Sunuyu indir
Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz
1
ULUSLARARASI EKONOMİK SORUNLAR VE AZ GELİŞMİŞ ÜLKELER
ULUSLARARASI İKTİSAT II ULUSLARARASI EKONOMİK SORUNLAR VE AZ GELİŞMİŞ ÜLKELER
2
I. AZ GELİŞMİŞ ÜLKELERİN SINIFLANDIRILMASI
Az gelişmiş ülkeler, kişi başına gelir, kentleşme oranları, ihraç ürünleri, dışa açılma, dış borç, nüfus, etnik yapı, okur yazarlık ve eskiden sömürge olup olmama gibi özellikleri itibariyle önemli ölçüde farklılaşmaktadırlar. Bununla birlikte bu farklı özelliklerinin yanında AGÜ'lerin aşağıdaki gibi ortak özellikleri söz konusudur: 1. Kişi başına gelirin düşüklüğü, 2. Sanayileşmiş ülkelere göre yaşam düzeylerinin çok geri olması Ülkeleri kişi başına gelire göre sınıflandırmak bir gelenek haline gelmiştir. Dünya Bankası 2006 yılı kişi başına gelir düzeyine göre ülkeleri aşağıdaki gibi sınıflandırmaktadır: Bu sınıflandırmada yüksek gelirli ülkeler genellikle gelişmiş sanayi ülkelerini, düşük gelirli ve orta gelirli ülkeler de az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeleri ifade eder. Yüksek gelirli ülkeler arasında yer alan çoğu petrol ihracatçısı olan ülkeler, yeterli bir sanayi yapısına sahip olmadıkları için gelişmiş ülke olarak kabul edilmezler
3
II. KUZEY-GÜNEY DIYALOĞU
Kalkınma çabası içerisindeki AGÜ'ler, mevcut küresel düzenin kendi aleyhine olduklarını hatta gelişmiş ülkelerle aralarındaki açığın daha da büyümesine neden olduğu nedeniyle eleştirmeye başlamışlardır. Sanayileşmiş ülkeler daha çok dünyanın kuzey yarımküresinde, az gelişmiş ülkeler de güney yarım kürede bulundukları için bu iki grup arasındaki tartışmalara Kuzey-Güney Diyalogu adı verilmiştir. Güney'in (AGÜ'lerin), yürürlükteki uluslararası ekonomik düzen konusunda duyduğu hoşnutsuzlar aşağıdaki gibidir: 1. Kuzey'le (GÜ'lerle) aralarındaki refah farkının giderek büyümesi, 2. Mal ihracı ve ithali ile teknoloji ve mali kaynak sağlanması yönlerinden Kuzey'e bağımlı olunması, 3. Yürürlükteki ekonomik ve siyasal düzenin temelini oluşturan IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların Kuzey'in denetimi altında olması. Bu çerçevede AGÜ'lerin en önemli eleştirilerinden birisi, klasik uluslararası büyüme teorisine yöneliktir. Bu teoriye göre dünya ekonomisinin büyümesi için her şeyden önce "merkezi" oluşturan sanayileşmiş ülkelerin, sürekli ve istikrarlı bir biçimde gelişmesine gerek vardır. Merkez'de başlayan büyüme zamanla "çevre"ye (Güney'e) yayılacak ve AGÜ'lerin kalkınmaları hızlanacaktır. Fakat geçen zaman içerisinde bu iyimser tahminlerin gerçekleşmediği görülmüştür. Sanayileşmiş ülkelerdeki refah artışları hızla büyürken, AGÜ'lerin büyük kısmında ise yoksulluk hakim hale gelmeye başlamıştır.
4
II. KUZEY-GÜNEY DIYALOĞU
Bu durumdan şikayetçi AGÜ'lerin bir kısmı, 1960 başlarından itibaren kendi sorunlarına yer veren, eşit ilkelere dayalı, adil yeni bir uluslararası ekonomik düzenin kurulması için çalışmalara başladılar. Örneğin hiçbir askeri ittifaka bağlı olmayan Üçüncü Dünya ülkelerinin oluşturdukları "Bağlantısız Ülkeler" hareketidir. Bu hareket başlangıçta siyasal konular üzerinde ağırlık verirken, daha sonraları ekonomik sorunlara yönelmeye başlamıştır. Bu çerçevede Birleşmiş Miller tarafından 1960'lı yıllar "Birinci Kalkınma On Yılı" olarak ilan edilmesiyle AGÜ'lerin kalkınmaları için bir takım önlemlerin yürürlüğe konulması sağlanmıştır. Ayrıca 1964 yılında BM üye AGÜ'lerin isteği üzerine "Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı" (UNCTAD)'nın toplanması sağlanarak Kuzey-Güney diyalogu yönünde çok önemli bir adımın atılması sağlanmıştır. UNCTAD toplantısında AGÜ'lere ilgilendiren aşağıdaki gibi konular tartışılmıştır. 1. Gelişmiş ülkelerin iç piyasadaki korumacı uygulamalarının kaldırılması, 2. AGÜ'lere daha uygun koşullarda ve yeterli miktarda dış kredi sağlanması, 3. Ticaret hadlerindeki bozulmanın doğurduğu kayıpların karşılanması, 4. İlksel mal piyasalarındaki istikrarsızların önlenmesi. UNCTAD'a karşı sanayileşmiş ülkelerin küçümseyici bakış açılarına rağmen, UNCTAD Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun sürekli bir organı haline gelmeyi başarmıştır. Bu çerçevede UNCTAD her dört yılda bir toplanarak, Kuzey-Güney arasında uluslararası ekonomik sorunların tartışıldığı bir forum rolünü yürütmektedir. Özetle yapısı itibariyle UNCTAD AGÜ'lerin kontrolü altındaki bir oluşumdur. UNCTAD'ın bekleneni verememesinin altında yatan en önemli nedenlerden birisi, üye ülkelerce benimsenen "onaylama" ilkesidir. Yani UNCTAD'ın almış olduğu kararlar, ancak ülkelerce onaylandığı takdirde bağlayıcı olur.
5
II. KUZEY-GÜNEY DIYALOĞU
1970'li yıllarda yaşanan petrol krizi ve bazı ilksel mal fiyatlarındaki artışlar, AGÜ'lerin gelişmiş ülkelerden isteklerinin ciddiye alınmasında etkili olmuştur. Bu çerçevede 1974 yılında AGÜ'ler, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'ndan "Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen" kurulmasına yönelik kararının alınmasında etkili olmuşlardır. Fakat 1980'li yıllarda petrol fiyatlarının düşmesi ve OPEC'in etkinliğinin azalması, Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen'in kurulması yönündeki girişimleri önemli ölçüde olumsuz etkilemiştir. Dolayısıyla bu tür çabalara rağmen Kuzey-Güney ilişkilerinde önemli bir değişme ve gelişme olmamıştır. Son olarak 2000 yılı Eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından "Yeni Binyıl Kalkınma Hedefleri" şeklinde adlandırılan bir karar oybirliği ile alınmıştır. Yeni Binyıl Hedefleri ile uluslararası topluma farklı bir bakış açısı getirilmiş ve sosyal ve ekonomik kalkınma için öncelikle insanın geliştirilmesi (beşeri sermaye) ve küresel katılımcılık ana ilkeler olarak benimsenmiştir. Söz konusu hedefler arasında 1. Yoksulluk ve açlık sorunlarının yeryüzünden kaldırılması, 2. Herkese en az ilköğretim olanağının sağlanması, 3. Kadın-erkek eşitliğini sağlamak ve kadını ekonomik yönden güçlendirme, 4. Bulaşıcı hastalıklarla mücadele, 5. Doğal çevreyi koruma ve 6. Küresel katılımı sağlama yer almaktadır.
6
III. TARIM ÜRÜNLERİNİN ULUSLARARASI TİCARETİ
Tarımsal üretimin toprak ve iklim koşullarının dolaysız etkisi altında olması, tarımsal gelirlerin yıllara göre istikrarsız bir yapıda gerçeklemesine neden olur. Tarımsal ürünlerin esnekliğinin düşük olması üretimdeki değişmeler nedeniyle tarımsal gelirlerin dalgalı bir yapıda olmasına yol açmaktadır. Bu özellik ise bütün ülkelerin tarımsal kesimi korumasına neden olmaktadır. Bu çerçevede hükümetlerin tarıma yaptıkları müdahaleler, (i) ürün fiyatlarının desteklenmesi, (ii) girdi sübvansiyonları, (iii) satınalma ve stoklama uygulamaları gibi çok çeşitli alanları kapsar. Bu tür müdahaleler ise tarımsal malların uluslararası piyasaları olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Tarımsal ürünlerin dünya ticareti düzenlemek, bu ürünlerin ihracatçısı durumundaki AGÜ'lere dengeli bir gelir sağlamak ve ithalatçı ülkelerde mal arzının gelecekteki belirsizliklerini gidermek gibi amaçlarla yapılan uluslararası mal anlaşmaları vardır. Bu anlaşmalar ise aşağıdaki gibidir: 1. Tampon Stoklar Programı: İlgili malın dünya fiyatı belirli bir düzeyin altına düşme eğilimi gösterdiğinde, bu malın piyasadan satın alınıp stoklanması ve belirli bir düzeyin üzerine yükseldiğinde de stoklardan satış yapılmasını öngören düzenlemelerdir. Programın uygulanabilmesi için uluslararası bir organın kurulması ve bu organın yeterli bir bütçe ile donatılması gerekir. Ancak finansman güçlükleri yanında programın uygulanması ile ilgili bazı sorunlar söz konusudur. Bunların başında denge fiyatın belirlenmesi konusundaki güçlükler gelir. Fiyatlar uzun dönem dengesini sağlayacak düzeylerde belirlenmelidir. Ayrıca müdahale fiyatlarının sınırları da önemli bir sorundur. Tampon stoklar programı, tarımsal gelirlerin değil fiyatların istikrarına yöneliktir.
7
III. TARIM ÜRÜNLERİNİN ULUSLARARASI TİCARETİ
2. Uluslararası Üretim Kotaları ve İhracat Kotaları: Uluslararası üretim kotalarında belirli tarım ürünlerinin dünya arzının, talebini aşması nedeniyle fiyatlardaki düşmeyi önlemek veya arzı talebe göre kısıtlayarak fiyatların yükselmesini sağlamak gibi amaçlar güdülür. Bunun içinde başlıca üretici ülkeler arasında üretim veya ihracat anlaşmaları vasıtasıyla hem toplam mal hacmi hem de her ülkenin kotası belirlenir. Kartel oluşturmaya yönelik bu tür anlaşmaların başarılı olabilmesi için (i) tüketici ülkelerde malın yakın ikamesinin olmaması (ii) malların homojen olması ve (iii) üretim hacminin kolaylıkla ayarlanabilmesi gerekir. Bu alandaki en önemli kartel oluşumu OPEC'tir. Üretim kotalarının doğurduğu sorunlar karşısında uluslararası mal arzını sınırlandırmak için üretim kotaları yerine daha çok ihracat kotaları kullanılır. Burada uluslararası bir anlaşma ile her ülkenin ihraç edeceği mal miktarı kısıtlanır. Tarım ürünleri ticaretine yönelik bu müdahalelerin azaltılmasına yönelik ilk teklif GATT'ın Tokyo Görüşmeleri sırasında ortaya atılmış fakat AB yoğun karşı çıkışları nedeniyle başarılı olmamıştır. Uruguay Görüşmeleri ise tarımsal ürün ticaretinin serbestleştirilmesine yönelik tartışmalar nedeniyle 3 yıl uzamıştır. Bu görüşmeler sırasında tarımsal ürün ticaretinin serbestleştirilmesi yönünde küçük de olsa mesafe kat edilmiştir. Dünya Ticaret Örgütü'nün Doha Toplantısı'nın en önemli gündem başlıklarından birisi, tarımsal ürün ticaretinin serbestleştirilmesi olmuştur. Fakat konunun hem gelişmiş hem de AGÜ'ler açısından kritik bir öneme sahip olması, bu toplantılarda önemli sonuçların alınmasını engellemektedir.
