ali’nin, on yıl da İmam Hasan’ın hayatları zamanında yaşamıştır. Hicretin 50. yılında İmam Hasan (a.s)’ın mazlumca şehit edilmesinden sonra hak yolunun takipçilerinin önderliğini üstlenmiştir. Kerbela’da ailesinden birçok kişiyle birlikte şehit edilmiştir.

71 Hz. Emame Anneleri Hazret-i Zeynep. Babası Ebü'l As. Büyükbabası Resulullah'ın devr-i saadetleri  zamanında doğdu. Rüşd çağına geldiğinde Hz. Fatime'nin vasiyeti üzerine, "- Benden sonra Hazret-i Ali  (r.a.) Emame ile evlensin" Hz.Ali (r.a.) ile evlendi. Ebül As'da aynı vasiyeti yapmıştı. Düğün işlerini Hz.Zubeyir (r.a.) deruhte etti. Hicri 40 yılında Hz. Ali şehit edilince, Muaviye Hz.emame ile evlenmeği  düşündü. Emame ve ailesi böyle bir evliliğe karşı idiler. Muaviye'nin baskı yapacağını daha önceden düşünen Hz.Ali vefatı esnasında Muğayre İbn-i Nevfel'e vasiyet ederek, "- Benden sonra, Emame ile evlen." demişti. Böyle olunca Hz.Ali'nin vefatından sonra iddet müddeti tamam olunca Hz.Emame ile nikahlandı. Hz.Ali'nin (r.a.) düşündüğü oldu. Muaviye, o zaman Medine valisi Mervan'a mektup yazarak, Emame'nin nikahına talip oldu ve bu iş içinde 1000 altın dinar sarfetmesini bildirdi. Fakat Hazret-i Emame meseleyi haber alınca Mugayre'ye haber gönderdi bu işi bir an önce halletmesini bildirdi. Mugayre'de Hz. Hasan'dan müsaade alıp, Hazret-i Emame'nin nikah işini tamamladı.


"Peygamber Efendimizin Pâk Soyları ve Kısaca Hayatları" indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları