Teorinin Dönüşü
I. Felsefi Gelenek Eski Yunan’a kadar uzanır. Siyaset felsefesi:etik, yerleşik veya normatif sorunlarla ilgili “bu şudur” yerine “bu şu olmalıdır” veya “şöyle olsun”
Felsefi Gelenek Platon ve Aristoteles bu geleneğin kurucu babaları. Platonun ideal toplum, en iyi yönetimle ilgili yazıları… Bu tür yazılar siyasette geleneksel yaklaşımın temelini oluşturuyor. Onların fikirleri Augustine ve Aquinalı Thomas gibi Ortaçağı teorisyenlerinin yazılarında yeniden ortaya çıkıyor.
Felsefi Gelenek Platon’dan Marx’a büyük düşünürlerin ne söylediği, görüşlerini nasıl geliştirdiği, nasıl meşrulaştırdığı, eserlerini hangi entelektüel bağlamda verdiği ile ilgileniyor.
AMPİRİK GELENEK Betimleyicidir. Aristoteles’in siyasi düzenleri sınıflandırma çabası, Machiavelli’nin siyasi erdem konusundaki realist yaklaşımı Montesquieu’nün hükümet ve hukuka ilişkin sosyolojik teorisi Bu tür eserler bugün karşılaştırmalı siyaset alanına temel oluşturmuştur.
Ampirik Gelenek Ampirik yaklaşımın temel özelliği siyasi gerçekliğe duygusal olmayan, tarafsız bir temel oluşturma çabasıdır. Analiz etme ve açıklama çabası ile “betimleyici” bir yaklaşımdır. Ampirisizm doktrininden yola çıkan bu yaklaşımın özünde deneyin, bilginin tek temeli olduğu, bütün hipotezlerin ve teorilerin bir gözlem süreciyle test edilmesi gerektiği iddiası var.
Ampirik gelenek Sosyal bilimlerde Auguste Comtecu pozitivizm hakimiyet kazanıyor. Felsefi incelemenin bütün türlerinin kesin biçimde doğal bilimlerin yöntemlerine bağlı olması gerektiği iddiası baskınlık kazanıyor.
Siyaseti bilimsel anlamda tanımlamaya çalışan ilk teorisyen Karl Marx. (Bilimsel gelenek-) Siyaseti bilimsel anlamda tanımlamaya çalışan ilk teorisyen Karl Marx. Tarihin materyalist kavranışı adını verdiği yöntemle tarihsel gelişimin motor gücünü ortaya çıkarmaya çalışıyor. Doğal bilimlerdeki yasalarla aynı statüde gördüğü kanıtlara dayalı yasaları temel alarak geleceğe yönelik öngörülerde bulunuyor. Bilimsel analiz, 19. yüzyılda başlıca analiz yöntemi olarak kabul ediliyor.
Ampirik Gelenek Amerikalı Sosyolog Charles Wright Mills, 1940’lı yıllarda iki ana kuramsal gelişmeyi birbirinden ayırarak eleştiriyor. Birincisi tarihselcilik. Bu noktada Comte, Marx, Spencer ve Weber’in felsefelerini eleştiriyor. İkincisi beşeri bilimlerin ilerlemesi önünde daha büyük engel olarak gördüğü GRAND THEORY. Topluma ilişkin disiplinlerin ana amacının “insanın ve toplumun doğası” hakkında sistematik bir kuram oluşturmaya çalışmak olduğu fikrini eleştiriyor.
Ampirik gelenek İnsan ilişkileri ve davranışları hakkında soyut ve normatif kuramlar oluşturulmasına karşı çıkıyor. Bu paradigma, siyaseti felsefe, tarih gibi disiplinlerden uzaklaştırmaya yöneliyor. Felsefi vurgu yerine siyaseti bilimsel bir disipline çevirme eğilimi 19. yüzyılın sonlarından itibaren giderek artıyor ve doruk noktasına felsefi geleneğin anlamsız bir metafizik olarak reddedildiği 1950’ler ve 60’larda ulaşıyor.
Ampirik gelenek 1950’ler ve 60’larda davranışsalcı yaklaşımla birlikte test edilebilir hipotezlere karşı objektif ve ölçülebilir veri arayışı öne çıkıyor. İnsan eylemlerinin doğa olaylarının açıklanmasına benzer bir yolla açıklanabileceği. David Easton gibi siyasi analistler siyasetin doğal bilimlerin metodolojisine uyarlanması gerektiğini ilan ettiler.
Nicel araştırma metodları için en uygun olan alanlar olarak oy verme davranışları, Yasa yapıcıların davranışları Yerel siyasetçilerin davranışları Lobicilerin davranışları Ancak davranışsalcılık, doğrudan gözlemlenebilir olanın ötesine geçmeyi engelliyor ve siyasi analizin alanını da daraltıyor
Rasyonalist yaklaşımlar da teorinin reddine yol açıyordu. Karl Popper bir inancın yalnızca onu yanlışlamak için düzenlenmiş önemli bir deneye tutulursa ve bu deneyi geçebilirse RASYONEL olduğu ve böylece BİLİMSEL sayılabileceğini, Başarısız olursa ya da yanlışlanabilirse bu önermenin hiçbir anlamının olmadığını söylüyor.
