ses düğmesini açabilirsiniz
Seyfi şoförün oğluydu. Sarar İlkokulu 2-C sınıfında yanımda otururdu Seyfi şoförün oğluydu. Sarar İlkokulu 2-C sınıfında yanımda otururdu. Öğretmenimizin gelmediği bir gün, mum gibi oturmamız gerekirken boğuşmaya başlamış, hışımla sınıfa giren müdire Adviye Hanım’a yakalanmış ve kulağımızdan çekile çekile odasına götürülmüştük. - Çıkartın ayakkabılarınızı; bundan sonra hamal olacaksınız!.. diye bağırmıştı müdire hanım. Ödümüz kopmuştu; çenemiz titreye titreye, haykıra haykıra ağlamaya başlamıştık. Büyük bir suç işlemiştik, kötü örnektik; o yaşımızda sıraların üzerinde boğuşmuş, karşılığında da okul hayatımızı noktalayıp hamal olmuştuk. Bundan böyle sırtımızda küfe, okula giderken önünden geçtiğimiz çamur içindeki Maltepe Pazarı’ndan çıplak ayaklarımızla evlere patates, pırasa, yer elması taşıyacaktık.
Derken bir mucize olmuş; Adviye Hanım insafa gelerek ‘bir daha olmaması’ kaydıyla bizi affetmişti. Ayakkabılarımızı giymiş, okumayıp hamal olmaktan kurtulmuş, minnet ve korkuyla müdire hanımın bin defa elini öpüp, yere bakarak sınıfa dönmüştük. Eğer affedilmeseydik, zar zor alınmış ayakkabılarımızı bir daha giyemeseydik, nasıl gidebilirdik evlerimize kadar yürüye yürüye? Ne derdi kimbilir ne dertleri olan öğretmen annem, ağlaya ağlaya eve gittiğimde ve Seyfi’yle ben artık hamal olduk, ayakkabılarım da okulda kaldı... dediğimde. Ya da neye davranırdı Seyfi’nin şoför babası; cebinde üç kuruş bozuk parayla gece yarısı yorgun argın eve döndüğünde, ödü patlayan karısı: - Senin oğlanı okulda hamal yapmışlar... diye söylediğinde.
Seyfi benden tam elli kuruş borç istemişti; benim de vardı, vermiştim iki yirmi beşliği. Aradan günler geçti. Kimbilir şişko Fahri kaç defa saat tam 10:00’da sınıfa sıcak süt getirdi ama benim elli kuruş bir türlü geri gelmedi. Artık dayanamadığım bir gün, teneffüs zili çalar çalmaz sıra arkadaşımın üzerine Tommiks gibi atlayıp istedim paramı. Elimden kurtuldu Seyfi ve başladı bütün okul bahçesinde, bina çevresinde amansız bir kovalamaca. Sanki teneffüs bir asır, binanın çevresi bin kilometreydi. Yakalayınca Seyfi’yi, belki on bin kilometre yuvarlandık okulun tozlu bahçesinde. Darmadağın olmuş, beyaz yakalarının düğmesi kopmuş, aynı tahta sırada kara tahtaya bakıyorduk. Sucuk gibi terlemiştik ve çok ciddiydik; her an hamal olabilirdik.
Her gün sabırsızlıkla aynı saati, aynı zilin çalmasını bekliyorduk Her gün sabırsızlıkla aynı saati, aynı zilin çalmasını bekliyorduk. Öğretmenin sınıftan çıktığı saniyede amansız bir kovalamaca başlıyor, elli kuruş alacaklı bir çocuk, elli kuruş borçlu bir çocuğu kahkahalarla kovalıyordu. Sonra borçlu kendisini yakalatıyor ve büyük güreş başlıyordu. Artık havalar iyice ısınmıştı, sanırım yaz tatili de başlamak üzereydi. Herkes dağılacak, üç ay ayrı kalacaktı. Böyle bir gün teneffüs zili çaldığında sıramda iki adet yirmi beş kuruş duruyor, Seyfi gülerek bana bakıyordu. Seyfi borcunu ödüyordu. Dünya başıma yıkılmıştı; allak bullak olmuştum. Hayatımın en güzel, en paha biçilmez kovalamacası bitmişti.
- İstersen yarın ver - acelesi yok ... falan gibi laflar ediyordum ama acı gerçek sıranın üzerinde duruyordu; hesap kesilmiş, oyun bitmişti. Derken okullar tatil oldu. Ben başka okula geçtim ve Seyfi’yi bir daha hiç göremedim. Kimbilir; şimdi belki bir bankanın ikinci krediler müdürü, belki bir nakliye firmasının genel koordinatörü, belki de Ulus - Seyran hattında bir minibüs şoförü olmuştur.
Müzik: ‘Yalnız Çiçek’ - Derya Köroğlu - Musikarium / BMG Müzik A.Ş. Sevgili Seyfi; en azından şansımı deniyor; bu yazdıklarımı internet denizine döküyorum. Eğer eline geçerse; bu sefer de ben, bu yıl bitmeden senden elli kuruş borç istiyorum ve değil 2005’in başında, bir daha hiç ödemeyeceğime söz veriyorum... düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com Müzik: ‘Yalnız Çiçek’ - Derya Köroğlu - Musikarium / BMG Müzik A.Ş.
SON düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com