8
IV. DÜNYA TİCARETİNİN ÜRÜN VE ÜLKE GRUPLARINA GÖRE DAĞILIŞI
Tablodaki verilerden çıkartılacak önemli sonuçları 1. Dünya ticareti içinde en büyük yeri tutan ürün, sanayi ürünleridir. 2. Dünya ihracatında gelişmiş ülkelerin payı 2/3 iken, AGÜ'ler 1/3'tür. 3. Sanayi malları ihracatında gelişmiş ülkelerin payı 3/4 iken, AGÜ'lerde 1/4'tür. 4. Diğer ürünlerin payı göreceli olarak düşüktür.
9
V. İHRACAT GELİRLERİNDEKİ İSTİKRARSIZLIKLAR
İhracat gelirlerinin yıllar itibariyle göstermiş olduğu istikrarsız yapının nedenleri arasında, aşağıdaki unsurlar dikkat çekmektedir. 1. İhracat gelirlerinin az sayıda ürüne (geleneksel tarım ürünlerine) dayanması, 2. Tarımsal ürünlerin arzının büyük ölçüde doğal olayların yol açtığı belirsizliğin etkisi altında olması, 3. Tarımsal ürünlerin arz ve talep esnekliklerinin düşük olması (inelastik talep ve arz koşullarında arz ve talepte meydana gelecek değişmeler fiyatlar üzerinde daha büyük değişmelere neden olur). 4. İhracatın az sayıda ülkeye yapılması. İhracat gelirlerinde yaşanacak istikrarsızlıklar, ülkenin ödemeler bilançosu, enflasyon oranını ve kalkınma hızını önemli ölçüde etkileyebilir. AGÜ'ler yeterli ölçüde döviz gelirlerine sahip olmadıkları için ihracat gelirlerinde görülen herhangi bir düşme, makine ve donatım ithalatını azaltarak sanayileşme programlarının sekteye uğramasına yol açabilmektedir. Ayrıca ihracat gelirlerinde yaşanan bir düşme, çarpan mekanizması vasıtasıyla tüm sektörlere yayılır. İhracatta beklenmedik artışlar ise döviz gelirlerindeki artışa bağlı olarak emisyon genişlemesine yol açar ve talep genişlemesine bağlı olarak enflasyona neden olabilmektedir.
10
VI. AZ GELİŞMİŞ ÜLKELERİN AĞIR DIŞ BORÇ YÜKÜ
AGÜ'lerin karşılaştıkları en önemli sorunlardan birisi, yüksek dış borçlardır. AGÜ'lerin artan dış borçlarında etkili olan birçok faktör olmakla birlikte aşağıdaki faktörler dikkatleri çekmektedir: 1. Petrol fiyatlarındaki artışlar 2. Gelişmiş ülkelerde yaşanan durgunluklar 3. Reel faiz oranlarındaki artışlar 4. İlksel tarım ürün fiyatlarının düşmesi 5. AGÜ'lerde iç tüketime yönelik uygulanan politikalar 6. AGÜ'lerde hazırlıksız başlatılan mali liberalleşme hareketleri 2006 yılında AGÜ'lerin toplam dış borçları milyar $'dır. Bu borçların %25'i resmi borçlardan, %26.3'ü uluslararası bankalara olan borçlardan ve %49'u ise uluslararası tahvil ve bono ihracı ile sağlanan borçlardan oluşmaktadır.