Popper’a göre toplumsal bilimler, bu yanlışlama yoluyla olgusal olanı salt normatif ya da metafiziksel olandan ayırt edebilecekti. Böylece Marksizm, psikanaliz, ütopyacı toplum felsefesinin tüm biçimleri terk edilip bölük pörçük ampirik araştırma teşvik ediliyordu. Ampirik gelenek ve rasyonalist gelenek, bütün bir normatif teoriye sırtını dönmüş oluyordu. Özgürlük, eşitlik, adalet, hak gibi kavramlar ampirik olarak doğrulanamıyor oldukları için dışlanıyordu.
Teorinin dönüşü 1970’lerden itibaren normatif sorunlara ilgi yeniden önem kazanıyor. Davranışçılığın değer-bağımsız olduğu, yani etik veya normatif inançların bulaşmadığı iddiası sorgulanmaya başlıyor. Eğer analizin odağında gözlemlenebilir bir davranış varsa, bu örtük biçimde statükoyu meşrulaştırmak anlamına geliyor.
Teorinin dönüşü 1950’lerden sonra ve özellikle 70’lerle birlikte ütopyacı toplum felsefeleri yeniden ilgi odağı olmaya başlıyor. Marksizm, Psikanaliz, Lacan ve takipçilerinin çamışmalarıyla yeni bir kuramsal yönelik kazanıyor. Habermas ve Frankfurt Okulu’nun diğer üyeleri Marx’ın teorileri ile Freud arasında paralellikler kurmaya devam ediyor. Kadın hareketi, daha önceden ihlam edilen fikir ve tezler ileri sürüyor.
Teorinin dönüşü Böylece Anglo-Sakson geleneğindeki toplum felsefesinin ampirik ve pozitivist kaleleri, hermenötik, yapısalcı, post-ampirist, yapıçözümcü yaklaşımlarca tehdit ediliyor ve zayıflatılıyor. İnsan davranışları ile doğa olaylarının açıklanmasının mantıksal olarak farklı girişimler olduğu düşüncesi öne çıkıyor. Pozitivist yaklaşımın tüm başarılı açıklamaların aynı tümdengelimce modeli ifa etmesi gerektiği yaklaşımı eleştiriliyor.
Teorinin dönüşü Hermenötik (yorumsamacı) yaklaşımla insan eylemlerinin açıklanmasının her zaman keşfetmeye ve yorumlamaya ilişkin bir çabayı barındırması gerektiği iddia ediliyor. Wittgenstein: bir ifadenin anlamının, onun kullanılması sorunu olduğu ve böylece ister bir eylem, isterse bir ifade olsun, herhangi bir anlamlı epizodun anlaşılmasının onu uygun bir hayat biçimi içine yerleştirmemizi gerektirdiğini belirtiyor.
Gadamer: Truth and Method’da toplumsal bir eylemi anlama çabasında başvurulacak en uygun modelin bir metni yorumlama modeli olduğunu ileri sürüyor. Bir bütünün parçaları açısından ve parçaları da bütünün anlamına yaptıkları katkı açısından yorumlanması…
Teorinin dönüşü ile birlikte, siyasi analizin başlıca teorik araçları olarak iktidar ve devletin rolüyle ilgili yaklaşımlar öne çıkıyor. Elitizm, çoğulculuk, sınıf analizi gibi yaklaşımlar ve bunların ardındaki teorilerin pekçoğu, belli başlı ideolojik geleneklerin önkabullerini ve inançlarını yansıtmakta…
Bu gelenekler daha çok Thomas Kuhn’un “Bilimsel Devrimlerin Yapısı”nda paradigma olarak adlandırdığı türden bir işlev görüyor. Paradigma: entelektüel inceleme sürecini planlamaya yarayan, birbirleriyle bağlantılı ilkeler, doktrinler, teoriler bütünü. Bir paradigma, temelde bilgiye ulaşma uğraşının onun içinde gerçekleşeceği bir çerçeve kurar.
Siyasi-sosyolojik incelemelerin içinde paradigmalar birbiriyle rekabet halindedir. Bu paradigmalar genellikle liberalizm, muhafazakarlık, sosyalizm, faşizm, feminizm gibi siyasi ideolojiler olarak adlandırılan geniş sosyal felsefeler şeklindedirler. Her biri sosyal var oluşa ilişkin kendi yaklaşımını ifade eder. Belli bir dünya görüşü sunar.
Bu nedenle çağdaş siyaset kuramlarından söz ettiğimizde aslında çağdaş siyasal ideolojilerden söz ediyoruz.