BOZKIR’A NİNNİ ses düğmesini açabilirsiniz
Ali Demirsoy hocamızın göndermiş olduğu bu fotoğraftan müthiş etkilenmiştim.
“Uğurlu Misafir” de bir zamanlar ruhumda silinmez izler bırakmıştı.
Kardaki bu pati izinin de kolay kolay silinebileceğini sanmıyorum.
Geçen hafta küçük bir kutunun içinde sürpriz bir hediye aldım.
Geçen sene, apartmanın müthiş muhalefetine rağmen, yan bahçeye yaptığım köpek kulübesini ve kilitli demirlerini “bir daha köpeğimin olamaması” için kaldırmıştım. Çünkü günde dört beş defa hastaneye gittiğim – ve kaç ay, ya da kaç sene süreceği hiç belli olmayan babamın rahatsızlığı döneminde, çoban köpeğim Boza’yı Çoban Yıldızı Perihan’a vermek zorunda kalmıştım. ( ) Gerçi bu hastalığa kadar, sürüdeki kangallar bile Boza kadar dağ taş gezemiyordu, ama önce o bol gezmeli dönem yerini nefes nefese hastane koşturmalarına terketmiş, ardından kendimi Boza’sız, bir süre sonra da babasız bulmuştum. ** ** ** Küçük kutunun içinde, daha süt emerken annesinin altından alınmış bir Kangal yavrusu, bir “Uğurlu Misafir” duruyordu.
Yani, yine kulaklarımı tıkayıp, apartmanın yan tarafına gecekondu çıkacağım, bütün komşularla kavga edeceğim; bir hastalıkta, bir balon yolcuğunda kapı kapı yardım dileneceğim sıfır kilometre bir aşk bana bakıyordu. Geçen haftadan beri hayatımda ilk defa seri ilanlarda Ankara’nın dibinde küçücük bir tarla arıyorum. Niyetim üzerine derme çatma bir kulübe yapmak, Bozkır’ı bahçesine salıp her gün motorla gidip gelmek. Ama bu iş beni hem parasal olarak aşıyor, hem de bir sevdiğimin ya da kendimin hastalığında ya da bir yolculukta yine aynı çıkmaz sokaklara sokuyor. Ve durum çok kötüye giderken ve ben ona çok kötü tutulurken ve geceleri göğsümde uyutur, nefesini dinlerken; çok geç olmadan onu Ürgüp’te, dağın başındaki kocaman bahçeli evinde, köpekleri ve atıyla yaşayan balon pilotu dostum İsmail’e veriyorum. Ama gitmesine bir gün kala, bu ninniyi söylemeden de kendimi alamıyorum...
düş hekimi yalçın ergir