11
VII. ULUSLARARASI MALİ KRİZLER VE AGÜ'LER
Uluslararası Bankacılık Krizi: AGÜ'ler ilk kez 1970'lerin ilk yarısında ağır petrol faturalarını ödemek için özel mali piyasalara çıkmış ve ticari bankalardan borçlanmışlardı. Fakat yükselen faiz oranları ve artan dış borçlar dolayısıyla 1980'lerin başında çoğu AGÜ dış borç yükümlülüklerini yerine getiremeyeceğini ilan etti. Böylece dünyada ciddi bir "dış borç krizi" ortaya çıkmıştır. Amerikan Hazine Bakanı James Baker, krizden kurtulmaları için AGÜ'lere IMF'in sunduğu kemer sıkma politikaları yerine bankaların yeniden kredi açmaları teklif etmiştir. Ancak 1989'da Baker yerine Hazine Bakanı olan Nicholas F. Brady, Latin Amerika'daki ağır borçlu ülkelerin dış borç sorunun çözümü için önerdiği planda, AGÜ'lerin uluslararası bankalara olan borçlarının faizlerinin silinmesini öngörüyordu. Sonuç olarak 1980'lerin ikinci yarısı ve 1990'ların başlarında yapılan dış borç erteleme anlaşmaları ile AGÜ'lerin dış borç sorunun çözüne gidilmiştir.
12
VII. ULUSLARARASI MALİ KRİZLER VE AGÜ'LER
'lardan Sonraki Mali Krizler: 1990'larda ise AGÜ'ler yoğun kısa süreli sermaye çıkışları biçiminde kendini gösteren uluslararası mali krizlerle karşı karşıya kalmışlardır ve 1995 Meksika, 1997 Güney Doğu Asya, 1998 Rusya ve 1999 Arjantin krizlerinin yanı sıra 1994 ve 2001'de Türkiye ekonomisinde önemli krizler yaşanmıştır. Mali krizler genellikle (i) Döviz krizi, (ii) Banka krizi ve (iii) Borsa krizi şeklinde kendini göstermektedir. Döviz krizi halkın ulusal paradan kaçarak yabancı dövizlere yönelmesi durumunda ortaya çıkarken; bankacılık krizinde ise halkın mevduat hesaplarını geri çekmek üzere bankalara saldırması durumunda ortaya çıkar. Öte yandan mali piyasalara duyulan güvenen sarsılması üzerine yatırımcılar, hisse senetleri ve tahvilleri satıp bunun yerine altın ve döviz gibi güvenilir araçlara yönelmesiyle borsa krizleri tetiklenmiş olur. Mali krizler derinleşmeye başlayınca reel sektörde de bundan etkilenerek, reel üretimde kayıplara ve işsizlikte artışlara neden olur.
13
VII. ULUSLARARASI MALİ KRİZLER VE AGÜ'LER
'lardan Sonraki Mali Krizler: Mali krizlere ortama hazırlayan birçok iç ve dış etken arasında aşağıdaki faktörler dikkatleri çekmektedir: 1. Cari işlemler bilançosu ve bütçe açıklarının sürdürülemez boyutlara ulaşması, 2. Dış borçların aşırı yükselmesi, 3. Döviz rezervlerinin kritik düzeylere inmesi 4. Ulusal paranın aşırı değerlenmesi, 5. Enflasyon hızının düşürülememesi. Mali krizlerde etkili olan bu ekonomik istikrarsızlık göstergeleri yanında siyasal istikrarsızlığında önemli etkileri söz konusudur. Gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkan mali krizlerde hazırlıksız başlatılan mali liberalleşme hareketlerinin de önemli etkilere sahip olduğu birçok iktisatçı tarafından dile getirilmektedir. AGÜ'lerin dış ticaret açıkları ve artan dış borçlarını karşılamaya yönelik mali küreselleşmeye katılmaları ve yüksek faiz-düşük kur uygulamalarına yönelmeleri, sıcak para akımlarını tetikleyerek, ülkeyi kırılgan bir hale getirmektedir. Sıcak para fonlarının çok hareketli olması, AGÜ'lerin mali krizlere girmesine neden olan en temel özelliğidir.
