Leonard Cohen Istanbul’da… Fotoğraf ve metinler: Öykücü Can Özoğuz
Yıl 1980’lerin başı. Bodrum yat limanına yakın hamamdan bozma bir barda, gece yarısı genç bir adam Suzanne’ı düşünmektedir. Orada tanışmıştır onunla… * * * Suzanne seni nehir kenarındaki evine götürür yakından geçen tekneleri duyacağın ve geceyi onun yanında geçirebileceğin… evet, biraz kafadan çatlaktır fakat bu yüzden onunlasındır…
seni ta Çin’den gelen çay ve portakallarla besler ve ona verecek aşkının olmadığını tam söyleyecekken seni dalga boyuna alır cevap vermeyi ise nehre bırakır: sen her zaman onun aşığısındır…
ve onunla gitmek istersin onunla gitmek körü körüne… ve sana güvenebileceğini düşünürsün çünkü onun mükemmel vücuduna aklınla dokunmuşsundur.
Yıl Yer İstanbul Harbiye Açıkhava Tiyatrosu. Suzanne’ı bize tanıştıran bilge ozan, beyazlaşmış saçları, fötr şapkası, gitarı ve dokuz muhteşem müzisyen arkadaşıyla, onu huşu içinde dinleyen beşbin kişiye dingin sesiyle şarkılarını söylemektedir…
Kaytan bıyıklı İspanyol Çingene’nin parmakları oniki telli gitarın sapında gezinirken,
elmas yüzüğünün parıltılarından bir martı çıkıp İstanbul semalarına uçmaktadır…
Bir ağustos gecesi Cohen efsanesi geçmektedir İstanbul’dan…
1960’da genç şair-yazar Leonard Cohen, otuzlu yaşlarındayken, Yunan adası Hydra’da ilk inzivasına çekilir.
Birkaç yıl sonra adadan ayrılıp New York’a ayak bastığında kendini Joan Baez’li, Bob Dylan’li folk fırtınasının içinde bulur.
Keşfedilmesi “Suzanne” i folk şarkıcısı Judy Collins’e telefonda söylemesiyle gerçekleşir.
Bir arkadaşının eşi olan Suzanne Verdal’i nehir kıyısındaki evinde gördüğü akşam başlayan ve zihinsel bir dokunuşun ötesine geçmeyen derin aşkın öyküsü, Cohen’in müzikal kariyeri ve ismini dünyaya duyurmasına kapıyı açan sihirli anahtar olmuştur.
“Chelsea Hotel no 2” ise o yıllar New York’ta fırtına gibi esen müzisyen, yazar ve sinemacılar çetesinin üyesi Leonard’ın, Janis Joplin’le dağınık bir yatak üzerinde geçirdiği geceye dair şarkıdır.
Elli yıl boyunca “kadınların adamı, zihinlerdeki zarif aşık” olmayı başarabilen derin şairin yüzündeki sükut, kişisel sırlarına da yansıyacaktır. Bir daha aşklarını tartışmaya hiç açmamacasına…
Boynuna yaftalanan çapkın imajı yüzünden beraber olmayı istediği bazı kadınlar, o meşhur listeye eklenmemek için ondan uzak durabilmişlerdir.
Cohenin yaşamı ve çoğu eseri, insanın kendini arayışıyla ilgili olur.
Yıllar süren depresyonları sonunda, Los Angeles yakınlarındaki Mount Baldy Zen Budist Manastırı’nda, ikinci kez beş yıl süren inzivaya çekilir.
Manastırda her sabah şafak sökmeden kalkıp saatlerce hareketsiz durularak derin düşüncelere dalınan ayinlere katılır.
Bu meditasyonlarda konsantrasyonunu toplayarak yaşamının her anı üzerinde uzun uzun düşünecek zamanı bulur. Ve sonunda öyle bir noktaya gelir ki artık geriye dönüp değerlendirilecek bir şey kalmamıştır.
Depresif düşünceler yerini, karanlık bir odaya girip ışığı açtığınızda ortalığı kaplayan aydınlığa bırakmıştır.
Günün birinde sıkıntılarından tamamen arındığını, mutfak penceresinden sokağa bakarken yoldan geçen arabaların yansıttığı güneş ışığının içinde uyandırdığı sevinci fark ederek anlar.
Bu sevinci, basit ve mutlu bir yaşam süren herkesin hissedebileceğini anladığında ise kendini yok saymayı başarmıştır.
Yine de uzun süre sıkıntılarından arındığının gerçek olduğuna inanamaz. Fakat sonunda müthiş bir rahatlama kaplamıştır benliğini…
Felsefeyi, dinleri yıllar süren incelemeleri sonucu; neşe, mutluluk ve basit yaşam öne çıkmıştır…
Foto Safarilere dönüş Ana sayfaya dönüş: Öykücü Can Özoğuz