Tek Kişilik Aşk Müzik: Candan Erçetin/Sensizlik İnternetten alıntı.
Dünyanın en uzak, en yakın, en kalabalık ve en yalnız yerinde aşk, aynı aşktı. Eğer kişi içinde taşıyabiliyorsa -ki iç, kaybolacak kadar küçük, taşıyamayacak kadar ağırdır- her gittiği şehre ve elbette şehir onun kadar tehlikeliyse kendine; aşk her yerde aynı aşktı. Hiç beklenmedik bir yazda, olur olmadık bir durumda, sonra küçükken, sonra yer, ağaç ve elleri dahi sütbeyaz, tozpembeyken, kendi hapishanesini kendi hazırlarmış da insan; ruhu bile duymazmış. Ama nasıl? Tüm sonbahar sarısı kadar yoğun, tüm sonbahar kadar hiddetli... Ama nasıl? Tüm saatlerin bir saniyeye sıkıştığı kadar hızlı ve bir saniye kadar meyilli ölüme...
Hapishanesini kendi hazırlarmış da insan; ruhu bile duymazmış Hapishanesini kendi hazırlarmış da insan; ruhu bile duymazmış. Önce parmakları duvarda gezer, sonra aynı duvara sırtını yaslarmış. Fakat atlas değil ki dünyayı kucaklayan! Hangi boşluk kaldırsın bilirkişinin bilemediklerini ve göremediklerini? “Bu parmaklık benden de hafif.” dermiş de; aldanırmış... Aşk her yerde aynı aşktı ama neden her yer farklıydı? Yattığı yatak, baktığı ayna ve hiç önemsemediği anahtarı dahi farklıysa, üstelik kilitler farklı odalara açılıyorsa, yalnızlıktan başka sahip olabildiği tek şey aşktır kişinin. İşte tam bu noktada 'farkındalık' ilişkinin kaç kişilik olduğunu belirliyor, kör ve sağırlar kendilerini kör ve sağır yapmalarının cezasını çekmeye zorlanıyordu.
Şehrin tüm duvarlarına tek bir cümle yazıldı: "Aşk farkındalık gerektirir.“ Çaba göstermeden büyütülen tek şeyin, pamuklara sarıp da karanlıklara bırakılan deney fasulyesi olduğu bilindiği halde, karanlıklarda aşk yetiştirmeye çalışanlar, tek celsede ve üstelik en aydınlık yerlerde idama sevk ediliyordu kalbi elinde yürüyenlerin evreninde. Şimdi hangi tarih yazsın ölüp ölüp de dirilenlerin hikayesini? Ya da hangi toprak kabul etsin pişmanlıktan önce kalbi durmuş bedeni? Yazamadı kimse bilirkişinin bilemediklerini ve göremediklerini. Müfredata tek ders konuldu ibret-i âlem olsun diye: "Aşk emek gerektirir.“ "Sihirsiz bir nefes gibisin, bence artık sende herkes gibisin." dermiş de Nazım; ruhu bile duymazmış. Tüm kulakların işittiği bu yalanı, hangi "iç" kabul etsin o hala gözyaşlarını inci gibi dizip de ipe, sevdiğinin boynuna asarken?
Gecenin 3'ünde "seni sevmiyorum"la başlayan cümlelerin "geri dön"le bittiğine tüm evrensel aşk yasaları teker teker şahit olurken, kendini dahi kandırmayı beceremeyen bu kişi "eden bulur" deyiminin sözlük anlamını baştan yazar, sondan okurmuş: "Buldu eden.“ Düşün ki; her tan vakti gözlerini başka bir sabaha açmaktan korkar insan. Ya da biliyorsa hangi yanlış yer ve yanlış zamanda olacağını önceden, her gün farklı bir şehrin farklı bir sabahına uyanmaktan korkar. Sonra yumar gözlerini sıkıca...
Düşün ki; damarlarına kadar kaskatı kesilmiş ve zamanın kat ettiği mesafeyi beynine çaka çaka gösteren o saati ve yeryüzündeki tüm saatleri- parçalamak içim can atan bir insan. Elbette kimsenin bilmesi gerekmiyor değişmez doğa ve evrenin işleyiş kanunlarını. Fakat güneş bu. Nerde görülmüş dünyayı terk edipte başka bir gezegenin etrafında dönmeye giderken? Yavaşça soğumakta olan kalbin bile alıkoyamaz onu daimi görevinden. O döner durur. Bugün pazartesi. Ertesi gün cuma. Bir nefes koparmışsın kocaman havadan dün sabah, huzurla doldurmuşsun ciğerlerine, bugün akşam oluyor.
Sonra düşün ki; her tan vakti farklı bir sabahın, farklı bir göğüne, güneşine uyanmaktan korkan bir insan. Katlanamaz. Yumar gözlerini sıkıca... Şimdi ben biliyorum hangi yanlış yer ve zamanda olacağımı önceden. Başka bir şehrin başka bir sabahına gözlerimi açtığımda, hangi ölü kesicinin beni içine koymak için toprağı ikna etmeye çalışacağını dahi biliyorum. Kim gibi, kimler gibi olduğumu anlarken, kulaklarımın neyi işitmesi gerektiğini ve aşkın kaç kişilik olduğunu da biliyorum.
Bilirkişinin bilemedikleri ve göremedikleri ne kadar da aleni imiş meğer. Artık ben bilirkişin "aslında" neyi bilmesi gerektiğini de biliyorum. O kadar hoyrat harcadım ki avucumdaki suyu, şimdi susuzluktan dudaklarım çatlıyor. Artık söyleyecek bir şey yok. Ben yağmurumu kaçırdım. Gidiyorum... yilmazgurler@gmail.com