14
VII. ULUSLARARASI MALİ KRİZLER VE AGÜ'LER
Ayrıca mali krizlerle birlikte ekonomik krizleri yaşayan ülkelerdeki bir diğer ortak özellik, bu ülkelerde uygulanan sabit döviz kurları nedeniyle ulusal paranın aşırı değerlenmiş olmasıdır. Kurların düşük tutularak ülkeye çekilmek istenen kısa süreli sermaye, yüksek hareketlilik kabiliyeti nedeniyle ülke ekonomilerinin döviz krizlerine girmesine yol açabilmektedir. 1994 ve 2001 krizlerinde hükümetin açık bütçe politikası izlemesi ve bütçe açıklarını finanse etmek üzere yüksek faiz oranlarından mali piyasalarda borçlanması etkili olmuştur. Böylece yüksek faiz politikası, spekülatif-kısa süreli yabancı sermaye girişlerini artırmıştır. Ekonomideki bütçe ve ödemeler bilançosu açıklarının sürdürülemez boyutlara gelmesi nedeniyle artan kırılganlıklar spekülatif sermaye çıkışlarını artırarak, ekonomik krizin patlamasına neden olmuştur. Spekülatif sermaye akımlarının AGÜ'lerde krizlere yol açmasının engellenmesi amacıyla çeşitli önerilerde bulunulmuştur. Örneğin ülkeye giren yabancı sermayeden bir vergi alınmasını öngören önlemler, "Tobin Vergisi" olarak isimlendirilir.
15
VIII. DIŞ TİCARET HADLERİ KONUSUNDAKİ TARTIŞMALAR
AGÜ'lerin dış ticaret hadlerinin uzun dönemde AGÜ'ler aleyhine bozulduğu yönündeki tartışmalar, uluslararası kalkınma sorunları arasında önemli bir yere sahiptir. Dış ticaret hadleri, bir ülkenin sattığı ve satın aldığı malların fiyatlarındaki değişmeler dolayısıyla dış ticaretten kazançlı ya da yararlı çıktığı göstermeye yarayan araçlardır. Genel olarak ticaret hadleri ihracat fiyatları/ithalat fiyatları olarak tanımlanır. Bu genel tanımla yanında aşağıdaki gibi farklı ticaret hadleri tanımlamaları da söz konusudur. 1. Net Değişim Ticaret Hadleri: İhracat fiyatının ithalat fiyatına bölünmesi ile bulunun net değişim ticaret hadlerine mal ticaret hadleri de denilmektedir. Aşağıdaki gibi hesaplanır: 2. Gelir Ticaret Hadleri: Gelir ticaret hadleri, net değişim ticaret hadleri ile ihracat hacim indeksinin çarpımına eşittir ve aşağıdaki gibi hesaplanır. 3. Faktör Ticaret Hadleri: Ticaret hadlerindeki değişimin verimlilik kazançlarından kaynaklanıp kaynaklanmadığını ölçmek amacıyla geliştirilen faktör ticaret hadleri, net değişim ticaret hadleri ile ihracat verimlilik indeksinin çarpımı şeklinde hesaplanır.
16
VIII. DIŞ TİCARET HADLERİ KONUSUNDAKİ TARTIŞMALAR
Tarım ve sanayi ürünleri arasındaki ticaret hadlerinin uzun dönemde tarım ürünleri aleyhine değişmekte olduğunu öne süren görüşe, bunun ilk savunucuları olan iktisatçılardan dolayı Singer-Prebisch tezi denilmektedir. Singer-Prebisch tezinde ticaret hadlerinin AGÜ'ler aleyhine dönmesine neden olarak aşağıdaki faktörler üzerinde yoğunlukla durulmaktadır: 1. Taleple İlgili Faktörler * Gıda maddelerinin talebinin azalması * Doğal hammaddelerin yerine yapaylarının geçmesi * Gelişmiş ülkelerdeki tarım kesimini koruyucu önlemler 2. Arzla ilgili faktörler * Teknolojik yenilik ve faktör arzı artışları * Tekelci kuruluşların etkisi 3. Katı ekonomik yapı.
Benzer bir sunumlar
© 2024 SlidePlayer.biz.tr Inc.
All rights reserved.